Pireyi Deve Yapanlar..
Cemil BARAN
2 Ağustos’ta Türk Parlamentosu’ndan “AB’ye uyum paketi”
diye 15 maddelik bir paket geçti ya, Türk basınında
ve politik çevrelerde kıyamet kopuyor. Kimi çevrelerde
ağızlar kulaklara varıyor…
Efendim bu “tarih yazmak”mış!.. Bu kadarını
kimse beklemiyormuş... Dünya bile bu işe şaşıp
kalmış, AB yetkilileri pek memnun olmuşlar…
Türkiye artık demokrat olmuş, Kopenhag Kriterleri
bir tamam yerine gelmiş, AB adaylığı önünde
hiçbir engel kalmamış, falan filan!..
Peki olan ne? “Savaş ve yakın savaş durumu”
dışında idam cezası kaldırılmış.
Olumlu elbette. Zaten 1984 yılından bu yana idam
cezası uygulanmıyordu. Bu iş başka türlü
yürütülüyordu. Polis ve jandarma kentte-kırda, sokakta-evde,
karakolda-kışlada, cezaevinde, canı istediği
her yerde ve zamanda insanları işkenceyle, ya da
düpedüz tarayarak, başına odunla ve demirle vurarak
öldürüyordu. Yani bu iş yargıç kararına, parlamento
onayına, idam sehpasına ve cellat ipine gerek kalmadan
kestirmeden yapılıyordu. Son 15-20 yılda bu
şekilde binlerce insan öldürüldü.
Bundan böyle bu uygulamalar sona erecek mi acaba? Kurdun
huyu suyu bir gecede değişecek mi? Göreceğiz..
Peki, bu 15 maddelik pakette başka neler var? Örneğin
düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki engeller
kalktı mı? Bundan böyle, sözgelişi, Dema Nu’nun
ve Deng Dergisi’nin her sayısı ve Kürt sorununa
değinen kitaplar toplanmıyacak mı? Yazarlar,
yayıncılar yine tutuklanıp yargılanmıyacak
mı?.
Siyasi partiler, Kürtleri ve haklarını inkar ve
onları suçlama hakkı ve özgürlüğü dışında,
örneğin Kürt sorunundan söz edebilecekler mi?.
Böyle bir şey elbette yok. Düşünce ve örgütlenme
özgürlüğünün önünde Anayasa’da, ceza, basın ve siyasi
partiler yasalarında, öteki pek çok yasada var olan ve
bu özgürlükleri hiçe indiren binbir engel ve tuzak yerli yerinde.
İçinden çıkılmaz bir labirenti, arapsaçını
andıran bu binbir yasanın, yalnızca bir maddesine
ufak bir rötuş yapılmış: Hükümete, orduya,
polise, falan filana eleştiri niteliğindeki görüşler
sözde cezalandırılmıyacakmış..
Demek ki şimdiye kadar, hakaret filan değil, düpedüz
eleştiri cezalandırılıyormuş..
Bundan sonra da cezalandırılır, kuşkunuz
olmasın! Bundan sonra da aynı nedenlerle dergi,
gazete, kitap toplanır, yazarlar ve yayıncılar
tutuklanır, ağır cezalara çarptırılır.
Bundan sonra da siyasi partiler, salt Kürtlerden söz ettikleri,
baskılara karşı çıktıkları için
kapatılır.
Çünkü Kürtlerin haklarından söz etmek, mevcut yasalara
göre hala “vatanı ve milleti bölücü suç”tur. Kürtleri
yok sayma, suçlama ise vatanseverlik! Çünkü mevcut Siyasi
Partiler Yasası’na göre, herhangi bir parti Türkiye’de
Türk kültüründen başta kültürlerin varlığını
bile ileri süremez!
Yani bırakın Kürt adını taşıyan
ve Kürt sorununun çözümünü özgürce programına koyan legal
partiler kurmak, ama Kürt sorunundan söz etmek yine eskisi
gibi yasak ve suç olmakta devam ediyor.
Yasalar aynı yasa, kafalar aynı kafa; değişen
bir şey yok.
Ya anadilde eğitim ve yayınla ilgili değişiklik?.
Türk politikacılarına, basınına bakarsanız
bu iş tamamdır. Onlar MHP’ye karşı kahramanca
mücadele ederek Kopenhag Kriterleri’nin yerine getirmişler,
anadilde yayın ve öğrenim hakkını artık
tanımışlar…
Neymiş bu anadilde öğrenim? Efendim “geleneksel
olarak kullanılan dil ve lehçeleri öğrenmek için
kurslar açılabilecek”miş.. Yani 20 milyon Kürdün
dilinde temel, orta ve yüksek eğitim yine yasak. Bir
tek Kürt okulu yine olmayacak. Ama Kürtler eğer isterlerse,
Japonca kursuna gider gibi, okul zamanları dışında
Kürtçe dil kursuna gidebileceklermiş..
Ne lütuf ne lütuf! Üstelik bunun için biz Kürtlerin zil takıp
oynamamızı bekliyorlar..
Bu Kürt halkıyla alay etmek değil mi?
Neden Kürtler, bir azınlık olarak da değil,
nüfusun çoğunluğunu oluşturdukları kendi
anavatanlarında, kendi anadillerinde eğitim görmüyorlar?
Neden Kürdistan’da ve Kürtlerin kitlesel biçimde yaşadıkları
her yerde, örneğin neden Diyarbakır’da, Van’da,
Dersim’de, belki 3 milyondan fazla Kürdün yaşadığı
İstanbul’da Kürt ilkokulları, liseleri, üniversiteleri
olmasın?
Ya anadilde yayın hakkı? Bu da yine binbir engelle
sınırlı. Bu işin süresine, biçimine RTÜK
karar verecekmiş. Aylardır yapılan tartışmalardan
biliyoruz ki, niyetleri günde 15 dakikalık, bilemediniz
yarım saatlik bir yayın.. O da herhalde “devlet
baba”ya, ya da devletin babalarına, methiye olacak. Mevcut
ırkçı-şoven propaganda, birkaç dakika da “geleneksel
olarak konuşulan dil ve lehçelerle” yapılacak, Ergenekon
masalları anlatılacak..
Peki neden? 20 milyonluk Kürt halkı vergi vermiyor mu?
Onun vergileriyle beş altı kanal günde 24 saat Türkçe
yayın yaparken neden bir tanesi de gün boyu Kürtçe yapmasın?
Bu ülkede onlarca özel televizyon kanalı Türkçe yayın
yaparken, neden Kürtlere herhangi bir özel televizyon kanalı
açma hakkı tanınmıyor?
Bu durumda, anadilde yayın ve eğitim –veya öğrenim-
denen şeyin tam bir aldatmaca olduğu açık değil
mi? Ya düşünce ve örgütlenme özgürlüğü? Ya Kürt
kimliğinin tanınması? Ya 20 milyonluk Kürt
halkına, koca bir ulusa yönetsel ve politik haklar?..
Demek ki değişen bir şey yok. Değme sömürgede
bile eşine rastlanmayan aynı yasakçı, baskıcı,
ilkel, katı düzen.. Baylarımız bunu, Kayserilinin
eşeğini boyayıp babasına satması
gibi, bize pazarlamaya çalışıyorlar.
Türk politikacıların ve basınının
bu göstermelik paket üzerinde kopardıkları şamata
bizi şaşırtmıyor. Böyle bir durumla ilk
kez de karşılaşmıyoruz. Onlar hep böyle
yapıyorlar. İnsan hakları ve demokratikleşme
yönünde ileri doğru bir tek adım atmamak için direniyor,
ayak sürüyor; ufak, peş paralık bir iş yaptıkları
zaman da şamata, velvele, farfarayla dünyayı ayağa
kaldırıyorlar.
Bu, çürük malını saf insanlara kakalamak isteyen
bitirim işportacının yöntemidir.
Türk basını pireyi deve yapmanın ustasıdır
ve bu alışık olduğumuz bir şeydir.
Aslında bu bayların değişim ve demokratikleşme
diye bir niyetleri yok. Bu nedenle Kopenhag Kriterleri’ne
başından beri bozuluyor, bunu Türkiye’yi bölüp parçalamaya
yönelik bir oyun gibi göstermeye kalkışıyorlardı.
Bu anlayışta olan tek parti MHP de değil. Ötekilerin
de tavrı dünden bugüne değişmedi. Son paketle
yapılan söz konusu kriterlere uyum sağlamak değil,
onları paypas etmektir. Bununla 20 milyonluk Kürt ulusuna
ve öteki azınlık halklara ne politik ve yönetsel
haklar tanınmış oluyor, ne de kültürel haklar.
MHP’nin buna karşı çıkmasına bakıp
aldanmamak gerekir. MHP yalnızca tribünlere oynuyor,
ırkçı şamata ile oy avcılığı
yapıyor. Ötekiler ise, ırkçı, baskıcı,
yasakçı sistemin özüne dokunmayıp, birtakım
önemsiz rötuşlarla AB yolunu açmaya çalışıyorlar.
Bunlar, MHP’den daha akıllı, daha oyunbaz.
Peki Türk yönetimi bununla Avrupa Birliği’ni kandırabilecek
mi?
Avrupa Birliği, besbelli, Türkiye kamuoyu gibi kolay
aldatılamaz. Avrupa’yı yönetenler, Türkiye’yi yöneten
gözaçıkların sandığı kadar saf değiller.
Türkiye’nin gerçekte ne olup olmadığını
pek iyi biliyorlar. Türkiye demokratikleşmeden, ekonomik
sorunlarını çözmeden, onu içlerine alıp başlarını
belaya sokmazlar. Bunu, biz Kürtleri, Türkiye’nin demokratik
haklardan yoksun öteki sıradan yurttaşlarını,
halk çoğunluğunu çok sevip düşündükleri için
değil, kendi çıkarları için yapmazlar. Demokratik
normlar Avrupa’nın harcıdır. Bu harcı
Türkiye’deki gözaçıkların hatırına yozlaştırmazlar.
Ayrıca, ekonomi düzelmeden, belli bir standart yakalanmadan
Avrupa kapılarını Türkiye’ye açıp on milyonlarca
işsizin istilasına uğramak istemezler. Hatta
biz Kürtler tüm haklarımızdan vazgeçip onlara “Türkiye’yi
alın” diye yalvarsak bile, böyle bir Türkiye’yi saflarına
almazlar.
Bu nedenle, bizim açımızdan “hak ve özgürlüklerimiz
gürültüye gitti” diye telaşa, karşı taraf açısından
da “artık yol açıldı”sanıp sevirdirik
olmaya yer yok..
Öte yandan, bu içi boş paket Kürt kesiminde de bazılarını
kandırmış görünüyor. Ya da bu kesimler aldanmaya
hazır ve fitler. Elbette dünkü PKK, bugünkü KADEK kesiminden
söz ediyorum. Bunların da istekleri olmuş gibi ağızları
kulaklarına varıyor. Gazete ve televizyonlarında
Ecevit’lerin, Akyolların, “bıji türkiye” diyen Ertuğrul
Özkök’lerin ağzıyla konuşuyor, tezahürat yapıyorlar.
Bu “demokratikleşme”de, “tarihi adım”da, en büyük
payı seroklarına biçiyorlar..
Osman Öcalan MED-TV’de telefonla yaptığı konuşmada,
söz konusu “AB’ye uyum paketi”ni öve öve göklere çıkardı
ve onun Türk Parlamentosu’ndan geçtiği gün olan 2 Ağustos’un
bayram gibi kutlanmasını önerdi. Eh, artık
21 Mart’ın yerine 2 Ağustos neden geçmesin!..
PKK veya KADEK’in bu tutumu da bizim için sürpriz değil.
Öcalan’ın ve PKK’nın ne zaman, kimin eliyle, hangi
amaçla ve hangi kulvarda siyasete başlatıldıkları,
kimin tarafından yıllar boyu yönetildikleri bir
yana, ama en azından Öcalan’ın yakalandıktan
sonra kendisine seçtiği yol açıktır: Türk devletine
hizmet yolu. Öcalan bunu milyonların gözü önünde televizyonda
açıkladı. O günden bu yana da bu yolda yürüyor.
PKK da bunu benimsedi, Öcalan’ın yeni politikalarının
uygulayıcısı oldu. Öcalan gibi, onu, biri iki
etmeden izleyen PKK için de kurtarılacak bir Kürt halkı
ve Kürdistan kalmadı. Ne bağımsızlık,
ne federasyon, ne de otonomi… Sorun sıradan ve bireysel
kültürel haklara indirgendi. Yani Kopenhag Kriterleri’nin
bile gerisinde, Demirellerin ve Ecevitlerin uygun gördüğü
çerçevede.. Son paket işte bu çerçevedir.
PKK için bir tek ciddi sorun kalmıştı, Öcalan’ın
hayatını kurtarmak! O da son paketle gerçekleşmiş
bulunuyor. Öcalan artık asılmayacak. O halde Öcalan
ve PKK açısından sorun bitmiştir.
Bundan böyle PKK’nın bir tek sorunu varsa o da kendi
şeyhini, putunu, yani Öcalan’ı hapisten kurtarmak.
Ama onun için de acele edip “devleti kızdırmamalı.”
Hele bir zaman geçsin, öfkeler dinsin, onun da sırası
var..
Devletin planı o, PKK’nın ki bu, ya Kürtlerin?
Onlar bu oyunu yutacak mı? Şu “AB’ye uyum paketi”
adı altındaki, Türkiye Barolar Birliği’nin
bile “yeni bir tarafı yok, dostlar alışverişte
görsün diye hazırlanmış” dediği bu içi
boş ve soytarıca pakete kanacaklar mı? Kürtlerin
mücadelesi son bulacak mı? Diğer bir deyişle,
Kürt sorunu artık çözülmüş mü oldu, tarihe mi karıştı?..
Belki Türkiye’yi yöneten iflah olmaz şovenlerin gönlündeki
budur. Ya da onlar kendilerini ve kamuoyunu bir süre daha
böyle zırvalarla oyalıyabilirler. Ama Kürt halkı
kendisine dayatılan kölelik statüsünü, bu aşağılayıcı
durumu kabul etmeyecektir.
Bizim Türk halkıyla sorunumuz yoktur. Bu halkla kardeşçe
birarada yaşıyabiliriz. Ama özgür ve eşit koşullarda..
Ağır ve şiddetli baskılara muhatap olan
tüm ezilen halklarda, toplumlarda olduğu gibi Kürtlerin
de saflarından teslimiyetçiler, işbirlikçiler çıkabilir.
Geçmişte çıktı, şimdi var, gelecekte de
olabilir. Halk bazan yanılıp yanlış örgüte
ve yanlış kişiye destek verebilir. Yenilgiye
uğrayabilir. Ama bunlar geçicidir. Kürt halkı geçmişte
böylesi zor dönemleri aşmayı başardı,
bu kez de başaracak.
Öte yandan, karşı tarafın ve işbirlikçilerinin
oyununu boşa çıkarmanın, engelleri az hasarla
aşmanın yolu, bu oyunları görme uyanıklığı
ve boşa çıkarma azmi ve çabasıdır. Bu
işte tüm yurtsever insanlarımıza görev düşüyor:
Umutsuzluğa kapılmamak ve el ele vermek.
Bunun sevindirici işaretleri de var. Yurtsever hareket
içerde ve dışarda doğru kanallarda toparlanıyor.
İnsanlarımız geçmişten kalan önyargıları,
küçük hesapları aşıp, yeni bir anlayışla,
iyi niyetle bir araya geliyorlar.
HAKPAR bunun örneğidir. Yurtdışında,
Avrupa ülkelerindeki pek çok Kürt örgütünün oluşturduğu
Avrupa Kürt Platformu bunun örneğidir.
Bizim nüfus, ülke, tarih ve kültür olarak yok edilemeyecek
zengin bir potansiyelimiz var. Başarı için bize
gerekli olan umut ve çabadır.
|