Terör sarmalından
nasıl kurtulmalı?
Kemal Burkay
Newyork´taki İkiz Kuleler´e ve Pentagon´a yönelik
11 Eylül olaylarının ardından, Türkiye´deki
malum çevreler, üzüntü duyacaklarına nerdeyse sevindirik
olmuş, „teröre karşı mücadelemizi belki şimdi
anlarlar, artık bize destek verirler“ gibisinden, elmalarla
armutları birbirine karıştıran bir anlayışla,
bu olayları kendilerine yontmaya çalışmışlardı.
Onların teröre karşı mücadelede dedikleri,
yıllardır Kürdistan´da yürüttükleri kirli savaştı.
Oysa bu iki olay arasında hiçbir benzerlik yoktu. Sivil
uçakları kaçırarak Newyork ve Vaşington´daki
hedeflere saldıranlar hem uçaklardaki hem de vurdukları
binalardaki çoğu sivil ve masum insanları katletmişlerdi.
Türk devletinin yaptığı ise terörle savaş
değil, bir halkın özgürlük mücadalesini boğmaktı.
Dört bin köyü, onlarca kasabayı yerle bir etmenin,
ekinleri, ormanları bile ateşe vermenin, dört
milyon Kürt köylü ve kentlisini yurdundan sürüp sefil etmenin,
devlet güdümlü çeteler eliyle işlenen 17 bini aşkın
„faili meçhul“ (aslında belli) cinayetin, terörle mücadele
iddiasıyla ne ilgisi var? Bu azgın, pervasız
devlet terörünün, etnik arındırmanın, hatta
soykırımın ta kendisi idi ve Saddam´ın
Halepçe´de işlediği türden bir insanlık suçu
idi. 11 Eylül olaylarından yararlanıp bu cürme
destek aramak ise tam bir pişkinlik, utanmazlıktı.
Bay Çiçek´in incileri
15 Kasım 2003 günü İstanbul´da meydana gelen
Sinagog saldırılarının ardından
da Türk devlet adamları ve basını benzer
bir tepki verdi. Adalet Bakanı ve hükümet sözcüsü Cemil
Çiçek, kendilerine taziye telleri gönderen batılı
ülkeleri terör konusunda çifte standart uygulamakla suçluyor.
Şimdiye kadar Türkiye´nin teröre karşı verdiği
mücadeleyi desteklemediklerini, aksine teröristleri özgürlük
savaşçısı sayıp onlara siyasi iltica
hakkı tanıdıklarını ileri sürüyor,
son olaylara karşı tepkilerini timsah gözyaşları
diye niteliyor ve onları vicdan muhasebesi yapmaya
çağırıyor...
Görülüyor ki bu ülkede iktidara kim gelirse gelsin, ister
polis müdürü Mehmet Ağar, ister „demokratik sol“ Ecevit
hazretleri, ister „liberal“ Bayan Çiller, isterse İslamcı
baylar; Kürt sorunu konusunda bakış açısı
değişmiyor. Yöneticilerin kafası aynı
nato kafa ve ağızlarında aynı sakız...
Aslında batılılara söyledikleri şu:
„Kürtlerin boğazını sıktığımız
için üzerimize gelmeyin. Bÿrakın şu insan haklarını
filan, siz de bizim gibi yapın. Kürtleri hapse tıkın,
işkence edin, bize teslim edin. Terörle mücadele böyle
olur!..“
Oysa terörle mücadele böyle olmaz, bu terörün ta kendisi
olur. Başkalarına akıl vermeye çalışan
bu ham kafalar neden şunu görmüyor ve anlamıyorlar?
AB ülkelerinde terör yoksa, aksine barış, istikrar
ve gelişme varsa bu ülkelerin yöneticileri, Türkiye´yi
yönetenler gibi düşünüp davranmadığı
içindir. Söz konusu barış ortamı ve gelişme,
demokrasi ve insan haklarına saygı sayesindedir.
Bunun yanı sıra farklı etnik grupların
hakları tanındığı içindir.
İnsanlara haklarını tanırsanız,
onlar özgürce düşüncelerini söylerlerse, siyaset yaparlarsa,
dil, din ve cinsler arasında bir ayrımcılık
ve baskı yoksa onlar niçin sorun çıkarsınlar,
niçin şiddete baş vursunlar?
Avrupa´da az sayıda ülkede, hala bir İrlanda,
Bask ve Korsika sorunu varsa, bu da söz konusu yerlerde
demokratik bir çözüm bulmakta geç kalındığı
içindir. Şimdi adı geçen halklara da hakları
tanındığı için sorun aşılmakta,
buralarda da yangın sönmekte.
İşte uygar tutum, çağdaş tutum, adam
gibi tutum budur, Türkiye´yi yönetenlerinki değildir.
Kendi sınırları içindeki 20 milyon Kürde,
10 milyonu aşkın Aleviye, bunun yanı sıra
Süryaniye, Yezidiye, Laza, Çerkeze, Araba hiçbir hak tanımayan,
onların varlığını bile kabul etmeyen,
haklarını istedikleri zaman da zulmün her türlüsünü
reva gören Bay Çiçek ve benzerleri acaba hiç „vicdan muhasebesi“
yapıyorlar mı, hatta herhangi bir vicdan taşıyorlar
mı?..
Bay Çiçek, Avrupa´ya veryansın etmeden önce anlamaya
çalış. Nasıl olmuş da onlar böylesine
gelişkin, uygar bir yaşam kurmuşlar ve sen
neden bu durumdasın, kendi evindekilerle deliler gibi
boğuşup duruyorsun?..
Sinagog eylemleri kimin eseri?
Gelelim tekrar şu kanlı sinagog baskınlarına...
İlginçtir, Türkiye´de, ABD´ye karşı olan
herkesi, en azgın katilleri, soyguncuları ve soykırımcıları
dahi devrimci diye onurlandırıp desteklemeye hazır
bazı sol kesimler ile radikal İslamcılar
bir yana, yönetim planında ve basında da, düzenin
sözcüleri Irak´ta Saddamcıların ve radikal İslamcıların
giriştiği bombalı eylemleri –BM´ye ve Kÿzılhaç´a
yönelik eylemler dahil- işgale karşı haklı
bir direniş gibi görmekte ve bundan epeyce keyiflenmekte
idiler.
Yangın şimdi İstanbul´a sıçrayınca
keyifleri kaçtı.. Bir yandan da, durumdan yararlanıp
bir kez daha terör edebiyatı yapar oldular.
İstanbul´daki eylemleri ise önce bir Türk markası
olan İBDA-C, ardından da El Kaide üstlendi. İkisinin
ortak yapımı, hatta, geçmişte çokça rastlandığı
gibi, düpedüz bir devlet yapımı da olabilir. Nitekim
bu türden kuşkular bizzat Türk basınında
bile dile getiriliyor. Böylesine geniş boyutlu bir
eylem Türk istihbarat örgütülerinin bilgisi olmadan gerçekleşebilir
mi?..
Eğer Türk istihbarat örgütleri olan bitenden habersizlerse,
bu kendileri açısından acınacak bir durumdur.
Ama öyle olduğunu sanmıyoruz. Üstelik, Türk MİT´inin
İslamcı örgütlerin içine sızdığı,
hatta Hizbullah ve İBDA-C örneğinde olduğu
gibi onları kurup yönlendirdiği, cümle kadrolarını
datalara işleyecek kadar yakından tanıdığı
ve günü gelince eliyle koymuş gibi toparlayıp
defterlerini dürdüğü bir sır değil. Türk
devleti bu insanlara Bosna´da, Çeçenistan´da, hele hele
Kürdistan´da kıyamet kadar eylem yaptırdı.
Bu tür eylemler beklenmeyecek gibi de değildi. Daha
bir yıl öncesi El Kaide´nin Türkiye´ye bu amaçla bazı
hücreler sızdırdığı medyaya yansımıştı.
Söz konusu sinagogların muhtemel saldırı
hedefleri arasında olacağını kim düşünemez?
Üstelik tehdit de almışlar ve koruma başvurusunda
bulunmuşlar...
En azından neden gerekli koruma sağlanmamış,
örneğin Sinagogların bulunduğu daracık
sokaklar trafiğe kapanmamış?..
Her neyse, bu meselenin bir yanı. Daha da önemlisi
Filistin´de, Irak´ta, Afaganistan´da benzin dökülmüş
gibi parlayan, giderek büyüyen ve diğer ülkelere yayılan
bu şiddetin nasıl dizginleneceği.
Terörü önlemenin yolu daha azgın bir devlet terörü
değildir
Bir kesime bakarsanız, terörü önlemenin yolu, ona
karşı daha azgın bir terörle, yani askeri
yöntemlerle gitmektir. ABD´deki Bush yönetimi, İsrail´de
Şaron yönetimi, Türkiye´de, askeri-siviliyle düzen
sahiplerinin nerdeyse tümü...
Oysa bu ateşe benzinle gitmektir. Bu yöntemle ancak
şiddet sarmalı büyür. Nitekim İsrail´de gücün
senfonisini çalan savaş tanrısı Şaron,
barış sürecini sabote ederek yalnız Filistin´i
değil, İsrail´i de bir cehenneme çevirdi. Şimdi,
çağırdığı doğaüstü güçlere
kumanda edemiyen büyücü çırağının durumunda..
Bu cehennemin alevleri çoktandır ki Afganistan´dan
Fas´a, Endonezya´ya, hatta Vaşington´a kadar geniş
bir coğrafyaya sıçrayarak, bol miktardaki patlayıcı
maddeyi ateşledi.
Kuşkusuz fanatik örgütler tarafından, sivil
uçaklar veya canlı bombalar eliyle masum insanlara,
sivillere karşı estirilen terör, bu kanlı
kıyım onaylanamaz. Bu tüm insanlığa
acı veren bir durum. Ama bu olaylar, onlara yol açan
nedenler üzerinde durmadan açıklanamaz da, önlenemez
de.
Terörün asıl sorumluları dünyada adil olmayan
bir sömürü ve zulüm düzenini zora dayanarak ayakta tutmak
isteyenlerdir. Terörün asıl sorumlusu, halkların
ve kitlelerin haklı taleplerine kulak tıkayan,
onların istemlerini terörle bastıran, kaba gücü
başlıca çıkar yol sanan devletlerdir.
ABD yönetimi, daha birkaç gün önce, bizzat Başkan
Bush´un ağzıyla önemli bir gerçeği itiraf
etti. Bush, „biz uzun bir dönem diktatörlük rejimlerini
desteklemekle hata yaptık, halkın tepkisini topladık“
dedi. Tam da öyle oldu. Bu, sorunlara kısa vadeli yaklaşan,
pragmatist bir politika idi. Taliban ve Saddam rejimleri,
İran´da mollalar rejimi, El-Kaide ve benzerleri, aynı
zamanda Türkiye´nin ırkçı-militarist rejimi işte
bu kısa görüşlü, bencil politikaların ürünüdür.
Aklın ve adaletin yolu
Bizce bu şiddet sarmalından kurtulmanın
bir tek yolu var: Sağduyunun ve adaletin yolu. Sorunlara
kaba kuvvetin değil, aklın yoluyla yaklaşmak...
Karşıdakini anlamaya çalışmak, onun
da haklarına saygı göstermek... Dünyanın
ve toplumun kaba güçle, bencillikle, aç gözlülükle yönetilemiyeceğini
anlamak...
Bir başka deyişle, uluslararası sorunlara
yeni bir gözle yaklaşmak. Bunu en başta dünyanın
güçlülerinin, zenginlerinin yapması gerekiyor.Yoksul
ülkelerin sorunlarının çözümü için ortak ve etkili
çabalar gerekli.
Güçlü ve zenginler bugüne kadar hep başkalarını
soymayı bildiler; oysa şimdi ceplerine el atmaları
gerekiyor.
Uluslararası adalet bugüne kadar lafta kaldı,
güçlüler ve zenginler hep çıkarlarının gereğini
yaptılar, yerine göre militarist diktatörlükleri, faşist
rejimleri, ortaçağ rejimlerini desteklediler, kendi
elleriyle terör örgütlerini kurup beslediler; mazlumların
çığlıkları karşısında
kulaklarını tıkadılar. Şimdi ise,
eğer görüp anlayabilseler, bizzat kendi çıkarları,
demokrasiyi, özgürlüğü, insan haklarını desteklemeyi
gerektiriyor. Clinton´un başkanlık sonrası
dönemde söyledikleri ve Bush´un söz konusu açıklaması
bu bakımdan iyiye işaret..
Dünyanın böyle bir dönüşüm yoluna girmesi kolay
olacak mı? Eski alışkanlıklar bir çırpıda
değişecek mi? Elbet kolay olmayacak. Ama başka
yolu da yok. Dünyayı saran alevlerin yatışması
ve mavi gezegenimizde insanlar ve öteki canlılar için
barışçı, yaşanılır bir hayat
kurmak buna bağlı.
Kimse cehennemin ortasında cennet adaları kuramaz.