Kemal
Burkay'la Söyleşi
Bu
söyleşi Aralık 1999’da ve iki bölüm halinde, Roja
Teze Gazetesi’nin 24 ve 25. Sayılarında yayınlandı.
"SİLAHLI
MüCADELE DöNEMİ SONA ERDİ"
Gazetemiz Roja Teze, PSK Genel
sekreteri Kemal Burkay'la, son yıl
içinde Kürt politikasında yer alan gelişmeleri,
Türkiye'nin AB'ye aday üyeliği ve bunun Kürt sorununa
etkilerini, yeniden gündemde olan legal parti konusunu da
kapsayan bir söyleşi yaptı. Burkay, bu söyleşide
PKK'daki değişimi değerlendirdi, yeni dönemde
Kürt hareketine düşen görevler konusundaki görüşlerini,
legal partiye ilişkin önerilerini daha da açtı.
İlginç bulacağınızı umduğumuz
bu söyleşiyi iki bölüm halinde yayınlıyoruz.
Roja Teze: Sayın
Burkay, son dönemde yaptığınız kimi açıklamalarda,
Kürtler için silahlı mücadele döneminin artık sona
erdiğini söylüyorsunuz. Nedenlerini açıklar mısınız?
BURKAY: Ben bunu Kuzey parçası,
yani Türkiye Kürdistanı'ndaki Kürt hareketi bakımından
söylüyorum. Yani tüm parçalar için bir genelleme değil.
Herbir parçanın koşulları değişik.
Yarın öbür gün, Güney ve Doğu Kürdistan'da neler
olacağı kestirilemez.
Bildiğiniz gibi biz, Kuzey
bakımından daha baştan, yani yıllarca
önce, silahlı mücadelenin başarı şansının
olmadığı kanısındaydık ve mücadeleyi
silahlı olmayan yöntemlerle yürütme yanlısıydık.
Bu konuda görüşlerimi birçok kez dile getirdiğim
için yeni bir tekrara gerek duymuyorum. Gelinen durum ise
ortada. Stratejisini silahlı mücadele üzerine kuran PKK'nın
geldiği nokta ve yolaçtığı durum üzerine
fazla söze gerek yok.
Roja Teze: Bu sonuca
Öcalan'ın Suriye'den çıkarılışının,
ya da yakalanmış olmasının yol açtığı
söylenebilir mi?
BURKAY: Hayır. PKK
da, Kürt halkı da 15 yıldır süren savaştan
çoktandır yorulmuştu. 1990'lı yılların
başında bir ara PKK'nın eylemleri yayıldı
ve kitleselleşti. Bu, taraftarlar arasında zafer
yönünde bir umut yarattı. Ancak çok geçmeden, devletin
çok daha azgın şiddeti karşısında
PKK'nın silahlı gücündeki gelişme durdu ve
kırsal kesimin boşalması, köylülerin birçok
yerde koruculaşması ya da
göç etmesi nedeniyle partizan güçlerinin beslendiği kaynaklar
büyük ölçüde kurudu ve hızla küçülme başladı.
Salt savaşla bir yere varamıyacağını
kavrayan Öcalan, 1993'ten bu yana üç kez tek yanlı ateş
kesti, diyalog yolları aradı, ama bulamadı.
Türkiye herhangi
bir uzlaşmaya hep kapalı oldu. Öcalan'ın Suriye'den
çıkarılması elbet süreci hızlandırdı.
Yakalandıktan sonra ise, bildiğiniz gibi, geçmişteki
tüm iddialarını, görüşlerini bir yana bıraktı
ve PKK da onu izledi. Bu, başlıca silahlı eyleme
ve şiddete
dayanan, liderini putlaştıran PKK stratejisinin
iflası oldu.
Bu aşamadan sonra Kürdistan'ın
bu parçası bakımından silahlı mücadele
dönemi, kapanmıştır ve örneğin Irak'ın
ya da Yugoslavya'nın karşılaştığı
türden olağanüstü değişiklikler olmadıkça
artık gündeme gelemez. Mücadele bundan böyle ister istemez
siyasal kanallarda ve daha çok barışçı, legal
yöntemlerle yürüyecektir.
Roja Teze: Ancak PKK
silahlı güçlerini tümden dağıtmış
değil; onları sınır dışına
çekti. O, sözkonusu "Barış ve demokrasi programı"
ile rejimden bir beklenti içinde. Umduğunu bulamazsa
yeniden silahlı eyleme dönemez mi?
BURKAY: PKK'nın sözkonusu
beklentileri hiç de karşılanmayacak türden değil.
Üzerine onca gürültü koparılan "barış ve demokrasi
programı"nın içi boş. Tam da rejimin istediği
türden. Kürt halkının tüm temel istemleri bir yana
bırakılmış. Üniter devlet ve Kemalist
ideoloji savunuluyor. Bu program gerçekte PKK tabanını
ve Kürt halkını aldatmaya yönelik bir yalancı
mama.
PKK'nın asıl beklentisi
Öcalan'ın idamdan kurtarılması. Bu ise oldu
sayılır. Rejimin bu saatten sonra Öcalan'ı
asması kendisi açısından en aptalca şey
olur. Rejim, tam da PKK'yı dilediği çizgiye çekmiş
ve istediklerini ona dikte ederken bu süreci tersine çevirecek
bir hata yapmaz. O, Öcalan'ı değerli bir rehine
gibi elinde tutacak ve böylece onun ve PKK'nın eliyle
Kürtlere yönelik uslulaştırma ve düzene entegre
politikalarını hayata geçirmeye çalışacaktır.
Öcalan'ın asılması
AB'ye giriş sürecine de ters düşüyor. Öcalan'ı
Türklere teslim eden Batılılar, şimdi onun
canını koruyarak öfkeli Kürtlere de bir jest yapıyorlar..
Bu da bir yatıştırma politikası. AİHM
infaz'ın durdurulması yönünde bir karar verdi. Türk
hükümeti buna uyarsa (ki uyacağı yönünde güçlü işaretler
var) 1,5-2 yıl bir zaman işleyecek demektir.
Türkiye'nin Avrupa Birliği aday üyeliğine alınışının
ardından yapılacak ilk işlerden biri ise idam
cezasının kaldırılması olacak.
Özetle söylersek, Öcalan'ın
gözü aydın, artık yırttı sayılır!.
Bundan sonrası Mandela olmaya kalmış! Ancak
Mandela, ırkçı rejimin önünde dize gelerek değil,
28 yıl ağır zindan koşullarına direnerek,
taş kırıp görüşlerini savunarak Mandela
oldu. Bunu da unutmamalı..
Öte yandan, PKK istese de, bütün
bu olup bitenlerden, devleti güçlendirme çağrılarından,
silahlı eylem döneminin artık sona erdiğine
dair bunca söylemden, savaşçıların ve taraftar
kitlenin yaşadığı düşkırıklığından
sonra yeniden eskiye dönmesi ve silahlı eylemi sürdürmesi
oldukça güç.
Roja Teze: İran,
Irak, Hatta Rusya, Türkiye ile sorunları olan başkaları,
bundan böyle de Kürt kozunu oynamak istemezler mi. PKK'nın
dağılıp gitmesi onların işine gelmez.
Bu yönde telkinler olduğu ve örneğin, Kafkasya ve
Ortaasya'da ABD ve Türkiye ile çekişen Rusya’nın,
PKK kozunu oynamak istediğinden söz ediliyor..
BURKAY: Bu elbet mümkün.
Kürt kozunu oynamak İran, Rusya ve başkalarının
işine gelir. Onlar, bundan sonra da ellerinin altında
PKK veya benzeri bir örgüt olsun isteyeceklerdir. Ama değişen
Ortadoğu dengelerinde bu da zorlaşmıştır.
Herşeyden önce de Kürtler bu oyuna gelmemeli. Kürtler
kendi güçlerine dayanarak mücadele etmeli ve kendilerini oyun
masasında bir koz gibi kullanmak isteyenlere değil,
gerçek dost güçlere dayanmalı. İran ve Irak'ın
kendileri Kürtlerle savaşıyor. Rusya ise Kürtlere
dostça bir destek verecek idiyse şimdiye kadar verebilirdi.
Oysa Öcalan'a sığınma hakkı bile tanımadı.
Kürdistan yıkılıp yerle bir olduktan, Öcalan
ele geçip, PKK silahlara tövbe ettikten sonra mı yardım
edecek?..
Roja Teze: PKK'nın
geleceğini nasıl düşünüyorsunuz? Silahlı
eyleme tümden son veren bir PKK'dan geriye ne kalır?
Öcalan PKK'nın programının, hatta adının
da değişebileceğini söyledi ve bu yolda hazırlıklar
olduğundan söz ediliyor.
BURKAY: PKK'nın programı
zaten çoktandır ki, Öcalan'ın kişisel tercihlerine
uygun olarak habire değişmekteydi. Hedef önce bağımsız
bir devletti ve onun dışında herşey ihanet
ve reformculuktu. Sonra siyasal hedef federasyon oldu, Öcalan
İtalya'ya ayak basınca da otonomi.. İmralı'da
ise otonomi bile kalmadı.. Yöntemler değişti:
temel alınan silahlı mücadele
gitti, yerini barışçıl siyasal mücadele aldı.
İdeoloji değişti: Kürt yurtseverliğinin,
marksist söylemin yerini Kemalizm ve içi boş bir "demokratik
cumhuriyet" söylemi aldı.. Şu anda PKK'dan geriye
ne kaldı ki zaten?..
PKK açısından süreç işlemeye
devam ediyor. önümüzdeki aylarda daha neler olur, adı
kalır mı, nasıl bir biçim alır, göreceğiz.
Roja Teze: PKK çevreleri,
sık sık partinize suçlamalar yöneltiyorlar. PKK'nın
mirasına göz koyduğunuzu söylüyorlar. Son olarak,
yurt dışında çıkan Özgür Politika gazetesinin
7 Aralık tarihli başyazısında, KDP ve
KYB ile birlikte PSK da suçlanıyor. KDP ve KYB'nin, maddi
çıkarlar karşılığında PKK'yı
Güney Kürdistan'dan çıkarıp tasfiye etmek istedikleri,
Avrupa'da ise aynı şeyi PSK'nın yaptığı
ileri sürülüyor.
BURKAY:
PKK çevreleri bu konuda ve başka konularda bize sık
sık haksız, uluorta suçlamalar yöneltiyorlar. İlişkilerimizin
iyi olduğu dönemlerde bile, yılda birkaç kez bize
karşı kampanya açmasalar rahat edemiyorlar. PKK
bizi, iş ve güçbirliği yapılabilecek bir
yurtsever örgüt olarak değil, hep bir rakip gibi gördü.
Bu PKK'nın bir huyudur ve aynı zamanda kendisine
güvensizlikten kaynaklanıyor. Bu bir fobidir. PKK hiçbir
zaman, en güçlü olduğu dönemlerde bile kendisine, savunduğu
politikalara güvenmedi. Kendisini
bekleyen "son"la ilgili olarak kaygı ve endişeden
hiç kurtulamadı.
Hem PKK herşeydir diyorlar,
bizi küçümsüyorlar, hem de PKK'nın mirasında gözümüz
olduğunu söylüyorlar. PKK'nın yerine göz diktiğimizi
ileri sürüyorlar.
Öncelikle, birisinin mirasını
bölüşmek için ortada bir ölü, ya da ölüm döşeğinde
bir hasta olmalı. PKK böyle mi?. Bu kişiler, bu
tür sözlerle, farkında olmadan PKK'nın hazin durumunu
sergiliyorlar.
PKK ortaya çıktığı
günden beri kendisinin dışındaki Kürt örgütlerini
düşman gibi gördü, ortadan kaldırmak için çalıştı.
Doğal olarak başkalarını da kendisi gibi
sanıyor. Sormak gerekir: PKK gibi kuzeyli bir örgütün
Güney Kürdistan'da işi ne? Hele hele, Türkiye'ye karşı
mücadeleye son verdikten, artık Türk devletini güçlendirmeyi
kendisine görev edindikten
sonra?.
Yine sormak gerekir: PKK'yı
görülmemiş bir hızla tasfiye etmekte olan kimdir,
bizzat Öcalan ve bugünkü PKK yönetimi değil mi? öyleyken,
bu tasfiye sürecine kılıf biçmekten, alkış
çalmaktan başka birşey yapmayan Özgür Politika'nın
yazarı neden başka örgütleri suçluyor?
Öte yandan, biz PKK'nın mirasına
talip miyiz bakalım?. Bu miras nasıl bir şeydir?
Kardeş kavgası, komploculuk, yalan ve iftira, makyavelizm,
baskı ve tehdit, acımasız eylemler, halka ve
ülkeye yıkım getiren yanlış politikalar
ve benzeri nice olumsuz unsurdan oluşan bu mirası
biz ister miyiz?..
Hayır, PKK sözcüleri pek yanılıyorlar.
Bizim bu mirasta hiç mi hiç gözümüz yok. Bizim kararlıca
savunduğumuz kendi politikalarımız, kendi değerlerimiz,
mücadele içinde doğan kendi geleneklerimiz var. Hiçbir
zaman PKK'nın yerinde olmak, onun yaptıklarını
yapmak istemedik. Ne şiddete tapındık, ne kardeş
kavgasına karıştık, ne de birtakım
ilişki, çıkar ve destekler karşılığında
politikalarımızı başkalarına ipotek
ettik. Yanlışlarla
büyüyen, ama geleceği olmayan bu güce hiç özenmedik.
Biz örgütsel bağımsızlığını
titizlikle koruyan bir partiyiz.
Ama eğer sözkonusu olan PKK'yı
terkeden ve daha da terk edecek olan aydınların,
kadroların veya ondan uzaklaşan kitlenin bize yöneleceği
ise, bu farklı bir konu. Bunlar yurtsever, devrimci insanlar.
Bunlar kimsenin mirası değil, mal değil. Bizim
saflarımız politakalarımızı doğru
bulan, programımızı onaylayan tüm yurtseverlere
açık. Geçmişte bizden ayrılıp PKK çevresine
gidenler de oldu; bu
doğal birşey. Herkes dilediği yerde politika
yapmalı. Şimdi sözde önlerine Türkiye'nin demokratikleşmesini
koyduklarını söyleyenler, Kürt siyasal yaşamının,
örgütler arası ve örgüt içi ilişkilerin demokratikleşmesi
için de çaba göstermeli, buna alışmalılar.
PKK çevreleri sık sık,
bizi Avrupalıların adamı olmakla, onlardan
para almakla suçluyorlar. Özgür Politika'nın 7 Aralık
tarihli sayısının başyazısında
da bu suçlama var. Hayır, bu tam bir yalandır. PSK
bugüne kadar hiçbir Avrupa ülkesinden, bu ülkelerin kuruluşlarından,
siyasi partilerinden tek kuruş almamıştır.
Başka ülkeler veya kuruluşlar bize dostça yardım
etseler almaz mıyız? Alırız elbet. Bu
ayıp değil. Bizim halk ve örgüt olarak böylesi dostça
yardımlara ihtiyacımız da var. Ama Avrupa ülkelerinin
hükümetleri bizim değil, Türkiye'nin dostlarıdır.
Onlar Türkiye'ye silah ve para verirler.
Bize bu suçlamayı yapan PKK
çevreleri acaba dediklerine gerçekten inanıyorlar mı?
Kimbilir, belki de kendi uydurdukları, yıllardır
sakız gibi çiğnedikleri bu yalana kendileri de inanıyordur..
Belki bizi de kendileri gibi sanıyorlardır.
PSK başka ülkelerden yardım
alabilse, Kürt halkını içerde ve dışarda
haraca bağlasa, ya da bu bayların çok iyi bildiği
türden başka güçlü gelir kaynakları olsa, onun da
yurt içinde ve dışında günlük gazeteleri, televizyonu,
Batının başkentlerinde dayalı döşeli
onlarca bürosu, yüzlerce profesyonel kadrosu olurdu. Oysa
PSK mücadelesini tümüyle kendi üye ve sempatizan çevresinin
özverisi, desteği, bağışları ile
sürdürüyor. Biz kendi yağıyla
kavrulan ve olanakları dar bir örgütüz. Aklı ve
vicdanı olan herkes bunun böyle olduğunu bilir.
Roja Teze: Türkiye 10-11
Aralık'ta Helsinki'de yapılan doruk toplantısı
ile Avrupa Birliği aday üyeliğine alındı.
Bunun Kürt sorununa etkileri ne olur?
BURKAY: Bildiğiniz
gibi Avrupa Birliği daha önce, kendisinden istenenleri
yerine getirmediği için Türkiye'yi genişleme halkasının
dışında tutmuştu. Ancak son doruk toplantısında
tavrını değiştirdi ve Türkiye'yi aday
ülke olarak kabul etti. Buna karşılık, Kopenhag
Kriterlerini yerine getirme koşulunu sürece bıraktı.
Türkiye'nin tam aday olması bu kriterlerde belirtileni
yerine getirmeye bağlı.
Bu süreç belli ki uzun sürecek.
Türkiye bilinen alışkanlığı ile,
özellikle insan ve azınlık hakları ile ilgili
konularda, Kıbrıs ve Yunanistan'la ilgili sorunlarda
ayak sürüyecek. Bay Ecevit daha adaylık imzasını
attığı gün, ayağının tozuyla
bir Kürt sorunu olmadığını tekrarlamaktan
geri kalmadı. Bay Demirel de kısa süre önce, Kürtlere
televizyon verirsek bu bağımsız devlete kadar
gider demişti. Görülüyor ki, Avrupa yolunda atılan
önemli adıma karşılık, Türkiye'yi yönetenlerin
kafa yapısında bir değişim yok.
Biz Parti olarak ötedenberi, Türkiye'nin
aday üyeliğinin Koperhag Kriterlerine uyulması koşuluyla
kabulünü savunduk. En azından bu doğrultuda güven
verici adımlar atılmasını istedik. Ne
var ki AB, Türkiye'yi itmemek, ona yolu açık tutup etkilemek
ve böylece değişimi kolaylaştırmak için
daha önce öne sürdüğü koşulları kaldırdı
ve Türkiye'yi aday üye yaptı. En azından,
bu kararın alınmasının temel nedenleri
Avrupa'nın stratejik çıkarları olsa da, görünürdeki
gerekçeler bu. Bundan dolayı üzgün değiliz. Kürdistan'ın
bir parçası da böylece Avrupa Birliği'nin yolunu
tutmuştur. Öte yandan, Türk yöneticiler ne denli ayak
diretseler de Türkiye, bu adımla birlikte dönüşü
zor bir yola girmiştir ve ister istemez etkilenecektir.
Türkiye aday ülke olmak için AB'nin öngördüğü demokratik
değerleri benimsemek, yasal sisteminde gerekli değişimleri
yapmak ve bu arada Kopenhag Kriterlerini
hayata geçirmek zorundadır. Bütün bunlar bizden yanadır
ve mücadelemize kolaylıklar sağlayacaktır.
Türkiye, barış ve demokrasi
güçlerinin gelişeceği bir döneme giriyor; bu olumludur.
Böylece Kürt ulusal mücadelesi için, siyasal ve kültürel planda
daha elverişli bir ortam oluşacaktır.
Roja Teze: AB Kürt sorununun
çözümü için Türkiye’yi zorlayacak mı?
BURKAY: Doğal olarak
etkileyecek. çünkü Türkiye'nin istikrar kazanması ve
çözülmemiş Kürt sorunu nedeniyle Avrupa'nın başının
ağrımaması buna bağlı. Kopenhag Kriterlerinin
yerine getirilmesi bile Kürtlerin kültürel, yönetsel ve siyasal
planda önemli haklar elde etmelerini sağlayacak. Ama
elbet, bu iş kolayca ve kendiliğinden olmayacak.
Türkiye'nin Kürtleri inkara koşullanmış yönetimi,
şoven kafaları buna
karşı direnecek, bu kriterleri de dejenere etmek,
sulandırmak için çalışacak. çözüm bundan sonra
da asıl olarak Kürt halkının mücadelesine bağlı.
Yeni dönemin koşullarına uygun olarak mücadeleyi
örgütlemeli ve karalıca sürdürmliyiz.
"Yeni Dönemde Yeni Örgüt ve
Yeni Mücadele Biçimlerine Gerek
Var"
Roja Teze: PKK'nın
silah bırakması ve Türkiye'ye AB yolunun açılması
ile Kürt politikası bakımından da yeni bir
dönemin başladığını söyleyebilir
miyiz? Silahlı mücadele döneminin sona erdiğini
söylediniz. Bu dönemde mücadele hangi yöntemlerle ve hangi
biçimlerde yürümeli?
BURKAY: Yeni bir döneme
girdiğimize kuşku yok. üstelik bu dönem, tam da
2000'li yıllarla başlıyor. Kürt hareketi bu
dönemde siyasal mücadeleye ağırlık vermeli,
örgüt ve mücadele biçimlerini buna uyarlamalı.
30-40 yıl öncesi, 1990'lı
yılların başına kadar süren dönem, çok
farklıydı. 1960'lı, 70'li yıllar dünyada
devrim yıllarıydı. Bu dönemde Kürdistan'ın
tüm parçaları da silahlı mücadele ile kaynadı.
Bu koşullarda Türk solunun ve Kürt ulusal hareketinin
iyi hesap kitap yapmadan, ülke ve bölge koşullarını,
güçler dengesini gereği gibi değerlendirmeden silahlı
eyleme özenmesi doğaldı. Oysa şimdi yeni bir
durum sözkonusu. Yaşanan acı deneyim ise neyin olup
neyin olamıyacağını gösterdi.
Şimdi bizden beklenen umutsuzluk ya da yeni maceralar
değil, gerçekçiliktir. Kürt ulusal hareketi önüne barışçı,
siyasal yöntemler koymalı. Koşullara uygun düşen
yöntemler budur. Böylece Kürt hareketini yeniden örgütleyip
mücadele alanına etkili biçimde
yöneltebilir, aynı zamanda Türkiye'deki demokratikleşme
sürecine katkıda bulunabiliriz.
Örgütsel biçim ise en başta,
yurtsever hareketin en geniş kesimlerini bir araya getirecek
olan bir legal partidir.
Belki bazıları legal
parti önerimizin yeni olmadığını söyleyecekler.
Doğrudur. Daha seksenli yıllar sona ermeden bu öneriyi
getirdik. Değişik kesimlerin içinde yer alacağı
geniş, legal, kitlesel bir parti önerdik. Ne yazık
ki birçok Kürt çevresi o zaman bu önerimizin önemini kavramadı.
Bildiğiniz gibi, 1990'da HEP kuruldu ve bizim taraftarlarımız
da içinde yer aldılar. PKK ise önce HEP'e karşı
tavır aldı, içinde yer almadığı,
ya da kendisinden yana olmayan her şey gibi onu da kendisine
karşı bir girişim gibi suçladı. Ama çok
geçmeden tavır değiştirdi,
taraftarlarını HEP'e soktu, içinde etkinlik kurdu
ve yaptığı yanlışlarla onu işlevini
yapamaz hale getirdi. Daha sonra ise HEP, milletvekilliği
uğruna SHP'ye pazarlandı.
İkinci girişim DEP'ti,
PKK ile imzaladığımız 1993 protokolü sonrası
doğan olumlu havada oluştu. Ama PKK aynı yanlış
yöntemleri DEP içinde de sürdürmekten geri kalmadı ve
sonunda onu da heder etti. Bütün bunlar Kürt hareketinin legal
planda sağlıklı bir yapı oluşturmasını
engelledi ve kaçınılmaz olarak ayrışmalara
yol açtı.
Şimdi görev
yine gündemdedir. Bugün de legal planda Kürtler tarafından
oluşturulmuş ve Kürt sorununun çözümünü başlıca
gündem maddesi sayan iki legal örgüt, HADEP ile DBP var. Ama
bunlardan DBP, yeterince kitlesel değil ve yurtsever
hareketin değişik kesimlerini kapsayamıyor.
HADEP'in ise, şimdiye kadar yanlış yönetilmesi
ve dayandığı potansiyelin hovardaca heder edilmesi
bir yana, bu aşamadan sonra ne olacağı belirsiz.
Son dönemde HADEP'i de tümüyle ehlileştirip rejimin dümen
suyuna sokma, hatta bazı başka örgütlerle
birleştirip düzene entegre etme çabaları var. Bu
nedenle sorun şimdi de gündemdedir. Hatta, son dönemde
yaşanan önemli değişikliklerin ardından
daha da önem kazanmıştır. Aydınların,
siyasal kadroların yanısıra, bizzat yurtsever
halk kesimleri de bundan
böyle ne olacağını
soruyor, bir çıkış yolu arıyor. Bize göre
bu çıkış yolu yine de ve en başta geniş,
kitlesel, legal partidir.
Rejimin niyetleri belli. O, Apo'yu
ele geçirdikten sonra, bizzat onun ve PKK'nın eliyle
Kürt hareketini tümüyle ehlileştirip düzene boyun eğen
sessiz bir yığına dönüştürmek istiyor.
Buna evet demeyen tüm siyasal kadrolar, aydınlar, yurtseverler
de bu oyunu bozmak için kendilerine düşeni yapmalılar.
Biraraya gelerek koşullara ve döneme uygun örgüt ve mücadele
biçimlerini yaratmalılar.
Biz, geniş yurtsever kesimleri
ortak bir program üzerinde biraraya getirecek bir legal partiyi
bu dönemin kilit görevi olarak görüyoruz. Sosyalist Kürtler,
sosyal demokrat ve liberal eğilimli Kürtler, hatta islami
değerleri öne çıkaran yurtsever kesimler böylesine
bir birlikte biraraya gelebilir. Bu bir tür cephe partisi
olacaktır. İşlevi ise Türkiye'nin demokratikleşmesi
ve Kürt sorununun barışçı ve adil çözümü için
çalışmaktır. Örgütün etkili olması, çekim
merkezi olması, kitlelere umut vermesi için
böyle bir birliğe ihtiyaç var.
Roja Teze: Bunun için
1990'da HEP'in kuruluş döneminde veya daha sonraki yasal
partilerin kuruluşu sırasında biraraya gelmeyenlerin
şimdi gelebileceğine inanıyor musunuz?
BURKAY: Elbet bu işin
kolay olmadığını biliyorum. Ama bugünkü
olumsuz durumu aşmak için başka çare yok. Geçmiş
yıllarda böylesi bir legal siyasal çalışmayı
önemsemeyenler, zaman içinde onun önemini anladılar.
Dün böylesi bir birliğin önünde varolan kimi engeller,
hegemonyacılık ve başka türden etkiler bugün
daha zayıf.
Kuşkusuz bugün de güçlüklerimiz
var ve bunları aşmak zorundayız. Bugün hala
bazı kesimler, legal örgüt denince "Kürt" adını
taşıyan ve illegal partilerin programlarına
benzer bir azami programa sahip partiler düşünüyorlar.
Ancak bu tutum gerçekçi değil. Türkiye'nin bugünkü yasal
ve politik ortamında böyle bir partiyi kuramaz, bir gün
bile yaşatamazsınız. Oysa amaç bir günlük bir
gösteri değil, iş yapmaktır. Bize siyasal mücadele
için bir araç gerekli. Bu nedenle örgütün programı daha
önceki
partilerin, veya şu anda mevcut olan DBP, HADEP türünden
partilerin programına yakın ya da benzer olabilir.
Önemli olan örgütün geniş
kitle desteğine sahip olması ve iyi yönetilmesidir.
Böyle bir parti, mütevazi bir programla da çok iyi işler
yapabilir, kitleleri amaca uygun biçimde yönlendirebilir.
Kitle desteği olmayan bir örgüt ise, dünyanın en
güzel adına, en iyi programına sahip olsa hiçtir.
Öte yandan, kötü yönetilen bir parti, kitle desteğine
sahip olsa da amaçları doğrultusunda ilerleyemez
ve o
potansiyeli heder eder. Bunun somut örneklerini son yıllarda
yaşadık.
Kürt isimli bir partide ısrar
edenler bugüne kadar yalnızca söyledikleriyle kaldılar,
her hangi bir adım atmadılar. Böyle giderse atacakları
da yok. Bu, çıtayı 240'a koyduktan sonra oturup
bekleme yöntemidir ve böyle yarış olmaz!
Bir de Şerafettin Elçi ve
yanındakilerin bilinen tutumu var. Şerafettin DEP'in
kuruluşu sırasında kendi başkanlığını
şart koşmuş, bu olmayınca da çekip gitmişti.
DDP'nin kuruluşu sırasında da aynı tavrı
göstermişti: Hem başkan olmayı koşul olarak
ileri sürmüştü, hem de parti meclisini tek başına
belirlemeyi.. Belli ki sayın Elçi kendi şahsı
için bir parti istiyor!
Demokratik olmayan bu tutum, haklı
olarak onay görmeyince, Şerafettin bu kez ortak parti
girişimlerinden uzak durdu ve gerekçe olarak da "bu iş
sosyalistlerle birlikte olmaz" dedi. Oysa bu iş sosyalistlerle
de, başkalarıyla da birlikte olmalı. Nitekim
sosyalist Kürtler, demokrasi ve özgürlüklerin kazanılması
için Şerafettin'le de, sosyalist olmayan
başkalarıyla da birlikte çalışabileceklerini
söylüyorlar. Birlik anlayışı ve halka karşı
sorumluluk bunu gerektirir.
Roja Teze: Kurulacak
partiye sizin, yani PSK'nın dışardan müdahale
edebileceği tarzında kaygılar var. Ya da bazıları
PSK taraftarlarının böyle bir partide yönetimi alabilecekleri
kaygısını taşıyorlar.
BURKAY: Bunlar boş
kaygı ve endişeler. Bizim yıllardır en
geniş yurtsever kesimlerin katılacağı
kitlesel, legal pir partinin oluşması için bunca
çaba göstermekten amacımız açık: Kürt halkının
etkili bir araca sahip olması. Bunun yalnızca bizimle
olmayacağını biliyoruz. Bunu ille de kendimizin
yönetmesi gibi bir tutkumuz yok. Ayrıca bunu yanlış
da buluyoruz. Biz onu taban ve yönetim olarak başkalarıyla
paylaşmak istiyoruz.
Bizim, böylesi bir partinin
çalışma tarzına ilişkin anlayışımız
şudur: Böylesi bir parti tümüyle demokratik şekilde
işlemeli. Yani organları seçimle gelip seçimle gitmeli,
dışardan bir karışma, baskı, tehdit
olmamalı. Zaten bizim baskı yapacak bir aygıtımız,
silahlı gücümüz,
polisimiz de yok! PSK'nın kendisi çok demokratik bir
parti. Örgütümüz tümüyle üyelerinin gönüllü birliğine
dayanıyor. Başkalarının, hele tek seçiciliğe
özenenlerin tahmin edemiyeceği kadar demokratik bir işleyişi
var. Yöneticilerin seçimi, tartışma, karar
alma süreçleri tümüyle demokratik. Hangi nedenle olursa olsun,
ayrılmak isteyen özgürce ayrılıp gidiyor. Farklı
görüşte olana, ayrılana baskı yok, tehdit yok.
Ayrılan kişi örgütümüzün aleyhinde çalışmadıkça
dostça ilişkilerimiz de devam ediyor. Örgütümüzün
aleyhinde çalışanlarla ise çok çok merhabayı
kesiyoruz.
Biz legal partinin ve tüm legal
kurumların kendi yağlarıyla kavrulmasından
yanayız. Onlar kitle içinde örgütlenerek, kitleden aldıkları
destekle ayakta durmalılar. Gerçek anlamda özgür olmaları,
güçlü olmaları ve işlevlerini yapmaları da
buna bağlı.
Özetle, bizim legal partiye ilişkin
anlayışımız budur. Başkalarını
inandırmak için ise, birlikte çalışıp
birbirimizi tanımaktan başka elimizde sihirli bir
ölçü aleti yok.
Kaldı ki yönetimin oluşması
demokratik seçimlerin sonucu olacaktır. Bize yakın
insanlar yönetime girebileceği gibi giremiyebilir de.
Bu tabanın bileceği iş. Demokratik işleyişe
ve bunun sonuçlarına herkes razı olmalı, içine
sindirmeli. Başlangıçta değişik eğilimlerden,
grupsal özellik
taşıyanlar biraraya gelse bile, zamanla tam bir
kaynaşma, bütünlük sağlanabilir ve öyle olmalı.
Ancak, ille de baş olmak isteyenler ve bu nedenle kendilerine
yeter, küçük bir kulübeyi tercih edenler böylesi geniş
bir birlikten, kaynaşmadan ürkebilirler.
Biz halkımızın geleceği
ve haklı davasının kazanılması için
birbirimizle çalışmak zorundayız. Öyle olunca
da önyargıları aşıp biraraya gelmeyi başarmalıyız.
Kürt hareketi, geçmişten kalan ve örgütlü mücadelenin
önünde ciddi bir ayakbağı olan feodal değerleri,
kendi başına buyrukluğu, haseti aşabilmeli.
Bir araya geldiğimizde, nicel olarak bugünkü örgütlü
yapıların gücünü çok çok aşan bir kitlesel
güce ulaşabiliriz. Böyle bir yapı içinde, demokratik
mekanizmalar iyi işlediği zaman, bu işe gerçekten
layık olanlar, yetenekli ve çalışkan olanlar
yönetime gelir. Öyle de olmalı.
Roja Teze: Şu anda
mevcut partiler, HADEP ve DBP böylesi bir birliğin oluşmasında
rol oynayamazlar mı?
BURKAY: Elbet oynayabilirler.
DBP'nin de HADEP'in de Türkiye'nin mevcut yasal düzenine
uyarlanmış birer programları var. Yeni dönemde
yasal durum iyileşebilir ve bu programlar da Kürt halkının
istemleri bakımından iyileştirilebilir, siyasal
partilerin çalışmalarını zorlaştıran
engellerin kaldırılması yönünde rejim zorlanabilir.
Ancak,
HADEP bakımından şu anda belirsiz bir durum
var. HADEP dün, legal bir partinin durumuyla hiç de bağdaşmayan
sivri tavır ve tutumlar içinde, "militanca" politika
yaparken şimdi de havaya uyup, şu içi boş "demokratik
cumhuriyet projesi"ne angaje olmuş durumda.
Bu ise, gerçek bir değişim, demokratikleşme
ve özgürleşme projesi değil, Kürtleri mevcut düzene
entegre etme projesi. HADEP'in bu yolda nereye kadar gideceği
belirsiz. Onu başka kesimlerle birleştirip tümüyle
paralize etme projeleri de var.
HADEP'in
yeni süreçte olumlu bir rol oynaması, ancak bu tuzağa
düşmemesine, varlığını sürdürmesine
ve yurtsever bir politikayı korumasına bağlıdır.
Bunu yapıp yapamıyacağını zaman gösterecek.
öte yandan, rejim planlarını hızla hayata geçirmeye
çalışırken, Öcalan'la
birlikte PKK ve HADEP'i ve rejimle uzlaşmaya alışık
ve fit olan kimi Kürt çevrelerini de bu doğrultuda yönlendirirken,
bu kötü gidişten memnun olmayan Kürt yurtsever örgütleri
ve tüm yurtsever çevreler oturup sonuçları bekleyemezler.
Gecikmeden tedbir alıp
adım atmak gerekir.
DBP elbet bu doğrultuda olumlu
bir rol oynayabilir. Programı tüm yurtsever kesimlerin
üzerinde uzlaşabileceği demokratik, çağdaş
bir programdır. DBP'yi kuranların, kuruluş
aşamasında diğer bazı yurtsever çevrelere
de birlikte örgütlenme önerisi götürdüklerini biliyorum. Ne
yazık ki bu çevreler, bir bölümüne yukarda işaret
ettiğim çeşitli nedenlerle uzak durdular. Bu aşamada
katılmaları da pekala mümkündür ve ayıp değildir.
Böylece işe sıfırdan başlanmış
olmaz, DBP'nin kazanımları korunmuş
olur ve bu herkesin yararınadır.
Ama eğer, biz Kürtlerde çokça
rastlanan bir tutumla, bu onur meselesi yapılıp
ayıp sayılacaksa, başka türlü çözümler de mümkündür.
Ben elbet DBP adına konuşamam, ancak kendim ve partim
adına konuşabilirim. Ama öyle sanıyorum ki
DBP'li yurtseverler birlik için gereken özveriyi göstermekten
geri kalmayacaklar. Katılımla birlikte kongreye
gitmek, gerekiyorsa programda değişiklikler yapmak,
yeni bir ad ve yönetim seçmek mümkündür. Hatta, duruma göre,
biraraya gelip, tümüyle
yeni bir tüzük, program ve adla, yeni bir yönetim oluşturmak
da mümkündür. Yeter ki ortada ciddi, geniş bir katılım
ve birlik çabası olsun.
Roja Teze: Siz ülkeye
dönmeyi, böyle bir yasal kuruluşta kişi olarak rol
almayı düşünüyor musunuz?
BURKAY: Zaman zaman böyle
bir soruyla karşılaşıyorum. Bir kere benim
hala Türkiye'ye dönme koşullarım yok. Bu olanak
olsa hemen dönerdim. Rejim bana ve benim durumumdakilere bu
fırsatı vermiyor. Ben Türkiye'de yasaklı olan
bir partinin yöneticisiyim. Bundan dolayı bana en azından
15 yıl ceza verirler. Suç sayılan onca yazım,
konuşmam da cabası.
Rejim bizi göçmenliğe mahkum
etti, halkımızdan, onun mücadelesinden koparmaya
çalıştı. Ama göçmenlik koşullarında
da direndik ve ayakta kaldık. Günümüzün rahat iletişim
koşullarında, sesimizi duyurmak için Stokholm'de
olmakla Ankara'da olmak arasında fark yok. Üstelik Avrupa'da
sansür, polis baskısı, zindan tehditi, işkence
ve faili meçhul yok. Yeri gelmişken, Avrupa Birliği'ne
girmeye pek hevesli görünen Türk devletinin, Demirel
ve Ecevit gibilerin, bu oyuncaklarından nasıl el
edeceklerini pek merak ettiğimi söylemeliyim!..
Ben Türkiye'ye döneceksem orada
serbestçe siyaset yapabilmeliyim, görüşlerimi özgürce
söyleyebilmeliyim. Yoksa zaten dolu olan Türkiye'nin zindanlarına
63 yaşında bir politikacı ve şair daha
hediye etmek istemem. Üstelik bana cezaevinde, bazıları
gibi hergün demeç verme fırsatını vermeyecekler
ve bana karşı, bu demeçleri gazete manşetlerinden,
televizyon ekranlarından her allahın günü yansıtacak
kadar konuksever
davranmayacaklardır.. çünkü söyleyeceklerim hoşlarına
gitmeyecek; bugün savunduğum görüşlerden ödün vermeyeceğimi
bilirler.
Rejim çıkarmaya çalıştığı
af yasası ile işkenceciyi, vurguncuyu, çeteciyi,
katili zindandan ve ceza tehditinden kurtarmak istiyor da,
duvarlara yazı yazan çocuk ve gençlere, düşüncesini
söyleyen aydına ve bu arada bizim gibi ülkede demokrasi
ve özgürlük isteyenlere bu fırsatı vermek istemiyor.
Ama böyle yapmakla ne ülke kârlı çıkıyor ne
de bizim çalışmamız duruyor. Benim ve
bir bölüm arkadaşımın
ülkeden çıkışı yaklaşık yirmi
yıl oldu. Ama yurt dışında da mücadeleyi
inatla sürdürdük, bizi soyutlamak isteyenlerin heveslerini
kursaklarında bıraktık. Bundan sonra da öyle
olacak. Doğru şeyler yaptığımız,
toplumdan yana, ileri politikaları
savunduğumuz sürece, kimse bizim Kürt ve Türk halkıyla
ilişkimizi kesemez, etkimizi önleyemez.
Sonuç olarak, koşullar değişmedikçe,
benim için dönmek ve böylesi geniş, kitlesel, legal bir
partinin örgütlenmesine doğrudan katılmak olanağı
yok. Ama bu işi yapabilecek insanlar yurt içinde az değil.
Yeter ki iyi niyet ve çaba olsun. Biz yurt dışından
ve moral planda da olsa onlara destek vermeye hazırız.
Öte yandan, yeni dönemde Kürt yurtsever
kesiminin nasıl ortak legal bir partiye ihtiyacı
varsa, öylesine, sesini duyuracak, istemlerini dile getirecek
başka araçlara, günlük gazeteye, radyoya, televizyona
ve başka kurumlara da ihtiyacı var. Kanımca
bunlar birbirine bağlı. Eğer birlik anlayışını
egemen kılabilirsek çok şey yapabiliriz.
Yeni dönemde
Kürt hareketi olarak biz de anlayışımızı,
çalışma yöntemlerimizi yenilemeliyiz. Kürtlerin
gücünü, olanaklarını -kadro, kitle ve parasal planda-
biraraya toplamalıyız. Bunun için irili ufaklı
tüm gruplara, aydınlara görev düşüyor. Herkes üstüne
düşeni yapmalı,
katkısını sunmalı. Kendi küçük kulübesini
kurma, iki evli köyün birinci olma eğilimi artık
son bulmalı. Yoksa on yıl sonra da yine aynı
şeyleri tartışırız.
Bazıları birliğin
lafını çokça ediyorlar, ama iş adım atmaya
geldi mi orada duruyor, ya da işi yokuşa sürüyor,
bin dereden su getiriyorlar. Biz diyoruz ki işte birlik:
Buyrun, gelin legal partide birleşelim, dönemin, mücadelemizin
gerektirdiği kurumları hep birlikte oluşturalım.
Laf etme değil, iş yapma zamanıdır!
|