Raydan Çıkan Tren ve Niyazi Usta
Mesud Tek
Deniz Baykal Doğru Söylüyor!
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, son tren kazasından
siyasi rant elde etmek amacıyla da olsa, “trenin başına
hızlı kelimesi getirmekle hızlı tren olmuyor”
diyerek, Türkiye’deki siyaset erbabının vitrine
oynadığını, bunun için vatandaşın
yaşamını tehlikeye atmaktan çekinmediklerini
veciz bir biçimde ifade ediyor.
Siyasetde vitrine oynamanın oluşmasında, devam
etmesinde, Baykal’ın ve “devletin ve cumhuriyetin kurucusu
olmakla övünen” partisinin rolü tartışılmaz.
Ama bu gerçek Baykal’ın yukarıdaki doğru tesbitinin
değerini azaltmaz. Kaldı ki bozuk bir saat bile
günde iki kere doğruyu gösterir!...
AKP’nin vitrine oynama geleneğinden farklı bir
yol tutturacağını umanlar, son tren kazasıyla
hayal kırıklığına uğramışlardır
herhalde.
Gelecek seçimlerde “bu ülkede ilk hızlı tren seferlerini
başlatmak bize nasib olmuştur” diyebilmenin, bir
başka değişle vitrine oynamanın bedeli
38 can olmuştur. AKP hükümetinin, bilim adamlarının
uyarılarına kulağını tıkayarak,
bir buçuk milyar dolarlık bir yatırımı
gerektiren hızlı tren projesini (ya da hükümetin
değimiyle hızlandırılmış tren
projesini) 50 milyon dolar harcayarak (iddia Yalçın Doğan’ın)
başlatması başka nasıl izah edilir ki?
Kaldık ki AKP hükümeti ilk kez vitrine oynamıyor!.
AB üyeliği için yapılan ama hayata geçirilmesinde
hızlı tren projesinde olduğu kadar acele edilmeyen,
yavaştan alınan yasal değişikliklikler
de Avrupa vitrinine oynamaktır.
AB üyeliği için bir yandan yasaları değiştirerek,
radyo ve televizyonlarda “yerel dil ve lehçelerle” yayın
yapılmasını –binbir şarta bağlı
olsa da- sağla, “yerel dil ve lehçelerin” öğrenilmesi
için kurslar açılmasını –bunu da binbir şartuşurta
bağlayarak- serbest bırak, diğer yandan Genelkurmay’ın
direktifiyle “anadilde eğitim hakkı” gibi demokratik
bir talebe tüzüğünde yer veren bir sendikayı, Eğitim-Sen’i
kapatılması istemiyle mahkeme ver.
Bir yandan cezaları çok az kalan DEP milletvekillerinin
serbest bırakılmasını “AB üyeliği
yolunda atılan bir başka önemli adım” olarak
lanse et, “AB’nin artık bahanesi kalmadı” de, diğer
yandan Genelkurmay’ın emriyle adı geçenler hakkında
suç duyurusunda bulun.
Hani ordunun ülke yönetimindeki etkisi, çıkartılan
uyum yasalarıyla sınırlandırılmıştı?
AKP hükümetinde, kayserili kaç bakan var bilmiyorum. Ama
hükümette kayserililik ruhu hakim. Kayserilinin sinekten yağ
çıkarması gibi, herşeyden pay çıkarıyor.
İstanbul’da gerçekleştirilen zirvede NATO yetkililerin,
zirveye katılan devlet başkanlarının organizasyonu
ve alınan güvenliği öğen sözlerini AB üyeliği
için kullanmayı, zirveye katılanlar için düzenlenen
konserde Fransa Devlet Başkanı Chirac ile ABD Başkanı
Bush’un başı ve ayağıyla tempo tutmalarını
dahi AB üyeliğiyle ilişkilendirmeyi ancak kayserililer
yapar!..
Türkiye’nin, “Türkiye’yi içimize alıp değiştirelim”
diyen dostlarından Almanya Dışışleri
Bakanı Fischer’in önerisiyle, THY’nın alacağı
uçaklarla ilgili anlaşmayı, AB üyeliği konusunda
yan çizen Fransa’da, fransız sirketlerin de içinde olduğu
AIRBUS ile imzalaması, kendisine AB’nin kapılarını
sonuna kadar açar mı bilinmez, ama yapılanın
kayserililere taş çıkarttığı kesin.
Ayrıca bir dostun önerisiyle yapılan bu cinlikde
bir hinlik var gibime geliyor. Çünkü Almanya Dışişleri
Bakanı Fischer’in uçak alımında AIRBUS’u önermesi,
sadece Fransa’nın ikna edilmesine yönelik değil
galiba. Anlaşma imzalanan AIRBUS’a alman şirketler
de ortak. Sakın Fischer vatandaşı şirketleri
korumuş olmasın? Çok mu kötü niyetliyim? Kimbilir,
belki de AIRBUS şirketi üretim esnasında doğanın
korunmasına büyük özen gösteriyordur, hava kirliliğine
yol açmayan uçaklar üretiyordur!...
Kayserili deyince insanın aklına “Eşeğini
boyayıp babasına satmak” gelir. AKP hükümeti, tek
devlet, tek millet, tek din, tek mezhep yaratma üzerine şekillenen
TC’yi allayıp pullayarak, süsleyip püsleyerek AB’ye yutturamaz
diyeceğim, ama...
Ama AIRBUS olayında görüldüğü gibi, AB içinde kandırılmaya
teşne kesimleri, Türkiye’yi AB içine alarak adam etmeyi
düşünen dostalarının çabalarını görünce,
AB’nin prensiplerini ayaklar altına alacağından
duyduğum kuşkular artıyor..
Kayserilinin bir özelliği de “eşeğine yeşil
gözlük takarak samanı taze ot diye yedirmesi”dir. Türkiye
toplumu, AB, AKP hükümetinin yaptığı rotüşleri
“devrim” olarak görebilirler. Ama tren raylarına yeşil
gözlük takmak mümkün değil ki...
Türkiye toplumu, AB, hükümetin uyum yasalarıyla yetkileri
azaltılan ordudaki memurlarına emir vermek yerine,
onların emireri olup tükürdüğünü yalamasını
sorgulamayabilirler. Ama belirli bir hıza göre dızayn
edilen traverslerin böyle bir lüksü yok, dızayn edildikleri
hızdan daha hızlı giden trenlere kıyak
geçmekle elde edecekleri rant da...
Vagonların devrilmesine yolaçan tren raylarına,
köy ve kasabaları yerle bir eden fay hatlarına,
dere kenarlarına yapılan evleri önüne katarak götüren
sellere, Başbakan’ın kendine aykırı soru
yönelten gazeteciye yaptığı gibi haddini bildirmek
mümkün değil ki.
Ama en genel ifadesiyle doğa kendisini ciddiye almayanların,
doğa kanunlarına uygun hareket etmeyenlerin gözlerinin
yaşına bakmadan, hadlerini bildirmekten geri kalmıyor.
Doğa en çok emekçiler, yoksullar ayak altına gitseler
de, kendisini dikkate almayanlardan, kendisiyle dalga geçenlerden
bir biçimde intikamını alıyor, ama her zaman
olduğu gibi akılsız “başların” cezasını
“ayaklar” çekiyor!...
Marmara depreminden sonra Türkiye’de, “artık hiçbirşey
eskisi gibi olmayacak” denilmişti, tıpkı Susurluk
olayında olduğu gibi... Yöneticilerin bundan böyle
bilim insanlarının raporlarını, görüşlerini
dikkate alacaklarına dair bir kanı oluşmuştu.
Ama unutulan birşey vardı. Burası Ortadoğu
ve Diyarbakırlı Terzi Niyazi Usta’nın dediği
gibi, “Ortadoğu’da diyalektiğin, tarihi meteryalizmin
değil, Allahın dediği olur.”
Elhak, halk yığınları da bugüne kadar
Niyazi Usta’yı yalanlamadı!... Oysa Niyazi Usta
yalanlanmayı ne kadar isterdi!..
En son olarak “Ben bu trene binmem, tanıdıklarımın
binmesini de engellerim” diyen bilim insanlarına kulak
asmayı, şatafatlı açılışlarda
konuşan devlet büyüklerine tercih etti.
Anayasası’nın 2. maddesinde olduğu gibi başına
“insan haklarına saygılı”, “demokratik”, “laiklik”,
“sosyal bir hukuk devlet” vb. kelimelerin getirilmesiyle,
TC nin insan haklarına saygılı, domokratik,
laik ve sosyal bir devlet olduğuna inandı. İnanmakla
kalmadı, TC’nin böyle olmadığını
söyleyenlere, böyle olması için mücadele edenlere karşı
geldi, otellerde yaktı, yakılmalarına karşı
sessiz kaldı. Egemenlerin bu kesimlere yaptıklarına
ses çıkartmadı, oylarıyla onları tekrar
tekrar iktidara getirmekle kalmadı, bazan onları
omuzlarına alıp kendileriyle gurur duyduğunu
haykırdı...
Din adamlarının dedikleriyle bilim insanlarının
dedikleri arasında tercih yapmak zorunda kaldığında,
birincileri tercih etti. Deprem, tren kazası gibi olaylar
yaşandığında kabaran öfkesi, devlet büyüklerinin,
egemenlerin “takdiri ilahi” dedikleri anda söndü.
Niyazi Usta yalanlanmadıkca, bu ülke daha neler görür
neler...
|