PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 
IRKÇILIK VE YABANCI DÜŞMANLIĞIYLA MÜCADELE YILI VE KÜRT HALKININ DURUMU
 
Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi, 1997 yılını ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına karşı mücadele yılı ilan etti. Bu gerekli ve olumlu bir karardır.
 
Faşizmin yenilgisinin üzerinden yarım yüzyıl geçmiş olmasına rağmen, Avrupa günümüzde hala, yabancı düşmanı ve ırkçı nitelikteki, toplumsal barışı ve uygarlığı tehdit eden ilkel akım ve örgütlere sahne olmaktadır. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı, bazan farklı renkten insanlara, göçmenlere, bazan ayrı bir dil konuşan ya da ayrı bir inanç grubuna mensup olan etnik gruplara karşı kendini göstermektedir. Bu eğilimler bazı durumda devlet politikası bile olmakta ve ciddi tahribatlar yapmaktadır. Bu durumda, barış ve demokrasi güçlerinin uyanıklığı elden bırakmamaları zorunludur.
 
Diğer yandan bu kararın kağıt üzerinde kalmaması, olumlu sonuçlar verebilmesi, ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının kötülükleri hakkında kamuoyunu gereği gibi aydınlatmaya ve bu türden çağdışı akım ve uygulamalarla mücadeleyi yükseltmeye bağlıdır.
 
Bu vesileyle Kürt halkının durumundan söz etmek istiyoruz. Çünkü Kürt halkı, kökeni ve kendine özgü dili ve kültürü nedeniyle yıllardır ağır ırkçı uygulamalara ve yer yer de yabancı düşmanlığına muhatap olan halklardan biridir. Bu uygulamaların en şiddetlisi ise, Avrupa Konseyi'nin bir üyesi olan ve aynı zamanda Avrupa Birliği'ne katılmak isteyen, daha şimdiden Avrupa Gümrük Birliği'ne katılmış olan Türkiye'de cereyan etmektedir. Bu nedenle sorun Avrupa'yı aynı zamanda bir iç sorun olarak ilgilendirmektedir.
 
Kürtler Ortadoğu'nun eski ve büyük uluslarından biridir. Kürdistan adını taşıyan ülkemiz Fransa büyüklüğündedir ve Türkiye, Irak, İran ve Suriye arasında parçalanmıştır. Günümüzde 35 milyona ulaşan Kürt nüfusunun büyük bölümü, yaklaşık 25 milyonu anayurdu Kürdistan'da yaşamaktadır. Geriye kalan 10 milyonun büyük bölümü, sonu gelmeyen savaşlar, göçler nedeniyle sözkonusu devletlerin diğer bölgelerine, bir bölümü de öteki bölge ülkelerine, Avrupa'ya ve dünyanın dörtbir yanına dağılmıştır. ğu anda Avrupa'da işçi ve politik göçmen olarak bir milyon dolayında Kürt vardır.
 
Kürtler, parçalanmış ülkelerinin hiçbir parçasında özgür değiller. Kendilerine, büyük-küçük her ulusun doğal olarak sahip olduğu veya sahip olması gereken, kendi kaderini tayin hakkı tanınmamaktadır. Kürdistan'ın zengin yerüstü ve yeraltı kaynaklarını yağmalayan sözkonusu devletler, kültürel hakları, kendi dillerinde okulları, gazete ve televizyon yayınlarını, hatta kimisinde Kürtçe müziği bile onlardan esirgiyor. Kürtler, Irak'ta Arap, İran'da Farş Türkiye'de Türk yapılmaya çalışılıyor.
 
Kürtlere yönelik en ağır baskı uygulamaları Türkiye'de cereyan etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihi, Türk unsurunun dışındaki tüm uluslara, etnik gruplara karşı en aşırı, acımasız bir ırkçılığın tarihidir.
 
Etnik Arındırma ve Soykırım
 
Anadolu'nun yanısıra, yüzlerce yıl Balkanları, Arabistan'ı ve Kürdistan'ı boyunduruk altında tutan Osmanlı devleti, tüm bu halkların zulme ve sömürüye karşı direnişlerini ezdi ve bağımsızlık mücadelelerine karşı savaştı. Ama Osmanlı politikası ırkçı değildi; bu halkları yok saymıyordu; dil, din ve benzer farklara bir dereceye kadar saygılıydı. Ancak 20 yüzyıl başlarından itibaren sahneye çıkan Türk milliyetçiliği ile birlikte durum değişti. İmparatorluğun son döneminde ve özellikle 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ile birlikte yönetimi ele geçiren bu kesim, TC'nin sınırları içinde kalan toprakları tümüyle Türkleştirmek için diğer halklara karşı yoğun bir etnik arındırmaya, hatta soykırımlara girişti.
 
Ermeni halkına karşı 1. Dünya Savaşı içinde, 1915 yılında girişilen büyük soykırımla, bir milyon dolayında Ermeni yok edildi, bir o kadarı da göçe mecbur edildi. Savaştan sonra Ermeniler TC sınırları içinde, çoğu İstanbul'da olmak üzere, sayıca önemsiz bir azınlık olarak kaldılar. Ülkenin Batı bölgesinde ve İstanbul'da birhayli yoğun olan Rum nüfusu da, özellikle, 1. Dünya Savaşı'nı izleyen Türk-Yunan savaşının ardından Anadolu'yu ve Trakya'yı boşaltmak zorunda kaldılar. İstanbul'da kalan Rum azınlığı da zaman içinde baskılara yenik düşerek ülkeden ayrıldı.
 
Böylece Türk yönetimi Ermeni ve Rum sorunlarını kılıç zoruyla çözmüş oldu! Geriye Laz, Çerkez, Arap gibi müslüman azınlıklar ve Kürtler kaldı. Devlet bunlara yönelik olarak da zoraki bir asimilasyon politikası başlattı. Türkçeden başka dilleri, kültürleri yasakladı ve sistemli bir Türkleştirme politikası izledi.
 
Laz, Çerkez ve Araplar sayıca büyük yekün tutmuyorlardı, dağınıktılar ve bu nedenle sözkonusu politikaya karşı direnemediler. Oysa Kürtler, tarihi yurtları Kürdistan'da ezici çoğunluktular ve Kürdistan'ın Türkiye sınırları içinde kalan parçası TC'nin toplam yüzölçümünün üçte birini oluşturuyordu. Kürtler ulusal kimlik bilincine erişmiş mücadeleci bir halktı ve daha Osmanlılar döneminde, tüm 19. Yüzyıl boyunca bağımsızlık için sürekli savaşmış, ama Osmanlı ve İran arasında sıkışıp yenilmişlerdi. Kürtler Türkiye Cumhuriyeti'nin Türkleştirme politikasına karşı da direndiler ve ulusal haklar istediler. Bu nedenle Cumhuriyet tarihi boyunca yirmiyi aşkın Kürt ayaklanması yer aldı. Bunların ilki ve en büyüklerinden biri, 1925 yılında patlak veren, bağımsızlığa yönelik ğeyh Sait ayaklanması idi. Ama tüm bu ayaklanmalar TC'nin askeri güçleri tarafından kanlı şekilde bastırıldı. Çevreleri, ülkelerini bölmüş düşman güçlerle kuşatılmış olan Kürtler yalnız kaldılar ve her keresinde yenildiler. Kürdistan'ın Irak ve İran parçalarında da aynı durum yaşandı. Ne var ki Kürt direnişi durmadı ve bugün de bu üç ülkede sürüp gelmekte.
 
Türkiye Lozan Andlaşması'nı Çiğnedi
 
Kürtlere karşı izlenen bu yok sayma ve zoraki asimilasyon politikası, bizzat Türkiye Cumhuriyeti'ne temel teşkil eden 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Andlaşması'na da aykıdırır. Çünkü Lozan Konferansı'ndaki TC temsilcileri Kürtleri yok saymadılar. Aksine, Türk heyetinin Başkanı İsmet İnönü, "Kürtler bir azınlık değildir, Türkler gibi asli bir unsurdur, Ankara hükümeti hem Türklerin, hem Kürtlerin hükümetidir" diyordu. Ancak, Türklere eş önemde ve ayrı bir ulus sayılan Kürtlere, daha sonra azınlık hakları bile tanınmadı. Hatta, tüm etnik grupların kendi dillerini toplumsal yaşamın her alanında özgürce kullanmasını güvence altına almış olan 39. madde çiğnenerek Laz, Çerkez, Arap gibi azınlık dillerinin yanısıra, Kürt dili ve kültürü de tümden yasaklandı.
 
TC Irkçı Bir Temel Üzerinde ğekillendi
 
Türk devleti ideoloji ve eğitim sistemi olarak ırkçı bir temel üzerinde şekillendi. Buna Türk devletinin kurucusu Mustafa Kemal (Atatürk) öncülük etti.
 
Atatürk'ün ırkçı nitelikte pekçok konuşma ve sözleri vardı. Bunlardan biri, "ne mutlu Türküm diyene!" sözüdür ki, bugün özellikle Kürdistan'da tüm okulların kapısında yazılıdır, hatta, dağa taşa kazınmıştır..
 
Atatürk'ün çok sık ve yaygın olarak kullanılan diğer bir sözü de şudur: "Bir Türk dünyaya bedeldir!"
 
Atatürk'ün ünlü "Gençliğe Hitabe"si, "ey Türk gençliği!" diye başlar ve sonunda, "muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur," der. Türk soyunun üstünlüğü, Türk kanının asilliği üzerine yoğun bir edebiyat vardır ve bu günlük yaşımda sık sık karşınıza çıkar. Devletin sözde "ulusal" politikalarıyla bağdaşmayan görüşlerin sahipleri, solcular, muhalifler, sık sık "kansız" olmakla, "kanı bozuk" olmakla suçlanırlar.
 
Onyıllardan beri Türkiye'nin tüm ilkokullarında, hergün derse başlamadan önce çocuklara koro halinde okutulması zorunlu olan bir ant vardır. Bu ant "Türküm, doğruyum, çalışkanım" diye başlar ve "varlığım Türk varlığına armağan olsun!" diye biter.
 
İlk ve orta öğrenimde ders kitapları bu türden ırkçı şiir ve yazılarla doludur. Bu tür şiirler, tüm ulusal bayramlarda düzenlenen törenlerde, radyo ve televizyonlarda okunur. Bu şiirlerden biri şöyle başlar:
 
"Ben bir Türküm, dinim, ırkım uludur!"
 
Irkçılık "kahraman ırkım" ve benzeri ifadelerle bizzat Türk İstiklal Marşı'na girmiştir.
 
Türk ırkçılığı, bir yandan Türk soyunu böylesine akıl almaz biçimde yüceltip üstün ırk propagandası yaparken, diğer yandan başka halkları küçümsemekte ve düşman gibi göstermektedir. 1930 yılında, Ağrı Kürt ayaklanmasının bastırıldığı günlerde, Türk Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, bir mitingde yaptığı konuşmada, bu ayaklanmayla ilgili olarak, "bu iki ırkın savaşıdır, ne ilktir ne de son olacaktır" diyor ve şöyle devam ediyordu:
 
"Biz Türkiye denen dünyanın en özgür ülkesinde yaşıyoruz. Türk bu ülkenin yegane efendisi, yegane sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette bir tek hakları vardır: Hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman ve hatta dağlar bu hakikatı böyle bilsinler. (19 Eylül 1930 tarihli Milliyet Gazetesi).
 
O dönemin Başbakanı (Atatürk'ten sonra 2. Cumhurbaşkanı) İsmet İnönü ise, yine aynı günlerde, Sivas demiryolunun açılışı sırasında, Kürt isyanından söz ederek şöyle diyordu:
 
"Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur. (31 Ağustos 1930 tarihli Milliyet Gazetesi).
 
Bunun gibi pekçok örnek verilebilir. Bizzat Mustafa Kemal'in emriyle Türk ırkı üzerine araştırmalar yapılmış, Alman faşizminin iktidar olduğu dönemde Almanya'dan kafatası ölçen aletler getirtilmiş ve prof. etiketli adamlar, verilen direktife uygun olarak Türklerin tipik göz rengi, kafa yapısı, kan grubu vs üzerine bir dizi masal uydurmuşlardır.
 
Yine bizzat Atatürk'ün direktiflerine uygun olarak Türk tarihçi ve dilcileri, "Türk Tarih Teorisi" ile "Güneş dil Teorisi" diye ilginç tezler ileri sürmüşlerdir ki, bunlara göre tüm uluslar Türklerden, tüm diller de Türkçeden türemiştir!..Ve bu saçma sapan tezler yıllar yılı Türk tarih ve kültür yaşamında savunulmuştur.
 
1982 Anayasası
 
Türk hukuk sistemi, Türk politikası yıllar yılı bu ırkçı, şoven temel üzerinde biçimlendi. (tm)rneğin 1982 Anayasası:
 
"Türk Vatanı ve Türk Milletinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devleti'nin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu anayasa, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk'ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun inkilap ve ilkeleri doğrultusunda..." diye başlar ve şöyle devam eder:
 
"Hiçbir düşünce ve mülahaza Türklüğün tarihi ve manevi değerleri ve Atatürk milliyetçiliği karşısında korunma göremez.."
 
"Atatürk milliyetçiliği" denen şeyin nasıl koyu bir ırkçılık ve şovenizm olduğunu yukardaki örnekler de göstermeye yetiyor. Ve bugünkü Türk anayasası bu anlayışı benimsediğini, buna karşı herhangi bir "düşünce ve mülahazaya" izin vermeyeceğini de açıkça dile getirmektedir.
 
Böyle bir ülkede düşünce ve inanç özgürlüğünün olmayacağı, her farklı sesin "Atatürkçülük ve milliyetçilik" adına kolayca suçlanıp boğulacağı açıktır. Ve yıllardır hep böyle gelmiştir. Bugün Türk hapishanelerinde 170 dolayında yazarın, gazetecinin, bilim adamının olması ve yüzlercesinin de süregelen koğuşturmalarla ceza tehditi altında olması bunun somut örneğidir.
 
Seçimlerin ardından Türk parlamentosu göreve başlarken tüm milletvekillerinin, Anayasa'nın 81. Maddesi'ne uygun olarak etmesi gereken yemin de yine ırkçı ve anti demokratik bir karakterdedir. Bu yeminde, her milletvekili, diğer şeylerin yanısıra, "Atatürk ilke ve inkilaplarına bağlı kalacağıma Büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine yemin ederim" demek zorundadır.
 
Görüldüğü üzere, herkes gibi, Kürt asıllı parlamenterler de ırkçılık ve Kürt düşmanlığı üzerine inşa edilmiş bir ideolojiye bağlılıklarını dile getirme ve "büyük Türk milleti" adına yemin etmeye mecburlar. Nitekim, 1991 yılında bir Kürt bayan parlamenter, Leyla zana, yemini sırasında halkların kardeşliğinden söz ettiği için parlamento çoğunluğu ayağa kalkmış ve onu ihanetle suçlamışlardı. Bayan Zana, bu ve benzer nedenlerle daha sonra diğer bir grup Kürt kökenli parlamenterle birlikte Meclisten çıkarılarak zindana gönderildi ve halen hapistedir.
 
Kürt Varlığını, Kürt Dili, Kültürü ve Tarihini Yok Sayan Bir Sistem
 
Kürt toplumu, geçmişte olduğu gibi günümüzde de Türk ırkçılığının çok çeşitli uygulamalarıyla yüzyüzedir. Bir kere Kürt dili ve kültürü tümden yasaklanmıştır. Türk resmi ideolojisine göre Kürt diye bir halk yok! Kürtlerin bir tarihi yok! Kürt dili, tüm akılalmaz baskılara rağmen bugün de canlı bir dil olduğu, folklor ve yazılı edebiyat alanında bol ve zengin ürünlere sahip olduğu halde, Türk rejimine göre Kürtçe diye bir dil yoktur!
 
Türkiye'nin yaklaşık üçte birini oluşturan, 20 milyonu aşkın Kürt nüfusuna karşılık, Kürt dilinde eğitim yapan bir tek okul yoktur. Kürtçe eğitim yasaktır. İstanbul'da Kürtlerin oluşturduğu bir vakıf Kürt-KAV, kısa süre önce Kürtçe dil kursları vermek için girişimde bulundu. Ancak bunun için hala izin verilmemiştir. Tam tersine, T.C.İçişleri Bakanı Meral Akşener'in imzasıyla, kısa süre önce tüm valiliklere, Emniyet Genel Müdürlüğü'ne ve Jandarma Genel Komutanlığı'na gönderilen "gizli" ibareli bir genelgede, "Kürtçenin yaygınlaştırılması, okuma yazma dili haline getirilmesi için araştırma yapanlara ve Kürtçe okuma-yazma kursu açanlara karşı idari ve yasal tedbirlerin alınması istenmektedir." (İstanbul'da yayın yapan haftalık Hˆvi gazetesi, 8 Mart 1997)
 
Kürtçe Yayın ve Müzik Yasak
 
Kürt diliyle televizyon ve radyo yayını yasaktır. Kürt dilinin siyasi toplantılarda kullanılması bile yasaktır ve cazaya tabidir.
 
Kürt müzik kasetleri 5-6 yıl kadar önce sözde serbest bırakıldı. Oysa pratikte yasak devam ediyor. Hemen hemen tüm kasetler çıkar çıkmaz toplanıyor veya polis keyfi biçimde el koyuyor. Kürtçe söyleyen müzik gruplarına ve kişilere konser izni pek ender olarak veriliyor.
 
Kürtçe dergi ve gazete çıkarmak yıllar boyu yasaktı. Üzerinde Kürtçe veya Kürtlerle ilgili bir kitap bulunan kişi idama gidebilirdi. Son yıllarda, Kürt aydınlarının çetin mücadelesi sonucu, bir ölçüde de Batıyla bütünleşme çabalarının hatırına, Kürtçe gazete, dergi, kitap gibi şeyler basılabiliyor. Ama bu da devletin tüm güçleriyle başka türlü engelleniyor. Ancak İstanbul gibi bir metropolde çıkarılabilen Kürtçe veya bir bölümüyle Kürtçe olan gazete, dergi ve kitaplar, çoğu zaman çıkar çıkmaz, ya da daha matbaada iken toplanıyor. Bunları Kürdistan'a götürmek ise bomba götürmek kadar tehlikeli! Yazarlar ve yayıncılar ağır hapis ve para cezaları karşısında bunalıyorlar. Son birkaç yılda onlarca gazeteci öldürüldü, gazete büroları basıldı ve yakıldı.
 
Bu politikayı eleştiren Türk asıllı aydın ve yazarlar da ağır baskılara uğruyorlar.
 
Kürt ve Kürdistan Sözcükleri Bile Yasak
 
Cumhuriyet'in kuruluşu ile birlikte, devlet yapısında ve kültür alanında yalnızca Türk etnik grubuna dayalı olarak örgütlenen rejim, Kürt varlığını yok etmek için yalnızca Kürt dilini, kültürünü tümden yasaklamakla kalmadı, "Kürt" ve "Kürdistan" sözcüklerini bile yasakladı. Kitaplardan, ansiklopedilerden bu sözcükler ayıklandı. Ünlü "Kürt böreği"nin adını bile Türk böreğine çevirdi!
 
Bugün de herhangi bir yazıda, siyasi makale, roman, ya da şiir olsun, Kürt ve Kürdistan sözcüklerini kullanmak suç, hatta terör suçu sayılıyor! İsterse doğadan ya da aşktan sözedilsin!. Bundan dolayı gazeteler, dergiler, kitaplar toplanıyor ve insanlar mahkemelere sürükleniyor. Bu konuda Türk hukuk sisteminin, Türk üniversitesinin, engizisyon dönemi tutuculuğundan bir farkı yoktur.
 
Rejim Kürt kültürünü ve tarihini yok etme çabasıyla geçmişten kalan edebi eserleri bile yaktı ve yer yer tarihi eserleri yok etti, nadide yazıtları kazıttı. Bu, çağımızda artık eşine rastlanmayan bir vandalizmdir.
 
Kürtçe Coğrafi Adlar ve İnsan Adları Yasak
 
Irkçı Türk rejimi tüm Kürt köylerinin, çoğu kent ve kasabanın tarihi adlarını bile değiştirip Türkçe isimler koydu. Bu bir karmaşaya da yol açtı. İnsanlar şimdi bu yeni isimlerle komşu köyleri, hatta bazan kendi köylerini bile tanımakta güçlük çekiyorlar.
 
Rejim bununla kalmadı, Kürtlerin kendi çocuklarına Kürtçe isimler koymalarını da yasakladı. Eskiden konmuş isimleri bile, ebeveynlere baskı yaparak, mahkeme yoluyla zorla değiştirtti. Üstelik bu uygulamayı Avrupa'ya bile yaydı.
 
Avrupa'da Bile..
 
Yıllardır, çeşitli Avrupa ülkelerinin nüfus idarelerinde, Türk konsoloslukları tarafından verilmiş isim listeleri vardır ve T.C. vatandaşlarının çocuklarına isim seçerken ancak bu listedeki isimlerden birini kullanabilecekleri şart koşulmuştur. İşin ilginci, Avrupa ülkeleri de bu uygulamaya aynen uymakta, böylece Türkiye'nin bu ırkçı, anti demokratik uygulamasına araç olmaktalar.
 
Avrupa ülkelerinin Kürtlere ilişkin bir başka anti demokratik uygulaması da radyo ve televizyon yayınları ile anadilde eğitime ilişkindir. Bu ülkelerde genellikle, önemli göçmen grupları için, günün veya haftanın belli saatlerinde ulusal dilde radyo ve televizyon yayını yapılmaktadır. Bu ülkelerde Kürtler önemli bir göçmen grubu oluşturdukları, hatta bazılarında en büyük göçmen grubunu teşkil ettikleri halde, devletleri olmadığı gerekçesiyle onlara bu hak tanınmamaktadır. Oysa bu hak devletlere değil, insanlara gereklidir. Devleti olan diğer gruplar için zaten bu pek ihtiyaç da değildir. Günümüz koşullarında çoğu etnik grubun kendi ülkelerinde yayın yapan çok sayıda radyo ve televizyonu izleme olanağı vardır. Bundan yoksun olanlar Kürtlerdir ve asıl onların böylesine yayınlara ihtiyacı var.
 
Avrupa ülkelerinde ayrıca, çok sayıda göçmen grupları için anadilde eğitim olanağı tanınırken, yine aynı gerekçelerle Kürtlere bu hak da -bazı istisnaların dışında- tanınmamaktadır.
 
Böylece, Türkiye, Irak, İran, Suriye gibi bölge devletlerinin yasakları ve baskıları yetmiyormuş gibi, batılı ülkeler de bu türden uygulamalar ile aynı tutuma ortak olmaktadırlar.
 
Kürt Ulusal Renkleri Yasak
 
Türk yönetimi, yeşil, sarı ve kırmızıdan oluşan Kürt ulusal renklerini bile yasakladı. (tm)yle ki, bu yüzden, bir ara Diyarbakır'da trafik lambalarındaki renkler bile değiştirildi!
 
Kürt Kimlikli Siyasi Partiler ve Dernekler Yasak
 
Dilleri, adları bile yasaklanan Kürtlerin, doğal olarak, haklarını istemek için kültürel veya politik nitelikte dernekler kurmaları da yasaklanmıştır ve bu tür girişimler, "vatanı ve ulusu bölmeye" yönelik ağır suçlardan sayılmaktadır. Geçmişte Kürtlerin oluşturduğu bu türden kültür dernekleri bile yasaklandı ve onlar ağır koğuşturmalara, cezalara uğradılar. Devletçe izlenen kürt politikasını eleştirmek, Kürtlere kültürel haklar istemek, hatta Türk kültüründen başka bir kültürün olduğunu ileri sürmek siyasi partiler için kapatma sebebidir. Bugüne kadar bu şekilde onlarca siyasi parti kapatılmıştır. Türkiye Siyasi Partiler Yasası'nın 81. Maddesi aynen şöyledir.
 
"Siyasi Partiler:
 
a) Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde milli ve dini kültür veya ırk veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremezler.
 
b) Türk dilinden ve kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemezler ve bu yolda faaliyette bulunamazlar.
 
c) Tüzük ve programlarının yazımı ve yayınlanmasında, kongrelerinde, açık ve kapalı salon toplantılarında, mitinglerinde, propagandalarında Türkçeden başka dil kullanamazlar; Türkçeden başka dillerde yazılmış pankartlar, levhalar, plaklar, ses ve görüntü bantları, broşür ve beyannameler kullanamaz ve dağıtamazlar; bu eylem ve işlemlerin başkaları tarafından yapılmasına kayıtsız kalamazlar. Ancak, tüzük ve programlarının kanunla yasaklanmış diller dışındaki yabancı bir dile çevrilmesi mümkündür."
 
"Kanunla Yasaklanmış diller.."
 
Görüldüğü üzere bu maddede, "kanunla yasaklanmış diller"den söz edilmektedir. Burada T.C. Anayasası'nın 26 ve 28. maddelerine atıfta bulunulmaktadır. 26. Maddede şöyle denmektedir:
 
"Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dil kullanılamaz."
 
28. Maddede ise şöyle deniyor:
 
"Kanunla yasaklanmış herhangi bir dilde yayım yapılamaz."
 
Sonradan buna uygun bir kanun da çıkarıldı ve Kürtçenin adını vermemek için, "yasak dil" şöyle tarif edildi. "Her ülkenin birinci resmi dili dışındaki diller..." Kürtçe Irak'ta ikinci resmi dildi. Bu nedenle "birinci resmi dil" sınırlaması kondu...
 
Böylece Türkiye, dünyamızda bir dili yasaklıyan ilk ve tek ülke olmuştur. Kürt halkını yok etme politikasının bu devleti ve toplumu nerelere sürüklediği açık olarak görülüyor.
 
"Dağ Türkleri" ve Soykırım
 
Türk yönetimi, "Kürt" ve "Kürtçe" adlarını kullanmamak için "Dağlı Türkler" ve "Dağ Türkçesi" gibi terimleri icad etmiştir (Ünlü İngiliz Yazarı Herold Pinter'in "Dağ dili" adlı oyunu bunu konu edinmişti). Ancak, "Dağlı Türk" olmak da Türk rejiminin öfkesinden korunmaya yetmiyor. 1960 darbesiyle iktidara el koyan ve 4. Cumhurbaşkanı olan General Cemal Gürsel şöyle demişti:
 
"Eğer Dağlı Türkler rahat durmazlarsa, Ordu, şehir ve köylerini bombalayıp yıkmakta tereddüt etmeyecektir. (tm)yle bir kan gölü olacaktır ki, onlar da ülkeleri de yok olacaktır. (Dagens Nyheter adlı İsveç gazetesi, 16 Kasım 1960)
 
İşte Türk yönetimi, son birkaç yıldır, Kürdistan'da bunu yapmaya çalışmaktadır.
 
Bu akıl almaz despotça politikanın Kürt halkını tepkiye ve direnişe sürüklemesi kaçınılmazdı. Baskı ve şiddet politikası, kaçınılmaz olarak kendi karşıtını yarattı ve bu nedenle Türkiye yıllardır partizan savaşı yürüten Kürtlere karşı savaşıyor.
 
Bu savaşta da Türkiye, savaş kurallarını da bir yana iterek Kürt halkına, hatta insanlığa karşı ağır suçlar işledi. Türkiye Kürt köy ve kasabalarını tank ve toplarla, uçaklarla bumbaladı, yaktı, yıktı. Dört bin Kürt köyü ve onlarca kasaba yerle bir edildi veya harabeye çevrildi. Dört milyon insanımız göçe zorlandı. Herşeylerini yitirmiş bu insanlarımız, şimdi büyük kentlerin varoşlarında aç, işsiz, perişanlar. Ormanlar yakıldı, kimyasal silah bile kullanıldı. Türk askerleri, kestikleri partizan kafalarıyla resimler çektirdiler. Kadınların ırzına geçildi, çocuklar işkenceden geçirildiler. Cezaevlerindeki tutuklulara karşı bile kıyımlar yapıldı. Devlet güdümlü binlerce cinayet işlendi ve failleri "meçhul" kaldı..
 
Ve bu arada Türkiye, Kürtlere karşı kirli savaşı finanse etmek için, devlet eliyle yaratılan, korunan bir uyuşturucu ve kumar cennetine döndü.
 
Sözkonusu tahribatı -yıkımı, kıyımı, sürgünü- daha önce Saddam yönetimi Irak Kürdistanı'ndaki halkımıza yapmıştı ve uluslararası planda -çok geç de olsa- bu bir soykırım olarak nitelendi. Ama nedense Türkiye'nin yaptıkları karşısında herkes susuyor. Acaba uluslararası kamuoyunun harekete geçmesi için daha ne gerekiyor, Kuveyt'in işgali mi?.
 
Tam Bir Irkçılık (tm)rneği olan MGK Raporu
 
Ama Türk devleti bununla yetinmiş görünmüyor. Kısa süre önce kamuoyuna yansıyan Milli Güvenlik Kurulu Raporu bu bakımdan ibret vericidir:
 
Bu raporda Kürtlerde nüfus artışı tehlikeli bulunuyor ve bunun 2010 yılında toplam nüfusun yüzde 40'na, 2025 yılında ise yüzde 50'sine ulaşacağı, bu durumda Kürtlerin parlamentoda çoğunluğu elde edebilecekleri ileri sürülerek, bu durum tehlikeli sayılıyor ve bunu önlemek için "radikal tedbirler" isteniyor. Düşünülen tedbirler arasında çocuk başına vergi alma önerisi var! Yani bir tür para cezası..
 
Bu raporda, yine, bölgedeki din adamlarının yüzde 90'ının, gardiyanların yüzde 80'inin, öğretmenlerin ise yüzde 43'ünün Kürt kökenli olduğundan söz edilerek bunun tehlikeli olduğu belirtiliyor ve hükümetin tedbirler alması isteniyor.
 
Türk yönetiminin Kürt bölgesinde Kürt asıllı memurların çalışmasını önleme politikası yeni değil. Ama bunu başaramadı; çünkü Türk memurlar, güç bölge koşulları nedeniyle burada çalışmak istemiyorlar, burası onlar için bir sürgün yeridir.
 
Diğer yandan, Türk devleti, Türk nüfusun artışından hiç şikayetçi değilken, Kürtlerin artışını önlemek için yıllardır çaba gösteriyor. Bu amaçla, Kürt kadınlarına spiral takma, bölgede bedava prezervatif dağıtma dahil, birhayli yol yöntem denendi. Ama besbelli bunlar ve milyonlarca Kürdün zoraki sürgünü, bir bölümünün kırımı yetmemiş ki, daha radikal tedbirler isteniyor. Bundan ötesi acaba nedir?.
 
Türk yönetimi yıllardır, Kürt halkına karşı yürüttüğü kirli savaşın gerekçesi olarak teröre karşı savaştığını ileri sürüyor. Oysa bu MGK raporu da bir kez daha kanıtlıyor ki, terör denen şey, Türk devletinin politikasının bir ürünü olma bir yana, onun baskı politikası için bir gerekçedir. Türk devletinin asıl amacı Kürt kimliğini, kendi sınırları içindeki 20 milyonluk bir halkın varlığını ortadan kaldırmaktır.
 
(tm)yle ki, bu rapor hükümete ulaştığı zaman, hükümet içindeki Kürt kökenli bir bakan bile tahammül edemeyip, "ben bunu imzalamam, bu bölücülüğün ta kendisi" dedi.
 
İş ve Meslek Yaşamında Kürtlere Karşı Ayrımcılık
 
Malum olduğu üzere, bir Kürdün düzen partilerinde yer alabilmesi, parlamentoya girebilmesi, hele hele bakan olması, Kürt halkına karşı işleyen bu baskıcı, anti demokratik, ırkçı düzeni her yönüyle savunmaya bağlıdır. Ancak baskı ve horlama zaman zaman o dereceye varıyor ki, bu kadarına bu türden uşak Kürtler bile bazan tahammül edemiyorlar.
 
Türk devleti, sözkonusu uygulamalar nedeniyle kendisine yöneltilen eleştirilere karşı, Kürtlerin de politik yaşama katıldıklarını, seçme ve seçilme hakları olduğunu, parlamentoya girebildiklerini ve hatta bakan bile olduklarını söylüyor. bu doğrudur. Ama düzenin koyduğu çerçevede! Yani baskı rejimine teslim olma, onun her dediğine evet deme ve kendi kimliğini yok sayma koşuluyla.. Bunu hangi zorba kabul etmez?!.
 
Buna rağmen, işbirlikçi Kürtlere bile devlet çarkında kimi hassas kanallar kapalıdır. Subay okullarına Kürt kökenliler alınmıyor. Dışişleri memuriyetleri Kürtlere kapalı. Kürt kökenliler kaymakam, vali gibi yönetici görevlere alınmıyorlar. Son yıllarda poliste de benzer bir uygulama var. Yurtsever, aydın, kendi kimliğini inkar etmeyen Kürtlere ise tüm devlet memuriyetleri kapalı. Hatta bunların özel sektörde bile iş bulması çok güçtür. Herhangi bir işe girmek için emniyet soruşturmaları gerekiyor ve polisin de Kürtlere karşı tutumu bellidir.
 
Kürtlerin Geleneksel Bayramı Newroz da Yasak
 
Bütün bunları yapan rejimin Kürtlerin ulusal ve geleneksel bayramı Newrozu yasaklamamış olması elbet düşünülemezdi. Türk yönetimi aynen işçi bayramı 1 Mayıs gibi, her yılın 21 martında kutlanan newrozu da engellemek için her şeyi yaptı ve acımasızca kan döktü. 1992 yılının 21 Martı'nda, Türk ordusu ve polisi Kürtlerin Newrozu kutlamasını önlemek için, bayram elbiseleriyle barışçı biçimde sokağa çıkıp yürüyen kitlelere, kadın ve çocuklara acımasızca ateş açtı. Cizre, Nusaybin, ğırnak gibi Kürt kentlerinde yüzü aşkın insan katledildi.
 
Newroz üzerindeki baskılar bugün de süregelmekte. Rejim bunu tümden önleyemiyeceğini, onun bir direniş sembolüne dönüştüğünü görünce, bu kez sözde sahip çıktı ve içini boşaltmaya çalıştı. ğimdi Türk yönetimi Newrozu bir Türk bayramı ilan etmiştir ve kaynağını da ırkçı nitelikteki bozkurt masalına dayandırmaktadır. (Bir efsaneye göre, Türkler boz bir kurdun soyundan gelmedir). Böylece, şimdi de Newrozu kutlamak Kürtlere yine yasakken Türk yönetimi, onu bir Türk bayramı gibi gösterip hükümet mensupları, parti liderleri, valiler, polisler ve generallerin katıldığı ırkçı törenlerle kutlamaktadır!
 
Newroz gününün, dünyamızda, her yılın 21 martında kutlanan ırkçılıkla mücadele günü ile çakışması ilginç bir rastlantıdır. Ve Kürtler bu günde barış ve özgürlük özlemlerini en coşkulu biçimde dile getiriyorlar.
 
Kürtlerin Durumuna Sessiz Kalınmamalı
 
Sonuç olarak, Kürtler dünyamızda ulusal baskının, ırk ayrımının kurbanı olan halkların başında geliyor. Ve Kürtlere karşı bu politikayı izleyen devletlerden biri de, Avrupa Konseyi'nin ve AGİT'in üyesi olan Türkiye'dir. Türkiye böylece uluslararası hukuku ve bizzat kendi taahhütlerini kaba biçimde çiğnemektedir. O, insanlığa karşı suç işlemektedir.
 
1997 yılını ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına karşı mücadele yılı olarak ilan etmiş olan Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği, Kürtlerin bu acılı durumu ve Türkiye'nin ağır insan hakları ihlalleri ve ırkçı uygulamaları karşısında sessiz kalmamalıdır.
 
Kürt halkının uluslararası desteğe ihtiyacı var.
 
Avrupa Konseyi'ne ve Avrupa Birliği'ne taraf olan ülkeler, hem Türkiye'ye karşı uluslararası sözleşmelerden doğan yaptırım haklarını kullanmalı, hem de kendi ülkelerindeki Kürt göçmen gruplarının varlığını kabul etmeli, radyo ve televizyon yayını ve anadilde ders hakkı dahil, diğerleriyle eşit haklar tanımalı ve böylece, bizzat kendi ülkelerinde var olan bir haksızlığı gidermelidirler.
 
KÜRDİSTAN SOSYALİST PARTİSİ
 
Mart 1997
 
PSK Bulten © 2001