PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Cumhurbaşkanı Sezer’in tavrı saygıya değer

Kemal Burkay

Anayasa Mahkemesi, 26 Şubat 1999 tarihinde verdiği, Demokratik Kitle Partisi'nin (DKP) kapatılmasına ilişkin kararının gerekçesini yaklaşık üç yıl sonra yayınladı. Bu, bir kişiyi idam edip nedenini üç yıl sonra açıklamaya benziyor..

Bu kadar gecikme bir yana, bu kararın çok önemli bir yanı, o zaman Anayasa Mahkemesi Başkanı olan Cumhurbaşkanı Sezer'in de aralarında bulunduğu dört üyeninin kapatma kararına katılmamaları ve buna ilişkin gerekçeleri.

Anayasa mahkemesi çoğunluk oyuyla DKP'yi kapadı. Gerekçesi de programında yer alan bazı ifadelerin siyasi partiler kanununa ve Anayasa’ya aykırı düşmüş olması.

DKP programında Kürt sorununu Türkiye'nin temel sorunlarının başta geleni saymıştı. Kürtlerin sıradan bir etnik grup ve azınlık değil, ülkenin asli unsuru olduğunu belirtmiş ve sorunun eşitlik temelinde çözümünü istemişti.

İşte Anayasa mahkemesi bunu, Anayasa’nın, ”devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliği” ilkesine aykırı buluyor.

Anayasa Mahkemesi, Siyasi Partiler kanununun 81. maddesini esas alıyor. Bu maddede, hiçbir siyasi partinin "TC ülkesi üzerinde kültür, ırk veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremiyeceği; Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek ve yaymak isteyemiyeceği" ifade ediliyor.

Açık ki bu maddenin kendisi tümüyle faşizan ve ırkçı bir maddedir. Bir siyasi parti için gerçeklerin açıklanmasını bile yasaklamaktatır. Bu ülkede "azınlıklar" bir yana, Türk ulusundan farklı bir ulus yaşıyor. Ama siyasi partiler bunu dile getiremezler. Kürtler ve öteki etnik gruplar için külltürel hak bile isteyemez, onların kültürlerinin korunmasını öneremezler!

Aynı zamanda kültür düşmanlığı.. Bu çağda böylesine bir yasakçı kafa, böylesine bir vandalizm nerede görülmüş?.

İşte Sezer, bir hukuk adamına yaraşır şekilde siyasi partiler yasasının bu maddesini Anayasa’ya ve hukuka uygun bulmuyor. ülkede etnik grupların varlığından söz etmenin, eşitlik temelinde barışçı çözüm istemenin bölücülük sayılamıyacağını söylüyor. Bir partinin yalnız programında yazılı olanlara değil, eylemlerine de bakmalı diyor ve DKP'nin herhangi bir ayrılıkçı eyleminin ve propagandasının olmadığını söylüyor, kapatılmasına karşı çıkıyor.

Kapatma kararına karşı çıkanlardan biri de Anayasa Mahkemesi'nin şimdiki Başkan Yardımcısı Haşim Kılıç. Kılıç'ın muhalefet gerekçesi de son derece ilginç: Kılıç, "ülke sorunlarının siyasi partiler tarafından dile getirilmesi, bunlara barışçıl çözümler önerilmesi, hoşumuza gitmese bile, demokratik sabır içerisinde değerlendirilmesi gerekir," diyor. Ayrıca, uluslararası hukukla bağdaşmayan bu tür kararların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden döndüğünü belirterek uluslararası sözleşmelere ve AİHM'nin kararlarına uyulmasını istiyor, şöyle diyor:

"Sözleşme imzalandığına göre bunun gereğinin yerine getirilmesi kaçınılmazdır. Ödenen paralar, imzalanan anlaşmaların arkasında durulmayarak rencide edilen ulusal onurun bedeli olamaz.."

Bu iki hukuk adamının tavrı da saygıya değer. Demek ki hukuk adamları yeri geldiğinde, dar yasa kurallarının çerçevesini aşıp uluslararası ve çağdaş bir hukuk anlayışıyla, toplum sorunlarının önünü açıcı bir tavır sergileyebiliyorlar. Ne yazık ki bu ülkede bu tür hukuk adamları oran olarak azdır. Onların bu tavrı, yargı organlarında ağır basan tutuculuğu aşmaya henüz yetmiyor. Nitekim  Anayasa Mahkemesi'nin kararı bu olayda da bir kez daha tutucu, çağdışı güçlerin gönlüne göre olmuştur.

Sayın Sezer, sözkonusu karara muhalefet gerekçesini Cumhurbaşkanı olduktan sonra yazdı ve böylece onurlu tavrından taviz vermeyeceğini bir kez daha kanıtladı. Bu daha da önemlidir, kamuoyuna bir mesajdır. Sayın Sezer, cumhurbaşkanlığı makamını statükoyu ve baskı rejimini savunmayı zorunlu kılan bir görev gibi görmüyor, şoven ve ırkçı demagojilere prim vermiyor.

Sayın Sezer insan hakları günü nedeniyle yaptığı açıklamada da olumlu önerilerde bulundu. OHAL bölgesinde 10 gün olan gözaltı süresinin, üstelik uzatmalarla 40 güne kadar çıkarıldığına değindi, bölgede süregelen sansür ve sürgün uygulamasını eleştirdi ve "bu durumda anayasa işlemiyor" dedi. Yapılacak değişiklikle OHAL kararnamesinin Anayasa detenetimi içine alınmasını önerdi.

Elbet, keyfi biçimde uzatılan sözkonusu 10 günlük süre işkence uygulaması içindir. Türk idaresi, emniyeti, askeri ve  yargısı işkenceye koşullanmıştır. Hükümet ve bu parlamento ise bu manzara karşısında kılını kıpırdatmıyor. Adamlar elbirliğiyle pisliğin üzerini örtmeye, bu zulüm rejimini yaşatmaya çalışıyorlar.

Aslında, OHAL yönetimiyle ilgili olarak da yapılacak olan, sıkıyönetimle birlikte 23 yıldır Kürdistan’da sürmekte olan bu sisteme son vermektir. Bir sömürge bile bu kadar uzun süre olağanüstü halle yönetilmez. Türk yönetimi böyle yapmakla Kürdistan’ın kendi ülkesi olmadığını, Kürt halkına yabancılığını, Kürt halkı için sadece bir sömürü, baskı ve şiddet rejimi olduğunu kanıtlıyor.

Sayın Sezer birkaç gün önce, Bayram Meral başkanlığındaki TÜRK-İŞ heyetini kabul ederken de çok açık konuştu. Ülkenin kötü yönetildiğini söyledi. Hükümetin, seçim ve siyasi partiler yasasında demokratikleşmeye hizmet edecek ciddi değişiklikler yapmaya yanaşmadığını belirtti.

Gerçekten de öyle. Aylardır seçim ve siyasi partiler yasası üzerinde tartışılıyor. Peki ne yapmak istiyor bu çok sayın politikacılar ve parlamento? Yüzde 10 gibi eşi görülmemiş derecede yüksek (bazı durumlarda ise çok daha yüksek) bir barajı sol partilere ve Kürt yurtseverlerine karşı bir tuzak olarak koydular. (Örneğin Diyarbakır gibi bir ilde oyların yüzde 60-70’ini alan bir parti milletvekili çıkaramıyor!) Ama şimdi kendileri de baraj altında kalma riskiyle yüzyüze oldukları halde, elleri ondan olmuyor. Kürt yurtseverlerinin parlamentoya girmesinden öylesine korkuyorlar.

Bunun yanısıra, siyasi partilerin tepesinde demoklesin kılıcı gibi sallanan, yukarda belirttiğimiz 81. Madde. Bunu da değiştirmeye niyetleri yok. Oysa seçim ve siyasi partiler yasalarında değişiklik olacaksa, öncelikle baraj çok daha aşağıya çekilmeli, değişik görüşlerin parlamentoya yansımasına olanak tanınmalı, siyasi partileri görüş ve önerilerinden dolayı kapatan bu türden faşizan maddeler kaldırılmalı.

Ama adamlar bir yandan –görünüşte de olsa- AB’ye girmeye hevesli, bir yandan da değişmemek, AB’nin demokratik normlarını es geçmek için akıl almaz biçimde direniyorlar.

Tüm bu kötü manzaraya rağmen, Sezer gibi kararlı bir hukuk adamının cumhurbaşkanlığı makamında bulunması Türkiye için bir şanstır. Gücü mevcut tutuculuk çemberini kırmaya yetmese bile, toplumda yeni bir bakış açısının doğmasında, çağdaş demokratik değerlerin güçlenmesinde etkili olabilir. Umarız Sezer, bu olumlu tavrını bundan böyle de sürdürür ve ülkenin demokratikleşmesinde daha etkin bir rol oynar.

Türkiye'nin artık, bugüne kadar siyasete, idareye ve hukuka egemen olan çağdışı, ilkel kafayı bırakma zamanı gelmiştir.

Artık bu ülkede düşüncelerinden dolayı insanlar zindanlara atılmamalı.

Programlarından dolayı partiler kapatılmamalı.

İnsanlar işkence görmemeli.

İnsanların kimliği, dili, kültürü yasaklanmamalı.

Kıbrıs'taki 100 bin Türk için ayrı devlet istenirken, 20 milyon Kürde federasyon hakkı çok görülmemeli. Türkiye İsviçre, Belçika, Kanada gibi federal bir ülke olabilir. Gözler gerçeklere kapanmamalı ve gerçeği söyleyenler, hak isteyenler cezalandırılmamalı.

Bu sistemde direnenler ise, sözde savunur göründükleri "vatan" ve "millete" en büyük kötülüğü yapıyorlar. Yurttaşlardan özgürlüğü, barışı, ekmeği esirgiyorlar; ülkeyi yıldan yıla derinleşen bir kaosun içinde tutuyor, yaşanır, çağdaş bir ülke olmasını engelliyorlar.

Bu yüzdendir ki bu "millet" bu "vatan"dan kaçıyor..

 
PSK Bulten © 2001