PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

KISA HABERLER

Nisan 2000

 Türk Pinoşesi`yle İlgili Dava Açıldı

 Adana Cumhuriyet savcısı Sacit Kayasu, Türk Pinoşesi Evren hakkında, Türk ceza Kanunu`nun 146. Maddesini ihlal etmekten dava açtı. Savcı Kayasu, Evren ve arkadaşlarının 12 Eylül 1980`de yaptıkları darbe ile Anayasayı çiğnediklerini, bakanlar kurulunu devirip çalışamaz hale getirdiklerini söyledi. Bunun cezası ise idamdır.

Evren ve arkadaşlarının suçu, yalnızca darbe yapıp hükümeti devirmek, böylece anayasayı ihlal etmek değil. 12 Eylül döneminde yapılanlar, kitlesel işkenceler, yargısız infazlar vs. Şili`de Pinoşe darbesi sonrası yapılanlardan kat kat fazladır. Ne var ki bundan dolayı kimse Evren ve arkadaşlarından hesap soramamıştır.

Savcı Kayasu, daha önceki yıllarda bu gerekçeyle Ankara DGM`ye de başvurmuş, ama o zaman başvurusu hasıraltı edilmişti. Bu yıl 12 Eylül darbesi 20 yılını doldurmaktadır ve böylece suç zamanaşımına uğramış olacaktır. Savcı, zamanaşımını kesmek için bir kez daha başvurduğunu söylemekte ve şöyle demektedir:

Bugüne kadar sanık ve arkadaşları hakkında işlem yapılamamasının sesebi, ordunun sahibolduğu ve gerektiğinde kendi milletine karşı kullanmaktan çekinmediği silahlı gücün toplum üzerinde yarattığı korkudan başka birşey değildir. Türkiye`de gücün hukuku egemendir. Türkiye hukuk devleti değil asker devletidir.

Doğru söze ne denir! Üstelik bunlar Türkiye`de yasaları uygulamakla görevli bir hukuk adamının sözleridir.

Darbe yapanlar başarısız olsa idam edilirler, başarılı olunca ise devlet başkanı olurlar! Evren başkan oldu..

Peki şimdi, 20 yıl sonra da olsa hesap sorulacak mı? Nerdee!.. Bu davayı açan savcı hakkında Adalet Bakanlığı soruşturma açtı ve o pılını pırtını toplayıp görevinden ayrıldı. İddianamesi ise Adana Ağırceza Mahkemesi tarafından işleme bile konmadı.

Bizim Pinoşe ise Bodrum`da safa sürmeye devam ediyor.

 Üniterist Ecevit`in Federal Hindistan`a Gezisi..

 Tüm çırpınmalarına rağmen, Demirel`i yeniden seçtirecek 5+5 formülünü Parlamentodan geçiremiyen Ecevit, uğradığı düşkırıklığı ve morak bozukluğuyla, Nisan`ın ikinci haftasında, terki velat eder gibi Hindistan seferine çıktı. Bu sefer sırasında Tac Mahal`i ve hayranı olduğu hintli şair Tagor`un mezarını ziyaret etti.

Ecevit, Tac Mahal`i ziyaret etmişken, Babur Şah misali, sevgili eşi Rahşan Hanıma da bir Tac Mahal inşa ettirse yeridir!

Ecevit bu gezi sırasında Hindistan parlamentosunda bir konuşma da yaptı. İniter devlete tapınan Ecevit, acaba federal bir ülke olan ve parlamentosunda bile onlarca halkın diliyle konuşma yapılan Hindistan için neler düşündü?. Kendi kafasının kalıplarını gözden geçirdi mi?.

Ya iyimserliğin, hümanizmin şairi olan Tagor`un mezarına yapılan ziyaret?. Güvercin postuna bürünmesine rağmen, gerçekte acımasız bir şahin olan Ecevit`in Tagor`la gerçekte paylaştığı nedir?

Binlerce yıllık Kürt dilini ve kültürünü bir çırpıda yok sayan, Kürtlere soykırımı rewa gören, şair ve çağdaş Ecevit, acaba Hintdistan`ın büyük lideri Nehru`nun, Dünya Tarihi adlı eserinde, baskı gören, hakkı yenen mazlum Kürt ulusu üzerine yazdıklarından da haberi var mıdır?.

Ecevit Hindistan`a gidip döndü, ama orayı gerçekte görebildi mi?

Yoksa, Hindistan dönüşü yatağa düşmesinin nedeni, yüzyüze geldiği bu acı gerçekler mi idi?.

Polisten Dayak Yiyen Milletvekili

ANAP Milletvekili Celal Esin, geçende havaalanı polisinden dayak yedi.

Polisin biri Esin`e yumruk atmış. Milletvekili olduğunu söyleyince ise yanındaki öteki polisler de vurmuşlar.

Polisin Türkiye`de milletvekili dövmesi elbet yeni bir olay değil. Birkaç yıl önce, 1 Mayıs gösterileri sırasında da bir milletvekili polis tarafından evrile çevrile dövülmüştü.

Milleti dövmeyi bir alışkanlık haline getiren poliş elbet vekilini de döver; bunda şaşacak birşey yok!

Görünen o ki AB`ye giriş hazırlığı da durumda herhangi bir değişikliğe yol açmamış. Elbet canım, AB hatırına ulusal geleneklerimizi terketmek gerekmez ya!..

Türk Irkı Üzerine Yeni Bilgiler

 Sarı ırktan mongoli ve tatarilerin, slav soyundan sarı saçlı, mavi gözlü boşnaki ve pomakilerin, gırekilerin, çeçenilerin, kartal burunlu lezgilerin (laz), gürcilerin, esmer, top burunlu arabilerin ve kara kaşlı, kara gözlü, kıvrık burunlu, süpürgeyi andıran gür ve bereketli sakallarıyla acemi-kürdilerin de katıldığı ünlü Türk kurultayında dağıtılan kitapta Türk ırkı şöyle tarif ediliyormuş:

Değirmi yüz, değirmi çene, düz burun, beyaz ten, hafif dalgalı saç, parlak göz, orta gürlükte sakal ve bıyık, endamı güzel.

Şimdi elinize Diyojen`in lambasını alın ve bakın bakalım, 65 milyonun içinde böyle birini bulabilecek misiniz?..

* * *

TC`nin Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Daire Başkanı`nın adı ne biliyor musunuz:

Türkekul Kurttekin!..

Adamın adında hem Türk var, hem kul, var, hem kurt var, hem de tekin.

Elbet öyle olacak! Bu memlekette, eski Adalet bakanlarından mahmut Esat Bozkurt`un dediği gibi, birisi ya Türk olacak, ya da Türke kul olacak.

Türkler kurt soyundan geldiklerine göre, kurt da pek yakışır..

Bu zat, soyadına başka şeyler de ekleyebilirdi elbet. Mesala şöyle:

Türkekul Kurttekin Ural-Altaylı Dehşetsalan Büyükakıncı Soylukanoğlu.

Kürtlere ad verirken, ana-baların önerdikleri ismi değil, Türk konsolosluklarının kendilerine verdiği isim listelerini kullanan kimi Avrupa Birliği ülkelerinin nüfus müdürlüklerine sunulur: Listeye bunu da eklesinler!.

* * *

Bu arada Türk soyu ile ilgili olarak başka bilgiler de edindik. Yapılan araştırmalara göre Türk erkeklerinin kromozonları, 1000 yıl öcesine ancak yüzde 1,8 oranında uyuyormuş. Malum ya Türkler Anadolu`ya geleli bin yıl bile olmadı.. Demek ki, o enisi dilden eyvah, ne eski genler, ne eski kanlar kaldı!..

Buna karşılık, İzlandalıların kromozonları bin yıl öncekine, yüzde 98,3 oranında uyuyormuş..

MHP`li sağlık bakanının, dışarıya kan örnekleri çıkmasına neden o kadar karşı çıktığını şimdi anladınız mı? Demek ki hazret bu acı gerçeğin farkındaymış.

Kürtçe Konuşma İçin Dava

Türk devleti sözde Diyarbakır`da Newrozun serbestçe kutlanmasına izin vermişti. Ama bu kutlama nedeniyle Halkın demokrasi Partisi (HADEP) yöneticileri hakkında Diyarbakır DGM`de dava açıldı. Sebep de kutlama sırasında Kürtçe konuşma yapılmış olması..

Türk devleti bunu ağır suç sayıyor. Bu nedenle HADEP`in siyasi Partiler Kanununun 81. maddesine aykırı davrandığı ileri sürülüyor. Bu madde kapsamına giren suçlar nedeniymle (yani Kürtçe konuşma, ve Kürt kültüründen söz etme) siyasi partilerin kapanması istenebilmektedir..

Bu ağır suçu (!) HADEP`liler işlememeş, Almanya`ya göç etmiş, şu anda Alman vatandaşı ve Avrupa parlamentosu üyesi olan Feleknas Uca işlemiş.. Ama HADEP`in düzenlediği toplantıda olmuş ya.

AB`ye girmeye hazırlanan ve sözde Kopenhag Kriterleri`ni yerine getirmeye söz vermiş olan Türkiye`nin ilginç uygulamalarından işte bir örnek! Bu ülkenin AB`nin önerdiği şartlara gerçekten uymaya niyeti var mı?

Onu bir yana brakın, Türk devleti böyle yapmakla, kendi kuruluşunun temel sözleşmesi olan Lozan Antlaşmasının hükümlerini de pervasızca çiğniyor. Lozan antlaşmasının 39. Maddesi, TC vatandaşlarının sosyal hayatın her alanında diledikleri dili özgürce kullanabileceklerini söylüyor. Oysa Türk devleti, onların bir bayram sırasında, bir kültürel toplantıda bile dilleri olan Kürtçeyi kullanmalarını yasaklıyor. Hatta Kürtçe şarkı söylemeyi de.

Böylesi bir ilkellik ve zorbalık nerede görülmüş?

Peki bu adamlar kendilerine barbar deyince neden kızıyorlar?.

 Newroz Bayramına Katıldılar diye Suçlanan Üniversite Öğrencileri

 21 Mart Newroz Bayramına katılan Van 100. Yıl İniversitesi öğrencileri polis baskısına muhatap oldular. Poliş video kayıtlarından ve fotoğraflardan tespit ettiği öğrencileri karakola çekip tehdit ediyor, bazısına ise ajanlık öneriyor. 200`den fazla öğrenci böylesi bir koğuşturmaya hedef oldu.

Bu da Türk devletinin sözde kutlanmasına izin verdiği Newroz bayramından bir başka manzara.

AB Yazısı Yüzünden DENG Dergisi`ne Toplama

 AB`ye adaylık sürecinde Türkiye`nin ilginç uygulamaları bitmek bilmiyor. Ne polis teröründe, ne işkencede, ne basın üzerindeki baskılarda bir değişim yok.

İstanbul`da yayınlanan Deng Dergisi`nin 55. sayısı da İstanbul DGM`nin kararıyla toplandı. Karara gerekçe olarak PSK Genel Sekreteri Kemal Burkay`ın AB Süreci Kürt Sorununu Nasıl Etkileyecek başlıklı yazısı gösterildi. Mahkeme, Türkiye-AB ilişkilerine ve bu süreçte Kürt sorununun nasıl etkileneceğine ilişkin bu inceleme ve yorum yazısını, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü aleyhine propaganda diye niteleyip suç saymış..

Evet, bu garip ülkede konuşup yazarken çok dikkatli olmalı. Çünkü en olmadık anda devleti ve milleti bölmek mümkün! TC devleti, ülkesi ve milletiyle son derece naziktir, Ufak bir esinti, söz, düşünce, şarkı bile onu bölebilir!..

Demirel`in dilinde nakarat haline gelen bir sözle, hani "Türk Devleti güçlü" idi?. Güçlü olmak bu mu?.

Görünen o ki, bu devlet hiç de güçlü değil. O esen rüzgardan hastalanacak kadar zayıf ve nahif.. Onun kendine güveni yok. Kuşku, korku ve panik içinde.

Düşünceden, sözden ve yazıdan bu kadar korkmanın başka alemi var mı?.

  Türk Ekonomisi Yüzde 6,4 Oranında Küçüldü

 Türkiye 1999 yılında Cumhuriyet tarihinin en büyük küçülmesini yaşadı, ekonomi % 6,4 oranında küçüldü. Oysa bir önceki yılda, 1999 için % 3`lük bir büyüme tahmini yapılmıştı. Bu gerçekleşmediği gibi, büyük bir düşme oldu.

Kişi başına ulusal gelir ise % 11,6 oranında geriledi, 2878 dolara kadar düştü; böylece 1993 rakamlarının da altına indi. 1993`te kişi başına ulusal gelir 3004 dolardı.

Komşu Yunanistan`da kişi başına ulusal gelir 12.000 dolardır.

Böyle olduğu halde Türk yönetimi tank ve savaş uçağı alımına onmilyarlar ödemeye hazırlanıyor. Kel başa şimşir tarak diye işte buna derler. Militarist ve zorba rejimlerin doğası budur. Halk yoksulluk içinde yüzerken rejim, böylesi güç gösterilerine yönelir.

  Tarihi Heskif`i Sular Basıyor

 Türkiye`nin Fırat ve dicle ırmağı üzerine yaptığı çok sayıda baraj, Kürdistan`ın bu iki ırmak çevresine kurulmuş pekçok tarihi kent ve kasabasını ve henüz günyüzüne çıkarılmamış arkeoloji hazinelerini bir bir su altında bırakmakta. Tarihi binyıllar öncesine uzanan Samsat kasabası bunlardan biriydi. Şimdi de Heskif (Hasankeyf) aynı tehlikeyle yüzyüze.

Dicle üzerine yapılması planlanan Ilısu barajı, Diyarbakır, Batman, Siirt, Şırnak ve Mardin yöresinde yüz dolayında yerleşim birimini, köy ve kasabayı sular altında bırakıyor. Bunlardan biri de paha biçilmez tarihi eserlere sahip olan Heskif (kamuoyunda yaygın olarak bilinen adıyla Hasankeyf) kasabasıdır.

Kürdistan`ın bu tarihi kentinin geçmişi M÷ 3000 yılına uzanıyor ve Med, Sasani, Roma, Bizanş Arap uygarlıklarının izlerini taşıyor. Heskif, Eyubi Kürt Devleti`nin de önemli merkezlerinden biriydi ve o dönemden kalma, bir bölümü hala ayakta duran pekçok tarihi eseri barındırıyor. Sarayların, kiliselerin, camilerin yanısıra, Dicle üzerine kurulu tarihi köprü ve kayalara oyulmuş, ilk çağda yerleşim yeri olarak kullanılan çok sayıda mağara da bunlar arasında. Bunların tümü, Ilısu barajı ile birlikte sulara gömülecek ve zengin bir tarih yitip gidecek.

Bu kent, TC Kültür Bakanlığı tarafından 1997 yılında 1. derecede SİT alanı olarak ilan edilmişti. Ancak işin içine baraj projesi girince tarihi eserleri koruma kaygısı bir yana atıldı. Tarihi eserleri zaman zaman kendi eliyle yok eden Türk rejimi için bu hiç önem taşımıyor. O, Ilısu barajının yapımı ile yılda bütçesine girecek 400-500. milyon doların hesabını yapıyor. Bu enerjiyle sözde bölgenin 4000 köyü elektriğe kavuşabilirmiş.. Oysa bunlar salt bölge halkını avutmaya yönelik boş laflar. Daha önce yapılan Keban, Karakaya, Atatürk barajı gibi büyük barajların sağladığı elektrik enerjisi gibi, bu da batıya akacak, oradaki sanayi merkezlerindeki çarkı çevirecek. Kürt halkının bu işte, topraklarını, tarihi eserlerini yitirmekten, göçmen durumuna düşmekten başka bir kazancı yok.

Ilısu Barajı`nın yapımını Sulzer Hydro-ABB adında bir İsveç-İsviçre ortak firmasının koordinasyonu ile İsveç (Skanska), İtalyan (İmpregilo), İngiliz (Balfour Beattie) ve Türk şirketleri üstlenmiştir.

Bölgenin tarihsel değeri, özellikle de Heskif`in durumu kamuoyunun gündemine girince, bölge halkı tepki gösterince, sözkonusu ülkelerde, projenin finansmanı yönünde bazı tereddütler oluştu.

Aslında Heskif`in kurtarılması mümkün. Baraj seddi düşük tutulabilir, Heskif için bir koruma seddi yapılabilir, bu barajın yapımından tümüyle vazgeçilebilir. Türkiye Fırat ve Dicle üzerine onlarca baraj inşa etmektedir. Bunların bir bölümü tamamlandı, bazılarının yapımı devam ediyor. Bir-ikisinin eksik olması büyük kayıp değildir.

İstelik, bu barajlar yapılırken kimse bu toprakların asıl sahibinden, Kürt halkından birşey sormuyor. Kürdistan nasıl olsa uluslararası bir sömürge ve yağma Hasan`ın böreği.

Başta, bu barajlar nedeniyle topraklarını yitiren ve göçmen durumuna düşen kent ve köylerin halkı olmak üzere, tüm Kürtler, tarih ve çevre dostları, yurt içinde ve dışanda bu duruma seyirci kalmamalı, tepki göstermeliler. Bu konuda yurt dışındaki Kürtlere de önemli bir görev düşüyor, bulundukları ülkelerin, özellikle de bu projeyi finanse eden ülkelerin kamuoyunu ve sözkonusu yabancı şirketlerin yöneticilerini uyarmalılar.

 
PSK Bulten © 2001