Terörden yakınanlar,
terör ekenler...
Kemal Burkay
İstanbul’da meydana gelen son terör eylemleri (15
ve 20 Kasım) Türkiye’nin yanı sıra dünyada
da büyük ses yaptı. Doğal olarak ve moda gereği
herkes terörü ve teröristleri lanetliyor. Yanık, dokunaklı
konuşmalar yapılıyor, gözyaşları
dökülüyor. Bu işte herkes birbiriyle yarış
halinde.
“Hangi düşünceyle ve gerekçeyle yapılırsa
yapılsın terör onaylanamaz!” deniyor.
“Teröre teslim olmayacağız!” deniyor.
“Terör özgürlüğümüze, mutluluğumuza saldırıdır!”
deniyor.
Güzel! Güzel de, şu soruları da sormak gerekmiyor
mu:
Terör örgütleri niçin ve nasıl ortaya çıktılar?
Onları ortaya çıkaran politik ve sosyal nedenler
ne?
Hatta onları bizzat kurup, besleyip, semirtenler kim?..
Terörden çok şikayetçi olanlar, şimdi onu en
ateşli biçimde lanetleyip kahrolmasını isteyenler,
nedense bu soruları sorma gereğini duymuyorlar.
Hatta “çok karıştırma, altından ....u
çıkar!” misali, lafı buraya getirmek bile istemiyorlar…
Ama son 30-40 yıl içinde ulusal ve uluslararası
planda olup bitenlere şöyle bir göz gezdirdiğimizde,
ayan beyan görünen şudur: “İslami terör” denen
şey, bugün ondan en çok şikayet edenlerin eseridir.
Örneğin, El Kaide denen şu “müthiş ve global”
terör örgütü, SSCB’yi bir “yeşil kuşak”la çevirmek
isteyen ABD’nin ürünlerinden biridir. ABD onu Suudi Arabistan,
Pakistan ve Afganistan’daki işbirlikçi rejimlerin yardımıyla
örgütleyip eğitti, militanlaştırdı.
Onu stinger füzeleri dahil, en ileri teknolojilerle donattı.
Amaç Afganistan devrimini çökertmek, ona destek veren SSCB’yi
yenilgiye uğratmaktı ve bunu başardı
da.
Radikal İslama panzehir rolü
El Kaide, Hamas, İBDA-C, Hizbullah ve ötekiler...
ABD, radikal islamı sosyalizme ve İslam dünyasındaki
tüm ilerici–devrimci hareketlere karşı bir panzehir
olarak düşündü.
Filistin’deki Hamas da İsrail devletinin ürünüdür;
onu, FKÖ’ye karşı örgütlediler. İsrail de
onu bir panzehir gibi düşünmüştü…
Ya Türkiye’deki İBDA-C ile Türk Hizbullahı? Bunların
da öyküsü aynıdır.
12 Eylül öncesi, daha 1960’lı ve 1970’li yıllarda
Türkiye’de İslami hareket, aynen “ülkücüler” diye bilinen
Türk ırkçıları gibi, Türk devleti tarafından
sola, Kürt ulusal hareketine, Alevilere, bir bütün olarak
ülkenin devrim ve demokrasi güçlerine karşı bir
panzehir olarak düşünülüp desteklendi, örgütlendi ve
kullanıldı. Bu son derece planlı, sistemli
biçimde yapıldı. NATO, özellikle ABD, arka planda
bunu destekledi.
Irkçı “Bozkurtlar” ülkenin dört bir yanındaki
kamplarında, devletin bilgisi, gözetimi altında,
tam bir güvenlik içinde silahlı eğitimden geçirildiler
ve sola, demokrasi güçlerine karşı kullanıldılar.
Aynı dönemde “İlim Yayma Cemiyetleri”, “Komünizmle
Mücadele dernekleri” türünden, dinci, ya da dinci–ırkçı
karması örgütler oluşturuldu. Arkalarında
tam bir devlet desteği olan bu örgütler sola, ilerici
gençlere, Kürtlere ve Alevilere saldırı işinde
kullanıldılar.
12 Eylül öncesi, Maraş, Çorum olayları dahil,
nice eylem bu örgütler eliyle yapıldı.
Bunlar eliyle yüzlerce aydın, binlerce masum insan
katledildi.
Kontrgerilla bu örgütlere yön vermede, eylem yaptırmada
büyük rol oynadı. Bunların yarattığı
terör 12 Eylül’ün bir gerekçesi oldu.
Ya “ayrılıkçı terör” denen şeyin dayandırıldığı
PKK? Ya Hizbullah?
Bunların hikayesini de, her şey gözlerinin önünde
cereyan ettiği halde ne olup bittiğini anlamayan
safların, ya da üç maymunu oynayanların dışında,
siyasetle ilgilenen aklı başında herkes biliyor.
Öcalan’ı, daha “dini bütün bir genç” ve Komünizmle
Mücadele Derneği üyesi olduğu dönemde keşfedip,
Ankara’ya taşıyıp, MİT’te “ofis boy”
haline getiren, öğrenci hareketine sızdıran,
ardından da Kesire, Duran Kalkan ve “Pilot” la birlikte
“Kürdistan İşçi Partisi”ni (PKK) kurduran kimdi?
MİT bu işte efendisinin deneyimlerinden yararlandı.
CIA da yıllarca bu tür paravan örgütler kurdu. Adı,
Palme cinayeti dahil, bir dizi kirli işe karışan
“Avrupa İşçi Partisi” bunlardan sadece biri idi.
Türk devleti PKK’yı da Kürt hareketini terörize etmekte
kullandı; onu, Kürt yurtsever örgütlerini imha ile
görevlendirdi. PKK terörünü, aynı zamanda 12 Eylül
darbesi için gerekçe olarak kullandı.
Türk devleti, Öcalan ve PKK eliyle Kürt hareketini yanlış
yola, zamansız, koşulları elverişsiz
silahlı eyleme kanalize etti. Kürdistan’ın kırsal
kesimini boşaltmak, Kürt devrimci potansiyelini yok
etmek için onun yaptıklarını bir bahane olarak
kullandı.
İşte böyle... ABD gibi İsrail ve Türkiye
de şikayet ettikleri terör örgütlerini kendi elceğizleriyle
kurdular. Bunların orduları, istihbarat örgütleri,
uzmanlık kurumlarıyla koca birer devlet aygıtları
ve bu işlere yeter bol paraları vardı. Sosyalizme,
ulusal kurtuluş hareketlerine, kitlelerin demokrasi
mücadelesine karşı yalnızca ordu ve polis
güçleriyle savaşmakla kalmadılar, toplumun tüm
gözeneklerine sızan Gladyolar, Kontrgerilla örgütleri
de kurdular. Bunun yanı sıra kendi güdümlerinde
paravan terör örgütleri de oluşturdular.
Bunlar, ellerindeki güçlerle, örgütlülükle, bilgiyle, oyun,
hile ve komplo üzerine kurulu deneyimleriyle, her şeyi
yapabileceklerini sandılar. Hala öyle sanıyorlar…
Ama her şey kağıt üzerinde planlandığı
gibi yürümüyor, yürümedi.
Soğuk savaş sonrası işsiz ve hedefsiz
kalan terör örgütleri
Nitekim SSCB yalnızca Afganistan’dan çekilmekle kalmayıp
bir bütün olarak çökünce, sosyalist sistem ve Varşova
Paktı dağılıp soğuk savaş
dönemi sona erince El Kaide ve benzerleri işsiz kaldılar.
İslam adına savaşmaya, öldürmeye, acımasızca
yakıp yıkmaya koşullanmış bu örgütler,
yönlerini öteki “büyük şeytana”, ABD’ye çevirdiler.
Danışıklı bir savaş örgütü olarak
kurulmuş olan Hamas da, İsrail ve Filistin arasındaki
barış sürecine uyum sağlayamadı, denetimden
çıktı ve o da, “besle kargayı oysun gözünü”
misali, sahibine yöneldi. Bir yanda Hamas ve İslami
Cihad, öte yanda Şaron ve ekibi, karşılıklı
olarak birbirlerini besleyip büyüterek barış sürecini
sabote ettiler.
12 Eylül öncesi, bizzat Apo’nun kendi laflarıyla,
“TC’nin ekmeği, parası, silahı ve koruması”
-aynı zamanda güçlü propagandası- ile palazlanan
PKK da, 12 Eylül’ün ardından yeni ilişkiler kurdu,
Türkiye ile hesabı olup da Kürt hareketini bir koz
olarak kullanmak isteyen Suriye, İran, Irak gibilerinin
ve başkalarının avucuna düştü. Böylece,
12 Eylül öncesi TC’nin kendi eliyle, Kürt ulusal hareketi
ile savaşmak için kurulan PKK, 12 Eylül sonrası
Türkiye’ye karşı gerilla hareketi başlattı…
Bu gerilla hareketinin niteliği, Kürtlere ne getirip
ne götürdüğü, kimin işine yaradığı
ayrı bir hikayedir; biz geçmişte bunu çokça yazıp
söyledik, tekrara gerek yok. Ama bu, aynı zamanda Türkiye’nin,
kendi eliyle çıkardığı yangına
eteklerini kaptırması olayıdır.
İşler buraya varınca, TC ister istemez,
kendi ürünü olan PKK ile savaştı ve bu savaşta
da eski yöntemi kullandı, yeni paravan örgütler kurdu.
Hizbullah’ı, bizzat kendisi kurmamış olsa
bile, içine sızıp denetimini ele aldı, besledi,
bizzat jandarma bölgesindeki kamplarda eğitimden geçirdi
ve eylemlere yöneltti.
Hizbullah yalnızca PKK’ya karşı değil,
bir bütün olarak Kürt hareketine, aydınlara, yurtseverlere
karşı Kürdistan’ın değişik kent
ve kasabalarında, satırla ve kurşunla, güpegündüz
ve sokak ortasında, ya da kaçırıp domuz bağıyla
boğarak, evlerinin altındaki çukurlara gömerek
yüzlerce, binlerce cinayet işledi. Bundan dolayı
Hizbullah kadroları yakalanmadılar –yakalananlar
anında serbest bırakıldı- hesap vermediler;
çünkü güvenlik güçlerinin koruması altında idiler.
Onlar devletin gözdesi idiler.
Ama ne zaman ki Apo’nun yakalanması ile durum değişti,
Apo ve onunla birlikte PKK yeniden TC’nin hizmetine girdi
ve bu kez de Kürt hareketini pasifize edip teslim alma işine
seferber edildi, o zaman Hizbullah’a da gerek kalmadı.
Düğmeye basılıp ülkenin dörtbir yanındaki
Hizbullah kadroları kısa sürede toparlandı.
Kimi öldürüldü, kimi zindana kondu. (Bu iş zor olmadı;
çünkü zaten listeleri dataya kayıtlı olarak “yüce
devletin” elinde idi. Mezar evlerin yeri ve dökümü de…)
Evet, Hizbullah kullanılmış ve kirli bir
paçavra gibi atılmış, daha doğrusu trajikomik
biçimde tasfiye edilmişti.
İşte şimdi, İstanbul’da patlayan bombaların
ardında bu Hizbullah’a mensup kimilerinin adı
geçiyor. Failler gerçekten onlarsa, demek ki “yüce devletimiz”
hepsini toparlıyamamış… Bir kısmı
elden kaçmış ve şimdi onlar İslam adına
denetim dışı işler yapmaktalar…
Ya İBDA-C denen örgüt. Malum, bu örgütün adı
Türkiye’de Ruslara karşı düzenlenen terör eylemleri
nedeniyle ünlenmişti. Gemi ve uçak kaçırma, otel
baskını ve benzerleri… Tüm bu eylemler sırasında
Türk yönetimi onlara son derece şefkatle davrandı.
Onları terörist değil, Çeçenistan’ın özgürlüğü
için savaşan kardeş, Müslüman mücahitler olarak
niteledi ve yüceltti. Yakaladıklarını eften
püften cezalarla kısa sürede serbest bıraktı.
El altından para ve silahça destekledi. Liderlerini
üst düzeyde ağırladı. Bunları ve öteki
radikal İslamcı militanları Bosna-Hersek’te
de, ABD ve NATO ile tam bir uyum içinde kullandı. O
zaman onlar “iyi çocuklar”dı...
Ne ilginçtir, son İstanbul eylemlerinde bu örgütün
de imzası var. Eylemlere en başta o sahip çıktı!
Evet, bir yandan Amerika, bir yandan İsrail ve Türkiye,
söz konusu terör örgütlerini kendi elleriyle kurmuş,
eğitmiş, paraca ve silahça desteklemiş, korumuşlar.
Şimdi ise, biten soğuk ve sıcak savaşlar
sonrası bu örgütler işsiz kalmışlar,
denetim dışına çıkmışlar ve
eski efendilerine ters düşmüşlerdir.
Bir zamanlar pek işe yarar bir silah sanılan
İslami terör, bu ünlü panzehir, şimdi dönüp bir
bumerang gibi sahibini vurmaktadır.
Halka sadece yalan söylenir, doğrular ise devlet
sırrıdır...
Hikaye özetle budur ve bunu ilk kez söyleyip yazmıyoruz
da. Yaza söyleye dilimizde tüy bitti.
Bunu ABD de, İngiltere de, Fransa, Almanya ve Rusya
da, Türkiye’yi dünden bugüne yönetenler de çok çok iyi bilmekteler.
Bunu Türk basınındaki tüm köşe yazarları
da kendi adları gibi bilmekte, ama bilmezden gelmekteler.
Bu basit bilinenler, bir devlet sırrı gibi, bilmeyen
halka söylenmez… Çünkü halk dediğin -onların gözünde-
kolay güdülebilmesi için bilmemesi gereken bir yığındır…
Evet, terör, ondan en çok şikayet eden bu bayların
kendi eseridir. Bu örgütleri kendi acımasız sömürü
ve zulüm rejimlerine bir yedek güç olarak kullandılar.
Kendi, çok daha büyük ve acımasız devlet terörlerine,
perdelenmiş, sorumluluğuna katılmadıkları,
“illegal” bir ek olarak…
Bugün dillerindeki şu özgürlük ve demokrasi şarkıları
tümüyle yalandır.
Onlar sosyalizme, ulusal kurtuluş hareketlerine, demokrasi
ve özgürlük isteyen insanlara karşı hep savaştılar.
Başkan Bush, şimdi, “yıllarca diktatörlük
rejimlerini destekledik” diyerek bunu itiraf ediyor. Evet,
onlar Suudi ve Taliban türü ilkel ortaçağ rejimlerini,
militarist rejimleri desteklediler; Şili, Yunanistan
ve Türkiye’de, bir dizi başka ülkede faşist darbeler
tezgahladılar.
Demek ki sadece teröre lanet okumak, “kahrolsun El Kaide”
demek yetmiyor. Teröre karşı uluslararası
işbirliğinden söz etmek ve bu eylemleri istismar
edip dünyaya, “teröre karşı bize destek olun”
demek de yetmiyor.
Terör sizin eseriniz, baylar! Terör örgütlerini kuran,
besleyen ve yıllar yılı başkasına
karşı kullananlar sizden başkası değil…
Terör rüzgarını ektiniz, şimdi fırtına
halinde biçiyorsunuz. Terör, kendinize mutlu bir hayat kurduğunuz
cennet adalarına ulaştı, kapınıza
dayandı, balkonunuza tırmandı... “Özgürlüğünüz
ve mutluluğunuz” tehdit altında, keyfiniz kaçtı...
Ama unutmayın, terörist bir maşa ise, yıllar
yılı onu tutan el de sizinkinden başkası
değil…
Onlar teröristse siz de onların efendisisiniz, terörün
babası ve anası…
Baylar, siz bir Frankeştaynsınız!
Şimdi maşa, bir demir parçası değil
de koşullanmış insan olduğu için, denetiminizden
çıkmış ve kendi başına hareket
ediyor… İki ağzı keskin bıçak gibi,
aynı zamanda sizi vuruyor.
Ve sizin çığlıklarınız göklere
yükseliyor…
Bizden ne istiyorsunuz, söyleyin. “Kahrolsun teröristler!”
demeyi mi?
Öyleyse, evet: Kahrolsun teröristler ve onları yaratıp
yıllar yılı, bize karşı kullananlar!..
Teröre karşı işbirliği mi istiyorsunuz?
Evet; ama ya sizin bu terördeki rolünüz? Onu aptallar gibi
görmezden ve bilmezden mi gelelim? (İlginçtir, şu
anda batılı birçok politikacı, yazar çizer
de, Türk rejiminin söz konusu terör oyunundan, “terörle
savaş” adı altında Kürt halkına karşı
yürüttüğü eşi benzeri görülmemiş kirli savaştan
habersizmiş gibi, onun “geçmişte teröre karşı
vediği başarılı mücadeleden” söz ediyor,
bu rejimi allayıp pulluyor… Acaba bu batılılar
aptallıklarından mı, yoksa hinoğlu hinliklerinden
mi bunu yapıyorlar? İkisi de olabilir..)
Teröre karşı mücadeleye evet. Ama bu işbirliğinin
terörün Frankeştaynlarıyla yapılması
ne kadar gerçekçidir?.. Bu nedenle biz, hem canavardan,
hem de canavarı –üstelik bize karşı- besleyip
büyütenlerden kurtulmalıyız. Teröre karşı
mücadeleden onların anladığı ve bizim
anladığımız çok farklı.
Onların derdi imtiyazlarını, sömürü ve zulüm
rejimlerini korumak. Bizimkisi ise iş, ekmek, özgürlük,
barış... Söz konusu olayların ertesinde İstanbul’da
yürüyen sivil toplum örgütlerinin taşıdıkları
şu pankart çok anlamlıydı:
“Teröre karşı; eşitlik,
özgürlük ve barış için!..”