PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 
Kürdistan Sosyalist Partisi
4. Yurtdışı Konferansı Sonuç Bildirisi

Kürdistan Sosyalist Partisi’nin 4. Yurtdışı konferansı, 2002 Yılı Aralık ayının ilk haftasında toplanarak son üç yıl içinde ulusal ve uluslararası sorunlara ilişkin önemli gelişmeleri değerlendirdi, bunlara ilişkin parti politikalarımızı onayladı, kararlar aldı ve kamuoyuna aşağıdaki bildiriyi yayınladı.

Dünyamızın yeni bir anlayışa ihtiyacı var

PSK 4. Yurtdışı Parti Konferansı, ister dini ister başka amaçlarla olsun, masum insanların hayatına yönelik şiddeti, terörizmi mahkum eder. Öte yandan, terörizm ile ulusal kurtuluş mücadelelerini ve zulme karşı direniş hakkını ayırmak gerektiğini belirtir.

Terörizm yalnızca bazı örgütlerin şiddeti temel yöntem almalarının ve amaçlarına ulaşmak için her türden eylemi mübah saymalarının ürünü değildir. Dünyamızda mevcut haksız sistemlerini, sömürüyü ve statükoyu sürdürmek için her türlü baskıyı ve şiddeti hak sayan devletler de sık sık terörist bir uygulama içinde olmuşlardır ve bu durum günümüzde de devam ediyor. Terörizm ve şiddet ne denli kötü olsa da, kimi insanları ve örgütleri buna zorlayan nedenlerin asıl bu adaletsizlik, sömürü, devlet baskısı ve terörü olduğunu unutmamak gerekir.

Dünyamızda adil bir sistem geçerli değildir. Güçlüler hala da bildiklerini yapmayı hak saymaktadırlar. Uluslararası planda, insanlığın büyük bir bölümü için hayatı çekilmez hale getiren yoksulluğun, açlığın, cehaletin, salgın hastalıkların, kuraklığın önüne geçmek için yeterince, yaygın ve sistemli çabalar yoktur. Dünyanın şurasında burasında, çeşitli biçimler altındaki diktatörlükler insanlara keyfi davranmayı, dinsel ve kültürel haklarını pervasızca çiğnemeyi, temel insan hak ve özgürlüklerini engellemeyi sürdürmektedirler ve bütün bunlara karşılık da BM Örgütünün ve öteki uluslararası kuruluşların yaptığı fazla bir şey yoktur. Ülkesi dört devlet arasında parçalanmış ve pervasızca ezilen, yok edilmek istenen Kürt halkının durumu, 40 milyon nüfusuyla koca bir ulus, bunun somut örneğidir.

Hiç kimse unutmasın ki, bugün o denli lanetlenen El Kaide ve benzeri şiddet örgütleri, İslam dünyasında kitlelerin dini duygularını uluslararası sosyalist sisteme ve bizzat bu ülkelerdeki sol ve demokratik hareketlere karşı kışkırtıp kullanma çabasının bir ürünüdürler.

O halde, bir yandan masum insanların hayatını tehdit eden, şu ya da bu ülkede, hatta dünya ölçeğinde toplumsal huzuru bozan, kaygı ve endişeye yol açan terörizmle başa çıkmanın yolu, temelde, bataklıkta sivrisinek avına çıkmak değil, bataklığı kurutmaktır. Bataklık ise dünyamızda hala geçerli olan ve en başta da güçlüler tarafından uygulanan pervasızca sömürü ve baskı çarkıdır. Şu 21. Yüzyılın başlarında da uluslararası planda hala yaygın ve güçlü olan adaletsizliktir, bencilliktir, sorumsuzluktur.

Gerçekten yeni bir dünya düzenine gerek var. Ama bu güçlülerin keyfi düzeni değil, tüm insanlığın hizmetinde adil bir düzen olmalıdır. Uluslararası güçler, daha çok silahlanma, daha öldürücü ve etkili silahlar yapmak için değil, dünyamızda yoksulluğu, işsizliği, cehaleti, salgın hastalıkları, sel ve kuraklık gibi felaketleri önlemek, muhtaç insanlara ve halklara destek olmak, insanlığın ortak refahı ve mutluluğu için örgütlenmelidir.

Yalnız Saddam Hüseyin rejimi değil, dünyamızda tüm rejimler silahsızlanmalıdır.

Yalnız Saddam zorbasına değil, tüm zorbalara hayır denmelidir.

Kimyasal, biyolojik ve nükleer silahlara harcanan paralar, her yıl tank ve uçaklara, füzelere harcanan yüzmilyarlar dünyamızda sorunların çözümü, ekonomik ve sosyal gelişme programları için harcanmalıdır.

Globalizmi hızlandıracak, coğrafyada ya da yüreklerde var olan husumet ve düşmanlık sınırlarını ortadan kaldıracak olan budur.

Dünyamıza barış böyle gelecek, ister devletlerden, ister örgütlerden gelsin, şiddet böyle son bulacaktır.

Dünyamızın böyle liderlere, böyle politikalara ihtiyacı var.

Globalizm böyle hızlanacak ve ancak o zaman dünya, onun üstünde yaşayan tüm halkların evi ve yaşamaya değer olacaktır.

Irak’ta demokratik ve federal bir rejim oluşmalı

Konferansımız, ABD’nin Irak’a yönelik operasyon hazırlığını ve bunun, özellikle Güney Kürdistan’da yaşayan halkımızın durumuna muhtemel etkilerini tartıştı.

Irak’ta uzun yıllardır iktidar olan Saddam Haseyin liderliğindeki Baas rejimi, şoven ve saldırgan bir politika izlemekte. Saddam yıllar boyu Kürt ulusal hareketini bastırmaya çalıştı, Kürdistan’ı yakıp yıktı, halkımıza karşı kimyasal silah da kullanarak kitlesel kırım yaptı. İran’a karşı yıllarca savaştı ve Kuveyt’i işgal ederek Körfez Savaşı’na yol açtı. Bu acımasız diktatörlüğün çıkardığı savaşlardan ve insanlık dışı uygulamalardan en büyük zararı ise Irak’ın Kürt ve Arap halkları çekti.

Bu nedenle, Saddam yönetiminin işbaşından uzaklaştırılması, sorumlulardan işledikleri suçların hasabının uluslararası mahkemede sorulması ve bu zorba rejimin yerine demokratik ve federal bir rejimin kurulması iyi olur. Bu işte geç bile kalınmıştır. Uluslararası topluluk bunun için çok daha önceden harekete geçmeliydi. Partimiz, Irak muhalefetinin bu yöndeki mücadelesini ve aynı yöndeki uluslararası çabaları destekler.

Öte yandan, bir savaş durumunda Güney Kürdistan halkımızın ve bir bütün olarak Irak’lı sivillerin göreceği zararlardan kaygı duyuyoruz. Daha şimdiden, savaşın patlak vermesi durumunda, sözde kurulacak Kürt devletini engellemek için Kürdistan’a gireceğini açıkça dile getiren Türkiye engellenmelidir. Bu saldırgan rejimin amacı, Kürt halkının sınır ötesi kazanımlarını dahi yok etmektir. Türk militarist rejimini böylesi bir maceradan uzak durmaya, Güney Kürdistan’ın ve Irak’ın iç işlerine burnunu sokmamaya, Kürt ve Türk tüm yurtsever, barışsever insanlarımızı bu türden yayılmacı, saldırgan politikalara karşı durmaya çağırıyoruz.

Konferansımız, son dönemde, Güney Kürdistan’da yaşanan olumlu gelişmeleri, iki büyük parti, KDP ile KYB arasında ilişkilerin daha da düzelmesini, ulusal parlamentonun yeniden birleşerek Erbil kentinde çalışmaya başlamasını memnuniyetle karşılar, bu yakınlaşmanın daha da pekiştirilmesini, hükümet planında da bir an önce birlik sağlanmasını ve demokratik genel seçimlerin bir an önce gerçekleştirilmesini diler.

İslamla demokrasi bağdaşabilir

PSK 4. Yurtdışı Konferansı, Türkiye-AB ilişkilerini değerlendirdi.

Konferansımız, Kopenhag Siyasi Kriterleri’ni tam olarak yerine getirme, demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü yönünde ciddi adımlar atma koşuluyla Türkiye’nin AB’ye katılmasından yanadır. Biz, Avrupa’da kimi çevrelerin AB’yi bir Hıristiyan kulübü olarak görme ve  bu nedenle Türkiye’nin AB’de yer alamıyacağına ilişkin görüşlerine katılmıyoruz.

Bizce önemli olan din farkı ya da coğrafi konum değil, Avrupa’nın demokratik değerleri, çoğulcu siyasal yaşamı ve çeşitli halkların bir arada yaşamasına olanak veren hoşgörüdür.

İslamla demokrasinin bağdaşabileceği kanısındayız. Hıristiyan dünyasının da uzunca bir dönem demokrasiden, düşünce ve bilim özgürlüğünden yoksun yaşadığını, engizisyonu ve kadının cadılıkla suçlanıp yakıldığı karanlık dönemleri unutmamalıyız. Hıristiyan dünyası köklü bir reform ve rönesansla değişime uğradı, etnik renklere bürünen nice kanlı boğazlaşmayı aşarak bugünlere geldi. İslam dünyası da değişebilir, yenilenebilir ve demokrasi bu ülkelerde de bir hayat tarzına dönüşebilir. İslam ülkelerinin de önünümezdeki on yıllarda böylesi köklü dönüşümler yaşamaları, diktatörlüklerden ve insan düşüncesini zincire vuran dogmalardan kurtularak çağdaş uygarlık kervanına katılmaları şaşırtıcı olmayacaktır.

Bizce İslam dünyası böyle bir değişimin eşiğindedir. Türkiye bu alanda bir ilk olabilir. Ancak bu, dinsel alanda, demokrasiyle uzlaşmaya yol açacak bir reformun ve yenilenmenin yanısıra, demokrasiyle bağdaşmayan, yıllardır her türlü demokratik adımın önüne bir engel olarak dikilen Kemalist dogmaların ve onun çoğulculuğu reddeden, toplumu tek kalıba dökmeye çalışan uzlaşmaz, zora dayalı anlayış ve uygulamalarının da terkini gerektirir.

 Biz, Türkiye’nin bu değişimi yaşıyarak, demokratikleşerek, aynı zamanda -demokratikleşmenin ve iç barışın da bir koşulu olarak- Kürt sorununun çözümü yönünde ciddi adımlar atarak AB’de yer almasından yanayız.

Türkiye’nin AB üyeliği önündeki engel, kendi durumu ve tutumudur

Ne var ki Türkiye, aday üyeliğe kabul edildiği Aralık 1999’dan beri geçen üç yıllık süre içinde bu kriterleri yerine getirmek için ciddi adımlar atmadığı halde atmış gibi görünerek, hem iç hem dış kamuoyunu aldatmaya çalışarak, bugünkü antidemokratik, baskıcı yapısıyla AB’ye alınmayı istemektedir.

Türkiye’de işkence devam ediyor. Bugün de insanlar salt görüşlerinden dolayı tutuklanıyor ve türlü baskılar görüyorlar. Bunlar arasında yazarlar, bilim adamları ve insan hakları savunucuları da var.

Cezaevlerinde siyasi tutuklulara yönelik gayri insani koşullar ve bunun sonucu ölüm oruçları ve ölümler devam ediyor.

Siyasal yasaklar, parti kapamalar  ve buna olanak veren hukuk sistemi devam ediyor.

Parlamento ve hükümet üstü, generallerin egemenliğindeki Milli Güvenlik Kurulu varlığını sürdürüyor. Bugün de her temel konuda askerlerin dediği oluyor.

Kürt sorununun özgürce tartışılması bugün de mümkün değil. Kürtçe eğitimin ve radyo-TV yayınının serbest bırakıldığına ilişkin iddialar doğru değil. Buna ilişkin değişiklik göstermeliktir ve tam anlamıyla bir aldatmacadır.

Sözkonusu olan “anadilde kurstur”. Bundan böyle de Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye sınırları içinde yaşayan 20 milyonluk Kürt halkının kendi anadilinde bir tek okula izin yoktur. Söz konusu kurslar ise binbir engele takılmaktadır ve bunun bile gerçekleşeceği şüphelidir; henüz açılmış bir tek kurs yok.

TV yayını için de aynı şey sözkonusu. Kürtçe özel televizyonlar yine yasaktır. Devlet televizyonunda günde belki 15-20 dakikalık bir yayın düşünülüyor, ama o bile henüz gerçekleşmiş değil; nasıl bir şey olacağını tanrı bilir!

Bu, Kürtlere kültürel haklar tanımak değil, onlarla alay etmektir, onları aşağılamaktır.

Türkiye’de ve Türkiye dışında kimi çevrelerde, Türkiye’nin Kürt halkının kültürel haklarını artık tanıdığı, bu yolda cesaretli adımlar attığı tarzındaki değerlendirmeler bu nedenle temelsizdir, gerçekle bir ilgisi yoktur. Konferansımız, bu konuda en azından iyi niyetli insanları gerçek durum konusunda uyarır.

Biz Türkiye’de yaşayan 20 milyon Kürt ne Kültürel, ne de siyasal ve yönetsel haklarımızı almış değiliz. Türk tarafında buna yönelik hiçbir hazırlık ve niyet de yoktur. Bize yönelik akıl almaz baskılar devam ediyor. Türkiye’nin ırkçı-şoven sisteminde bir değişiklik yok.

Kaldı ki, Kürt sorununun çözümü salt eğitim ve yayın hakkına idirgenemez. Kürtler bir azınlık değil, Fransa genişliğindeki, dörde bölünmüş ülkeleri ve 40 milyonluk nüfuslarıyla Ortadoğu’nun eski ve büyük uluslarından biridir. Bu sorunun gerçekçi çözümü ancak kendi kaderini tayin hakkının serbestçe kullanılmasıyla mümkündür. Bizce, günümüz koşullarında, mevcut sınırlar içinde ve eşitlik temelinde bir federatif çözüm gerçekçidir, adildir. Partimiz geçmişten beri Türkiye sınırları içindeki Kuzey Kürdistan bakımından bunu savunuyor.

Kıbrıs adasında 100 bin Türk için federasyonu bile az bulup konfederasyon isteyen Türk devleti, kendi sınırları içindeki 20 milyon Kürdün bu hakkına karşı direnmemelidir.

Türkiye gerçekte laik bir ülke de değil. Başörtüsü takanlara yönelik süregelen akıl almaz baskılar, böylece insanların giyim kuşamına, yaşam tarzlarına gereksiz müdahaleler bir yana, okullarda zorunlu din dersleri ve binlerce personeli ile kocaman “Diyanet İşleri Teşkilatı” da devam ediyor. Bunlar dinsel yaşama gereksiz bir devlet müdahalesidir, zorlamadır.

Biz böyle bir Türkiye’nin AB’ye alınmasından yana değiliz. Türk yönetimi demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü yönünde ciddi adımlar atmaktan, değişmekten ısrarla kaçınırken, kendisine müzakere tarihi verilmediği için AB’yi suçlamakta haksızdır. Bu tutum komik ve saçmadır.

Türkiye’nin AB’ye katılmasının önündeki engel, halkının çoğunun Müslüman olması veya bir bölümüyle Ortadoğu’da yer alan coğrafyası değil, işte bu çağdışı ve antidemokratik yapısıdır. Engel, Türk yönetiminin değişmemekteki inadı ve ısrarıdır. Bu ülkede başta asker-sivil bürokrasi ve Kemalist unsurlar AB üyeliğini gerçekte istememekteler; çünkü böyle bir durumda yönetimdeki tekellerini, ekonomik ve sosyal yaşamdaki imtiyazlarını yitirmekten, çağdışı, ırkçı, şoven ideolojilerinin tarihe karışmasından korkmaktadırlar.

Bu, sözkonusu baskıcı ve tutucu güçler açısından belli nedenleri olan bir paranoyadır. Türkiye’nin AB’ye katılabilmesı için, sözkonusu çevrelerin pompaladığı bu paranoyadan kurtulması., demokratikleşmesi ve çağa uygun bir değişimi içine sindirmesi gerekir.

3 Kasım Seçimlerinin sonuçları

Konferansımız, 3 Kasım seçimlerini ve sonuçlarını değerlendirdi.

Bu seçimler de yüzde 10 barajı ve siyasi partilere, rejim muhaliflerine, özellikle Kürtlere, demokrat kişilere yönelik nice yasak ve engellemelerle demokratik değildi. Bu seçimde de özellikle Kürt halkı bakımından propaganda özgürlüğü yoktu. Nitekim bir kez daha Kürt sorununun ve öteki ülke sorunlarının, militarist görüş açısı dışında, barışçı ve demokratik yöntemlerle çözümünü isteyen Kürtler ve öteki demokrat insanlar parlamentoya giremediler.

Buna rağmen kitleler egemenlerin oyununu önemli derecede bozdular. Yıllardır kitleleri aldatan düzen partilerinin ve gedikli politikacıların çoğu, kendi kazdıkları kuyuya düştüler, baraj engeline takılıp parlamento dışı kaldılar. Militarist ve Kemalist çevrelerin rejim için bir tehlike saydıkları İslami kimlikli AKP tek başına iktidar olurken, bir önceki seçimde barajı aşıp parlamentoya girememiş olan CHP de tek başına muhalefet oldu.

Baykal liderliğindeki CHP’nin, son seçimde parlamento dışı kalmış olan bir önceki hükümet partilerinden pek de farkı yoktur. Zaten daha şimdiden statükoyu, hatta 12 Eylül rejiminin zoraki anayasasını savunmakta.

Lideri yasaklı ve kendisi kapanma istemiyle Anayasa Mahkemesi önünde olan, bir başka deyişle, ülkenin demokratikleşmesinde bizzat kendisinin de büyük çıkarı bulunan AKP ise, AB üyeliğinden ve demokratikleşmeden yana görünmesine rağmen, daha ilk günden tutucu ve militarist güçlerin, en başta da asker-sivil bürokrasinin uyarı ve tehditleriyle yüzyüze kaldı. Öncelikle kendisini iç ve dış etkili odaklara kabul ettirmeye, sakıncasızlığını kanıtlamaya çalışan AKP’nin ne ölçüde demokratik adımlar atacağı kuşkuludur.

Türkiye’nin köklü bir değişime ihtiyacı var

Partimiz, AKP’nin atacağı her türlü demokratik adımı desteklemeye hazırdır. En başta da, kendi vaatleri içinde bulunan Anayasa değişikliği gerçekleştirilmeli, yeni ve demokratik bir anayasa yapılmalıdır. 12 Eylül faşist rejiminin “Anayasa” adı altındaki bu polis tüzüğü ve öteki yasaları, kurumları var oldukça toplumun soluk alması, ülkenin demokratikleşmesi olanaksızdır.

Tam bir düşünce, örgütlenme ve gösteri özgürlüğüne gerek var.

İşkence artık tümüyle durmalı ve faillerinden hesap sorulmalı.

MGK, DGM, YÖK, RTÜK gibi militarist ve faşizan kurumlar kaldırılmalı; Kontrgerilla, Jitem gibi komplo ve cinayet örgütleri dağıtılmalı.

Kürdistan’da köy koruculuğu denen paramiliter sisteme son verilmeli.

Geçtiğimiz dönemde köyleri yakılıp yıkılan, sürgün edilen ve göçe zorlanan milyonlarca Kürt köylüsünün topraklarına dönmesine olanak sağlanmalı, zararları tazmin edilmeli.

Kürt kültürü üzerindeki baskılar lafta değil gerçekte son bulmalı. Tümüyle göstermelik, iç ve dış kamuoyunu aldatmaya yönelik tavır ve tutumlardan vaz geçip, ilkokuldan üniversiteye kadar Kürtçe okullar açılmalı.

Devlet televizyonu kanallarından biri tam gün Kürtçe yayın yapmalı, ayrıca Kürtçe özel televizyon kanalları serbest bırakılmalı.

Kürt siyasi partilerine ve kültür derneklerine serbestlik tanınmalı.

Yeni Anayasa’da Kürt kimliği tanınmalı, Anayasa başta olmak üzere tüm yasalarda ırkçı, şoven belirlemeler kaldırılmalı, bu nitelikteki uygulamalara da son verilmeli.

Başörtüsüne yönelik baskılara son verilmeli, dileyen kız öğrenciler orta öğrenimde veya üniversitede büşörtüsüyle okuyabilmeli. Bu yöndeki engellemeler antidemokratiktir ve çağdaşlıkla bir ilgisi yoktur.

Okullardaki zorunlu din dersleri kaldırılmalı, Diyanet İşleri Teşkilatı dağıtılmalı; Aleviler, Süryaniler, yezidiler ve diğer inanç grupları üzerindeki tüm baskılara son verilmeli.

Bunlar Kopenhag Siyasi Kriterleri’nin de bir gereğidir. Ama Türkiye AB’ye girsin ya da girmesin, tüm yurttaşların bu özgürlüklere hakkı var. Rejim, sözkonusu hak ve özgürlükleri AB’ye giriş için bir pazarlık aracı yapmamalı, bu çirkin tavırdan vazgeçmeli.

Bunun yanısıra, ordu ve polis sayıca azaltılmalı, aşırı silahlanmadan vazgeçilmeli, silaha ve militarizme harcanan büyük miktarlardaki kaynaklar ekonomik ve sosyal projelere harcanmalı, böylece halkın yaşam düzeyi iyileştirilmeli.

Konferansımız, Türkiye’nin böylesine köklü değişiklere ihtiyacı olduğu kanısındadır. Bunlar olmadan Türkiye’nin demokratikleşmesi ve iç barışın sağlanması olanaksızdır.

Konferansımız, partimizin geçmişten bu yana bu hedefler doğrultusunda yürüttüğü onurlu mücadeleyi sürdürmesini ve yeni hükümetin bu yönde atacağı her olumlu adımın desteklenmesini ister, statükonun sürdürülmesine ve eski yanlış uygulamaların devamına yönelik her tavır ve tutumun ise teşhir edilip eleştirilmesi gereğini belirtir.   

Birlik yönünde sevindirici adımlar

Konferansımız 2000 yılı içinde toplanan 6. Kongre’den bu yana geçen iki yılı aşkın süredeki parti çalışmalarımızın da genel bir değerlendirmesini yaptı ve süre içinde Kongrece benimsenen bazı hedeflere ulaşıldığı, ötekiler içinse çabaların sürdüğü sonucuna vardı

PKK lideri Öcalan’ın 1999 yılı başlarında yakalanmasından ve yargılama sürecinde onun ve partisinin içine düştüğü olumsuz durumdan yararlanan Türk devleti, Kürt hareketini tümden teslim almaya, pasifize etmeye yönelik bir stratejiyi hayata geçirmeye çalışıyor. Partimiz rejimin oyununu bozmak, Kürt halk kitlelerinde umutsuzluğa, yılgınlığa meydan vermemek, ulusal kurtuluş mücadelesinin sağlıklı biçimde sürmesini sağlamak için bu dönemde bir yandan kamuoyuna yönelik etkin bir uyarı görevi yaparken, diğer yandan yurtsever güçlerin birliği için yoğun çaba göstermektedir. Rejimin oyununu boşa çıkarmak bununla mümkündür.

Partimiz yurt içinde yurtsever güçlerin legal bir kitle partisinde biraraya gelme çabalarını destekledi. Konferansımız HAK-PAR’ın kuruluşunu bu bakımdan gerekli ve umut verici bir gelişme olarak selamlar. Onun kitleleri kazanıp bir çekim merkezi haline gelmesinin bir zaman meselesi olduğunu belirtir.

Yine yurt dışında Kürt muhalefetinin birliği için üç yıl öncesinden başlayan çabalar bu dönemde üç kanalda devam etti ve 2002 yılı içinde ürünlerini verdi. Bir yandan çeşitli ülkelerde Kürt aydın inisiyatifleri oluştu ve bunlar 2002 yılı Mayıs ayında bir araya gelerek Avrupa Kürt İnisiyatifi’ ni oluşturdular.

Çeşitli Avrupa ülkelerindeki Kürt demokratik örgütleri de, iki yıla yakın bir çalışmadan sonra Haziran 2002’de bir araya gelerek DEM-KURD’u oluşturdular.

Bunun ardından Kuzey Kürdistanlı Partiler Platformu (PNK), DEM-KURD ve Avrupa Kürt İnisiyatifi bir araya gelerek Avrupa Kürt Platformu’nu (PLATFORM) oluşturdular.

Böylece ilk kez, yurt dışındaki Kürtleri siyasal, demokratik ve aydınlar planında temsil eden çok sayıda örgütün bir araya gelmesi sağlanmış oldu. Konferansımız bu oluşumun büyük değer taşıdığını, Kürt ulusal hareketi bakımından önemli bir başarı olduğunu vurgular. Öte yandan, atılan adım ne denli önemli olsa da, bu henüz bir başlangıçtır ve asıl yapılması gerekenler önümüzdedir. Bu birliğin süreklilik kazanması, ortak çalışmanın etkin biçimde hayata geçirilmesi de son derece önemlidir. PLATFORM,  kitle eylemleri planında ve diplomatik alanda önemli görevler üstlenebilir. Bu başarılabilirse, Kürt ulusal hareketinin yurt dışında güçlü bir sesi olacak ve yurt içindeki mücadele de bundan güç ve moral kazanacaktır.

Konferansımız, yurt dışındaki yurtseverleri, emekçi ve aydınları bu birliğe destek ve güç vermeye çağırır.

Yurt dışındaki Kürt yurtseverlerinin ortak çabalarıyla televizyon, günlük gazete gibi, ulusal hareketin sesi olacak ve kitlelere ulaşmayı sağlayacak etkin iletişim araçları yaratmaya yönelik çabalar ise ne yazık ki bu süre içinde henüz sonuçlanmış değil. Ancak bu çabalar devam ediyor. Konferansımız buna yönelik çabaların güçlendirilmesinin gereğini vurgular ve tüm Kürt yurtseverlerini buna omuz vermeye çağırır.

Önümüzdeki yıl başında Partimiz 28. Yılını tamamlıyor. PSK 4. Yurtdışı Konferansı bu nedenle, 28 yıl boyunca soluksuz ve kararlı bir mücadele yürüten, örgütümüzü ayakta tutan tüm kadroları ve bize destek veren dostlarımızı kutlar.

Yaşasın Kürdistan Sosyalist Partisi!
Yaşasın özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelemiz!

9 Aralık 2002

 
PSK Bulten © 2002