Ayın Yorumu
Temmuz 2000
Bir ileri, iki Geri..
Türkiye'nin geçen aralık ayında, AB aday üyeliğine kabulünün
ardından, artık bu ülkede, mehter takımı yürüyüşüyle de olsa
bazı şeylerin değişeceği umulmuştu. Yani iki ileri bir geri..
Ama son gelişmelere bakılırsa Türkler bunu da değiştirmiş,
bir ileri iki geri yapmışlar!
Aradan sekiz ay geçti, Türkiye'de insan hakları ve demokrasi
alanında en küçük bir değişim yok. işkence varhızıyla devam
ediyor. Savcılar işkence edenlerin değil, bunu fotoğrafla
kanıtlayanların peşinde! Düşünceyi ve sözü yasaklayan TCK'nın
312. Maddesi de TMK'nın 8. Maddesi de yerli yerinde, bu maddelerden
habire yazarlar, politikacılar, barış ve demokrasi yanlıları
tutuklanıyor, ağır cezalar alıyorlar. Bay Ecevit Kopenhag
Kriterlerine yan çizmek için "Kürtçe bir dil değil," diyor
ve bir dizi adam geçinen soytarı bu sözleri kurulmuş saat
gibi, papağan gibi yüksek sesle tekrarlıyorlar. 12 Eylül faşizminin
kurumları tümüyle işbaşındalar ve bildiklerini okuyorlar.
şu YÖK adındaki garabet, 400'den fazla öğretim üyesinin oy
verdiği kişiyi değil de tek oy alan birini rektörlüğe öneriyor
ve cumhurbaşkanına bile kafa tutuyor. RTÜK habire radyo, televiyon
kapatıyor; elbet halka yalan söyleyenleri değil, doğruları
söyleyenleri.. Hükümet yeni antidemokratik kararnameler çıkarıyor,
yargıyı bir yana iterek memur kıyımına hazırlanıyor.
Türk Ceza kanunu'nun 312. Maddesinden DBP Genel Başkanı
Yılmaz Çamlıbel bir yıla mahkum edildi, hem de yedi yıl önce,
insan hakları derneğinde, insan haklarıyla ilgili yaptığı
bir konuşma yüzünden. Eski başbakanlardan Erbakan da aynı
maddeden mahkum edildi ve eğer bu maddede bir değişiklik olmazsa
yakında hapse girmesi bekleniyor.
Erbakan ne mi demiş: "Sen besmeleyi kaldırır, 'Türküm, doğruyum,
çalışkanım' dersen, eloğlu da çıkar 'ben de Kürdüm, daha doğru
ve daha çalışkanım' der" demiş. işte bu "vatanı ve milleti
bölen, TC vatandaşlarının bir bölümünü diğerlerine karşı kışkırtan
bir konuşma" imiş!..
Bu memlekette ilkokullarda her sabah çocuklara metazori
olarak koro halinde, "Türküm, doğruyum çalışkanım!" diye and
içirilir. Bu and Kürtlere, Rumlara, Ermenilere, Çerkezlere,
Araplara, Lazlara ve ötekilere de okutulur; ama Kürdün "Kürdüm"
demesi yasaktır ve ağır suçtur. Erbakan da Kürtlere Kürt diyerek
suç işlemiştir!
Erbakan bu ülkede Başbakanlık yaptı, ama bu maddeye dokunmadı.
Dokunmak, onu değiştirmek aklına gelmedi. istese bunu yapabilir
miydi, o ayrı mesele.. Ama değiştirmek için hiçbir çaba da
göstermedi. Demokrasinin, insan haklarının bir gün kendisini
de lazım olacağı Erbakan'ın aklına hiç gelmedi.
Şu andaki başbakan Ecevit ise, bu mahkumiyet nedeniyle şöyle
diyor:
"Erbakan'ın cezaevine girmesini içime sindiremiyorum!"
Ecevit başkalarının, iHD başkanı Akın Birdal'ın, DBP Başkanı
Yılmaz Çamlıbel'in, iP Başkanı Perinçek'in ve daha nice yazar
çizerin, bilim adamının, demokratın ve barış yanlısının cezaevine
konmasını içine sindiriyor da Erbakan'ınkini sindiremiyor.
Çünkü o eski bir başbakan, onun arkasında büyük kitle gücü
var
Pek yufka yürükli, şair ve "dürüst" ecevit hazretlerinin
dolabında nice çifte standartlar var!..
ANAP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Mesut yılmaz da
aynı şeyi söylüyor: "Erbakan'ın düşüncelerine karşıyım, ama
bu nedenle hapse konmasını da yanlış buluyorum
"
işte sorun burada. "Düşüncelere karşı olmak!" bununla da
kalmayıp bu düşünceleri suç saymak, yasaklamak. "Türküm" demeyi
yasayla zorunlu hale getirmek, "Kürdüm" demeyi ise yasayla
engellemek. Böyle bir ülkede günü gelir herkes suçlu duruma
düşebilir.
Ecevit, Yılmaz ve sorumlu yerlerdeki başkaları, Erbakan'ın
mahkumiyeti ile ilgili olarak üzüntülerini belirtiyorlar da
312'yi değiştirmek için kıllarını bile kıpırdatmıyorlar. Neden?
MGK engel olduğu için mi? Evet, generaller 12 Eylül yadigarı
bu baskı çarkının hiçbir dişlisine dokunulmasını istemedikleri
gibi, bu maddenin de değişmesini istemiyorlar. öyle olunca
da seninkilerin hem kılı, hem parmakları kıpırdamaz. Ama bu
bayların kendileri de değişiklik istiyorlar mı bakalım?
Ecevit'in durumu ortada. ülkenin en kararlı tutucusu ve
bundan sonra onu ancak teneşir paklar. Yılmaz'a gelince, o
da bir öyle bir böyle konuşuyor, mavi boncuklarını herkese
dağıtıyor, ama sonunda MGK'nın dediği oluyor!
Hükümetin üçüncü ortağı MHP'ye gelince, bu kurt irisinden
demokrasi ya da insan haklarına saygı bekleyen zaten yok.
Kısacası Türk devlet adamları, son dönemdeki yaptıklarıyla
değişim konusunda umut vermek şurda kalsın, sabır taşını bile
çatlatacak şeyler yapıyorlar.
Verheugen'in Yürek Hoplatan Ankara Ziyareti
AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Temsilcisi Günther
Verheugen'in Temmuz ayında Ankara'ya yaptığı ziyaret olay
oldu. Türk basını Verheugen'in "Kürt azınlık için televizyon
ve eğitim hakkını içeren bir belge bıraktığını" ileri sürdü
ve bu haber bilinen çevrelerin şoven duygularını feci şekilde
ateşledi. Her taraftan AB'ye yönelik salvolar başladı. Bir
kez daha Batılıların Sevr'i hortlatmak istedikleri ileri sürüldü.
Türkiye'de, Lozan'da adlandırılan Rum ve Ermenilerden başka
azınlık yoktur, dendi. Kürt dili bir dil değildir, dendi.
Sonra birileri çıktı da bu pek ateşli Türklerin yüreklerine
su serpti. Ecevit "böyle bir belge yok, "Kürtçülüğü konuşmadık!"
dedi. Verheugen'in kendisi, bu konuda herhangi bir yazılı
belge vermediğini söyledi.
Ancak bu olay Türk siyasi çevrelerinin ve medyasının AB
ve Kürt sorunuyla ilgili olarak nasıl diken üstünde olduklarını
göstermeye yetti. Kürtçe eğitim ve televizyon haberi bile
bu baylarda sara benzeri ihtilaçlara yol açtı. Bu toplumda
korkunç bir Kürt sendromu var, maniye dönüşmüş. Bunların bu
şekilde nasıl AB'ye girecekleri çok düşündürücüdür. Daha buna
kalmadan kafayı tümden üşütürlerse şaşmamak gerekir.
Bir toplum nasıl bu duruma düşer, araştırmaya incelemeye
değer. Sosyologlar ve psikologlar için ilginç bir konu
Partimize Karşı Düzeysiz Bir Kampanya
Temmuz ayının ilginç gelişmelerinden biri de PKK'nın partimize
ve genel sekreterimiz Burkay Yoldaş'a karşı açtığı saldırgan
ve düzeysiz kampanya oldu.
Okurlarımız ve kamuoyu iyi bilir. PKK bize karşı geçmişte
de sık sık, yayın organları yoluyla bu türden yalan ve karalama
üzerine kurulu kampanyalar yürüttü. Yalanlarla bezeli fısıltı
gazetesine ve sözlü propagandaya ise hiç ara vermedi.
Son dönemde, ise işaret verilmiş, biryerlerden düğmeye basılmış
gibi, Medya-TV ve özgür Politika gazetesindeki cümle kapıkulları
ve devşirmeleriyle yoğun bir saldırıya geçmesi de bizim için
sürpriz olmadı.
PKK, Öcalan'ın Suriye'den çıkarıldığı 1998 sonbaharından
beri çok güç durumdadır. Başlangıçta gerek Kürt halkının,
gerekse uluslararası demokratik kamuoyunun, Türk devletinin
saldırgan tutumuna karşı gösterdiği tepkiyi ve verdiği desteği
kullanarak bu zorluğu aşmaya, zararı kara çevirmeye çalıştı.
Bu haklı ve onurlu tepkiyi tümden kendi hanesine yazıp kendi
yanlış politikaları doğrultusunda sömürdü. Partimiz de bu
dönemde Apo'nun siyasi mülteci olarak Avrupa'da kalmasını
sağlamak için çaba gösterdi. Ama Suriye'den çıkarıldığı zaman
Kürdistan'a gitmeyi göze alamamış olan Apo, bu kez de yargılanma
ve ceza alma korkusuyla italya'da kalmayı göze alamadı. Türk
devletinin tehditlerinden paniğe kapıldı, kendisi için tümüyle
rahat ve risksiz bir ülke aradı. Bu panikle yeniden yollara
düştü ve sonunda Türk devletinin eline düştü. Hatta düştü
mü, yoksa bilerek ve isteyerek mi gitti, bu bile tartışmalıdır.
Çünkü daha Roma'dayken Hollandalı Avukatı onun için, "eğer
italya'dan çıkarsa Türkiye'ye gidebilir" demişti. Başkaları
da Apo'nun Türkiye'ye gidebileceğini kendilerine söylediğini
ifade ettiler. Sıkışan, paniğe kapılan Apo'nun bunalıp düşmanına
sığınması ve af dilemesi onun kişilik zaaflarını, geçmişini
bilen insanlar için şaşırtıcı değildir.
Apo'nun Suriye'den çıkarılması ve yakalanmasıyla ilgili
olarak PKK ve kuyrukçuları müthiş komplo teorileri ürettiler.
Düşmanı olan komplo da beklemelidir elbet, bu doğaldır. Türk
devleti'nin Apo'yu yakalamak için tuzaklar kurmuş olması anlaşılırdır.
Bu konuda ABD'den de yardım gördüğü artık bir sır değil. Bütün
bunlar doğru, ama ya Öcalan ve PKK? Onlar tuzağa düşmemek
için neler yaptılar?
Suriye'nin bir gün Öcalan'a kapıyı göstereceği belli değil
miydi? Bu onlarca kez kendilerine hatırlatılmadı mı? Öcalan
Suriye'den çıkınca neden Kürdistan'a yoldaşlarının yanına
gitmedi? PKK neden Avrupa'yı teröre boğup kendisini Avrupa
ülkelerinde yasaklı hale getirdi? Buna rağmen italya, prensiplerini
çiğnemeyerek Öcalan'ı Türkiye'ye teslim etmeyeceğini defalarca
söylediği ve onu korumaya aldığı halde Öcalan neden bu ülkeyi
terk etti?
Bu yanlışları yapmasalar Öcalan Türklerin eline düşmezdi.
Ama habire komplo teorileri üreten Öcalan ve öteki PKK sorumluları
bunlar üzerinde hiç durup düşünmüyorlar.. Kendi yanlışlarını,
şaşkınlıklarını, paniklerini hiç irdelemiyorlar.
Kenya'dan alınıp götürüldükten sonra ise Apo'nun içine düştüğü
durum herkesin malumudur. Olan bitenler gizli kapaklı değil,
televizyon kameralarının, yani herkesin gözü önünde cereyan
etti ve bunlar yalanla örtülecek gibi değildir. Öcalan, daha
gözlerinin bandı açıldığı anda, hayatının bağışlanması karşılığında
Türk devletine hizmet önerdi. Anasının Türk olduğunu söylemeyi
de ihmal etmedi. Türk yetkililer zaten bunu bekliyorlardı;
çünkü Apo'yu çok iyi tanıyorlardı..
Apo, soruşturma ve mahkeme safhasında da, canını kurtarmak
için o güne kadar savunduğu herşeyden vazgeçti. Ne bağımsız,
ne federal, hatta ne de otonom Kürdistan! "Bana fırsat verin
dağdakileri indireyim, PKK'yi dağıtayım, bunu ancak ben yapabilirim,
çünkü, bir hiç olsam, beş paralık biri olsam bile bana inanıyorlar,"
dedi. "Bunu yapmam için de yaşamam gerek," dedi."Yanlış yaptıysam
yanlışımı düzelteyim" dedi. "Ben bir nefer olarak Türk devletinin
hizmetindeyim ve bundan onur duyuyorum" dedi.
Bu, sözde ulusal kurtuluş mücadelesi veren bir partinin
lideri için, o parti için, ne kadar utanılacak bir durumdu.
Bu dünyada eşi görülmemiş bir rezaletti. Kürt halkının tüm
onurlu evlatları bundan utanç duydular. Kürt halkının dostları
bu tutum karşısında şaşırdılar. Evlatlarını bu savaşta şehit
veren birlerce Kürt ailesi, onların dağdaki yoldaşları, inandıkları
dava için kendilerini yakmaya hazır genç insanlar ve cezaevlerinde
işkencenin, baskının türlüsüne karşı yiğitçe direnen tutuklu
ve hükümlüler, bu tutum karşısında şoke oldular. Apo Kürtleri
aşağıladı.
Ve PKK bu adamın arkasından gitti. Adına "Başkanlık Konseyi"
denen PKK yönetimi Apo'nun her dediğine evet dedi. Apo gerilla
güçlerini sınır dışına çekin, dedi, onlar çektiler. Apo grup
grup gelip teslim olun dedi, onlar gittiler. Apo Kürt halkının
temel siyasi istemlerinden vazgeçti, geçmişteki Kürt ulusal
mücadelesini karaladı, kemalizmi göklere çıkardı, onlar da
kuzu kuzu onu izlediler. Bunu yapmakla kalmadılar, Apo'nun
yaptıklarına habire kılıf biçtiler, bir kez daha Kürt halkını
aldatmaya çalıştılar. Teslimiyeti Kürt halkının susadığı barış
ve demokrasi sözcükleri ile ambalajlayarak yüksek bir politika
gibi sunmaya çalıştılar.
Bu utanılacak, akılalmaz bir durumdur. imralı'daki Apo,
canını kurtarmak için genelkurmaycılar, MiT'çiler ne diyorsa
yapıyor ve PKK da onu izliyor. Türk devleti bundan yararlanıp
Kürt halkını moral olarak çökertmeye, Kürt ulusal mücadelesini
bir bütün olarak teslim almaya çalışıyor. Bir yandan da Avrupa
Birliği'ne adaylık sürecinde, Avrupalılar'a dönüp, "Kürt sorunu
diye bir sorun yok. Terör sorunu vardı onu da bitirdik sayılır.
Bakın Kürtler birşey istemiyorlar. Bunun tanığı öcalan ve
PKK'dir!" diyor. Böylece Kürt sorunu nedeniyle önüne çıkabilecek
engelleri, hiçbir taviz vermeden aşmaya çalışıyor.
işte biz bu oyunu bildirilerle, makalelerle, toplantılarla
kamuoyunun gözleri önüne serdik. Kemal Burkay Yoldaş'ın çağrısıyla
Stokholm'de ve Köln'de yüzlerce Kürt aydını biraraya gelerek
bu oyunu açığa vurdu, iç ve dış kamuoyunu uyardı. Türk devleti
ve PKK'nın, bu ikilinin öfkesi bundandır. Oyun bozulmaktadır.
"Kral çıplak!" diyenler vardır.
Sözde Kürt TV'si Medya TV ve özgür politika gazetesi, buraya
çöreklenmiş olan zatlar, Apo sömürgeci rejime boyun eğerken,
herşeyi kendi kellesi hatırına pazarlarken, bu kadar düşer
ve Kürt halkını utanca boğarken seslerini çıkarmadılar. Tersine,
onlar da PKK Başkanlık Konseyi gibi ihanete ve rezalete kılıflar
biçtiler. Ama bu oyunu açığa vuran, ona tepki gösteren PSK'ya
ve Kemal Burkay Yoldaş'a karşı haçlı seferi başlatmışlar.
Kitlelerin gözünün içine baka baka yalan söyleyerek, iftiralar
atarak bizi yıldırabileceklerini, kitleleri aldatabileceklerini
sanıyorlar.
Kemal Burkay güya Türk devletine çağrıda bulunarak Apo'nun
idamını istemiş. Kemal Burkay güya PKK'nın silahlı güçlerine
çağrıda bulunarak, gelin Türk devletine teslim olun demiş
Bunlar utanmazca yalanlar. Pişkinliğin bu kadarına pes doğrusu!
Bu adamların ne kendilerine, ne kamuoyuna saygıları var. insanları
sürü yerine koyup aldatabileceklerini sanıyorlar.
Kamuoyu PSK bildirilerinde Öcalan'a özgürlük istendiğini,
idam cezasının kaldırılmasının istendiğini bilir. Köln'de,
Burkay'ın çağrısıyla ikiyüzü aşkın aydının imzaladığı bildiride
de bu var. Geçen yıl, Öcalan'a özgürlük sloganı altında yapılan
Bonn yürüyüşüne onbinlerce taraftarımız katılmıştı.
PKK'yı teslim olmaya çağıran ise Apo'dan, yani PKK'nın kendi
liderinden başkası değil. Biz ise, aksine, "ne teslimiyet,
ne de macera" diyoruz.
Bizim elimizde günün yirmi dört saati yayın yapan televizyon
yok, günlük gazete yok. Ama gerçekleri söylüyoruz, bizim gücümüz
bunda. Bu bayların ise hem televizyonu, hem günlük gazeteleri
var. Yine de bizimle mücadele için bunca yalana başvurma gereğini
duyuyor, böylesine küçülüyorlar. Bu onların, artık halka verecek
yalandan başka sermayeleri kalmadığını gösterir. Böylelerine
acınır!
Herkes de bilir ki PSK ve Kemal Burkay yalan söylemez. Bizim
sahip olduğumuz değerlerden biri de onurdur. Düşmanımızın
önünde hiç küçülmedik. Halkımıza hiç yalan söylemedik.
Ama PKK yalan üzarine kuruldu, yalan üzerinde yürüyor.
PKK, paravan bir parti olarak TC tarafından kuruldu. Öcalan'ın
deyişiyle (bazan allah söyletir) çevresini MiT kuşatmıştı.
"Bir yanında bir bay, bir yanında bir bayan" vardı.. Kendisi
ise ortada, tepedeydi. "üç yıl süreyle ekmeği, silahı devlet
tarafından verildi, koruması sağlandı; üç yıl süreyle diğer
Kürt yurtsever örgütlerine karşı kullanıldı
" Buna karşılık
Apo ve öteki PKK şefleri bizi ve diğer örgütleri "hain ve
işbirlikçi" olmakla suçladılar!
PKK Apo'nun, kendi deyişiyle- "MiT"in avucundan sıyrılıp
Suriye'ye geçmesiyle" bu kez de Suriye"nin güdümüne girdi
ve yıllarca Suriye tarafından ve bu ülkenin çıkarlarına göre
yönetildi. Ama onlar yine de PSK'yı başkalarının adamı olmakla
suçladılar..
PKK kendisinde olan sıfatları başkalarına yakıştırarak işini
yürüttü. Bu bir savaş yöntemi, savunma mekanizmasıydı. Bunu
Türk MiT'inden öğrenmişti. Hem suçlu, hem güçlüydü. Bugün
de yaptığı gibi..
Ne ilginçtir ki, bizzat Apo'nun, ingilizlerin ve Almanların
PKK içindeki ajanı olmakla suçladığı Kani Yılmaz da şimdi,
Burkay'ı ve PSK'yı Almanya'nın adamı olmakla suçluyor! Kani'nin
durumunu elbet anlıyoruz. O belki de, yıllar önce Türk devletinin
eline düştüğü ve bir itirafçı olarak köy köy, dağ bayır dolaşıp
kendilerine yardım eden yüzlerce Kürt köylüsünü ele verdiği
günlerdeki kadar sıkıntıdadır! Herhalde bu yalanları da söylemek,
yazmak ya da yazılanı imzalamak zorundadır. Medya-TV'de telefonda
konuşturulan, ve kendilerine dikte ettirilen sözleri söylemekten
başka seçenekleri olmayan garibanlar gibi
PKK şefleri yıllarboyu otonomi, hatta federasyon istemeyi
bile ihanet saydılar. Ama günü geldi federasyon, daha sonra
da otonomi ister oldular. Bunu yaparken hiç yüzleri kızarmadı,
hain dediklerinden özür dileme gereği bile duymadılar.
PKK şefleri yıllarboyu Kürt halkına yalan söylediler, pembe
tablolar çizdiler, kurtarılmış bölgeler vadettiler. Ha bu
bahar, ha bu yaz derken 15 yıl böyle geçti. Öcalan italya'ya
çıkınca bu kez "Avrupa'nın yardımıyla devlet oluyoruz" dediler.
Öcalan yakalanınca ise, Avrupa'ya yönelik bir öfkeden başka
geriye birşey kalmadı; ne devlet kaldı, ne federasyon, ne
otonomi! Bu kez de "demokratik cumhuriyetçi" oldular; faşist
ve sömürgeci rejime demokrasi kılıfı biçtiler
PKK şefleri ve kalemşorları, Partimizin son bildirisinde
yazılanları yalanlamaya kalkarken de yine utanmazca yalan
söylüyorlar. Öcalan'ın kendisi de imralı'dan cevap yetiştiriyor:
"Ben kimseyi tehdit etmedim, kimse hakkında ölüm frmanı vermedim,"
diyor. Peki baylar, PKK'nın yayın organı Serxwebûn'un 222
sayılı Haziran sayısında yazılanlar ne? Avukatların 14 Haziran'da
öcalan'dan alıp ilettikleri ve orada basılan, "PKK Genel Başkanı
Abdullah öcalan Yoldaş'ın Değerlendirmesi" başlıklı yazıda,
kaçan grupla ilgili olarak aynen şunlar deniyor:
"Bunların faaliyetleri çetecilik anlayışıdır. Tabii savaş
koşullarında bunun kuralları gelişim gösterir. Suçları ağırdır,
ihanettir, iç ihanettir. Savaş koşulları en kritik dönemlerdir.
Dolayisiyle en ağır müeyyide uygulanmalıdır
"
Bu sözlerin anlamı ne? Öcalan bu kişileri ihanetle suçluyor
ve savaş koşullarında olunduğunu belirterek onlara en ağır
müeyyidenin uygulanmasını istiyor.
"En ağır müeyyide" ise öldürmedir. Herşey bu kadar açık.
Siz insanları budala mı sanıyorsunuz?
Burada yazılanlar eğer yalansa, eğer ortada bu nedenle bir
komplo varsa o zaman bizi ve başkalarını değil, kendi yayın
organınız Serxwebûn'u suçlayın, bu yalanı taşıyan kurye avukatlara
sorun, neden bunu yapmışlar?..
Bu sözler Serxwebûn'un Haziran sayısında yayınlandı ve dünya
alem okudu. Avrupa'daki Kürt dostları ve Baskı Altındaki Halklar
örgütü de bu tehdit ve ölüm buyruklarını bizden değil, sizden
öğrendiler ve tepki gösterdiler. Bizim bildirimiz ise ancak
bir ay sonra, Temmuz sonunda yayınlandı.
Kaçanların yanısıra, PKK'nın elinde birçok tutuklu olduğu
ise aylardır söylenmekte. PKK'nın bu tür insanlara, farklı
düşünenlere nasıl davrandığı ise bilinmeyen birşey değil.
Bunun yüzlerce örneği var. PKK kendisinden ayrılanları Avrupa'nın
başkentlerinde infaz etti, dağın başındakilerine ne yapacağını
tahmin etmek zor olmasa gerek.
Üstelik bu tehdit ve ölüm buyruklarını Öcalan şimdi, imralı
Adası'nın dört duvarı arasından vermektedir. Bu iki nedenle
çok vahimdir, akılalmaz birşeydir. Bir kere Öcalan'ın kendisi
bir idam mahkumudur ve ulusal ve uluslararası planda insanlar
Öcalan'ın idamını engellemek için Türkiye'de idam cezasının
kalkması istemini güncelleştirdiler. Ama o, kendi hayatını
kurtarmak için herşeyi verirken, başkalarının ölümünü, Bekaa
günlerindeki gibi rahatça isteyebiliyor. PKK'nın yayın organları
ise bu buyrukları tam bir pervasızlıkla kamuoyuna duyuruyor.
ikincisi ve daha vahim olanı ise şu: Öcalan ve Partisi bunu,
tam da Türk sömürgeci rejimine karşı silahlı eyleme son verdikleri,
sözde önlerine bir barış ve demokrasi programı koydukları
bir dönemde yapmaktadırlar. Ama görünen o ki rejimle barışmak
için can atan, ona karşı şiddete son veren, hizmetine giren
PKK, kendi görüşünü paylaşmayan Kürtlere, örgüt içinde ve
dışında demokrasi tanımıyor. Onlara karşı şiddeti sürdürüyor.
Öcalan, bir yandan Güney Kürdistan'a çektiği gerilla güçlerini,
Türk rejiminin çıkarlarına uygun olduğunu gizlemeyerek, KDP'ye
ve YNK'ya karşı harekete geçirip buradaki durumu destabilize
etmeye, Kürt özerk yönetimini yıkmaya çalışırken, öte yandan
örgütten ayrılanlara karşı ölüm buyrukları veriyor, kendi
politikalarını eleştiren aydınları ve Kürt örgütlerini tehdit
ediyor.
Ama daha da önemlisi, Öcalan bu mesaj ve buyrukları, her
sözünün ve hareketinin denetim altında olduğu imralı'nın dört
duvarı arasından gönderiyor olmasıdır. Türk devleti'nin onayı
ve isteği olmadan bu mümkün mü? Nasıl oluyor da rejim "Terör
örgütünün başı" dediği idam mahkumu Öcalan'ın mesajlarının
avukatlarca taşınmasına izin veriyor, hiçbir soruşturma açmıyor,
hiçbir engelleme yapmıyor?. Bu devlet bu kadar demokrat ve
kendine güvenli mi?
Buna kargalar güler. Öcalan'ın yakalandığı günden beri sistemli
biçimde yönlendirildini bilmeyen var mı? Rejimin ona her dilediğini
dikte ettirdiği, Öcalan'ın bunu avukatlarına, avukatların
da PKK'ya ve medyaya aktardığını bilmemek için ancak aptal
olmak gerekir. Her şey göz önünde. Dolayısiyle bu mesajlar
Türk devletinin çıkarına uygundur. Rejim PKK eliyle Kürt hareketini
denetliyor, yönlendiriyor. Bu nedenle kaçanlardan rahatsız;
onlar denetim dışına çıkıyorlar! Bu nedenle onlar için ölüm
fermanı veren Öcalan'a hertürlü iletişim kolaylığı sağlıyor!
Öcalan burada Şam'da ve Bekaa'da bile olmayan, Türk ordusunun
sağladığı tam bir güvenlik içinde örgütünü yönetiyor!
Öcalan yakalanır yakalanmaz rejimle pazarlık yaptı ve kellesini
güvenceye aldı. Bu nedenle, Apo'nun kendisi için "iki keçiyi
bile güdemez" dediği Osman Öcalan'ın sevgili ağabeyi için,
Alihaydar Kaytan ve öteki müritlerin de şeyhleri ve putları
için kaygı duymalarına gerek yoktur. Rejim kendisine büyük
hizmetler veren, altın yumurtlayan bu tavuğun canına dokunmayacak,
kendisine gerekli olduğu sürece kullanacak, daha sonra ise,
idam cezasını "ağırlaştırılmış müebbet hapse" çevirip, onu
yine iyi korunan bir cezaevi hücresinde, ama bu kez tümden
soyutlayarak çürümeye bırakacaktır. Rejimin sözcüleri bu planlarını
gizlemiyorlar, daha aylar öncesi dile getirdiler.
işte rejim bu nedenle, bu politikayı açığa vuran PSK'ya
ve Burkay'a öfke duyuyor ve rejimin ünlü Kürt uzmanları, Mahir
Kaynak gibi eski ve yeni MiT'çiler televizyonlara çıkıp "asıl
tehlike Burkay'da ve PSK'dedir" diyorlar. Bunun için rejim,
Kürt aydınlarının biraraya geldiği ve seslerini yükselttikleri
Stokholm ve Köln toplantılarından rahatsızdır. Bütün bunlar
rejimin PKK eliyle sahnelediği oyunu açığa vuruyor, başarısını
tehlikeye sokuyor.
Rejim endişelerinde ve öfkesinde haklı, Öcalan mahkum ve
PKK da Öcalan'a mahkum.. Ya siz baylar? Siz Medya TV-ciler,
özgür Politikacılar? Siz kimden yanasınız ve gerçekten özgür
müsünüz?.. Yoksa PKK'nın ve sonuçta Türk rejiminin çaresiz,
mahkum kuyrukları mı?
Siz hiç onurlu olamadınız.
Siz hiç bağımsız olamadınız.
Sizin hiç kendi düşünceleriniz olmadı.
Size acınır!
Dara düşünce bir kez daha komplo teorilerine sarıldınız.
Herkes size komplo kurmakla meşgul, herkes size karşı birleşmiş
KDP ve YNK Vaşington'dan ve Türkiye'den emir alarak size karşı
savaşa hazırlanıyorlarmış
Bir bölüm kadro tam da bu
zamanda sizi terk edip YNK'nın yanına sığınmış
PSK bu
sırada Almanya'dan aldığı emirle size karşı kampanya açmış
Avrupa'daki kimi Kürt dostları tam da bu sırada, "PSK'nın
teşvikiyle" size karşı kampanyaya katılmışlar
Daha neler
neler!..
Bir de şöyle düşünseniz: PSK sizi eleştiriyor, çünkü yanlış
yapıyorsunuz. Apo'nun yaşamını kurtarmak ve onu özgürleştirmek
için onurlu bir mücadele yürüteceğinize, Kürt davasını onun
kellesi karşılığında Türk rejimine pazarlıyorsunuz. Taraftarlarınız
da işte bu yüzden sizi terk ediyor. Avrupa'daki Kürt dostları
sizi sert şekilde eleştiriyorlar, çünkü onlar Apo'nun idamını
engellemeye çalışırken, siz ayrılanlar için ölüm fermanları
veriyorsunuz. Elinizdeki tutukluların yaşamı ise tehlikede.
KDP ve YNK ile karşı karşıya geldiniz, bir tür savaş ortamı
yarattınız; bunun sorumlusu ise sizden başkası değil. Kürdistan'ın
kuzey parçası örgütü olduğunuz, öyle olmanız gerektiği halde
Güney Kürdistan'da üslenip oranın işlerine karıştınız. Geçmişte
Güneyli Kürt örgütleriyle çatıştınız. şimdi de Türkiye'ye
karşı silahlı eyleme son verdiğiniz halde, güçlerinizi Güney'e
çekip, Türkiye'nin ve ırak'ın çıkarına olduğunu da gizlemeden,
bu parçadaki Kürtleri savaşla tehdit ediyor, ordaki özerk
Kürt yönetimini düşmanca karşıya alıyorsunuz. Kısacası, Türk
rejimi ve Kürdistan'ı bölüşmüş öteki sömürgeci güçler dışında
herkesi &endash;Kürt örgütlerini, Avrupalı Kürt dostlarını,
bizzat kendi tabanınızı- karşıya alıp, onlarla çatışıp, sonra
da bize karşı komplo var diye haykırıyorsunuz. Ne akıl ne
akıl!.. Bununla çocukları mı kandıracaksınız, yoksa zaten
serseme dönmüş müritleri mi?..
Elinizde bu kadar olanaklar var. Ama yine de PSK'dan ve
Burkay'dan korkuyorsunuz. Türk rejiminde Kürt sendromu, sizde
ise PSK ve Burkay sendromu var. Belki de gerçeği söyleyememenin,
korkaklığın, ikiyüzlülüğün, haksız tarafı tutmanın, teslimiyetin
yarattığı aşağılık duyguları içindesiniz. Gerçekleri ve kendi
durumunuzu gizlemek, Kürt halkını aldatmak için yine yalana,
çarpıtmaya, iftiraya başvuruyorsunuz. Yalanla nereye kadar
gideceksiniz? Saçma sapan, zırva komplo teorileriyle kitleleri
ne zamana kadar aldatacaksınız?.
Gücün, paranın, yalanın sultanlığı bir yere kadardır. Sizin
yalan üzerine kurulu imparatorluğunuz da çökecektir. Bu çöküşün
nedeni ne başkaları mirasınıza göz koyduğu için, ne de başkaları
sizi eleştirdiği için olacaktır. Bu, ulusal kurtuluş mücadalesi
iddiasıyla ortaya çıkan bir örgüt, tüm iddialarından vazgeçip
düşmanına teslim olduğu için olacaktır. Bu, maskeniz düştüğü
için olacaktır. Kürt halkı artık size niye destek versin?
Düne kadar Kürdistan'ın özgürlüğü için size katılan ve savaşan
kadrolar artık sizi neden izlesin? Böyle birşey eşyanın tabiatına
aykırı olur. Siz insanların sürü olmadığını yaşayıp göreceksiniz.
Tüm bu nedenlerle sizin için çöküş kaçınılmazdır, başlamıştır
ve yaşadığınız panik durumu bunun somut göstergesidir. Bu
ise Kürt halkı için bir kayıp olmayacaktır. Tam tersine Kürt
halkı yalandan, provokasyondan, komplodan kurtulacak, kafası
ve önü aydınlanacaktır. Kürt halkının kurtuluşu, eğer sömürgeci
rejimin yeni oyun ve tezgahlarına kapılmazsa, asıl o zaman
başlayacaktır.
|