PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Savaş-barış, uluslararası hukuk ve statüko üzerine..

Kemal BURKAY

Beklenen şey oldu, ABD ve İngiliz koalisyonu ile Irak arasında İkinci Körfez Savaşı 19 Mart günü başladı.

Bu kez durum bazı bakımlardan Birinci Körfez Savaşı'ndan farklı. İlkinde hem Birleşmiş Milletler kararı vardı, hem de geniş bir koalisyon. Bunun nedeni Bağdat rejiminin bir başka ülkeyi, Kuveyt'i işgal etmiş olmasıydı. Oysa bu kez, uluslararası hukuk açısından böylesine açık, haklı bir gerekçe yok. ABD ve İngiltere, Irak'ın BM kararlarını çiğnemeye devam ettiğini, kitle kırım silahlarını yok etmediğini, teröre destek verdiğini ileri sürüyorlar. Ancak BM Güvenlik Konseyi'nin veto yetkisine sahip üç üyesi (Fransa, Rusya ve Çin) dahil, pek çok ülke bu görüşü paylaşmıyor. Bunlar en azından, Irak rejiminin silahsızlandırılması için BM uzmanlarına daha fazla zaman verilmesini, diplomasinin sürdürülmesini istiyor ve savaşa karşı çıkıyorlar. Bir başka deyişle bu kez ABD'nin yanında değil, karşısında geniş bir koalisyon var. Bu yüzden savaş karşıtı hareket de oldukça güçlü.

Buna bakarak şimdi, ABD ve Birleşik Krallık dahil olmak üzere, dünyanın her yanında, uluslararası hukuk açısından bu savaşın haklı olmadığını dile getiren sesler oldukça güçlü. ABD böyle yapmakla uluslararası sistemi yaraladı deniyor. Bu da doğrudur. ABD ve İngiltere BM'yi bir yana ittiler. Bu tavır, zaten yaptırım gücü olmayan bu örgütün durumunu daha da sarsacaktır. Bunun yanı sıra Avrupa Birliği'nde ciddi çatlaklar oluştu ve NATO da bundan payını aldı.

Bundan böyle uluslararası ilişkilerde bir başına hareket etme, kaba güce dayanma anlayışı güç kazanabilir. Bir başka deyişle bu kötü örnek olur. Bugünden sonra uluslararası istikrarın daha da sarsılabileceği ileri sürülebilir.

Öte yandan, bugünkü durumun sorumlusu tek başına ABD ve baş yandaşı İngiltere mi? Bugüne gelinceye kadar BM ve diğer uluslararası kuruluşlar ne ölçüde amaç ve ilkelerine uygun davrandılar? Örneğin, daha önceki dönemde uluslararası sorunlar BM ve diğer uluslararası kuruluşların kararlarına, uluslararası hukukun gereklerine göre mi çözülüyordu? Hatta uluslararası istikrar denen şey nasıl bir şeydir? Bu uluslararası barış ve güvenliği mi, yoksa statükoyu mu ifade ediyor? Bir de soruna bu açıdan bakarsak oldukça ilginç olur..

Geçmişte de BM örgütü uluslararası barış ve güvenliği sağlamakta, insan haklarını, ulusların haklarını güvenceye almakta, örneğin BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin gereklerini yerine getirmekte pek de etkin bir kurum değildi ve ilkeleri kağıt üzerinde kaldı. Geçmişte de BM güçlü devletlerin, özellikle de Güvenlik Konseyi'nde veto yetkisine sahip olanların ilişkilerine, ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki güç dengelerine göre çalıştı.

BM'nin amaçlarından biri savaşı önlemekti. Bunu ne ölçüde başardı? Aradan geçen dönemde gerçi üçüncü bir dünya savaşı patlak vermedi, ama dünyanın şurasında burasında, Cezayir'de, Kore'de, Vietnam'da, Kongo'da, Güney Afrika'da, Nikaragua'da, Afganistan'da, Filistin'de Körfez'de ve daha nice nice yerde kıyamet kadar savaş oldu ve bunlarda İkinci Dünya Savaşı'nda kullanılan bombalardan daha çok bomba kullanıldı, ölenlerin ve yaralananların sayısı 2. Dünya Savaşı'ndakini aştı.

Bu savaşların sorumluları ve tarafları ise bizzat BM üyelerinden, çoğu da Güvenlik Konseyi'nin veto yetkisine sahip daimi üyelerinden başkası değildi.

Cezayir'de uzun yıllar kirli bir savaş yürüten Fransa bunu BM'nin izniyle ve uluslararası hukukun bir gereği olarak yapmadı. Bu sömürgeci bir savaştı. Fransa ve Portekiz, zaman zaman İngiltere, sömürgelerini yitirmemek için savaştılar. ABD'nin Kore ve Vietnam savaşları da BM kararlarına dayanmadı. Bunlar da "komünizme karşı" savaşlardı. ABD ve yandaşları, başka halkların kendi rejimlerini seçmesine izin vermek niyetinde değillerdi. Bu sözde "hak ve özgürlük" adına yapılıyordu. Ama aynı ülkeler, dünyanın dört bir yanında, Yunanistan'da, Şili'de, Türkiye'de faşist diktatörlükleri, despot Ortaçağ rejimlerini desteklemekten, askeri darbeler tezgahlamaktan da geri kalmadılar.

Ulusal kurtuluş savaşlarını destekleyen ve sosyalizmin değerlerini savunan SSCB bile, uluslararası güç dengelerini ve sözde sistemin çıkarlarını gözeterek kimi ülkelerde ulusların ve insan haklarının çiğnenmesine seyirci kaldı. Örneğin iyi komşuluk hatırına İran ve Türkiye'de olup bitenlere tepki göstermezken, Saddam gibi müttefik diktatörlerin yaptıklarını da görmezden geldi.

Kısacası, kuruluşundan bu yana geçen 58 yıl boyunca uluslararası ilişkilere damgasını vuran BM ilkeleri değil, devletler ve karşıt sistemler arasındaki güç ilişkileri oldu.

BM'nin uluslararası sorunlarda (örneğin Filistin ve Kıbrıs sorunlarında) güç bela alabildiği kimi kararlar bile kağıt üzerinde kaldı. Örgütün hiçbir dönemde yaptırım gücü olmadı.

BM asla adına uygun bir örgüt olmadı. O bir "milletler" değil, devletler örgütü idi ve ne derece "birleşmiş" olduğu ise tartışma götürür..

Örneğin biz Kürtler, bir devletimiz olmadığı için bu örgütte temsil edilmedik. Ama biz ülkesi Fransa genişliğinde ve 40 milyonluk bir milletiz. Hem de ülkesi parçalanmış ve her parçada ağır bir ulusal zulüm altında olan, zaman zaman soykırımdan geçirilen, sürgüne tabi tutulan, dili kültürü bile yasaklanan bir halk.. Bize yapılanlar uluslarararası hukuka göre insanlığa karşı da işlenmiş bir suçtur. Ama bunun için BM örgütü kımıldamadı. Bu sorunu gündemine alıp tartışmadı bile.

Biz Kürtler için BM örgütü hiçbir zaman olmadı! Şimdi biz böyle bir örgütün itibarı beş paralık oldu diye göz yaşı dökmeyiz..

Ve eğer bugün işler bu duruma geldiyse, ABD gücüne güvenip hiç bir uluslararası örgüte, hatta BM'ye, AB'ye ve NATO'ya aldırmadan, adeta dünyaya meydan okuyarak Mezopotamya çöllerinde böyle bir savaşa tutuştuysa, bunun da sorumlusu, yine zamanında görev ve sorumluluğunun gereğini yapmayıp işlerin bu dereceye varmasına yol açan söz konusu kurumlar, onları oluşturan tek tek devletlerdir. Bu sonuçta her birinin az çok payı vardır.

Irak rejimi, daha Saddam öncesi, 1961'den başlayarak özgürlük isteyen Kürt halkına karşı savaşırken, Kürdistan'ı yakıp yıkarken, binlerce köyü yerle bir ederken, Kürtleri yüz binler halinde sınırlara sürerken, çocuk ve kadın demeden binler halinde toplu kırımlardan geçirirken, hatta Halepçe'de olduğu gibi kimyasal silah bile kullanıp çoğu kadın ve çocuk olan beş bin insanımızı bir anda cansız yere serip on binini de sakatlarken BM neredeydi? NATO ve Varşova paktları, AGİT, ABD ve SSCB, İngiltere, Fransa, Çin ve Almanya, Arap Birliği, İslam Ülkeleri Örgütü, Tarafsız Ülkeler Örgütü vs. vs. nerede idiler? Küçük bir ülkenin lideri, ama onurlu Kaddafi'nin dışında hiçbir liderden, hiçbir devletten ses çıktı mı?

Biz elbet, bütün bu işler olurken söz konusu devletlerin ve liderlerin nerede olduklarını biliyoruz. Bir bölümü Irak diktatörüne savaş uçaklarını, tankları, bir bölümü ise kimyasal ve biyolojik silahlar için gerekli malzeme ve teknolojiyi sağlamaktaydılar.. Soykırım karşısında ise utanmazca sustular. BM de, NATO da, AB de sustu. Bazı cılız sesler ise yasak savma türündendi.

Bu sorumsuzca, bundan da öte, alçakça bir suskunluktu.

Eğer öyle olmasaydı, BM Kürt halkı için de prensiplerini hatırlasaydı, BM üyesi devletler, en başta Güvenlik Konseyi üyeleri sorumlu davranıp harekete geçselerdi, Saddam ve benzerleri frenlenir, Kürt sorunu gibi önemli bir sorun da çoktan çözülmüş olur, işler tırmanıp buraya kadar gelmezdi. Çünkü BM'nin temel ilkelerinden biri ulusların kendi kaderlerini tayin hakkıdır.

Oysa bizim kaderimiz bu bayları hiç ilgilendirmedi! BM ve üye devletler Kürt halkının trajedisi karşısında gözlerini, kulaklarını, ağızlarını ve vicdanlarını -eğer varsa- tıkadılar.

Irak'la İran'ı savaşa tutuşturup Saddam megalomanının ve çağ dışı mollalar yönetiminin sultası altındaki bu iki halkın sekiz yıl boyunca boğazlaşmasını, her iki ülkenin alt üst olmasını, kaynaklarının bu aptalca savaşta telef olmasını uzaktan seyredenler de aynı güçler, en başta ABD idi. Batılı büyük devletler bu arada hem bu iki ülkeye, hem de tüm Ortadoğu'ya bol bol silah sattılar. BM ise ortalıkta görünmedi.

Afganistan'da Talibanları ve El Kaide'yi yaratanlar da batının aynı sözde "özgürlükçü" güçleri idi. Ve sonuçta Saddam Kuveyt'i işgale kalkıştıysa, Sovyetlerin hedef olmaktan çıkmasının ardından El Kaide dinci, fanatik öfkesini ABD'ye yöneltip "İkiz Kulelere" saldırır hale geldiyse, bunda, ABD'nin yanı sıra, BM'nin de, AB'nin de, NATO'nun da, büyük ve küçük öteki devletlerin de payı var.

Şili'de Pinochet'i, Türkiye'de Evren'i iş başına getirenler de onlardır. Son 20 yılda Türk devletinin Kürdistan'da yaptıklarını seyreden, binlerce köyün yıkımına, milyonlarca insanımızın sürgününe göz yumanlar da onlardır. Saddam'dan on kat daha ırkçı, militarist ve tehlikeli bu rejimi besleyip büyütenler de onlardır. Batılı ülkelerin ve NATO'nun palazlandırdığı Türkiye'nin militarist rejimi dişlerini ilk kez Kıbrıs'ta gösterdi. Kuzey Kürdistan'daki kirli savaşla bunu sürdürdü. Şimdi gözlerini Irak sınırları içindeki Güney Kürdistan'a çevirmiş, askeri birliklerini sınıra yığmış, güneydeki halkımızı da işgalle tehdit ediyor. Ne uluslararası hukuka aldırıyor, ne BM'ye, ne AB'ye. Eğer ABD ve İngiltere planına, yani Bağdat'a yönelik operasyona zarar verdiği için, onlar karşı çıkmasa şimdiye kadar bunu yapmıştı bile.

Kısacası, başından bugüne, gücü yeten BM'ye aldırmadı, uluslararası hukuku çiğnedi. BM'nin de, AGİT ve benzeri uluslararası kurumların da iktidarsızlığı ilk değil. Ama nedense herkes BM'yi ve uluslararası hukuku, ABD'nin Irak diktatörlüğüne saldırdığı şu günlerde hatırladı..

Tüm bu nedenlerle, Amerika şimdi çıkarları gerektirdiği için Bağdat'ın acımasız diktatörlüğüne çullandıysa, biz Kürtler bunun için göz yaşı dökmeyiz. Üstelik bu hoşumuza gider. Bu güçlü devlet belki de tarihinde ilk kez hayırlı bir iş yapıyor, deriz. BM'nin itibarı beş para oldu diye de canımız sıkılmaz. Bizim için, zulmün acının her türlüsünü gören Kürt halkı için bu kuruluş hiçbir zaman olmadı ki..

Barış sözcüğü kuşkusuz, tüm dillerin "sevgi" gibi, "umut" gibi, "özgürlük" ve "adalet" gibi en güzel sözcüklerinden biri. Bunu kimse, yıllar boyu baskının, zulmün, savaşın içinde yaşıyan, binbir acıyı tadan biz Kürtler kadar yürekten duyamaz, yürekten isteyemez. Biz nice savaş ağıtları yaktık, barış türküleri söyledik. Ama bunu kimse duymadı. Ne ülkemizi işgal edip bizi zincire vurmayı hak sayan zorbalar, ne de uluslararası kurumlar. Hatta dünyadaki barış hareketi bile..

Söyler misiniz, Vietnam Savaşı, Cezayir Savaşı sırasında ve şimdi Körfez Savaşı nedeniyle sokaklara dökülen barış yanlısı kitleler, son kırk yıldır Kürdistan'ın Irak, İran ve Türkiye parçalarında köyleri, kentleri, ormanları bombalanan, yakılıp yıkılan, binler halinde kırımdan geçirilen, yüz binler ve milyonlar halinde sürülen, dilleri kültürleri, türküleri bile yasaklanan Kürtlerin trajedisi karşısında nerde idiler?

Bağdat'ın bombalanması karşısında sokaklara dökülen bu milyonlar biz bombalanırken nerde idiler?.

Ama elbet bu insanların suçu yok. Bizim için yürümediler diye başkası için de yürümesinler demiyoruz. Biz, bir avuç sahte savaş karşıtının, krokodilin dışında, çoğu iyi niyetli, içtenlikli olan bu barış yanlısı insanların duygularına derin saygı duyuyoruz. Biz de Kürtler olarak çektiğimiz bunca acıya, özgürlüğümüzü gaspeden zalimlere ve haydutlara karşı duyduğumuz derin öfkeye rağmen hem kendimiz, hem tüm dünya için adalet ve barış istiyoruz.

Öte yandan, barış hareketinin nasıl oluştuğunu da biliyoruz. Vietnam için bir barış hareketi vardı; çünkü Vietnam'ın arkasında SSCB ve Çin dahil, sosyalist ülkeler vardı. Onlar ve batıdaki sol partiler bu barış hareketinin motoru oldular. Bu güç demokrat çevreleri, sıradan insanları da meydanlara çekti.

Cezayir'in arkasında da aynı sosyalist ülkeler ve koca bir Arap dünyası vardı.

Şimdiki savaş karşıtı hareketin içinde ise Fransa, Almanya, Rusya, Çin dahil, büyük güçler var. Statükonun sarsılmasından ürken Arap devletleri var. Bunların barışçı olduğundan söz edebilir miyiz? Bunlar düne kadar Saddam zorbasına savaş uçaklarını, tankları, kimyasal silahları sağlayanlar değil mi?..

Dün Sırbistan'a saldırıyı alkışlayan, bunun için hiç de BM kararı ve "uluslararası meşruiyet" aramayan birçok ülke, hükümet, lider, şimdi Saddam'a koruyucu kanatlarını geriyor, BM kararı gereğinden, haktan hukuktan söz ediyor.. Bunların başında Türkiye'nin militarist rejimi, ırkçı-şoven medyası var. Bunlar barış yanlısı mı? Bağdat rejimi dünkü Sırp yönetiminden daha mı iyi? Saddam Miloseviç'ten daha mı az kötü? Dün Sırbistan bombalanırken çocuklar, kadınlar ölmüyor muydu?

Baylar, siz 15 yıllık kirli savaş boyunca nerde idiniz? "Doğu ve Güneydoğu" dediğiniz yerde dört bin Kürt köyü, onlarca kent ve kasaba -Lice, Şırnak, Tunceli, Beyazıt ve ötekiler- Türk helikopterleri ve tankları tarafından yerle bir edilirken, yakılırken, Kürtler milyonlar halinde sürülürken nerdeydiniz? Orada çocuklar ve kadınlar acı çekmedi mi?

Evet, 40 yıldır bombalanıyoruz, yüz yıldan fazladır sık sık kırımdan geçiriliyoruz; ama biz Kürtler için dünyada bir barış hareketi olmadı, bizim için kimse sokaklara dökülmedi. Hatta biz Saddam'ın ve Türk rejiminin yaptıklarına karşı sokaklara döküldüğümüz, barışçı Newroz gösterilerinde makinalı tüfeklerle biçilip yüzler halinde, kan-revan içinde sokaklara serildiğimiz zamanlarda bile yanımızda kimseleri görmedik; televizyonlar, gazeteler de bizi görmediler!..

Çünkü bizim dostumuz büyük güçler yoktu. Ne SSCB, ne ABD... Ne de İslam ülkeleri için vardık..

Bugünkü savaş karşıtlarının bir bölümü (örneğin Fransa, Almanya, Rusya, Çin, Arap rejimleri, İran ve Türkiye) salt çıkarları ABD'ninkiyle çeliştiği için savaşa karşılar. Sokaklarda yürüyen insanlar ise, çoğunlukla iyi niyetli, gerçekten de dünyada barış isteyen, adalet isteyen insanlar. Ama ne gariptir ki yaptıkları sonuçta, en çok da Irak halkını ezen, eşi az görülür bir zorba rejime kalkan olmaktır, bölgede statükonun savunulmasıdır.

Oysa biz, Saddam rejiminin yıkılmasını, yerine demokratik, federal bir yapının kurulmasını canı gönülden istiyoruz. Buna ABD ve İngiltere de vesile olsa, katkıda bulunsa iyi bir şeydir. Bu yalnız Kürtlerin değil, Arap halkının da yararınadır.

Bazıları, suyu yokuşa sürmek için, "dışardan demokrasi gelmez" diyorlar. Baylar, bırakın da Irak halkı bunu denesin, düşe-kalka bu işi öğrensin. Destek olmuyorsanız, bari köstek olmayın.

Hem Güney Kürdistan'daki mevcut demokrasi inanın ki Türkiye'nin şu andaki göstermelik demokrasisinden on kat daha idi. Bakın orada komünist partisi de serbest, Türkmen partileri de. Orada Türkmen televizyonu, okulları, kolejleri de var. Türkmenlerin sayısı ise, şu anda Kürtlerin denetimindeki kesimde 50 bin kişi bile değil. Oysa siz habire parti kapatıyorsunuz. Türkiye sınırları içindeki 20 milyon Kürt, yani ülkenin ve nüfusun üçte biri kendi adıyla bir dernek bile kuramıyor, hala tek bir okulu bile yok. Siz kime demokrasi dersi veriyorsunuz?!.

Ayrıca, Ortadoğu'da statükonun ve bu anlamda istikrarın bozulması da hiç fena olmaz. Çünkü mevcut statüko değişimin ve yenilenmenin önünde engeldir. Statükonun yıkılmasından ürkenler bölgenin gerici, tutucu, baskıcı rejimleridir; ama Kürt ya da Arap, Türk ya da Fars halklarının, yoksul müslümanların korkması için bir neden yoktur.

Uluslararası barış da ancak yenilenme ve değişimle, demokrasiyle, adalet ve özgürlükle sağlanabilir. Bunları ABD ve İngiltere sağlayacak demiyorum; ama barış isteyenler, statükoculuğu, sınır bekçiliğini bir yana bırakıp gözlerini bu hedeflere dikmeli.

 
PSK Bulten © 2003