"Kürt Sorununa
Federal Çözüm.."
Kürdistan Sosyalist partisi Genel Sekreteri Kemal Burkay'ın,
31 Mayıs 2000 tarihinde, Fransa Parlamentosu'nda düzenlenen
Kürt sorunuyla ilgili konferans için hazırladığı konuşma metnidir.
Değerli
dostlar,
Öncelikle,
Fransa Parlamentosu'nun çatısı altında düzenlenen bu toplantı
nedeniyle bu toplantıya katkıda bulunan tüm Fransız dostlarımıza
çok teşekkür ederim;
Toplantının
bu bölümünü yöneten sayın Jean Luc Bennahmias'ı;, tüm konuşmacıları
ve izleyicileri selamlarım.
Ben
yirmi yıldır sürgünde olan bir Kürt politikacısıyım. 12 Eylül
darbesi öncesi yurt dışına çıktım, ve darbenin ardından bir
daha dönemedim. Türkiye'deki baskı rejimi bize bu fırsatı
tanımadı.
Oysa
12 Eylül öncesi de sonrası da ben ve başında olduğum Kürdistan
Sosyalist Partisi şiddete, silaha başvurmuş değiliz. Biz başından
beri mücadelemizi barışçı, siyasal yöntemlerle sürdürdük ve
Kürt sorununun barışçı bir çözümünden yana olduk. Ne var ki
Türk rejimi geçmişten beri bize ve bizim durumumuzda olanlara,
bir bütün olarak Kürt halkına, barışçıl biçimlerde bile olsa,
siyasal çalışma hakkı tanımadı. Bize düşünce ve örgütlenme
özgürlüğü tanımadı. Kürtlerin hak istemesini suç saydı, Kürt
sorununun tartışılmasını yasakladı. Kültürel derneklerimizi
bile yasakladı ve bu tür girişimleri bile ağır suç sayıp,
"vatanı ve milleti bölme çabası" diye niteleyip ağır biçimde
cezalandırdı.
Eğer
bugün, yirmi yıl sonra da hala sürgünde isem nedeni budur.
Eğer Kürt hareketi, geçtiğimiz yıllarda, bizim karşı çıkmamıza,
yanlış bulmamıza rağmen, bir bölümüyle silaha yöneldiyse nedeni
budur.
Bütün
bunları biliyorsunuz. Ayrıntılara girmem gerekmez.
Türkiye,
Osmanlı dönemiyle birlikte ikiyüz yıldır ki Kürt sorunuyla
yaşıyor. Salt Cumhuriyet döneminde onlarca Kürt ayaklanması
yaşandı. Son 15-20 yılda yaşananların bedeli ise hem Kürtler
hem Türkler bakımından çok ağır oldu. Kürdistan yakılıp yıkıldı.
35-40 bin dolayında insanımız yaşamını yitirdi. 4 Milyon Kürt
göçmen durumuna düştü. Büyük ekonomik sıkıntılar içinde olan,
kişi başına ulusal geliri ancak 3000 dolar olan Türkiye, 100
milyar doları aşkın bir parayı Kürtlerle savaşa harcadı. Bu
savaş yüzünden ülkenin turizm gelirleri büyük darbe yedi.
Kürt bölgesinde ise, ekonomi, başta tarım ve hayvancılık olmak
üzere, tam bir yıkıma uğradı.
Kirli
savaş yüzünden Türkiye bir şiddet batağı oldu. Başta uyuşturucu
ticareti olmak üzere, suç çeteleri ülkeyi bir ağ gibi sardı,
devletin kendisi çeteleşti.
Buna
rağmen Türk rejimi, "bir Kürt sorunu olmadığını" söylemekte
ısrar ediyor!
Kürt
sorununa ilişkin olarak yıllardır Avrupa'nın başkentlerinde
ve Amerika'da onlarca toplantı düzenlendi. Ben de bunların
bir bölümüne katıldım. Avrupalı dostlarımızın bu sorunun diyalog
yoluyla, barışçıl yöntemlerle ve Kürtlerin meşru hakları tanınarak
çözümünden yana olduklarını biliyorum. Hem Kürtlerin, hem
Türklerin yararına olan budur.
Ne
yazık ki gerek Kürtlerin, gerekse Türklerin ödediği ağır bedele
ve dış dünyadaki dostlarımızın tüm iyi niyetli çabalarına
rağmen, sorun hala orta yerde duruyor. Ve biz hala bu tür
toplantılar yapmayı, çözüm için yol ve yöntemler arama çabamızı
sürdürüyoruz.
Sorunun
çözümsüz kalmasının, adil bir barış yönünde adımlar atılamamasının
sorumlusu Türkiye'deki rejimden başkası değil. Kürt sorununu
inkar eden Türk rejimi gerçeği gizlemeye çalışıyor, gerçekten
kaçıyor.
Türk
rejimi yıllardır Kürtlerin hak ve özgürlük istemlerini şiddetle
bastırarak, korku salarak, Kürt dilini ve kültürünü yok etmeye
çalışarak, Kürtleri zorla asimile ederek Kürt sorunundan kurtulmaya
çalıştı. Bu yöntem yanlıştı ve sonuç vermediği ortada. Bu
yöntem ilkeldir ve günümüz dünyasında kabul görmeyecek bir
tutumdur. Ama ne gariptir ki, yaşanan bunca acıya rağmen,
şu 2000'li yılların başında da Türk rejimi hala bunu denemekte..
Değerli
dostlar,
Açık
ki Kürt sorunu ulusal bir sorundur. Ortadoğu'da, Kürdistan
denen kendi ülkesi üzerinde yaşayan, kökleri binlerce yıl
önceye uzanan, eski bir dile ve zengin bir kültüre sahip,
sayısı, yakın çevredeki Kürt nüfusuyla birlikte 40 milyona
varan bir halkın sorunudur. Kürtler küçük bir azınlık, ya
da göçmen bir grup değil. Sorunun çözümü de buna uygun olmalıdır.
Kendi
kaderini belirleme hakkı, tüm uluslar için nasıl temel bir
haksa Kürtler için de öylesine temel bir haktır. Bu hak, Slovenler,
Hırvatlar, Bosnalılar, Çeçenler, Kosovalılar için nasıl bir
haksa Kürtler için de öylesine bir haktır.
Türkiye
Kıbrıs adasının kuzeyini işgal etti, burada, ada nüfusunun
ancak beşte birini oluşturan yüzbin Türk için de facto bir
devlet kurdu; şimdi onlar için federasyonu da az bulup konfederasyon
istiyor. Ama, kendi sınırları içinde 20 milyonu bulan ve kendi
toprakları üzerinde, yani Kürdistan'da nüfusun yüzde 90'ını
oluşturan Kürtlere azınlık hakkı bile tanımak istemiyor.
Bu nasıl bir mantıktır?
Elbet
bir hakka sahip olmak başka, onu hayata geçirebilmek başka
şeydir. Bu bir güçler dengesi sorunudur. Biz, Kürdistan Sosyalist
Partisi olarak bu konuda gerçekçiyiz. Bölgede sınırların değişiminin
güç olduğunu biliyoruz. Biz, mevcut sınırlar değişmeden de
Kürt sorununun çözümünün mümkün olduğu görüşündeyiz. Kürt
halkı Türkiye, İran, Irak ve Suriye'de, eşit haklar temelinde
ve buna uygun bir çözümle, diğer halklarla yanyana yaşayabilir.
Bu, sözkonusu herbir ülkedeki duruma ve Kürt halkının istemlerine
bağlı olarak federasyon ya da otonomi olabilir. Dünyada bunun
pekçok örneği var. Avrupa ülkelerinin en az yarısı federasyonla
yönetiliyor. ABD, Kanada, Rusya, Çin ve Hindistan federasyondur.
Biz
Kürdistan Sosyalist Partisi olarak başından beri federasyona
evet dedik, vurgu yaptık. Bize göre bu Türkiye'nin etnik bakımdan
çoğulcu yapısına uygundur. Bir Kürt-Türk federasyonu gerçekçidir.
Türkiye sınırları içindeki Kuzey Kürdistan, Türkiye'nin toplam
yüzölçümünün üçte birini oluşturuyor. Nüfus olarak da aynı
oran geçerli: Kürtler Türkiye nüfusunun üçte birini oluşturuyorlar.
Türkiye
bakımından Kürt sorununun çözümünde federasyon adil bir çözümdür,
bu sorunu nihayi olarak ortadan kaldırabilir, her iki halkın
yıllardır çektiği acılara, büyük kayıplara son verebilir;
ülkeye barış getirir ve onu hızla gelişme ve demokratikleşme
yoluna sokar.
Başka
türlü çözümse mümkün değildir. Baskı ve eşitsizlik sorunun,
bu kavga dövüşün sürmesi demektir. Bundan yalnızca Kürtler
değil, Türkiye bir bütün olarak kaybedecektir ve boşuna zaman
yitirilecektir.
Bazıları
Kürt nüfusun bir bölümünün Türkiye'nin batısına, metropol
kentlere göçmüş olmasını bir engel gibi gösteriyorlar. Oysa
benzer bir durum, federalizmin geçerli olduğu tüm ülkelerde
görülebilir ve bir engel değildir. Kürtler, bugün resmi dilde
"Doğu ve Güneydoğu Anadolu" denen bölgede, yani Kürdistan'da
nüfusun çoğunluğunu oluşturuyorlar. Federe Kürt ulusal yönetiminin
sınırları bu illeri kapsar. Öte yandan, Batıdaki Kürtler ve
Kürdistan'daki Türkler, aynı zamanda öteki azınlıklar için
kültürel haklar, kendi dillerinde eğitim görebilme, basın
yayın hakları gibi temel haklar sağlanabilir.
Kanımca,
Belçika iyi bir örnektir. Kanada'da Kebek türü bir çözüm de
olabilir. Önemli olan baskı politikasına son verip barışçı
bir çözüme yönelmek ve bu amaçla diyalog başlatmaktır. Bu
olunca bir uzlaşma biçimi bulmak zor değildir.
Elbet,
böylesine kalıcı bir çözüme bir anda varılamıyacağını biliyoruz.
Öncelikle barış ve diyalog başlatmak ve bu yönde iyi niyetli
adımlar atmak gerekir. Biz, Kürdistan Sosyalist Partisi olarak
yıllardır, bir başımıza ve diğer Kuzey Kürdistanlı örgütlerle
birlikte diyaloga hazır olduğumuzu söylüyoruz. Türk hükümeti
bizimle görüşme başlatabilir, hatta tek taraflı adımlar atabilir.
Bizim, ilk elde atılmasını istediğimiz adımlar şunlardır:
·
Türkiye Kürdistan'daki operasyonlarına son vermeli (Düne kadar
PKK'nın silahlı eylemi bir bahane gibi gösteriliyordu. S¸imdi
PKK silahlı mücadeleyi durdurmuştur. O zaman rejimin de silahları
susturmaması için bir neden yoktur.)
·
Kürt illerindeki olağanüstü hal durumu son bulmalı; özel tim,
köy koruculuğu gibi olağanüstü nitelikteki baskı örgütleri
dağıtılmalı.
·
Kürt sürgünlerin topraklarına dönmesine fırsat verilmeli,
zararları tazmin edilmeli.
·
Politik tutukluları da kapsayan bir genel af çıkarılmalı.
·
Demokratik bir anayasa yapılmalı, Kürt kimliği ve hakları
bu anayasada güvence altına alınmalı.
·
Tam bir düşünme ve örgütlenme özgürlüğü sağlanmalı; partimiz
de içinde olmak üzere Kürt partileri kendi programlarıyla
serbestçe çalışabilmeli.
·
Kürt dili-kültürü üzerindeki baskılara son verilmeli; eğitim
ve basın-yayın dahil olmak üzere, Kürt dili siyasal ve sosyal
yaşamda tümüyle serbest olmalı.
Türk
yönetimi şimdiye kadar ne yazık ki, bizim ve uluslararası
kamuoyunun ısrarlı barış ve diyalog çağrılarına kulaklarını
tıkadı ve yanlış bir yolda ısrar etti.
Üstelik
Türk yönetimi, Öcalan'ı ele geçirdiği son bir yıldan beri,
savaşı kazanmış bir edayla daha da uzlaşmaz bir tutum içindedir.
Oysa Kürt sorunu bir kişi ya da bir örgüte indirgenemez. Daha
PKK öncesi Kürt sahnesinde bir dizi ulusal örgüt vardı ve
bugün de vardır. Sorun adil ve eşitlikçi bir temelde çözülmedikçe
mücadele devam edecektir.
Değerli
dostlar,
Türkiye
şimdi Avrupa Birliği'ne aday üye olarak yeni bir dünyaya adım
atmaya hazırlanıyor. Bu durumda köklü bir değişimden geçmek
zorunda. Kürt sorununun çözümü de bu değişim sürecinin bir
parçasıdır. Kopenhag Kriterlerinin hayata geçmesi bile, Kürt
halkının istemlerini karşılamaya yetmese de, en azından sorunun
çözümü yönünde bir mesafe almayı sağlayabilir, barış ortamını
getirebilir ve sorunun nihayi çözümü için ortamı elverişli
hale getirebilir.
Ama
Türk yönetimi bunu yapmaya niyetli mi, Türk toplumu buna hazır
mı? Aralık 1999'daki Helsinki zirvesinden bu yana geçen beş
ay içinde olup bitenler, ne yazık ki böyle bir hazırlık ve
niyetin olmadığını gösteriyor. En azından değişim isteyen
kesimlere karşılık tutuculuk hala çok güçlü. Tutuculuk şu
anda hükümette, parlamentoda, orduda, devlet bürokrasisinde
ağırlıkta. Ülkenin basını, kültür yaşamı da daha iyi bir durumda
değil.
Türkiye'de
şovenizm, bundan da öte düpedüz ırkçılık çok güçlü. Rejim
yıllarboyu, "vatanın-milletin birliğini koruma" adına, bu
tür aşırı ve halklar arasında düşmanlık yaratıcı duyguları
topluma şırınga etti. Kürtlere karşı yürütülen 15 yıllık kirli
savaşsa militarizmi güçlendirdi. Türk rejimi kendi prangalarını
kendisi yarattı.
Türkiye
Cumhuriyeti 1923'te Lozan Antlaşmasıyla kuruldu. Ama bu anlaşmada
yazılı olanlar bile Kürtler bakımından kağıt üzerinde kaldı.
Örneğin, 39. Madde tüm Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının
kendi anadillerini yaşamın her alanında özgürce kullanmasını
öngördüğü halde Türk rejimi Kürtçeyi, her alanda yasakladı!
Türkiye
Birleşmiş Milletler üyesidir, ama insan hakları evrensel bildirisinde
yazılanlar Türkiye için kağıt üzerinde kaldı.
Türkiye
NATO üyesi olarak sözde batı demokrasisinin bir parçası olacaktı.
Ama bu üyelik Türkiye'de demokrasinin iğreti olmasını ve o
kadarına bile tahammül edemeyen üç askeri darbeyi önleyemedi.
Üstelik bu darbeler, başta ABD olmak üzere kimi Nato ülkelerinden
destek gördü.
Türkiye
Avrupa Konseyi'nin üyesidir, ama onun gereklerini de yapmıyor.
Türkiye
AGİT'in üyesidir. Ama AGİT sözleşmesini imzalamak Türkiye'deki
uygulama açısından hiçbir şeyi değiştirmedi; işkenceyi önleyemedi,
insan hakları alanında bir iyileştirme sağlamadı. AGİT sözleşmesinde
yazılanlar Kürtler bakımından tümüyle kağıt üzerinde kaldı.
Kürtler en ağır insan hakları ihlallerine bu dönemde uğradılar.
Görünen
o ki Türkiye, Avrupa Birliği üyeliği için de aynı şeyi düşünüyor.
Kapıdan geçmeye çalışıyor ve ondan sonra yine bildiğini yapma
hesabında. Türkiye'ye aday üyelik kapısını açan Helsinki Zirvesi'nden
bu yana Türkiye'deki uygulamalar, Türk hükümetinin Kürt politikasında
hiçbir iyileşme olmadığını gösteriyor. Hatta bazı bakımlardan
durum daha da kötüleşmiştir. Örneğin Kürt basını üzerindeki
baskılar daha da arttı. Kısa süre önce İstanbul'da yayınlanan
bazı dergilerin ve haftalık Roja Teze gazetesinin Kürdistan'a
sokulması yasaklandı.
Türkiye,
Kürt sorununu, çok çok bireysel haklar planında ele alma niyetinde.
Türk devletinin resmi ve gayri resmi sözcüleri daha şimdiden,
okullarda Kürtçe eğitim verme, Kürt diliyle yayın yapan radyo
ve televizyon açma niyetinde olmadıklarını açıkça dile getiriyorlar..
Bunu devlet olarak yapmak niyetinde olmadıkları gibi Kürtlere
de bu tür girişimler için hak tanımayı düşünmüyorlar. Çok
çok, "isteyen çocuğuna Kürt dilini öğretmek için öğretmen
tutabilir" diyecekler. S¸imdiden ağızlarında geveledikleri
bu komik öneridir. Kürtçe kitaplar, dergiler, gazeteler de
sadece görünüşte serbest olacak; ama rejim bunları her araçla,
açık-gizli engelleyecek. Mahkeme kararıyla toplayacak, okura
ulaşmasını önleyecek, ceza yağdıracak.. Yine de önünü alamazsa
kapatacak. S¸u anda durum budur.
Türk
yöneticilerin Kürt sorunuyla ilgili ufukları böylesine dar.
Özetle söylersek, onlar bugün de Kürt sorununu çağdaş ölçülere
göre çözmeye değil, Kürt varlığını ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.
Tüm politikaları bu hedefe odaklanmış.
Türkiye'nin
AB normlarını da dejenere etmeye çalışacağından kuşkum yok.
Avrupa'nın Türkiye ile ve Kürt sorunuyla ilgili olarak normlarına
sahip çıkıp çıkmayacağını ise zaman gösterecek.
Biz
Kürtler Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılmasını gönülden
istiyoruz. Ama bu haliyle, işkence ve baskı çarkıyla, antidemokratik
yapısıyla, çiğnenen insan haklarıyla, ağır basan ırkçı ve
şoven değer yargılarıyla değil. Türkiye'nin Avrupa'ya uyum
sağlaması için, yalnız ekonomide değil, politika ve kültür
alanında, değer yargılarında da köklü bir değişime ihtiyacı
var.
Dileriz
ki Türkiye'nin demokrat ve değişimci güçleri, uluslararası
destekle bu değişimi sağlayabilsinler. Bizim politikamız bunu
kolaylaştırıcı olacak.
Öte
yandan, öyle görünüyor ki Kürt sorununun çözümü bundan böyle
de, asıl olarak Kürt halkının mücadelesine bağlı ve bu da
doğal birşey. Bizim memlekette "ağlamayan çocuğa meme yok"
diye bir söz vardır.
Kürtler
yüzyıllardır özgürlükleri için mücadele ettiler ve bundan
sonra da edecekler. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
|