PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Farkı Farketmek

Qazi Mehemmed: “Halk ve Özgürlük Uğruna Ölmek Bize Bal Şerbettir”

Kürdistan Demokrat Partisi-İran (KDP-İ)’ın Merkez Yayın Organı Kürdistan’ın, 20 Nisan 2003 tarihli yurtdışı özel baskısının 9. sayısı, büyük oranda “Kürdistan Şehidler Günü” nedeniyle Qazi Mehemmed’e ayrılmış.

Bilindiği gibi Pêşava Qazi Mehemmed ve arkadaşlarının asıldığı gün olan 31 Mart, KDP-İran tarafından “Kürdistan şehidler Günü” olarak ilan edildi. Her yıl 31 Mart gününde gerçekleştirilen etkinliklerle, Kürdistanlı şehidler anıılıyor. Bildiğim kadarıyla Kürt örgütlerinden sadece PSK ve YNK 31 Mart’ı “Kürdistan Şehidler Günü” olarak kabul ediyorlar, PDK-İ kadar yaygın olmasa da kutluyorlar. Tüm Kürtlerin birlikte kutlayacakları, “tasada ve kıvançta” ortak davranışın oluşmasına önemli katkılar sunacak bir şehidler gününün olmaması, kuşkusuz Kürdistan ulusal demokratik hareketi açısından bir eksikliktir.

Kürdistan Gazetesi’nin sözkonusu sayısında, Ferhad’ın kaleme aldığı “Qazi Mehemmed Mahkeme Önünde” adlı bir makale de var. Ferhad, Mirza Mehemed Emin Manguri’nin, Kürtlerde Siyaset, cilt-2, Mehemmed Rıza Seyfi Qazi’nin, Qazi Mehemmed Ve Arkadaşlarının Mahkemesi’nin Sırları, Mehmud Mela İzzet’in, Kurdistan Cumhuriyeti adlı eserlerine dayanarak kaleme aldığı makalesinde, Pêşava’nın mahkeme karşısındaki tavrını ve söylediklerini anlatıyor..

Ben makalenin tümünü çevirmek yerine, Pêşava’nın makalede yer alan sözlerinin tümünü, yazarın kendi görüşlerini de özet olarak çevirmeyi tercih ettim. Çünkü konumuz açısından önemli olan Qazi Muhemmed’in söyledikleridir.

Casım Rênas

*****

Mehabad’ın İran ordusu tarafından tekrar ele geçirilmesi ve kısa ömürlü özgürlük döneminin sona ermesinden sonra, Mehabad Cumhuriyeti’nin eserleri ve bıraktığı izlerin ortadan kaldırılmaya başlandığını, Pêşava’dan başka Mehabad, Bokan ve Sakız’da Cumhuriyet yöneticilerinden 50 kişinin daha hapse atıldığını söyleyen Ferhad devamla, 1947 yılında Pêşava, Sadri Qazi ve Seyfi Qazi’nin yargılanması için bir savaş mahkemesi kurulduğunu yazıyor. Mahkeme heyetinde yer subaylarla Pêşava ve arkadaşlarını savunmak amacıyla atanan subayın adlarını veriyor. Qazi ve arkadaşlarının 22 değişik suçla suçlandıklarını anlatan Ferhad, isnat edilen suçlar arasında devlet kurup başkanı olmayı, Kürdistan Bayrağı’nı asmayı, general üniforması giymeyi, İran Bayrağı’nı ortadan kaldırmayı, asker ve subayları öldürmeyi, vb. sayıyor.

“Bir kısım yazarların da itiraf ettikleri gibi, Pêşava ve arkadaşlarının en büyük ‘suçu’ halkı Şah’a karşı kışkırtmak ve kendilerinin de Şah’lık rejimine karşı olmalarıydı” diyen Ferhad, o dönemde yayınlanan gazete ve bildirilerin, mektup ve resimlerin mahkemede delil olarak gösterildiklerini belirtiyor.

Qazi Mehemmed’in mahkemenin meşru olmadığını, kendilerini yargılayamayacağını söylediğini ifade eden Ferhad devamla Pêşava’nın mahkeme önünde söylediklerine yer veriyor: “Bu mahkeme kukla bir mahkemedir. Halkın mahkemesi değildir. Çünkü halk, kendisi için samimi bir biçimde mücadele eden emekdarlarını yargılamaz. Yakalanıp yargılanması gereken sizler, gelip evimizde bizleri tutuklayıp hapse atıyorsunuz. Tüm olanlar, devletin işgalci politikasının sunucudur .” (abc)

O dönemi bilenlerin ve o dönemdeki olaylar üzerine yazanların büyük çoğunluğunun, Qazi Mehemmed’in özellikle yasalar konusudaki derin bilgisiyle, Şahlık rejimi yöneticilerini, başta da  Şah’ı mahkeme ettiği görüşünde birleştiklerini yazan Ferhad, aldığı mantıklı cevaplar karşışında mahkeme heyetinin hiç bir şey yapamadığını belirtiyor. Pêşava’nın, elinin altında hiç bir meteryal olmamasına rağmen, kendisine yöneltilen suçlamaları boşa çıkarttığını söyleyen Ferhad, “Yabancıların planı uyarınca şahlık rejimine karşı geldiniz” biçimindeki bir soruya, Pêşava’nın şu cevabı verdiğini yazıyor: “Siz gerçekleri anlamıyorsunuz. Kürdistan’daki demokratik hareketin kurucusu ve başlatıcısı benim. Hiç bir yabancı güç beni bu işe zorlamadı. Sadece halka olan sevgim ve yurtsever duygularım beni bu işe teşvik etti. Bana istediğiniz gibi davranabilirsiniz, ama halkıma eziyet etmeyin.” (abc)

Pêşava’nın, subay ve erleri öldürme suçlamasını redettiğini belirten Ferhad, Qazı Mehemmed’ın şu cevabı verdiğini yazıyor: “Hiç bir asker ve subayı öldürmedim, aksine kendilerini ve ülkelerini korumaları için onları teşvik ettim. Ama ne yazık ki onlar silahlarını satıp Tahran’a doğru kaçıyorlardı.” Ferhad Pêşava’nın “ihanet” suçlamasına cevap olarak, “Eğer devlet tüm Kürtleri ‘hain’ olarak görüyorsa, bu bölgeyi terketsin, yok eger yurtsever olarak görüyorsa, o zaman bıraksın da yöre halkı kendi işlerini kendi eline alsın” (abc) dediğini belirtiyor.

Ferhad, Kürdistan Cumhuriyeti Başkanı’nın mahkeme kararının önceden Tahran’da verildiğini bu nedenle de mahkemenin göstermelik olduğunu, yabancıların Kürdistan’a yönelik planlarının Şah’ın eliyle hayata geçirildiğinin bilincinde olduğunu yazıyor. Bilahare Şah’ın Pêşava’nın eşine, “beni idam kararını imzalamaya mecbur ettiler” dediğini söyleyen Ferhad bu itirafın Qazi Mehemmed’in şu şözlerini doğruladığını yazıyor: “Benim yaptıklarım İran’ın selameti içindi, yaptıklarımdan  dolayı yabancılar İran’ı kontrol altına alamadılar, bugün de İran’ın selameti için öldürülüyorum, ki bu nedenle mutluyum.” (abc)

Pêşava ile Şah’ın konuşmaları karşılaştırıldığında, kimin halktan yana, yurtsever olduğunun açığa çıktığını; “halk kendisini sevenleri ve kendisi için mücadele edenleri mahkeme etmez” demekle Pêşava’nın ne kadar doğru söylediğini anlatan Ferhad şöyle devam ediyor: Pêşava bilinçli ve halkının haklı taleplerine, amaçlarına canı gönülden bağlı birisi olarak, kendisini vatandaşlarının selameti için feda etti, bu konudaki hükmü tarihe bıraktı, ölümsüzlük tacını başına koydu. Buna karşın Şah, Pêşava’nın dediği gibi, patronlarının taleplerini yerine getirdi, bu utancı her zaman taşıdı.

“Pêşava’nın savunmasının çok az bir bölümü, birkaç yıl sonra ve ordunun ağır sansürü altında basına yansıtıldı ve yazarlara ulaştı. Ama bunlardan Kürdistan Cumhuriyetiyle, Pêşava ve arkadaşlarının yargılanmasıyla ilgili olan hiçbiri, hiçbir kimse, Pêşavanın cesaretini, yüksek moralini inkar edemiyor. Savunmaları büyüklüğün, yurtseverliğin, fedakarlığın, siyasal ve toplumsal mücadelenin emsalsiz bir örneği olarak görülüyor...”

Pêşava’nın atanmış avukatı Servan (Yüzbaşı) Mehemmed Şerifi’nin, Pêşava’nın konuşmalarından etkilenenlerden biri olduğunu, mahkeme sürecinde Pêşava’nın evini ziyaret ettiğini anlatan Ferhad, O’nun şöyle dediğini yazıyor “Alim, yetenekli ve büyük bir şahsiyet olan Qazı Mehemmed’e yazık. Dün, mahkemede, elinde kağıt olmadan 4 saat konuştu, mantığıyla bilgisiyle herkesi kendine hayran etti. İran kanunlarını herkes iyi biliyor, uluslararası ve İran’in siyasi durumundan herkes daha fazla haberdardı.” Ferhad ayrıca Mehemmed Şerif’in bu nedenle rütbelerinin söküldüğünü, ordudan uzaklaştırıldığını da belirtiyor.

Ferhad, kim olduğu, ne işle uğraştığını söylemediği ama adından bir Fars olduğu anlaşılan Necef Guli Pesyanava’nın şöyle dediğini yazıyor: “Pêşava mahkemede Tahran hükümetinin politikası ve eylemlerine saldırdı ve ‘bu hapishane köşesinde, devlete ve Şah’a karşı sesimi yükseltiyorum ve diyorum ki biz suçlu değiliz, suçlu sizsiniz.. Siz ülkemizi işgal ettiniz, bize saldırdınız.” (abc)

İran ordusuna ait “Mehname” adlı gazetenin muhabiri olan Kevmers Salih’in, Pêşava’nın cesareti üzerine söylediklerini de aktarıyor Ferhad: Mehname’nin muhabiri olarak savaş alanlarında, mahkemenin önemli bir bölümünde bulundum. Ama Qazi Muhemmed kadar cesur ve yürekli birisine rastlamadım. Mahkeme esnasında da hiç korkmadı, konuşmalarını cesaretle yapıyordu, sanki bir düğünde, bayramlaşma toplantısında oturuyor gibi, soruları cevaplıyordu.” (abc)

Ferhad, mahkemeye kanunlar açısından bakan H. Süleyman’ın dediklerini şöyle aktarıyor: “Olanlar (Kürdistan Cumhuriyeti’nin ilanı, yaşanan çatışmalar, vs. C.Rênas), hükümetin zorba politikalarının sonucudur. Hükümet halkın, temsilcilerini seçip meclise göndermelerine dahi izin vermiyordu.  Devlet eğer Kürtleri ‘hain’ olarak görüyorsa bu bölgeden elini çekmeli, halkın kendini yöntemesini engellememeldir.” (abc)

Mahkeme sürecini bilen subaylar ve yöneticilerin, Pêşava’nın mahkeme esnasında cesur davrandığı, bir kez olsa dahi boyun eğmediği, pışmanlık duymadığı konusunda hemfikir olduklarını anlatan Ferhad, temyiz mahkemesinin de idam kararı vermesi üzerine Pêşava’nın söyledikleri söyle aktarıyor: “Hakkımda verilen karar uyarınca idam edileceğim, ama bu halka verdiğim söze bağlı kaldığım, halkla birlikte kalmaya, yaşamaya, onların uğruna ölmeye karar verdiğim içindir. Nasıl olur da verdiğim sözden geri döner, ettiğim yemini unuturum.” (abc)

Ferhad makalesinin sonunda İtalyan bir yazarın “İran Mücadelede” adlı kitabında dile getirdiği şu görüşlerine yer veriyor: “Kürt halkının kurtuluş mücadelesinin önderinin vahşice öldürülmesi, Qazi Mehemmed ve kardeşlerinin idam hükmünün yerine getirilmesi sırasında gösterdikleri cesaret asla unutulmaz, onları adı Kürtleri özgürlük ve demokrasi uğruna mücadeleye teşvik ediyor.” (abc)

Kürdistan Gazetesi’nin aynı sayısında yer alan  “Kısaca Pêşava Qazi Mehemmed’in Yaşamı Hakkında” adlı makelesinde Ömer Baleki şöyle yazıyor: “Pêşava,  Atayi’nin (Mahkeme üyelerinden C. Rênas) ‘Barzani ile gitmediğine pişman mısın?’ surusuna cevap olarak, ‘eger böylesi bir ölüm payıma düşüyorsa pişman değilim. Çünkü ben halkıma birlikte yaşama, birlikte ölme sözü verdim. Eger Muhabad’ı terketseydim, kaçmamı bahane edip bu şehrin halkını katledeceğinizi biliyordum. Bu nedenle, 1- Kürt halkı için mücadele etme ‘suçu’ nedeniyle öldürüleceğim için, 2- Tanrı’nın ve halkın huzurunda alnım açık olduğu için mutluyum’ der.” (abc)

Farkın farkedilmesine gelince...

Öcalan’ın yakalanıp İmralı’ya getirilmesinden sonra, sorguda anlattıkları, avukatlarıyla yaptığı görüşmelerinde dile getirdikleri, PKK-KADEK Başkanlık Konseyi’ne gönderdiği talimatlar, İmralı duruşmalarında söyledikleri ve yaptığı savunmada dile getirdikleri yeterince kamuoyuna yansıdı. Tekrarlamaya gerek yok.

Bakıp da görmesini bilenler oynanan oyunların, yapılan planların bilincindeler. Oyunları engellemek, planları boşa çıkartmak amacıyla da güçleri oranında çaba sarfediyorlar.

PKK medyasında kalem oynatan Türk “solcu”ları, “ilerici”leri için söylenecek fazla şey yok. Onlar görevini yapıyorlar!...

Devletin, Abdullah Öcalan ve denetimindeki örgütünün işbirliğiyle, Kuzey Kürtlerine dayattığı teslimiyet ve Güney Kürdistan’daki federasyon ve benzeri kazanımlara saldırı diye özetleyebileceğimiz politikaya incir yaprağı olan Kürt “aydın”ları hakkında söylenecek çok şey var. Ama burası yeri değil..

Onlar kapılandıkları yere hizmet etmeyi, teslimiyeti, işbirliğini saklamak amacıyla incir yaprağı olmayı sürdüredursunlar. Beni asıl ilgilendiren Kürt halk yığınları. Öcalan’ın, PKK’nin peşine takılan, halen de onları Kürt haklarının savunucusu olarak görüp destekleyen ve bu işte hiçbir çıkar amacı gütmeyenler... Özgürlükleri ve hakları için PKK saflarında mücadele eden samimi yurtseverler, vb...

İşte bu kesimlerin farkı farketmelerine, gerçek liderlerle sahtelerinin ayırdına varmalarına yardımcı olmak amacıyla, Öcalan’ın mahkeme süresince bir iki söylediğini aktarmak gerekiyor.

“Devletleşmek için Avrupaya çıkan!” Öcalan, Roma’dayken Özgür Politika gazetesine “teslim olmaktansa kahramanlık eylemini tercih edeceğimi, bunu tereddütsüz yapacağımı herkes bilmelidir” demiş, postasını koymuş, kararlı duruş göstereceğinden kuşku duyan bazılarının yüreğine su serpmekle kalmamış, hakkında önyargılı düşünenlere de hakkettiği cevabı vermişti!..

“Ayinesi iştir kişinin dediğini bakılmaz” denir ama, biz yine de Öcalan’ın dediklerine bir bakalım. (Ayrıca hakkını yememek lazım. Öcalan dediklerini de yaptı, hayata geçirdi, kendisiyle birlikte örgütünü de teslimiyet bataklığına çekti.)

Yakalanıp uçağa konulduğu anda annesinin de Türk olduğunu hatırlayan, ilk sözü, bilindiği üzere “fırsat verilirse hizmet etmeye hazırım” olan Öcalan,  7.6.1999 tarihininde  avukatlarıyla yaptığı görüşmede, “sorgucular bana ‘sonunu kendin belirlersin’ dediler” der. Siz Öcalan’ın gerçeği gizlemek amacıyla sarffettiği “barışa, demokrasiye, iki halkın kardeşliğine hizmet” gibi laflarına bakmayın. “Sonunu kendin belirlersin” demek, “ya teslimiyet ya ölüm”ün bir başka biçimde ifadesidir.

Öcalan ise, Qazi Mehemmed, Şeyh Sait, Seyid Rıza gibi değil, Romalı Komutan Pautus gibi davrandı. Gerillalara amaçları uğruna ölme yemini ettirip dağlara gönderen Öcalan, sıra kendine geldiğinde yemini unuttu, şehadet şerbetini içmeyi” göze almayı değil, teslimiyeti tercih etti. Ve bunu, “bundan sonra barış ve kardeşlik için yaşayacağımı, Türkiye Cumhuriyetinde bu amaçla hizmet edeceğimi belirtmek istiyorum. Barış ve kardeşlik için yaşamamın gerektiğini düşünüyorum, bu kanın durması ve barış için çalışacağıma söz veriyorum.” (31 Mayıs 1999 İmralı duruşma tutanaklarından) diyerek şatafatlı laflarla gizlemeye çalıştı.

Başkanlık Konseyine 3 Ekim 1999 tarihinde gönderdiği talimatta, “kolay olanı, yine ilk günde ölümüne direnmekti. Ama bu, gerçekten içten ve dıştan dayatılan komploya düşmek olacaktı” diyen Öcalan, Pêşava’nın aksine “zor” olan yolu, teslimiyeti, bugüne kadar uğrunda kan dökülen, görülmemiş fedakarlıklar yapılan amaçlardan geri dönüşü tercih ediyor.  Tercih etmekle kalmıyor, herkesi böyle davranmaya çağırıyor, “ben dahil herkes kendine çeki düzen vermelidir” diyor. Çünkü sorguda “üniformalı birisi” kendisine “kardeşliği kuracağız” demiş!...

Öcalan Qazi Mehemmed’in aksine, kendilerinin yanlışlık yaptığını söylüyor. “Bizim içimizdeki köylü anlayışındaki kadrolar nedeniyle yanlışlıklar yapıldı. %5 devletin yanlışlıkları yanında, %95 bizim yanlışlarımızdı. Ama hatayı kabul ediyorum. Bunları önleyemedim” diyor. Suçu “kendisini anlama yeteneğinde olmayan” kadrolara, öteki yöneticilere yüklüyor, onlar hakkında, yetenekleri, neler yapabilecekleri konusunda detaylı bilgiler veriyor devlet yöneticilerine.

“Teslimiyet bir kez başladı mı nerede duracağını kimse kestiremez” söylemi ne yazık ki bu kez Kuzey Kürdistan’da doğrulandı. Kürtleri var eden değerler ayaklar altına alındı, uğruna “ölümlere gidip gelinen” hedefler suçlandı, hiçe indirgendi. Kürtleri ortadan kaldırmayı amaçlayan ideolojiler (kemalizm) kutsandı, Kürt ulusal kurtuluş hareketleri, Türk filmlerinde olduğu gibi, genç ve masum kızı (kemalizmi) kötü yola düşüren kişiler olarak değerlendirildi. Kuzey Kürdistan’daki özgürlük hareketine teslimiyeti ve tasfiyeyi dayatmanın yanısıra, işler Güney Kürdistan’daki federasyonun ileride Türkiye’ye dayatılacağı söylemeye, bunu önlemek için PKK’yi yeniden kurmaya vardı.

Yaşananların bu kadar açık olmasına rağmen, halk yığınları farkı farkedilmiyorlarsa, gerçek ve sahte liderlikleri birbirinden ayıramıyorlarsa, bizim gerçekleri anlaşılana kadar tekrarlamanın, özgürlük mücadelesinde kararlı olmanın dışında yapacağımız başka ne var acaba?

***

Bir iki noktayı açığa kavuşturmak gerekiyor. Öcalan’ın görüşleri kitap haline getirilen savunmalarıyla, Özgür Halk dergisi başta olmak üzere öteki yayın organlarında yayınlanan yazılarıyla, avukatlarıyla yaptığı görüşmenin tutanaklarıyla kamuoyuna yansıdı. Çeşitli internet sitelerinde yer aldı. Ben Öcalan ile ilgili yaptığım alıntıları www.welatparez.com adlı siteden aldım.

Bir diğer nokta ise.

Konu hakkında sohbet ettiğim bazı arkadaşlarım, herşey gün gibi ortadayken, Pêşava ile Öcalan’ı karşılaştırmakla, Pêşava’ya haksızlık yapabileceğime dair kaygılarını dile getirdiler. Karşılaştırmaların birbirine yakınlar arasında yapılması gerektiğini elbette kabul ediyorum. Bu nedenle çıtasını “bağımsız Kürdistan”dan “Demokratik Cumhuriyet”e, “ulus olarak da Kürtler Türk ulusal bütünlüğü içindedirler ancak ayrı kültür ve dili olan bir unsurdur”a kadar alçaltan, bir başka değişle yerlerde süründüren Öcalan ile Kürdistan tarihinde parlak bir yıldız olan Pêşava’yı karşılaştırmanın sakıncaları ile ilgili kaygıları anlıyorum. Ama, Pêşava ile mukayese edilmesi nasıl Öcalan’ı yerde sürünmekte kurtarmazsa, Pêşava’yı da bulunduğu yerden yere indirmez diye düşünüyorom.

Pêşava’nın, “iyi ediyorsun, devam” dediğini işitir gibiyim. Çünkü amacım, sadece ve sadece gerçeklerin halk tarafından bilinmesine katkıda bulunmaktır, ki bunun Pêşava’nın da hoşuna gittiğini düşünüyorum. Çünkü o “halk için ölmek bizim için bal şerbettir” deyip idam ipini kendi eliyle boynuna geçiren biridir, halka, amaçlara bağlılığın, halkı sevmenin abidesidir.

 
 
PSK Bulten © 2004