PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 
Barış ve Demokrasi özerine
PKK ne diyor, biz ne istiyoruz
 Son bir yılda Kürt ulusal hareketi bakımından önemli gelişmeler yaşandı. Ben, hem bu gelişmelere, hem de 25 yıllık mücadelemize ilişkin özet bir değerlendirme yaptım ve bunlar Deng dergisinin 53. sayısında yayınlandı.
 
Öte yandan, son dönemde olup bitenlere ilişkin tartışmalar devam ediyor. Özellikle PKK çevreleri bizim görüşlerimizi çarpıtmayı, kendi tabanlarını ve kamuoyunu yanlış bilgilendirmeyi sürdürüyorlar.
 
Bunlardan biri, PKK'nın sözde barış ve demokrasimücadelesine yöneldiği, bizimse karşı çıktığımıza ilişkin iddiadır. PKK çevreleri "dün savaşa, bugünse barışa karşı" çıktığımızı iddia ediyorlar..
 
Dün savaşa karşı çıktığımız elbet doğrudur. PKK'nın silahlı mücadeleyi temel alan görüşlerine karşı çıktık ve siyasal mücadelenin temel olduğunu söyledik. Yine PKK'nın 1984 Ağustosu'nda başlattığı partizan savaşını yanlış bulduk. Bize göre, acımasız sömürgeci rejime karşı silahlı mücadele meşru olmakla birlikte, ülke ve bölge koşullarında bunun başarı şansı yoktu. Bunun nedenlerini onlarca kez söyledik ve yazdık, tekrarı gerekmez. 15 yıllık silahlı eylemin sonunda gelinen nokta da bunu kanıtladı. Ödenen bedel ağırdır, ama bir kazanım sağlanamamıştır.
 
Diğer yandan bugün barışa karşı olduğumuz iddiası tam bir çarpıtma olmaktan öte gülünçtür. Biz 15 yıllık savaş boyunca hep diyalogu, sorunun barışçı çözümünü savunduk. PKK'nın tek yanlı ateşkeslerini destekledik ve rejimi de silahları susturmaya çağırdık. Son olarak PKK'nın, tek yanlı da olsa, silahları tümden bırakmasına karşı değiliz. Bize göre bu savaşın sonuç vermesi olanaksızdı ve sürdükçe Kürt halkının kayıpları artmaktaydı.
 
PKK'nın silahları bırakması, ister istemez, yıllardır savaşa ve şiddete koşullanmış rejimin de bu kirli savaşı sürdürmesini zorlaştıracaktır. Böylece, gerici güçlerin tüm direnmesine karşılık toplumun barış ve demokrasi güçleri önündeki engeller ortadan kalkacak, mücadele siyasal alana yönelecektir. Biz bunu, son bir yıl içinde birçok kez dile getirdik.
 
Geçmişte PKK çevreleri barış istemlerini alaya alırken biz yıllarboyu kararlıca barış istedik, bugün de istemimiz budur: Silahlar tümden susmalı ve Kürt sorunu barışçı yöntemlerle çözülmelidir.
 
Bu herkesçe bilinirken, şimdi kamuoyunu budala yerine koyup gerçekleri bu denli çarpıtmak, bizi barışa karşı olmakla suçlamak, akıl alacak şey değil.
 
Öte yandan biz barışı, Kürt halkının tüm meşru haklarını tanıyacak, en azından, bu yolda atılacak ciddi, köklü adımlarla, adil bir çözüme yolu açacak bir barış olarak düşündük ve öyle dile getirdik. Biz ne pahasına olursa olsun barış demedik. Barış adına Kürt halkının haklı istemlerinden vazgeçmeyi önermedik. Gerçek barışın ancak eşitlik temelinde oluşacağını savunduk.
 
Demokrasi konusundaki iddia da bunun benzeri. Kurulduğu günden bu yana demokrasi mücadelesini politikasının temel taşlarından biri yapmış, her zaman "Türkiye'ye demokrasi, Kürdistan'a Özgürlük" demiş Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK) gibi bir partiyi demokrasi istemine karşı çıkmakla suçlama da, yine kamuoyunu aptal yerine koymadır. Böylesi bir iddia da ancak onu yapanları gülünç duruma düşürür.
 
"Demokratik cumhuriyet" kavramı, Amerika'yı yeni yeni keşfeden bazılarının sandığı gibi, Öcalan'ın veya PKK'nın yarattığı bir kavram değildir. Biz çok daha önce bu kavramı yüksek sesle kullandık. Ama bizden önce de besbelli bilinmekteydi. Türk rejimi, 1998 yılında cumhuriyetin 75. yılını büyük gürültülerle kutlayıp iç ve dış kamuoyunun gözlerini boyamaya çalıştığı bir zamanda, partimiz de bu cumhuriyetin gerçek yüzünü sergilemek için birhayli çaba gösterdi. 1998 sonbaharında Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde düzenlenen konferanslarda yaptığım konuşmalarda bu konuyu işledim. Örneğin Hamburg'da KOMKAR'la Alevi Kültür Merkezi'nin birlikte düzenledikleri toplantıda yaptığım konuşmada şöyle demiştim:
 
"Bu devlet ne çağdaş ne de uygardır. Onun yerine bizim, Türkü ve Kürdü, Alevisi, Sünnisi ve emekçisiyle yeni bir devlet kurmamız lazım. Bu üniter değil, federal bir devlet olmalıdır. Anadolu'nun ve Trakya'nın çok renkli mozayiğine uygun, herkese hak ve özgürlük tanıyan, demokratik bir devlete ihtiyacımız var." (Bak 3 Ekim 1998 tarihli ve 97 sayılı Hàvi Gazetesi).
 
Aynı dönemde, Evrensel Gazetesi'nin benimle yaptığı bir söyleşide ise bu konuda şöyle diyordum:
 
"Bu dönemde işçilerin temel görevi kirli savaşa karşı çıkmak, barış için ve Türkiye'nin demokratikleşmesi için çalışmaktır. İşçi hareketi bu görevini kavramadığı zaman hiçbir sorununa çözüm bulamaz. Enflasyonla da başa çıkamaz, ücretlerini de yükseltemez, işsizlik sorununu da çözemez. Dolayısiyle sosyalist ve marksist partiler için de, işçi sınıfı için de -İster Kürt ister Türk olsun- bugün hayati görev demokrasi sorunudur. Hepimizin böylesine asgari bir program üzerinde birleşmemiz gerek. Buna demokrasi ve barış programı diyoruz." (12-13 Kasım 1998 tarihli Evrensel Gazetesi).
 
Yine Ekim 1998'de, TC'nin kuruluşunun 75. yıldönümü nedeniyle Partimizin yayınladığı bildirinin başlığı şöyleydi:
 
"Ucube değil, demokratik cumhuriyet istiyoruz".
 
Bu bildiride cumhuriyet görünümü altındaki bu baskı rejiminin özellikleri bir bir sayılıyor; bu rejimde emekçilerin, aydınların, Kürt halkının her zaman ağır baskılar altında olduğu, toplumun düşünce hayatının Kemalist dogmalara göre şekillendiği, ülkenin ne demokratik ne de laik olduğu belirtiliyor ve sonunda şöyle deniyordu:
 
"Bize, işçiye-köylüye, aydına, Kürt ve Türk halklarına, değişik dilden, değişik inançtan insanlara gerekli olan, salt adı ve etiketi `cumhuriyet' olan böylesi bir ucube değil, gerçek demokratik bir cumhuriyettir.
 
"Öyle bir cumhuriyet ki Kürt ve Türk halkı, yeni ve demokratik bir yapılanma temelinde, eşit ve özgür koşullarda, birarada barış içinde yaşasın. Öteki azınlıklar da kimliklerini özgürce dile getirsin ve bunun gereği olan kültürel, yönetsel haklarını özgürce kullansınlar. Bu demokratik bir federasyondur.
 
"Öyle bir cumhuriyet ki Alevisi-Sünnisi, Hıristiyanı-Yezidisi, tüm dinler ve inançlar, hiçbir baskı altında olmasın.
 
"Öyle bir cumhuriyet ki çağdaş bir demokrasi, tam bir düşünce, basın ve örgütlenme özgürlüğü olsun."
 
Bizim barış ve demokrasi anlayışımız, demokratik cumhuriyetten kastımız işte böyledir.
 
Peki PKK çevreleri bunu bilmezler mi? Onlar partimizin yıllar yılı, demokrasi ve Kürt sorununun barışçı çözümü için verdiği mücadeleden habersizler mi? Ve biz bunu yaparken kendilerinin barış mücadelesini de demorkasiyi de küçümsediklerini, alaya aldıklarını unuttular mı? Besbelli değil. Ama politikada bazıları için her yöntem mübahtır. Çarpıtma, akı kara gösterme günlük işlerdendir..
 
PKK çevreleri bunu, aynı zamanda kendi durumlarını gizlemek, eleştiri yöneltenleri karalamak ve kamuoyunu yanıltmak için yapıyorlar. Çünkü bizim ve onların barış anlayışı da demokrasi anlayışı da tümüyle farklıdır. Özellikle de Öcalan Türklerin eline geçtikten ve İmralı duruşmalarından bu yana..
 
PKK'nın sözde barış ve demokrasi hatırına önüne koyduğu yeni politikalar üzerinde uzun söze gerek olmadığını sanıyorum. Bunlar kamuoyunun gözleri önündedir. Bunlar tümüyle rejimin istemlerine uygundur. Bununla PKK'nın silah bırakmasını kastetmiyorum. Kaldı ki PKK henüz tümüyle silah bırakmış değil. Sınır dışındaki, özellikle Güney Kürdistan'daki silahlı güçleri duruyor. İçerdeki güçlerinin bir bölümünü de sınır dışına çıkardı. Görünen o ki, PKK'nın silahlı güçlerinin nihayi kaderi önümüzdeki dönemde, asıl olarak da Öcalan'ın yaşamına endeksli olarak belli olacak. Ama PKK politikalarındaki asıl ve önemli değişiklik siyasal plandadır. Öcalan daha yakalandığı gün rejime hizmet önerdi. Duruşmalar sırasında, önceki tüm temel istemlerini geri aldı. öniter devleti, Kemalist ideolojiyi savunur oldu. PKK bu politikalara tümüyle angaje oldu.
 
Bu, rejimin koyduğu çerçevede bir barıştır ve o çerçevede bir demokrasidir. Gerçekte bu ne barış ne de demokrasidir. Bunda Kürt halkının meşru haklarını tanıma, ya da eşitlikçi, federal bir çözüm sözkonusu değil. Kemalizm tabusuyla düşünce ve inanç özgürlüğünün ve demokrasinin bağdaşması olanaksız.
 
Sonuç olarak bizim ve PKK'nın barış ve demokrasi anlayışı birbirinden çok farklı. PKK'nın yeni politikaları rejime ve düzene entegre olma türündendir. Ne Öcalan ne de PKK bunu gizlemiyor. Aksine, açık açık "devleti güçlendirme" istek ve çabalarını dile getiriyorlar. Daha devlet en küçük bir değişim, en küçük bir demokratikleşme belirtisi bile göstermeden.. Barış yolunda en ufak bir adım bile atmadan. Hatta artık silah kullanmayan ve sınır dışına çıkmaya çalışan partizanları yok etmek için operasyonlarını aralıksız sürdürürken ve sözde barış ve demokrasi için gelip teslim olanlara, hiç değilse pişmanlık yasasının gerektirdiği tarzda hoşgörü ile davranmazken...
 
 PKK bizim çizgimize mi geldi?
 
Geçmiþte barýþ ve demokrasi için yürüttüðümüz kararlý mücadele nedeniyle kimileri, aradaki büyük farký gözetmeden, bizimle PKK'nýn politikalarýný karýþtýrýyorlar. PKK PSK'nýn çizgisine geldi diyenler bile var.
 
Oysa PKK'nın bizim görüşlerimize yaklaşması, söylenenler eğer bir "taktik" ürünü değil de samimiyse, yalnızca bir yönüyledir. Biz yıllar yılı, ülkemizin içinde bulunduğu özgün koşullar nedeniyle silahlı mücadelenin başarı şansı olmadığını söyledik, mücadeleyi siyasal ve barışçıl kanallarda yürütmeyi önerdik. PKK silahlı eyleme başladığında bunu macera olarak niteledik, başarı şansı olmadığını söyledik. Zaman bunu kanıtladı. 15 yıl sonra, ülkemiz alt üst olduktan, halk olarak moral ve maddi planda bunca büyük kayıplar verdikten ve karşılığında hiçbir şey elde edemedikten sonra, öngörümüzde haklı çıktık diye mutlu değiliz. Keşke bu yanlış yol izlenmeseydi. Keşke rejimin bizi kendi minderine çekme oyununu boşa çıkarabilseydik.
 
Gelinen noktada Öcalan da, silahlı eyleme yönelmekle yanlış yaptığını, bunu ancak 20 yıl sonra, şimdi anladığını söylüyor. O şimdi siyasal mücadelenin öneminden söz ediyor ve barışçıl yöntemleri savunuyor. Bunlar elbet bizim dünden bugüne savunduğumuz görüşler. Bu kapsamda, eğer samimiyse Öcalan'ın ve eğer samimiyse, onun dediklerini tekrarlayan PKK'nın bizim çizgimize yaklaştığı doğrudur. Biz bundan memnunuz.
 
Öte yandan, salt bu kadarı, yani siyasal ve barışçıl mücadeleyi savunmak iki örgütün artık aynı çizgiye geldiğini göstermiyor. Önemli olan yalnız yöntemler değil, aynı zamanda amaçlar ve hedeflerdir. PKK uzun yıllar bağımsız Kürdistan'ı mutlaklaştırdı, federasyon ve otonomi istemeyi bile ihanet saydı. Zamanla önce federasyona, sonra otonomi istemine kaydı. Íimdi ise bunları bile istemiyor, hatta gericilik sayıyor. Diğer bir deyişle, PKK Kürt halkının kendi geleceğini özgürce belirleme hakkından, bu en temel haktan vazgeçmiştir. PKK Türk devletinin resmi ideolojisini, "çözüm" olarak da onun sunduğu çerçeveyi benimsemiştir. Bu ise çözümsüzlükten, statükonun sürdürülmesinden başkası değil.
 
Özetle, biz dünkü amaçlarımızı, eşitlik temelinde adil bir çözümü, ve bunun biçimlerinden biri olan federasyonu savunmaya devem ederken PKK en temel ulusal istemleri bir yana bırakmıştır. Bugün, yoğun biçimde kullandığı barış ve demokrasi kavramlarının ise içini boşaltmıştır. Bu, bizim çizgimize gelme değil, bir uçtan diğer uca savrulmadır.
 
Bu nedenle PKK'nın bizim (PSK'nın) çizgisine geldiği tarzındaki ifadelerin gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. PKK ne yazık ki bu politikalarla kendisini yenileyememiş, savrulmuş, rejimin bir yedek gücü olma yolunu tutmuştur.
 
İnsanlar haklı olarak Öcalan'a ve PKK'ya soruyorlar: Madem sonunda gelip isteyeceğin yalnızca Kürt kimliğinin tanınması ve birtakım kültürel haklardı, o halde neden silaha başvurdun? Neden 20 yıldır silah kullanıyorsun ve bunca yıkıma, göçe, ölüme yol açtın? Bunu pekala barışçı siyasal mücadele yöntemleriyle de yapmak mümkündü. 12 Eylül öncesinde 30-40 bin satan Kürtçe-Türkçe yayınlar vardı. Bu konular Kürt ve Türk solu ve demokratik çevrelerinde en yoğun biçimde tartışılıyordu. İkiyüz bin üyeli Türkiye Öğretmenler Örgütü TÖB-DER'in düzenlediği Demokratik Eğitim Kurultayı'nda, Roja Welat gazetesi üzerindeki baskılar kınanıyor ve anadilde eğitim hakkı savunuluyordu. Demek ki, silah kullanmaya gerek kalmadan da kitleleri örgütlemek, mücadeleyi yükseltmek ve bu hakları elde etmek mümkündü.
 
Kaldı ki Kürt ve Türk devrimci ve demokratik güçleri, 12 Eylül ve 12 Mart öncesi, Kürt halkı için bundan çok daha fazlasını istiyorlardı. Eşitlik temelinde bir çözümü, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını savunuyorlardı.
 
Gelinen durumda, eğer PKK silahlı eylemle bir sonuç alamıyacağını anlamış, yanlış yaptığını farketmişse, yapılacak şey rejime karşı günah çıkarmak ve onun dümen suyuna girmek midir, yoksa mücadeleyi başka yöntemlerle sürdürmek mi?
 
PKK Demokrasiyi İçine Sindirebilmiş mi?
 
Öcalan da, onu gözü kapalı izleyen PKK da yeni dönemde demokrasiden çokça söz ediyorlar. Bu olumludur. Eskiden demokrasiden söz edenleri alaya alan, hatta ihanetle suçlayanların bu çizgiye gelmiş olmaları ne garip bir tecelli ve ne iyi!
 
Öte yandan, Öcalan da, PKK da gerçekten demokrasiyi içlerine sindirebilmişler mi?
 
PKK rejime karşı "tek yanlı barış" ilan etmiş durumda. Bu ne denli gerçekçi ya da değil, ayrı bir konu. Bizce, buna rağmen, silah bırakma Kürt halkı için de yararlıdır. PKK, bunun yanısıra, artık sabah akşam demokrasinin ve "demokratik cumhuriyet"in erdemlerinden söz ediyor. Bu da güzel! Peki demokrasi yalnız Türk rejimini ilgilendiren bir iş midir? Demokrasiden söz edenlerin önce kendilerini yenilemeleri, kendi evlerinin içini düzenlemeleri gerekmiyor mu?
 
Demokrasi herşeyden önce de düşünce ve örgütlenme özgürlüğü demektir. Biz, bu hakları tanımadığı için yıllar yılıdır Türk rejimini eleştiriyoruz. Bu açıdan PKK ne kadar demokratik bir örgüttür? O, düşünce özgürlüğünü bizzat kendi üyelerine ve kendisinin dışındaki Kürtlere, başka örgütlere, aydınlara tanıyor mu?
 
PKK'nın, ortaya çıktığı günden bu yana izlediği politikayı kamuoyu iyi biliyor. O kendisi gibi düşünmeyeni düşmandan saydı. Başka Yurtsever ve devrimci örgütlerin varlığına katlanmadı, onları yok etmeyi bir görev ve hak gibi gördü! Parti içinde de tek kişinin, Öcalan'ın dedikleri geçerli oldu. öyeler düşüncelerini dile getirme, üstten belirlenen politikaları eleştirme hakkına asla sahip olmadılar ve bunu yaptıkları zaman şiddetle cezalandırıldılar.
 
Íimdi başkalarına demokrasi dersleri veren PKK, acaba bu yanlışlarını da görmüş müdür, görmüşse dile getirmiş midir? Yaptığı yanlışlardan, can kaybı da dahil, başkalarına ve en başta Kürt ulusal mücadelesine verdiği zararlardan dolayı özür dilemiş midir? Bundan böyle başka yurtsever ve devrimci örgütlerle kardeşçe ve demokratik ilişkilere açık mıdır? Eleştiriye uygarca katlanabiliyor mu? öyelerinin hak ve özgürlüklerine, örneğin görüşlerini dile getirme hakkına saygılı mı? Tehdit ve şiddet yöntemlerini artık bir yana bırakmış mı?
 
Hayır, böyle birşey yok. PKK hala eleştiri kabul etmiyor. İçine düştüğü duruma bile bakmadan, kendisine eleştiri yöneltenleri, eski üslubu ve huyu ile "ajan ve işbirlikçi" ya da şunun bunun adamı olmakla suçluyor, tehditler savuruyor. Kendisine eleştiri yönelten aydınlar da bu karalama, tehdit, hatta fiili saldırıların hedefi oluyorlar.
 
Varsayalım ki PKK'ye yönelik eleştiriler haksızdır. Bunlara uygarca cevap vermek mümkün değil mi? Haklı olanların kendilerine güvenmesi gerekmez mi? östelik PKK'nın elinde televizyon ve günlük gazete gibi etkili araçlar var.
 
Kaldı ki, PKK son dönemde politikalarında 180 derece bir dönüş yaptı ve şimdi tüm Kürtleri bu yeni politikaya uymaya çağırıyor. Böyle bir durumda Öcalan ve PKK Başkanlık Konseyi gibi düşünmeyenlerin de görüşlerini serbestçe dile getirmeleri hakları değil mi?
 
PKK dün bağımsız Kürdistan istemini ve buna ulaşmak için silahlı mücadeleyi mutlaklaştırdı, bu politikayı benimsemeyenleri ihanetle suçladı. Íimdi ise bağımsızlık, hatta federasyon veya otonomi istemeyi gericilik sayıyor. Dün Türk devletini Kürdistan'da yıkma adına, gariban devlet memurlarını ve öğretmenleri kurşuna dizdi, şimdi ise aynı devleti güçlendirme gereğini savunuyor ve buna karşı çıkanları ihanetle suçluyor; bu olacak şey mi?!.
 
Acaba, birkaç yıl öncesi, Öcalan'ın bugün dediklerinin onda birini başka bir yurtsever parti ya da lider söyleseydi Öcalan ve PKK ne derdi? Yurtsever kamuoyu ne derdi?.
 
PKK'nın Yerini Almak İsteyen Kim?
 
PKK, kendisine eleştiri yönelten örgüt ve kişileri "yerimde gözleri var, mirasıma konmak istiyorlar" diye suçluyor. Bu iki açıdan gülünç ve saçmadır.
 
Bir kere, politik mücadelede her partinin kendi yeri vardır. Örneğin biz, Kürdistan Sosyalist Partisi, kurulduğumuz zaman PKK henüz sahnede yoktu. Bizden önce kurulmuş partiler vardı ve bizden sonra da oldu.
 
Partiler arasında bir rekabet olması ise doğaldır. Siyasi partiler bunun için vardır. Her örgüt kendi ideolojisi, programı doğrultusunda güç kazanmak, kitleleri kendi çevresine toparlamak ve siyasal olaylara yön vermek ister. Farklar olmasa, ayrı örgütlere de gerek olmazdı.
 
Ulusal mücadelemizde, Kürdistan'ın her parçasında olduğu gibi kuzey parçasında da birden çok yurtsever parti oluştu. Bu doğaldır. Doğal olmayan, bu partilerin birbirlerinin varlığına katlanamaması ve düşmanı bir yana bırakıp öteki örgütleri ortadan kaldırmaya yönelmesidir. Ne yazık ki PKK, ortaya çıktığı zaman bunu yaptı, öteki örgütlerin tümünü düşmandan saydı ve yok etmeye çalıştı. Hala da bu huyunu tümden bırakmış değil. Bu tutum yurtsever harekete geçmişte çok büyük zararlar verdi ve eğer terkedilmezse bundan sonra da verecek.
 
İkincisi, bizim PKK'nın yerinde gözümüz yok. Çünkü PKK'nın yeri dün yanlış bir yerdi ve bugün de öyledir. Bizim politikalarımız dün PKK'nınkinden farklıydı, bugün de öyledir. Böyle bir fobileri varsa -ki var- yürekleri rahat olsun, bizim onların yerinde hiç gözümüz yok! Biz hiçbir zaman PKK'nın yerinde olmak istemedik ve istemeyiz. Bizim kendi yerimiz var ve ondan memnunuz. Ayrıca, Kürdistan geniştir, orada bize de başkalarına da yer var..
 
Ama elbet, dün olduğu gibi bugün de kendi politikalarımızı kitlelere anlatmak, onları PKK'nın yanlışlarından kurtarıp kendi politikalarımıza kazanmak isteriz, bunun için çaba gösteririz ve bu bizim hakkımız. Aslında PKK'nın rahatsız olduğu da budur. PKK hiçbir zaman kendi politikalarına inanmadı, hiçbir zaman kendine güven duymadı. O, tarihi kendisiyle başlatsa da, yaptıklarını çok abartılı biçimde kitlelere sunsa da, gerçekte içten içe yanlış yaptığının ve yanlışın bir sonu olduğunun farkındandır. Bunun için de hep kuşkuludur. israrla, "mirasıma konmak istiyorlar" demenin başka anlamı yoktur.
 
Bu korkuyu anlıyoruz. PKK'nın ömrü ya da geleceği ne olur, bunu zaman gösterecek. Ama birşey var: Örgütler günü gelir, ya işlevlerini tamamladıkları için, ya da başka nedenlerle sahneden çekilirler. Bu PKK için de bir başkası için de böyledir. Mirasa gelince, eğer iyi şeyler yapmışsanız, bu deneyim ve ürün olarak geleceğe kalır. Eğer kötü şeyler yapmışsanız, geleceğe miras kalmasın daha iyi!
 
Biz PSK olarak, nasıl PKK'nın yerinde gözümüz yoksa, onun mirasının da asla taliplisi değiliz! Eğer bundan kastedilen kitlelerse, kitleler Kürt halkıdır ve kimsenin babasının mülkü değildir. Örgütler yitip gitse de Kürt halkı ve onun mücadelesi sürecektir. Yanlış yapan çekilecek ve mücadele sağlıklı kanallara yönelecektir.
 
PKK söylediklerine ve yaptıklarına güven duymadığı için, tüm haksızlar gibi, zorla tehditle başkalarını susturmaya, onları engellemeye, sahneden silmeye çalışıyor. Türk devletinin emekçilere, aydınlara, Kürt halkına yaptığını, PKK da kendi çapında yapıyor.
 
Her eleştiriye karşı "yerimde gözünüz var" diye tepki gösteren PKK, aslında tüm yeri kendisi kaplamak, başkalarına hiçbir yer bırakmamak istiyor.
 
Bu yöntem demokratik değildir ve yanlış bir yöntemdir. Bu yanlışların sonunda PKK, gele gele işte bugünkü duruma düştü. Bu yöntemlerle bundan sonra da daha iyi bir yere gidemez.
 
PKK'nın yapması gereken, Türk devletinden istediği barışı ve demokrasiyi, Kürtlerin kendi aralarındaki ilişkilerde ve bizzat örgüt içinde de hayata geçirmek için çaba göstermektir. PKK açısından asıl yenilenme, asıl değişim bu olacaktır. Bu Kürt halkı bakımından da önemli bir kazanım olacaktır.
 
PKK yönetimine düşen, herşeyden önce, yaptıkları yanlışlar nedeniyle -sömürgeci rejimden değil- Kürt halkından, onun yurtsever güçlerinden, hatta kendi üyelerinden özür dilemektir. Hiç değilse bundan sonra öteki yurtsever örgütlerin varlığına tahammül etmek, onlarla demokratik ilişkileri içine sindirmek ve -eğer vakit kaldıysa- parti içinde de demokrasiyi hayata geçirmektir. Çağdaş bir parti olmak ve Türk devletine değil, ama Kürt halkına hizmet etmek ancak böyle mümkündür.
 
PKK üzerindeki etkisi hala süren Öcalan'a düşen başlıca yurtsever görev kanımca budur. Eğer o, yapılan yanlışlar konusunda kamuoyuna açık ve net bir açıklama yapsa, hiç değilse bundan sonra yurtsever güçler arasında barışçı ve demokratik ilişkilerin inşası için örgütüne çağrıda bulunsa, bu çok olumlu bir tavır olurdu. Böylece o, geçmişteki büyük yanlışlarının yol açtığı tahribatın omuzlarına yüklediği ağır yükü bir dereceye kadar hafifletebilirdi.. Ve bu gerçekten tarihsel bir çağrı olurdu.
 
Rejimin PKK'dan ne beklediği belli; ama Kürt halkının, devrimci ve yurtsever güçlerin beklediği budur.
 
Bundan öte, "asrın davası", "tarihi dava" ve bu davada yer alan aktör ve figüranlar üzerine söylenenler ise bir lafu güzaftır. Tarih asıl sözünü ilerde söyleyecek...
 
 
(Not: DENG'in 54. sayısında yayınlandı)

 

 
PSK Bulten © 2001