Saddam´ın sonu ve Irak´tan
pay kapma çabaları
Kemal Burkay
Şu günlerde Irak diktatörü Saddam Hüseyin´in yüzü bir idam
mahkumunun yüzünü andırıyor: Kanı çekilmiş, solgun ve umutsuz..
Savaş olsa da olmasa da gidecek. Yıllar süren, şatafatlı,
kanlı, acımasız hükümdarlığıyla birlikte belki ömrü de son
bulacak.
Savaş olursa hayat hikayesi herhalde Bağdat´taki bir harabenin
altında, belki bir sığınakta başına –büyük ihtimalle kendi
eliyle- kurşun sıkılmış olarak son bulacak. Belki cesedi,
tanınmasın diye yakılmış olarak.. Eğer son anda, silahlar
patlamadan sürgüne gitmeyi kabul ederse, akıbeti İran Şahı
Muhammed Rıza Pehlevi´ninkinden farklı olmayacak. O da hükümdarlığın
elinden uçmasına, sürgüne dayanamıyacak kadar kibirlidir;
büyük ihtimalle çok sürmeden kahrından ölecek, arkasında yıllar
boyu çıkardığı bitmez tükenmez savaşlar sonucu yıkılmış, perişan
bir ülke, nice dullar, yetimler ve ezik, mahzun bir halk bırakacaktır.
Saddam neden bu duruma düştü ve neden Irak´ı bu duruma düşürdü.
Bu trajedinin sorumlusu Saddam´ın kendisinden, onun temsil
ettiği ilkel, despot sistemden, Bağdat rejiminden başkası
değil.
Bağdat´ta önce krallık vardı, 1958´de yıkıldı. Ama sözde
devrimle gelen ve bir cumhuriyet kuran generaller de bir şeyi
değiştirmediler. Onları izleyen sözde Sosyalist Baas Partisi
de.. Bunların hiçbiri halka demokrasiyi, Kürtlere özgürlüğü
layık görmedi.
Şu sosyalizm suyuna batırılmış, Arap milliyetçisi, militarist
ve dört dörtlük şoven Baas Partisi 1968 yılında, Hasan El-Bekr´ın
liderliğinde iktidarı ikinci kez ele geçirdiğinde Saddam darbenin
güçlü adamlarındandı, genç ve hırslı bir subaydı.. Çok geçmeden
yönetime tek başına egemen oldu. O da Kürtlere karşı kendisinden
öncekilerin başlattığı savaşı sürdürdü. Yıllarca Kürdistan´ın
dağını taşını bombaladı, Kürt köy ve kasabalarını yerle bir
etti, kimyasal silah bile kullanıp kitle kırımı yaptı; 1975´te,
1988´de ve 1991´de üç kez Kürt halkını yüzbinler halinde §ran
ve Türkiye sınırlarına sürdü.
1980 yılında Şahlığın yıkılışını ve §ran ordusunun dağınıklığını
fırsat bilerek, ABD´nin yaktığı yeşil ışıkla §ran´a saldırdı
ve sekiz yıl savaştı.
1990´da Kuveyt´i işgal etti, böylece tüm dünyayı karşısına
aldı ve bunun yol açtığı Körfez Savaşı´nda feci bir hezimete
uğradı, müttefiklerin koşullarını kabul edip teslim oldu.
Sırtı daha yerden kalkmadan zırhlı birliklerini Kürdistan´a
sürdü, kuzeyde Kürtleri, güneyde Şiileri ezdi.
Ondan sonra da Irak halkını bir cenderede tutmayı sürdürdü.
Kerkük ve Musul yöresini Kürtlerden boşaltma, Araplaştırma
çabalarına hız verdi. Söz verdiği halde biyolojik ve kimyasal
silahları yok etmemek için direndi, onları sakladı, böylece
Irak üzerindeki cenderenin sürmesine yol açtı.
Tüm bu savaşlarda ülkesini perişan etti, yıkıma uğrattı,
halkına acı çektirdi ve ülke kaynaklarını telef etti. Oysa
bir petrol deryasının üzerinde oturuyordu. Halkına özgürlük
tanısa, Kürt sorununa barışçı bir çözüm bulsa, komşularıyla
barış içinde yaşamayı seçse Irak göz kamaştırıcı, gelişmiş,
bayındır bir ülke olurdu.
Ne yazık, ülkelerin olanaklarıyla yönetimleri her zaman uyumlu
değildir. Toprağı yaşanası kılacak olan üzerinde yaşıyan insandır.
O insan çağdaş, uygar bir yönetim oluşturacak kadar gelişmemişse
sahneyi yönetici adı altında ilkel adamlar, zorbalar, tufeyliler
sarar. Ve bereketli toprak, su, yer altındaki petrol, demir,
bakır, krom yoksulluğu yenmeye, insanca bir yaşam kurmaya
yetmez.
Bunun tek örneği Irak da değil. İşteİran, Suudi Arabistan,
Türkiye; işte tüm Ortadoğu!..
Gerçi Saddam bütün bunlar olurken kendisine 70 kadar saray
yaptırmaktan geri kalmadı; onları mermerle, altın-gümüşle
bezedi. Kentlerin girişlerine, meydanlara, yol kavşaklarına
onlarca kocaman heykelini diktirdi. Resimleri tüm devlet dairelerini,
salonları, duvarları, vitrinleri, otomobil camlarını kapladı.
Kendisini putlaştırdı, bir firavuna -haklı olarak-, Selahaddini
Eyyubi´ye -haksız olarak- özendi. Kendinden pek emindi; saltanatının,
gücünün hiç sona ermeyeceğini sandı.. §stihbarat örgütünün
gözdağlarıyla, zindanlarla, idamlarla, kırımlarla, binbir
dehşetle ürkütülmüş, rejim tarafından istenilen yöne sürüklenen
kitleler sokaklarda sık sık, “kalbimizle, ruhumuzla, canımızla
seninleyiz Saddam!” sloganları eşliğinde gösteriler yaptılar
ve bu, filmin sonuna yaklaştığımız şu günlerde bile devam
ediyor. Ne var ki tüm bunlar halkın sefaletini gidermeye,
Irak´ın insanlarını mutlu etmeye yetmedi. Kendisinin bugün
yüzyüze geldiği acılı sonu önlemeye de..
Keşke Irak halkı çok daha önceden ayaklanıp bu zorbayı başından
atabilseydi. Ben kendi payıma, Irak´ı perişan ettiği, büyük
bir yıkıma ve yüzbinlerce ölü ve sakata yol açtığı sekiz yıllık
Irak-§ran savaşından sonra, herhalde artık iktidarda kalamaz
diye düşünmüştüm. Ama kaldı. Hatta şu ünlü megalomanyaklığı
ile “savaşların anası” diye nitelediği ve feci bir yenilgiye
uğradığı 1991´deki Körfez Savaşı´ndan sonra bile. Üstelik
hezimeti zafer gibi yutturmaya çalışarak. Irak halkı bunu
yuttu mu, bilemem; ama Bağdat´ta halkın ayaklanmadığı açık.
Başkaldıranlar ise (Kürtler ve Şiiler) “Cumhuriyet Muhafızları”
ve zırhlı birliklerce ezildiler ve Müttefikler başlangıçta
bunu seyretmekle yetindi; hatta galiba istediler de..
Böyle acımasız bir diktatörün çıkardığı savaşlar, yol açtığı
sorunlarla sonunda kendisinden çok daha güçlü, belalı birine
çatacağı belliydi. Evet, bu Amerika oldu. Böyledir, dinsizin
hakkından imansız gelir!.
Amerika´nın bunu insanlık adına, demokrasi ve insan hakları
adına yapmadığı açık. Olup bitenler, biraz 11 Eylül´ün Amerikan
toplumunda yarattığı korku ve paniğin, daha çok da ABD´nin
-en başta da silah ve petrol tekellerinin çıkarlarına uygun
olarak, daha 11 Eylül´ün çok öncesinde düşünülmüş, hatta planlanmış,
Bush yönetimince devreye konan- dünyayı yeniden dizayn etme
planlarının ürünü.
ABD Saddam rejimini yıkmakta ve kendisine yandaş bir yönetimi
işbaşına getirmekte kararlı görünüyor. Bu, Irak´tan öte etkilerini
tüm bölgede gösterecek, statükoyu değiştirecek gibi. Çoğu
çağdışı, ilkel, zorba bölge devletlerinin (Türkiye´nin, §ran´ın,
Suudi Arabistan´ın ve ötekilerin) telaşı bu.
Saddam ve ilkel, acımasız rejimi de doğal olarak kendini
savunma refleksiyle davranıyor. Aslında Saddam ve Baas partisi,
demokratik yollarla değil, zorla elinde tuttuğu yönetimden,
yani diktatörlükten vezgeçse savaş olmayacak ve Irak´ta, yumuşak,
barışçı bir geçiş mümkün olacak. Örneğin 10 yıl öncesi Doğu
Avrupa´nın komünist tek parti yönetimleri genellikle böyle
yaptılar, güçleri olduğu halde, kanlı bir çatışmaya yol açmadan
çekildiler.
Böyle bir durumda ne yapmalı? Emperyalizme karşı çıkma ve
Iraklı sivilleri ve çocukları savunma adına, Irak´ın bu acımasız,
kanlı rejimini savunur duruma mı düşmeli? Yoksa, zaten yaptıklarıyla
30-40 yıldır savaşın, yıkımın -ülkenin yüzbinlerce asker gencinin
hayatının yanı sıra- bizat ülkenin çocuk, kadın ve yaşlılarının
ölümünün nedeni olan; ülkesinin insanlarını zindanlarda, enfallerde
onbinler halinde yok eden; hatta onları, Halepçe´de, Dolê
Balisan´da olduğu gibi kimyasal silahlarla kitleler halinde
kıyan; yani yaptıklarıyla Irak´ı bir cehenneme çeviren Saddam´ın
ve rejiminin gitmesi hatırına ABD´ye mi destek olmalı?.
Bence ne birini, ne ötekisini yapmalı.Ama eğer ABD, soğuk
savaş döneminin bir ürünü olan ve palazlanmasında kendi payı
da bulunan bu diktatörlüğü yok edecekse, bunun için göz yaşı
dökmeye gerek yok. Belki böylece Irak halkının trajedisi de
bir son bulur.
Evet, ABD kendi çıkarları için savaşıyor, ama savaşın sonuçları,
bölge açısından statükonun ve mevcut gerici, çağdışı diktatörlüklerin
bir süreç içinde yıkımına yol açacaksa, böylesi bir değişim
hiç de fena olmaz! Bunun yüzde yüz garantisi yok elbet. Bu,
değişimden yana güçlerin durumuna, tutumuna bağlı aynı zamanda.
Arap orduları da bir zamanlar, Emeviler döneminde, İspanya´ya
kadar fetih savaşlarına girişirken, amaç sadece Ýslamiyeti
yaymak değildi; asıl amaç fetihti, yağmaydı. Bu yayılma çok
da kanlı geçti. Ama, yer yer eski düzeni, köleci yapıyı yıkarak,
Ortaçağ kilisesinin yarattığı karanlık döneme bir çıra tutacak
kimi düşünceleri –ki bunların bir bölümü eski Yunan-Latin
felsefesi ve sanatı idi- taşıyarak Avrupa´da rönesans ve reform
döneminin başlamasına katkıda bulundu.
Köhne, çürümüş bir yapı bazan rüzgarla, bazan yangınla gider
ve bu yeni bir yapıyı kurma işini kolaylaştırır..
Öte yandan, Türkiye´li ilericilerin ve barışseverlerin Irak
sorununda dikkatlerini asıl olarak Türk yönetiminin, bu ülkenin
egemen güçlerinin tutumuna çevirmeleri gerekmez mi?. Türkiye´nin
militarist rejimi ne yapmak istiyor?
Bu ülkede Kürdüyle ve Türküyle halkın barış istediğine, Amerikan
savaşına yataklık edilmesini istemediğine kuşku yok. Ama yöneticiler
ve etkili odaklar?.
Onların sözde barışseverliklerinin bir yalan olduğu daha
baştan belliydi. Statükonun değişmesinden korktukları, hem
Güney Kürdistan´da Kürtlerin daha iyi bir statü elde etmelerinden
ödleri koptuğu, hem de Irak´ta meydana gelecek bir değişimin
domino etkisiyle sırayı kendilerine getirebileceği endişesiyle
savaşa karşı çıktılar. Ama savaşı önleyemiyeceklerini anlayınca
da ondan pay kapmak, Güney Kürdistan´ı işgal etmek, petrol
bölgesine kadar uzanmak için yıllardır kurdukları düşler canlandı.
Zaten bir bölümü, Enver Paşa mirası, yayılmacı, yağmacı bir
tutkuyla, daha baştan savaştan yanaydı. Öyle olunca da AKP
hükümetinin çark etmesi, yeni bir BM kararını, uluslararası
meşruiyet gereğini vs. bir gecede bir yana bırakıp ABD´nin
yanında yer alması bir oldu.
Barış adına yapılanlar ise gerçekten bir “müsamere” idi.Ülkenin
şu anda bir nolu statükoculuğuna soyunan Baykal´ın eğer kırk
yılda bir ettiği doğru bir laf varsa o da buydu..
Türkiye zaten çoktandır sınıra yığınak yapıyor, ordusunu
Güney Kürdistan´a sürmeye hazırlanıyor. Bir bölümü çoktan
orada. Başbakan Gül bir yandan da “savaş için girmiyoruz,
savunma için” diyor.
Bu iddia komik değil mi? Türkiye bir saldırı ile mi yüz yüze.Saddam
mı yoksa Güneyli Kürtler mi Türkiye´ye saldırı hazırlığında?
Besbelli böyle bir şey yok.
Ama rejimin sözcüleri de aylardır, hatta yıllardır asıl niyetlerini
sayıp dökmekteler. Telaşları Güneyli Kürtleri nasıl denetim
altına alacaklarıdır. Kürtlerin bağımsız ya da federal bir
yönetime kavuşmasına müthiş karşılar. Hatta, 1970 anlaşmasının
ürünü olan mevcut Kürt özerk yönetiminden de rahatsızlar.
Onu bile ortadan kaldırmak için can atıyor, fırsat kolluyorlar.
Bunun yanı sıra Kerkük ve ve Musul petrollerine elkoymaya,
en azından buradan pay kapmaya hevesleniyorlar. Şimdi bütün
bunlar için ellerine uygun bir fırsat geçtiğini sanıyorlar.
Türk rejiminin bunu yapmaya hakkı var mı? Türkiye´deki 20
milyon Kürdü tüm temel haklarından yoksun tutmak yetmiyormuş
gibi bir de sınırın ötesindeki Kürt halkının hak ve özgürlüklerine
karşı olmak nasıl bir şeydir? Ya Musul-Kerkük´e yönelik iddialar?
Bu tam bir saldırganlık değil mi?
Türkiye´nin antiemperyalistleri, barışseverleri bu konularda
ne diyorlar? Neden sesleri, solukları çıkmıyor? “Irak´ta ne
işimiz var? Kürtlerin de özgür olmaya hakkı yok mu?” diyen
kaç kişi var?. Hatta sözde barış adına meydanlara çıkanlar,
TBMM´de nutuk atanlar, örneğin CHP´liler, neden ordunun Irak´a
sürülmesini, “Kuzey Irak”ta bir Kürt oluşumunun engellenmesini
vatan millet adına haykırıp duruyorlar?
Bu sözde savaş karşıtı çevrelerin büyük bölümünün dediği
açıkça şu: “Irak diktatörlüğüne saldırı ulusal çıkarlarımıza
aykırı; ama Kürtlere saldırı ulusal çıkarlarımıza uygun ve
gerekli!.”
Bu dört ayar yayılmacı, ırkçı, şoven politikaya, bu arsız,
utanmaz tutuma karşı çıkmadan emperyalizm ve barış üzerine
söylenenler, konjünktüre uygun bir lafu güzaftan ibaret.
Görünen o ki, birçok çevreyi Irak olayında önce, savaş karşıtlığı
görüntüsü altında Saddam´ın yanına iten, sonra da savaştan
pay kapma güdüsüyle ABD´nin kanatları altına sürükleyen, Kürt
düşmanlığı ve Musul-Kerkük´e yönelik yayılmacı heveslerdir.
Elbet, AKP hükümetini bir anda, sözde savaş karşıtlığından
savaş yandaşlığına sürükleyen, salt bu ülkede “ulusal çapta”
paylaşılan Kürt düşmanlığı ve Kerkük-Musul hevesleri değildir.
Askeri ve ekonomik alanda, uluslararası politikada ABD´ye
ve onun denetimindeki kurumlara (NATO, IMF ve Dünya Bankası
gibi) bağımlılık da başka türlü davranmalarına el vermezdi.
Bir Amerikalı gazeteci daha aylar öncesi Türkiye için, “Irak
krizinde yanımızdadır; çünkü IMF Türkiye´yi bizim için satın
aldı,” diye açık açık yazmıştı. Son olarak da, haklarını yemeyelim,
iyi bir pazarlık yaptılar ve Başabakan Gül, üsler ve limanlarla
ilgili teskereyi meclise sunarken açıkladı: “Garanti aldık,
ABD tüm zararımızı karşılayacak!” Aynı gün ABD Hazine Bakanı
ve IMF heyeti de görüşmeler için Ankara´ya hareket etti..
Kısacası, dolarlar “İslam kardeşliği”ne ağır bastı. Irak´ın
birliği adına mangalda kül bırakmayanlar, şimdi Irak´ın bir
bölümünü işgal ve Saddam´ın ölü bedeninden pay kapma çabasındalar.
Yanlış hesap Bağdat´tan dönmezse tabi..
|