Savaş-barış, uluslararası
hukuk ve statüko üzerine..
Kemal BURKAY
Beklenen şey oldu, ABD ve İngiliz koalisyonu ile Irak arasında
İkinci Körfez Savaşı 19 Mart günü başladı.
Bu kez durum bazı bakımlardan Birinci Körfez Savaşı'ndan
farklı. İlkinde hem Birleşmiş Milletler kararı vardı, hem
de geniş bir koalisyon. Bunun nedeni Bağdat rejiminin bir
başka ülkeyi, Kuveyt'i işgal etmiş olmasıydı. Oysa bu kez,
uluslararası hukuk açısından böylesine açık, haklı bir gerekçe
yok. ABD ve İngiltere, Irak'ın BM kararlarını çiğnemeye devam
ettiğini, kitle kırım silahlarını yok etmediğini, teröre destek
verdiğini ileri sürüyorlar. Ancak BM Güvenlik Konseyi'nin
veto yetkisine sahip üç üyesi (Fransa, Rusya ve Çin) dahil,
pek çok ülke bu görüşü paylaşmıyor. Bunlar en azından, Irak
rejiminin silahsızlandırılması için BM uzmanlarına daha fazla
zaman verilmesini, diplomasinin sürdürülmesini istiyor ve
savaşa karşı çıkıyorlar. Bir başka deyişle bu kez ABD'nin
yanında değil, karşısında geniş bir koalisyon var. Bu yüzden
savaş karşıtı hareket de oldukça güçlü.
Buna bakarak şimdi, ABD ve Birleşik Krallık dahil olmak üzere,
dünyanın her yanında, uluslararası hukuk açısından bu savaşın
haklı olmadığını dile getiren sesler oldukça güçlü. ABD böyle
yapmakla uluslararası sistemi yaraladı deniyor. Bu da doğrudur.
ABD ve İngiltere BM'yi bir yana ittiler. Bu tavır, zaten yaptırım
gücü olmayan bu örgütün durumunu daha da sarsacaktır. Bunun
yanı sıra Avrupa Birliği'nde ciddi çatlaklar oluştu ve NATO
da bundan payını aldı.
Bundan böyle uluslararası ilişkilerde bir başına hareket
etme, kaba güce dayanma anlayışı güç kazanabilir. Bir başka
deyişle bu kötü örnek olur. Bugünden sonra uluslararası istikrarın
daha da sarsılabileceği ileri sürülebilir.
Öte yandan, bugünkü durumun sorumlusu tek başına ABD ve baş
yandaşı İngiltere mi? Bugüne gelinceye kadar BM ve diğer uluslararası
kuruluşlar ne ölçüde amaç ve ilkelerine uygun davrandılar?
Örneğin, daha önceki dönemde uluslararası sorunlar BM ve diğer
uluslararası kuruluşların kararlarına, uluslararası hukukun
gereklerine göre mi çözülüyordu? Hatta uluslararası istikrar
denen şey nasıl bir şeydir? Bu uluslararası barış ve güvenliği
mi, yoksa statükoyu mu ifade ediyor? Bir de soruna bu açıdan
bakarsak oldukça ilginç olur..
Geçmişte de BM örgütü uluslararası barış ve güvenliği sağlamakta,
insan haklarını, ulusların haklarını güvenceye almakta, örneğin
BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin gereklerini yerine
getirmekte pek de etkin bir kurum değildi ve ilkeleri kağıt
üzerinde kaldı. Geçmişte de BM güçlü devletlerin, özellikle
de Güvenlik Konseyi'nde veto yetkisine sahip olanların ilişkilerine,
ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki güç dengelerine göre
çalıştı.
BM'nin amaçlarından biri savaşı önlemekti. Bunu ne ölçüde
başardı? Aradan geçen dönemde gerçi üçüncü bir dünya savaşı
patlak vermedi, ama dünyanın şurasında burasında, Cezayir'de,
Kore'de, Vietnam'da, Kongo'da, Güney Afrika'da, Nikaragua'da,
Afganistan'da, Filistin'de Körfez'de ve daha nice nice yerde
kıyamet kadar savaş oldu ve bunlarda İkinci Dünya Savaşı'nda
kullanılan bombalardan daha çok bomba kullanıldı, ölenlerin
ve yaralananların sayısı 2. Dünya Savaşı'ndakini aştı.
Bu savaşların sorumluları ve tarafları ise bizzat BM üyelerinden,
çoğu da Güvenlik Konseyi'nin veto yetkisine sahip daimi üyelerinden
başkası değildi.
Cezayir'de uzun yıllar kirli bir savaş yürüten Fransa bunu
BM'nin izniyle ve uluslararası hukukun bir gereği olarak yapmadı.
Bu sömürgeci bir savaştı. Fransa ve Portekiz, zaman zaman
İngiltere, sömürgelerini yitirmemek için savaştılar. ABD'nin
Kore ve Vietnam savaşları da BM kararlarına dayanmadı. Bunlar
da "komünizme karşı" savaşlardı. ABD ve yandaşları, başka
halkların kendi rejimlerini seçmesine izin vermek niyetinde
değillerdi. Bu sözde "hak ve özgürlük" adına yapılıyordu.
Ama aynı ülkeler, dünyanın dört bir yanında, Yunanistan'da,
Şili'de, Türkiye'de faşist diktatörlükleri, despot Ortaçağ
rejimlerini desteklemekten, askeri darbeler tezgahlamaktan
da geri kalmadılar.
Ulusal kurtuluş savaşlarını destekleyen ve sosyalizmin değerlerini
savunan SSCB bile, uluslararası güç dengelerini ve sözde sistemin
çıkarlarını gözeterek kimi ülkelerde ulusların ve insan haklarının
çiğnenmesine seyirci kaldı. Örneğin iyi komşuluk hatırına
İran ve Türkiye'de olup bitenlere tepki göstermezken, Saddam
gibi müttefik diktatörlerin yaptıklarını da görmezden geldi.
Kısacası, kuruluşundan bu yana geçen 58 yıl boyunca uluslararası
ilişkilere damgasını vuran BM ilkeleri değil, devletler ve
karşıt sistemler arasındaki güç ilişkileri oldu.
BM'nin uluslararası sorunlarda (örneğin Filistin ve Kıbrıs
sorunlarında) güç bela alabildiği kimi kararlar bile kağıt
üzerinde kaldı. Örgütün hiçbir dönemde yaptırım gücü olmadı.
BM asla adına uygun bir örgüt olmadı. O bir "milletler" değil,
devletler örgütü idi ve ne derece "birleşmiş" olduğu ise tartışma
götürür..
Örneğin biz Kürtler, bir devletimiz olmadığı için bu örgütte
temsil edilmedik. Ama biz ülkesi Fransa genişliğinde ve 40
milyonluk bir milletiz. Hem de ülkesi parçalanmış ve her parçada
ağır bir ulusal zulüm altında olan, zaman zaman soykırımdan
geçirilen, sürgüne tabi tutulan, dili kültürü bile yasaklanan
bir halk.. Bize yapılanlar uluslarararası hukuka göre insanlığa
karşı da işlenmiş bir suçtur. Ama bunun için BM örgütü kımıldamadı.
Bu sorunu gündemine alıp tartışmadı bile.
Biz Kürtler için BM örgütü hiçbir zaman olmadı! Şimdi biz
böyle bir örgütün itibarı beş paralık oldu diye göz yaşı dökmeyiz..
Ve eğer bugün işler bu duruma geldiyse, ABD gücüne güvenip
hiç bir uluslararası örgüte, hatta BM'ye, AB'ye ve NATO'ya
aldırmadan, adeta dünyaya meydan okuyarak Mezopotamya çöllerinde
böyle bir savaşa tutuştuysa, bunun da sorumlusu, yine zamanında
görev ve sorumluluğunun gereğini yapmayıp işlerin bu dereceye
varmasına yol açan söz konusu kurumlar, onları oluşturan tek
tek devletlerdir. Bu sonuçta her birinin az çok payı vardır.
Irak rejimi, daha Saddam öncesi, 1961'den başlayarak özgürlük
isteyen Kürt halkına karşı savaşırken, Kürdistan'ı yakıp yıkarken,
binlerce köyü yerle bir ederken, Kürtleri yüz binler halinde
sınırlara sürerken, çocuk ve kadın demeden binler halinde
toplu kırımlardan geçirirken, hatta Halepçe'de olduğu gibi
kimyasal silah bile kullanıp çoğu kadın ve çocuk olan beş
bin insanımızı bir anda cansız yere serip on binini de sakatlarken
BM neredeydi? NATO ve Varşova paktları, AGİT, ABD ve SSCB,
İngiltere, Fransa, Çin ve Almanya, Arap Birliği, İslam Ülkeleri
Örgütü, Tarafsız Ülkeler Örgütü vs. vs. nerede idiler? Küçük
bir ülkenin lideri, ama onurlu Kaddafi'nin dışında hiçbir
liderden, hiçbir devletten ses çıktı mı?
Biz elbet, bütün bu işler olurken söz konusu devletlerin
ve liderlerin nerede olduklarını biliyoruz. Bir bölümü Irak
diktatörüne savaş uçaklarını, tankları, bir bölümü ise kimyasal
ve biyolojik silahlar için gerekli malzeme ve teknolojiyi
sağlamaktaydılar.. Soykırım karşısında ise utanmazca sustular.
BM de, NATO da, AB de sustu. Bazı cılız sesler ise yasak savma
türündendi.
Bu sorumsuzca, bundan da öte, alçakça bir suskunluktu.
Eğer öyle olmasaydı, BM Kürt halkı için de prensiplerini
hatırlasaydı, BM üyesi devletler, en başta Güvenlik Konseyi
üyeleri sorumlu davranıp harekete geçselerdi, Saddam ve benzerleri
frenlenir, Kürt sorunu gibi önemli bir sorun da çoktan çözülmüş
olur, işler tırmanıp buraya kadar gelmezdi. Çünkü BM'nin temel
ilkelerinden biri ulusların kendi kaderlerini tayin hakkıdır.
Oysa bizim kaderimiz bu bayları hiç ilgilendirmedi! BM ve
üye devletler Kürt halkının trajedisi karşısında gözlerini,
kulaklarını, ağızlarını ve vicdanlarını -eğer varsa- tıkadılar.
Irak'la İran'ı savaşa tutuşturup Saddam megalomanının ve
çağ dışı mollalar yönetiminin sultası altındaki bu iki halkın
sekiz yıl boyunca boğazlaşmasını, her iki ülkenin alt üst
olmasını, kaynaklarının bu aptalca savaşta telef olmasını
uzaktan seyredenler de aynı güçler, en başta ABD idi. Batılı
büyük devletler bu arada hem bu iki ülkeye, hem de tüm Ortadoğu'ya
bol bol silah sattılar. BM ise ortalıkta görünmedi.
Afganistan'da Talibanları ve El Kaide'yi yaratanlar da batının
aynı sözde "özgürlükçü" güçleri idi. Ve sonuçta Saddam Kuveyt'i
işgale kalkıştıysa, Sovyetlerin hedef olmaktan çıkmasının
ardından El Kaide dinci, fanatik öfkesini ABD'ye yöneltip
"İkiz Kulelere" saldırır hale geldiyse, bunda, ABD'nin yanı
sıra, BM'nin de, AB'nin de, NATO'nun da, büyük ve küçük öteki
devletlerin de payı var.
Şili'de Pinochet'i, Türkiye'de Evren'i iş başına getirenler
de onlardır. Son 20 yılda Türk devletinin Kürdistan'da yaptıklarını
seyreden, binlerce köyün yıkımına, milyonlarca insanımızın
sürgününe göz yumanlar da onlardır. Saddam'dan on kat daha
ırkçı, militarist ve tehlikeli bu rejimi besleyip büyütenler
de onlardır. Batılı ülkelerin ve NATO'nun palazlandırdığı
Türkiye'nin militarist rejimi dişlerini ilk kez Kıbrıs'ta
gösterdi. Kuzey Kürdistan'daki kirli savaşla bunu sürdürdü.
Şimdi gözlerini Irak sınırları içindeki Güney Kürdistan'a
çevirmiş, askeri birliklerini sınıra yığmış, güneydeki halkımızı
da işgalle tehdit ediyor. Ne uluslararası hukuka aldırıyor,
ne BM'ye, ne AB'ye. Eğer ABD ve İngiltere planına, yani Bağdat'a
yönelik operasyona zarar verdiği için, onlar karşı çıkmasa
şimdiye kadar bunu yapmıştı bile.
Kısacası, başından bugüne, gücü yeten BM'ye aldırmadı, uluslararası
hukuku çiğnedi. BM'nin de, AGİT ve benzeri uluslararası kurumların
da iktidarsızlığı ilk değil. Ama nedense herkes BM'yi ve uluslararası
hukuku, ABD'nin Irak diktatörlüğüne saldırdığı şu günlerde
hatırladı..
Tüm bu nedenlerle, Amerika şimdi çıkarları gerektirdiği için
Bağdat'ın acımasız diktatörlüğüne çullandıysa, biz Kürtler
bunun için göz yaşı dökmeyiz. Üstelik bu hoşumuza gider. Bu
güçlü devlet belki de tarihinde ilk kez hayırlı bir iş yapıyor,
deriz. BM'nin itibarı beş para oldu diye de canımız sıkılmaz.
Bizim için, zulmün acının her türlüsünü gören Kürt halkı için
bu kuruluş hiçbir zaman olmadı ki..
Barış sözcüğü kuşkusuz, tüm dillerin "sevgi" gibi, "umut"
gibi, "özgürlük" ve "adalet" gibi en güzel sözcüklerinden
biri. Bunu kimse, yıllar boyu baskının, zulmün, savaşın içinde
yaşıyan, binbir acıyı tadan biz Kürtler kadar yürekten duyamaz,
yürekten isteyemez. Biz nice savaş ağıtları yaktık, barış
türküleri söyledik. Ama bunu kimse duymadı. Ne ülkemizi işgal
edip bizi zincire vurmayı hak sayan zorbalar, ne de uluslararası
kurumlar. Hatta dünyadaki barış hareketi bile..
Söyler misiniz, Vietnam Savaşı, Cezayir Savaşı sırasında
ve şimdi Körfez Savaşı nedeniyle sokaklara dökülen barış yanlısı
kitleler, son kırk yıldır Kürdistan'ın Irak, İran ve Türkiye
parçalarında köyleri, kentleri, ormanları bombalanan, yakılıp
yıkılan, binler halinde kırımdan geçirilen, yüz binler ve
milyonlar halinde sürülen, dilleri kültürleri, türküleri bile
yasaklanan Kürtlerin trajedisi karşısında nerde idiler?
Bağdat'ın bombalanması karşısında sokaklara dökülen bu milyonlar
biz bombalanırken nerde idiler?.
Ama elbet bu insanların suçu yok. Bizim için yürümediler
diye başkası için de yürümesinler demiyoruz. Biz, bir avuç
sahte savaş karşıtının, krokodilin dışında, çoğu iyi niyetli,
içtenlikli olan bu barış yanlısı insanların duygularına derin
saygı duyuyoruz. Biz de Kürtler olarak çektiğimiz bunca acıya,
özgürlüğümüzü gaspeden zalimlere ve haydutlara karşı duyduğumuz
derin öfkeye rağmen hem kendimiz, hem tüm dünya için adalet
ve barış istiyoruz.
Öte yandan, barış hareketinin nasıl oluştuğunu da biliyoruz.
Vietnam için bir barış hareketi vardı; çünkü Vietnam'ın arkasında
SSCB ve Çin dahil, sosyalist ülkeler vardı. Onlar ve batıdaki
sol partiler bu barış hareketinin motoru oldular. Bu güç demokrat
çevreleri, sıradan insanları da meydanlara çekti.
Cezayir'in arkasında da aynı sosyalist ülkeler ve koca bir
Arap dünyası vardı.
Şimdiki savaş karşıtı hareketin içinde ise Fransa, Almanya,
Rusya, Çin dahil, büyük güçler var. Statükonun sarsılmasından
ürken Arap devletleri var. Bunların barışçı olduğundan söz
edebilir miyiz? Bunlar düne kadar Saddam zorbasına savaş uçaklarını,
tankları, kimyasal silahları sağlayanlar değil mi?..
Dün Sırbistan'a saldırıyı alkışlayan, bunun için hiç de BM
kararı ve "uluslararası meşruiyet" aramayan birçok ülke, hükümet,
lider, şimdi Saddam'a koruyucu kanatlarını geriyor, BM kararı
gereğinden, haktan hukuktan söz ediyor.. Bunların başında
Türkiye'nin militarist rejimi, ırkçı-şoven medyası var. Bunlar
barış yanlısı mı? Bağdat rejimi dünkü Sırp yönetiminden daha
mı iyi? Saddam Miloseviç'ten daha mı az kötü? Dün Sırbistan
bombalanırken çocuklar, kadınlar ölmüyor muydu?
Baylar, siz 15 yıllık kirli savaş boyunca nerde idiniz? "Doğu
ve Güneydoğu" dediğiniz yerde dört bin Kürt köyü, onlarca
kent ve kasaba -Lice, Şırnak, Tunceli, Beyazıt ve ötekiler-
Türk helikopterleri ve tankları tarafından yerle bir edilirken,
yakılırken, Kürtler milyonlar halinde sürülürken nerdeydiniz?
Orada çocuklar ve kadınlar acı çekmedi mi?
Evet, 40 yıldır bombalanıyoruz, yüz yıldan fazladır sık sık
kırımdan geçiriliyoruz; ama biz Kürtler için dünyada bir barış
hareketi olmadı, bizim için kimse sokaklara dökülmedi. Hatta
biz Saddam'ın ve Türk rejiminin yaptıklarına karşı sokaklara
döküldüğümüz, barışçı Newroz gösterilerinde makinalı tüfeklerle
biçilip yüzler halinde, kan-revan içinde sokaklara serildiğimiz
zamanlarda bile yanımızda kimseleri görmedik; televizyonlar,
gazeteler de bizi görmediler!..
Çünkü bizim dostumuz büyük güçler yoktu. Ne SSCB, ne ABD...
Ne de İslam ülkeleri için vardık..
Bugünkü savaş karşıtlarının bir bölümü (örneğin Fransa, Almanya,
Rusya, Çin, Arap rejimleri, İran ve Türkiye) salt çıkarları
ABD'ninkiyle çeliştiği için savaşa karşılar. Sokaklarda yürüyen
insanlar ise, çoğunlukla iyi niyetli, gerçekten de dünyada
barış isteyen, adalet isteyen insanlar. Ama ne gariptir ki
yaptıkları sonuçta, en çok da Irak halkını ezen, eşi az görülür
bir zorba rejime kalkan olmaktır, bölgede statükonun savunulmasıdır.
Oysa biz, Saddam rejiminin yıkılmasını, yerine demokratik,
federal bir yapının kurulmasını canı gönülden istiyoruz. Buna
ABD ve İngiltere de vesile olsa, katkıda bulunsa iyi bir şeydir.
Bu yalnız Kürtlerin değil, Arap halkının da yararınadır.
Bazıları, suyu yokuşa sürmek için, "dışardan demokrasi gelmez"
diyorlar. Baylar, bırakın da Irak halkı bunu denesin, düşe-kalka
bu işi öğrensin. Destek olmuyorsanız, bari köstek olmayın.
Hem Güney Kürdistan'daki mevcut demokrasi inanın ki Türkiye'nin
şu andaki göstermelik demokrasisinden on kat daha idi. Bakın
orada komünist partisi de serbest, Türkmen partileri de. Orada
Türkmen televizyonu, okulları, kolejleri de var. Türkmenlerin
sayısı ise, şu anda Kürtlerin denetimindeki kesimde 50 bin
kişi bile değil. Oysa siz habire parti kapatıyorsunuz. Türkiye
sınırları içindeki 20 milyon Kürt, yani ülkenin ve nüfusun
üçte biri kendi adıyla bir dernek bile kuramıyor, hala tek
bir okulu bile yok. Siz kime demokrasi dersi veriyorsunuz?!.
Ayrıca, Ortadoğu'da statükonun ve bu anlamda istikrarın bozulması
da hiç fena olmaz. Çünkü mevcut statüko değişimin ve yenilenmenin
önünde engeldir. Statükonun yıkılmasından ürkenler bölgenin
gerici, tutucu, baskıcı rejimleridir; ama Kürt ya da Arap,
Türk ya da Fars halklarının, yoksul müslümanların korkması
için bir neden yoktur.
Uluslararası barış da ancak yenilenme ve değişimle, demokrasiyle,
adalet ve özgürlükle sağlanabilir. Bunları ABD ve İngiltere
sağlayacak demiyorum; ama barış isteyenler, statükoculuğu,
sınır bekçiliğini bir yana bırakıp gözlerini bu hedeflere
dikmeli.
|