PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Irak’ta ve Kürdistan’da Tarihi Günler

Kemal Burkay

Savaşın 21. Gününde, 9 Nisan’da Bağdat düştü. Kentin merkezinde, ünlü Firdevs meydanındaki Saddam heykelinin devrilmesiyle diktatörlüğün sonu geldi, rejim yıkıldı. Firdevs meydanı’na bakan Filistin ve El Raşit otellerinde barınan ve buradan savaşı yansıtan yabancı basın, bu meydanda olanları canlı olarak anında tüm dünyaya yansıttı.

Tankların gelişinin hemen ardından kadın erkek Bağdatlı siviller balkonlarda göründü, kimileri sokaklara çıktı. Önce bir grup genç adam, sevinçle, güle oynaya, gömleklerini çıkarıp bayrak gibi sallayarak tankların yanından geçtiler ve onları selamladılar. Ardından, onlarca gazeteci askerlerle mülakat için koşturdu. Derken kadınlı erkekli Iraklılar, çocuklarıyla birlikte Firdevs alanına yöneldiler. Önce birkaç genç alanın ortasında yükselen heykelin kaidesindeki bir levhayı söküp attılar. Sonra bazıları heykele tırmanıp boynuna bir urgan geçirdiler. Ama heykel de kaidesi de güçlüydü, bir yıkıcı araç gerekiyordu. Böyle bir araçsa Iraklı sivillerin elinde yoktu..

Derken iri yarı, güçlü pazulu bir Iraklı elinde bir balyozla heykelin kaidesine yanaştı ve bütün gücüyle vurup ondan parçacıklar koparmaya başladı. Sanki ekrandan, bin yıllar öncesinin Zalim Dehak’ının başını paralayan Demirci Kava’yı seyrediyordum.. Sonra balyozu başkaları aldı. İnsanlar hırslıydılar, öfkeliydiler, vurmak için balyozu birbirlerinin elinden kapıyorlardı... Ötekiler ise heykele taşlar ve papuçlarını fırlatıyorlardı..

Ama kaide çok güçlüydü, bu şekilde yıkılması günler alırdı. Devreye yine ABD askerleri girdi, vinçli bir zırhlı araç heykele yanaştı, Saddam’ın boynuna bir zincir geçirildi. Gazeteciler, Iraklılar zırhlı araca salkım saçak üşüştüler. Bir düğün bayramdı sanki. Derken zırhlı araç ağır ağır gerisin geri gitti, zincir gerildi ve Saddam’ın altı metre boyundaki dev bronz heykeli tepetaklak oldu, yere serildi. Kitle coşkuyla haykırdı, heykelin üstüne üşüştü, tekmeledi, tekmeledi...

Sonra –nasıl yaptılarsa- Saddam heykelinin koca madeni başını gövdesinden ayırdılar, bir iple sokaklarda sürüklediler...

Ne ilginç, Saddam’ın rejimi gibi heykelini de yıkmaya Iraklıların gücü yetmemiş, bunu da Amerikalılar yapmıştı..

Günlerdir Bağdat’tan bombardıman ve direniş haberleri veren bir Arap muhabir bütün bunları seyrederken şaşkınlığını gizleyemeyip şöyle diyordu:

“Gözümle görmesem bütün bunlara inanmazdım! Bağdat’ta tarihi bir gün yaşanıyor...”

Bir “canlı kalkan” da düş kırıklığına uğramış, şöyle diyordu: “Bağdat’ta hiçbir direniş olmadı; bunu beklemiyordum...”

Evet, dünyamızda çoğu insan o gün Bağdat’ta olanları beklemiyordu ve gözlerine inanamadı. Daha iki gün öncesi sokağa çıkan Saddam’ın çevresinde toparlanan, ona coşkulu bir tezahürat yapan Bağdatlılar nasıl olur da bir anda böylesine değişir, rejimin yıkılışını sevinçle karşılarlardı? Üstelik daha ne olup biteceği netleşmeden, kentteki çatışmalar yer yer sürmekte iken?..

Çoğu kişi için bu beklenmiyordu; çünkü onlar, yıllardır Irak’ta olup bitenleri, Irak halkının psikolojisini iyi kavrıyamadılar. Savaş karşıtlarının, özellikle solcuların bir bölümü soruna salt emperyalizme ilişkin duygu ve düşünceleri çerçevesinden, şabloncu bir bakış açısıyla yaklaştı. Sivil halkın savaşta çektiği acıları, verdiği kayıpları ön plana çıkaran medya da savaş karşıtı duygu ve düşünceleri güçlendirdi. Bazı ülkelerin, örneğin Arap ülkelerinin ve Türkiye’nin medyası da, çeşitli nedenlerle olan biteni tek yanlı yansıttı, Saddam rejimine destek verir konuma düştü.

Bu kesimler, örneğin başlangıçta Güney’deki bazı kent ve kasabalarda görülen direnişlere bakarak, savaşın daha ilk haftasında ABD ve İngiliz güçlerinin durdurulduğunu, savaş planlarının yanlışlığını, çiçeklerle karşılaşacaklarını sanan koalisyon güçlerinin Irak’ta bir batağa saplandığını ileri sürdüler. 15 gün sonra ABD birlikleri Bağdat önlerine ulaştığında da aynı iddialar dinmedi. Bu kez asıl direnişin Bağdat’ta olacağı ileri sürüldü, Stalingrad öyküleri anlatıldı.. Bu tür iddialar Afanistan olayında da ileri sürülmüştü. Ama orada öngörülen direniş alanları kentler yerine dağlardı..

Söz konusu çevrelerin şimdi olup bitenler karşısında şaşkınlık duymaları, hatta düş kırıklığına uğramaları anlaşılırdır.. Bunlar Irak halkının, on yıllar süren terörün, dehşet rejiminin yarattığı korku ve temkinlilikle, duygularını açığa vuramasa, hatta zaman zaman havaya uyup Saddam’ı alkışlasa bile, alttan alta rejime karşı duyduğu nefreti, ondan kurtuluş arzusunu hesaplıyamadılar. Yalnız temiz duygularla, iyi niyetlerle hareket eden barış yanlıları değil, BM güvenlik konseyinin bazı daimi üyeleri dahil, başka nedenlerle Irak’ın bu iğrenç ve acımasız diktatörlük rejimine karşı tavır almayan ülkeler ve çevreler de.. Oysa, Miloseviç rejiminden bin kat daha şoven, acımasız ve zalim olan bu rejime karşı ortak bir tavır konsaydı, hem BM, AB gibi kurumlar yara almaz, hem de rejimin yıkımı belki daha kolay ve daha kansız olurdu.

Irak’ta, diktatörlük rejiminde pay sahibi, onun suç ortağı ve nimetlerinden beslenen bir kesimin dışında büyük halk kitlelerinin bu rejimden nefret etmemesi, içten içe onun yıkımı için dua etmemesi, hatta bu yıkım ABD ve İngiltere eliyle bile olsa, onu alkışlamaya hazır olmaması için hiçbir neden yoktu.

Bu rejim, Kürt ya da Arap olsun, bizzat Irak halkına o kadar çok kötülük yaptı ki... Bir petrol deryasının üstünde hüküm sürdü, ama halka sadece savaş, zulüm, gözyaşı ve yoksulluk verdi.

Irak halkı, ezici çoğunluğuyla bu rejimden kurtulmak istemese, insan aklından kuşkuya düşmek gerekirdi.

Irak halkının asıl duygularını göstermek için uygun anı, Saddam’ın artık kendisine zarar veremiyecek konuma düşmesini beklemesi doğaldı. Amerikan tanklarının Bağdat’taki Firdevs alanını denetime aldığı an işte böyle bir andı. Rejimin sonunun geldiği artık belli olmuştu...

Aynı anda başka bir alanda da yaşlı bir adam, iri bir Saddam posterini papuçlarıyla dövüyor ve şöyle haykırıyordu:

“Sen bize ne yaptın! Sen Irak’a ne yaptın! Sen çocuklarımızı öldürdün... Hey insanlar, işte özgürlük budur!..”

Evet, 9 Nisan hem Irak halkı için, hem de bölge için, belki de dünya çapında tarihi bir gün olacak. Elbet savaş henüz tümüyle sona ermedi. Bağdat’ta ve diğer kentlerde bundan sonra da bazı çatışmalar olabilir. Ama bu saatten sonra Bağdat’ta büyük çaplı bir direniş beklenemez. Bunun etkisiyle diğer kentlerde de direnişin hızla sona ermesi beklenmelidir.

Nitekim 10 Nisan günü Kürt peşmerge güçleri ciddi bir direnişle karşılaşmadan Kerkük ve Hanekin kentlerine girip burayı özgürleştirdiler. Yine, daha önceki günlerde peşmergeler, Amerikan Özel Kuvvetleriyle birlikte Musul çevresindeki birçok kasaba ve köyü, stratejik noktaları ele geçirdiler. Zaten kuzey cephesinde ciddi bir çatışma olmadı. Birçok yerde Irak askerleri mevzilerini savaşmadan terk ettiler, yer yer Kürt güçlerine teslim olmayı seçtiler ve iyi muamele gördüler. 11 Nisan günü ise Irak ordusunun Musul’daki 5. Kolordusu teslim oldu ve peşmergeler kente girdiler.

Kürt halkı 9 Nisan günü, Bağdat’ın düşmesiyle birlikte Güney Kürdistan’da kadın-erkek, yaşlı-genç, binler ve yüzbinler halinde sokaklara döküldü. Otonom yönetimin başkenti Hewlêr başta olmak üzere, Dıhok, Zaho, Süleymaniye kentleri ve öteki tüm kentler bir bayram yerine döndü. İnsanların sevinci, coşkusu anlatılır gibi değildi. Bayram coşkusu 10 Nisan’da Kerkük ve Hanekin’e, 11 Nisan’da Musul’a yansıdı.

Türk rejiminin aylardır propaganda ettiği korkulu senaryoların, kehanetlerin hiçbiri gerçekleşmedi. Türkiye’nin sınırlarına herhangi bir göç akını olmadı, bir tek kişi bile gelmedi. Güney’den, Saddam rejiminin denetimindeki bölgeden kaçan sivil ve askerler ise Kürt bölgesinde, Kürt yönetimince kurulan kamplarda ağırlandılar.

Şu ana kadar Kürtlerin kendi aralarında, ya da onlarla Türkmenler ve öteki guruplar arasında da hiçbir tatsızlık yaşanmadı. Yaşanması için bir neden de yok. Kürt bölgesindeki Türkmenler, Asuriler ve Yezidi Kürtler, burada ulusal bir yönetimin oluştuğu 1992 yılından beri tam bir özgürlük içinde yaşıyorlar. Üzerlerinde hiçbir baskı yok, Herkes dini inancında özgür, dilini serbestçe kullanıyor. Tüm grupların kendi adlarına siyasi partileri, dernekleri, okulları, televizyonları var. Seçimlere kendi adlarıyla katılabiliyorlar. Hatta Kürt yönetimi sayıca az olmalarına, yüzde 7 dolayındaki seçim barajını (ki bize göre yüksektir, indirilmelidir) aşamamalarına rağmen parlamentoda ve hükümette, Asurilere, Türkmenlere, Komünist Partisi’ne kontenjan tanımıştır..

Bu yüzdendir ki 9 Nisan’dan  itibaren Müslüman ve Yezidi Kürtler, Komünistler, Türkmenler, Asuriler hep birlikte sokaklara indiler, hep birlikte halay çekip şarkılar söylediler. Bu durumun süreceğine, daha da güçleneceğine inanıyoruz. Kürt yönetimi bunun gereğinin ve öneminin bilincindedir. Ve inanıyoruz ki, geçmişte yaşanan, KDP-KYB arasındaki çatışmalar türünden tatsız olaylar da yaşanmayacaktır.

Gerçekler böyle olduğu halde, yıllardır Ankara’ya tünemiş ve “Türkmen Cephesi” adına konuşan bazı kışkırtıcılar, bulanık su avcıları, Kerkük ve Musul’a ilişkin türlü yalanlar uydurmaktan geri kalmadılar.

Rejimin direnişlerinin tümden sona ermesi, düzenin ve güvenliğin sağlanması, diktatörlüğün tasfiyesi, yeni Irak’ın siyasal, yönetsel ve ekonomik alanda inşası elbet zaman alacaktır. Bu arada belki bazı sorunlar da yaşanabilir ve bu doğaldır. Önemli olan bu sorunları uzlaşmayla, demokratik ve barıçı yöntemlerle çözmesini bilmektir. Diktatörlük rejiminden, savaştan, şiddetten, baskıdan bıkmış olan Irak halkının, Kürdü ve Arabıyla, öteki azınlık halklarıyla bunu başaracağını umuyoruz. Eğer Londra ve Waşington’da, son olarak da Güney Kürdistan’ın Selahaddin kentinde bir araya gelen Irak muhalefet güçleri, sözkonusu toplantılarda aldıkları kararları hayata geçirirlerse mesele kalmaz. Federal ve demokratik bir Irak inşa edilebilir. Halklar arasında barışçı bir dönem başlıyabilir.

Böylesi bir çözüme ise Irak’ta ve Irak dışında herkesin saygılı olması gerekir. Irak’ın komşularının, Türkiye, İran ve Suriye’nin veya başkalarının buna karşı çıkmaya hiçbir hakları yoktur. Herkes kendi evine bakmalı ve kendi sorunlarını, kaba güçle, Saddamvari değil, uygarca çözmeye çalışmalı.

Türk rejimi, aylardır tehditler savurarak, ordusunu sınırlara yığarak Irak’ta halkın özgür tercihlerine engel olmaya, hatta Güney Kürdistan’ı işgale heveslenerek halkımızın bu parçada da özgürlüğünü engellemeye, kazanımlarını yok etmeye çalıştı. İç ve dış kamuoyunu buna ikna etmek için bir dizi aslı astarı olmayan gerekçeler üretti. İkna edemeyince, Kürt halkı ve uluslararası kuruluşlar, çeşitli ülkeler tepki gösterince de bu kez ağız değiştirdi, “insani nedenlerle” bölgeye girmek istediğini, aslında “bir tek kurşun bile sıkmaya niyeti olmadığını” ileri sürdü.

Hem “girip Kürtlerin yerel hükümetini, parlamentosunu, televizyonunu, üniversitesini ortadan kaldıracağım, Kürtlere gözdağı vereceğim, Kürt göçmenlerin bile Musul ve Kerkük’e dönüşlerini engelliyeceğim!” diye hükümetinle, genelkurmayınla, basınınla, emekli generalinle ekranlarda bas bas bağıracaksın ve 50-60 bin kişilik bir silahlı gücü Güney Kürdistan’a sokmaya hazırlanacaksın, bunun için ABD ile onca pazarlık yapacaksın, hem de Kürdistan’da ve dünyada yoğun tepkileri görünce, birden bire melekleşeceksin, bütün bunları “insani nedenlerle” yapmak istiyor olacaksın.. Buna kargalar bile kanmaz.

Irak halkının, Arabı, Kürdü, Asurisi ve Türkmeni ile, Müslümanı ve Hıristiyanı ile, büyük bir coşkuyla diktatörlük rejiminden kurtuluşu kutladığı şu günlerde bile, Türk rejimi hala Musul-Kerkük’e kimin gireceğinin veya girdiğinin derdindedir. Elinden gelse bu kentleri Kürtlere yasaklıyacak, sürgünlerin dönüşünü bile engelliyecek...

Türk hükümetinin şu günlerde aynı dertten muzdarip İran ve Suriye yönetimleriyle bir araya gelme ve adeta yeni bir Sadabat Paktı oluşturma çabaları ise son derece ilginçtir. Düşman kardeşlerin ortak derdi ise elbet Kürt sorunudur. Ne yapmalılar ki Kürtler kendi yurtlarında özgür olmasın, bir Kürt parlamentosu, hükümeti olmasın!..

Baylar, Kürt halkıyla eşitlik temelinde ortak bir yaşam kurmayı başaramıyan, sürekli onlarla savaşan, Kürt direnişini bastırmak için uluslararası hukuku çiğneyen, cürüm işleyen, bu yüzden başını beladan belaya sokan Saddam, bakın sonunda ne hale geldi ve ülkesini ne hale getirdi. Eğer o Kürtlerle demokratik bir federasyon kurmayı 1960’lı-70’li yıllarda başarsaydı, Irak, sahip olduğu geniş olanaklarla şimdi İsviçre gibi gelişkin, uygar bir ülke olurdu ve belki Saddam da De Gaulle gibi onur kazanırdı. Ama bakın bunu başaramadığı, yanlış bir yol izlediği için Irak’ı harap bir ülkeye çevirdi ve kendisi de ne hallere düştü.

Siz de Saddam’ın akıbetinden ve bizzat kendi izlediğiniz yanlış Kürt politikasının ülkenize verdiği büyük zararlardan, Kürtlere ve kendi halkınıza verdiği büyük acılardan dersler almalısınız.

Kürt sorununu barışçı yollardan, uygarca çözün. Federasyon uygun bir çözümdür.

Siz isteseniz, böyle bir çözümü bir günde gerçekleştirebiliriz. Ama başka türlü, Kürtleri yok saymaya, yok etmeye, baskıya dayanan bir çözümü yüz yıl daha geçse başaramazsınız!

Gelin, Kürt halkıyla yan yana eşit koşullarda yaşamayı öğrenin, bunu içinize sindirin. Bu sizin için de bizim için de iyi olur.

Belki ilerde de AB benzeri bir Ortadoğu Birliği oluşturur, adam gibi, barış içinde yan yana yaşarız; fena mı?.

 

 
PSK Bulten © 2003