PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Terörden yakınanlar, terör ekenler...

Kemal Burkay

İstanbul’da meydana gelen son terör eylemleri (15 ve 20 Kasım) Türkiye’nin yanı sıra dünyada da büyük ses yaptı. Doğal olarak ve moda gereği herkes terörü ve teröristleri lanetliyor. Yanık, dokunaklı konuşmalar yapılıyor, gözyaşları dökülüyor. Bu işte herkes birbiriyle yarış halinde.

“Hangi düşünceyle ve gerekçeyle yapılırsa yapılsın terör onaylanamaz!” deniyor.

“Teröre teslim olmayacağız!” deniyor.

“Terör özgürlüğümüze, mutluluğumuza saldırıdır!” deniyor.

Güzel! Güzel de, şu soruları da sormak gerekmiyor mu:

Terör örgütleri niçin ve nasıl ortaya çıktılar? Onları ortaya çıkaran politik ve sosyal nedenler ne?

Hatta onları bizzat kurup, besleyip, semirtenler kim?..

Terörden çok şikayetçi olanlar, şimdi onu en ateşli biçimde lanetleyip kahrolmasını isteyenler, nedense bu soruları sorma gereğini duymuyorlar. Hatta “çok karıştırma, altından ....u çıkar!” misali, lafı buraya getirmek bile istemiyorlar…

Ama son 30-40 yıl içinde ulusal ve uluslararası planda olup bitenlere şöyle bir göz gezdirdiğimizde, ayan beyan görünen şudur: “İslami terör” denen şey, bugün ondan en çok şikayet edenlerin eseridir.

Örneğin, El Kaide denen şu “müthiş ve global” terör örgütü, SSCB’yi bir “yeşil kuşak”la çevirmek isteyen ABD’nin ürünlerinden biridir. ABD onu Suudi Arabistan, Pakistan ve Afganistan’daki işbirlikçi rejimlerin yardımıyla örgütleyip eğitti, militanlaştırdı. Onu stinger füzeleri dahil, en ileri teknolojilerle donattı. Amaç Afganistan devrimini çökertmek, ona destek veren SSCB’yi yenilgiye uğratmaktı ve bunu başardı da.

Radikal İslama panzehir rolü
El Kaide, Hamas, İBDA-C, Hizbullah ve ötekiler...

ABD, radikal islamı sosyalizme ve İslam dünyasındaki tüm ilerici–devrimci hareketlere karşı bir panzehir olarak düşündü.

Filistin’deki Hamas da İsrail devletinin ürünüdür; onu, FKÖ’ye karşı örgütlediler. İsrail de onu bir panzehir gibi düşünmüştü…

Ya Türkiye’deki İBDA-C ile Türk Hizbullahı? Bunların da öyküsü aynıdır.

12 Eylül öncesi, daha 1960’lı ve 1970’li yıllarda Türkiye’de İslami hareket, aynen “ülkücüler” diye bilinen Türk ırkçıları gibi, Türk devleti tarafından sola, Kürt ulusal hareketine, Alevilere, bir bütün olarak ülkenin devrim ve demokrasi güçlerine karşı bir panzehir olarak düşünülüp desteklendi, örgütlendi ve kullanıldı. Bu son derece planlı, sistemli biçimde yapıldı. NATO, özellikle ABD, arka planda bunu destekledi.

Irkçı “Bozkurtlar” ülkenin dört bir yanındaki kamplarında, devletin bilgisi, gözetimi altında, tam bir güvenlik içinde silahlı eğitimden geçirildiler ve sola, demokrasi güçlerine karşı kullanıldılar.

Aynı dönemde “İlim Yayma Cemiyetleri”, “Komünizmle Mücadele dernekleri” türünden, dinci, ya da dinci–ırkçı karması örgütler oluşturuldu. Arkalarında tam bir devlet desteği olan bu örgütler sola, ilerici gençlere, Kürtlere ve Alevilere saldırı işinde kullanıldılar.

12 Eylül öncesi, Maraş, Çorum olayları dahil, nice eylem bu örgütler eliyle yapıldı.

Bunlar eliyle yüzlerce aydın, binlerce masum insan katledildi.

Kontrgerilla bu örgütlere yön vermede, eylem yaptırmada büyük rol oynadı. Bunların yarattığı terör 12 Eylül’ün bir gerekçesi oldu.

Ya “ayrılıkçı terör” denen şeyin dayandırıldığı PKK? Ya Hizbullah?

Bunların hikayesini de, her şey gözlerinin önünde cereyan ettiği halde ne olup bittiğini anlamayan safların, ya da üç maymunu oynayanların dışında, siyasetle ilgilenen aklı başında herkes biliyor.

Öcalan’ı, daha “dini bütün bir genç” ve Komünizmle Mücadele Derneği üyesi olduğu dönemde keşfedip, Ankara’ya taşıyıp, MİT’te “ofis boy” haline getiren, öğrenci hareketine sızdıran, ardından da Kesire, Duran Kalkan ve “Pilot” la birlikte “Kürdistan İşçi Partisi”ni (PKK) kurduran kimdi?

MİT bu işte efendisinin deneyimlerinden yararlandı. CIA da yıllarca bu tür paravan örgütler kurdu. Adı, Palme cinayeti dahil, bir dizi kirli işe karışan “Avrupa İşçi Partisi” bunlardan sadece biri idi.

Türk devleti PKK’yı da Kürt hareketini terörize etmekte kullandı; onu, Kürt yurtsever örgütlerini imha ile görevlendirdi. PKK terörünü, aynı zamanda 12 Eylül darbesi için gerekçe olarak kullandı.

Türk devleti, Öcalan ve PKK eliyle Kürt hareketini yanlış yola, zamansız, koşulları elverişsiz silahlı eyleme kanalize etti. Kürdistan’ın kırsal kesimini boşaltmak, Kürt devrimci potansiyelini yok etmek için onun yaptıklarını bir bahane olarak kullandı.

İşte böyle... ABD gibi İsrail ve Türkiye de şikayet ettikleri terör örgütlerini kendi elceğizleriyle kurdular. Bunların orduları, istihbarat örgütleri, uzmanlık kurumlarıyla koca birer devlet aygıtları ve bu işlere yeter bol paraları vardı. Sosyalizme, ulusal kurtuluş hareketlerine, kitlelerin demokrasi mücadelesine karşı yalnızca ordu ve polis güçleriyle savaşmakla kalmadılar, toplumun tüm gözeneklerine sızan Gladyolar, Kontrgerilla örgütleri de kurdular. Bunun yanı sıra kendi güdümlerinde paravan terör örgütleri de oluşturdular.

Bunlar, ellerindeki güçlerle, örgütlülükle, bilgiyle, oyun, hile ve komplo üzerine kurulu deneyimleriyle, her şeyi yapabileceklerini sandılar. Hala öyle sanıyorlar…

Ama her şey kağıt üzerinde planlandığı gibi yürümüyor, yürümedi.

Soğuk savaş sonrası işsiz ve hedefsiz kalan terör örgütleri

Nitekim SSCB yalnızca Afganistan’dan çekilmekle kalmayıp bir bütün olarak çökünce, sosyalist sistem ve Varşova Paktı dağılıp soğuk savaş dönemi sona erince El Kaide ve benzerleri işsiz kaldılar. İslam adına savaşmaya, öldürmeye, acımasızca yakıp yıkmaya koşullanmış bu örgütler, yönlerini öteki “büyük şeytana”, ABD’ye çevirdiler.

Danışıklı bir savaş örgütü olarak kurulmuş olan Hamas da, İsrail ve Filistin arasındaki barış sürecine uyum sağlayamadı, denetimden çıktı ve o da, “besle kargayı oysun gözünü” misali, sahibine yöneldi. Bir yanda Hamas ve İslami Cihad, öte yanda Şaron ve ekibi, karşılıklı olarak birbirlerini besleyip büyüterek barış sürecini sabote ettiler.

12 Eylül öncesi, bizzat Apo’nun kendi laflarıyla, “TC’nin ekmeği, parası, silahı ve koruması” -aynı zamanda güçlü propagandası- ile palazlanan PKK da, 12 Eylül’ün ardından yeni ilişkiler kurdu, Türkiye ile hesabı olup da Kürt hareketini bir koz olarak kullanmak isteyen Suriye, İran, Irak gibilerinin ve başkalarının avucuna düştü. Böylece, 12 Eylül öncesi TC’nin kendi eliyle, Kürt ulusal hareketi ile savaşmak için kurulan PKK, 12 Eylül sonrası Türkiye’ye karşı gerilla hareketi başlattı…

Bu gerilla hareketinin niteliği, Kürtlere ne getirip ne götürdüğü, kimin işine yaradığı ayrı bir hikayedir; biz geçmişte bunu çokça yazıp söyledik, tekrara gerek yok. Ama bu, aynı zamanda Türkiye’nin, kendi eliyle çıkardığı yangına eteklerini kaptırması olayıdır.

İşler buraya varınca, TC ister istemez, kendi ürünü olan PKK ile savaştı ve bu savaşta da eski yöntemi kullandı, yeni paravan örgütler kurdu. Hizbullah’ı, bizzat kendisi kurmamış olsa bile, içine sızıp denetimini ele aldı, besledi, bizzat jandarma bölgesindeki kamplarda eğitimden geçirdi ve eylemlere yöneltti.

Hizbullah yalnızca PKK’ya karşı değil, bir bütün olarak Kürt hareketine, aydınlara, yurtseverlere karşı Kürdistan’ın değişik kent ve kasabalarında, satırla ve kurşunla, güpegündüz ve sokak ortasında, ya da kaçırıp domuz bağıyla boğarak, evlerinin altındaki çukurlara gömerek yüzlerce, binlerce cinayet işledi. Bundan dolayı Hizbullah kadroları yakalanmadılar –yakalananlar anında serbest bırakıldı- hesap vermediler; çünkü güvenlik güçlerinin koruması altında idiler. Onlar devletin gözdesi idiler.

Ama ne zaman ki Apo’nun yakalanması ile durum değişti, Apo ve onunla birlikte PKK yeniden TC’nin hizmetine girdi ve bu kez de Kürt hareketini pasifize edip teslim alma işine seferber edildi, o zaman Hizbullah’a da gerek kalmadı. Düğmeye basılıp ülkenin dörtbir yanındaki Hizbullah kadroları kısa sürede toparlandı. Kimi öldürüldü, kimi zindana kondu. (Bu iş zor olmadı; çünkü zaten listeleri dataya kayıtlı olarak “yüce devletin” elinde idi. Mezar evlerin yeri ve dökümü de…)

Evet, Hizbullah kullanılmış ve kirli bir paçavra gibi atılmış, daha doğrusu trajikomik biçimde tasfiye edilmişti.

İşte şimdi, İstanbul’da patlayan bombaların ardında bu Hizbullah’a mensup kimilerinin adı geçiyor. Failler gerçekten onlarsa, demek ki “yüce devletimiz” hepsini toparlıyamamış… Bir kısmı elden kaçmış ve şimdi onlar İslam adına denetim dışı işler yapmaktalar…

Ya İBDA-C denen örgüt. Malum, bu örgütün adı Türkiye’de Ruslara karşı düzenlenen terör eylemleri nedeniyle ünlenmişti. Gemi ve uçak kaçırma, otel baskını ve benzerleri… Tüm bu eylemler sırasında Türk yönetimi onlara son derece şefkatle davrandı. Onları terörist değil, Çeçenistan’ın özgürlüğü için savaşan kardeş, Müslüman mücahitler olarak niteledi ve yüceltti. Yakaladıklarını eften püften cezalarla kısa sürede serbest bıraktı. El altından para ve silahça destekledi. Liderlerini üst düzeyde ağırladı. Bunları ve öteki radikal İslamcı militanları Bosna-Hersek’te de, ABD ve NATO ile tam bir uyum içinde kullandı. O zaman onlar “iyi çocuklar”dı...

Ne ilginçtir, son İstanbul eylemlerinde bu örgütün de imzası var. Eylemlere en başta o sahip çıktı!

Evet, bir yandan Amerika, bir yandan İsrail ve Türkiye, söz konusu terör örgütlerini kendi elleriyle kurmuş, eğitmiş, paraca ve silahça desteklemiş, korumuşlar. Şimdi ise, biten soğuk ve sıcak savaşlar sonrası bu örgütler işsiz kalmışlar, denetim dışına çıkmışlar ve eski efendilerine ters düşmüşlerdir.

Bir zamanlar pek işe yarar bir silah sanılan İslami terör, bu ünlü panzehir, şimdi dönüp bir bumerang gibi sahibini vurmaktadır.

Halka sadece yalan söylenir, doğrular ise devlet sırrıdır...

Hikaye özetle budur ve bunu ilk kez söyleyip yazmıyoruz da. Yaza söyleye dilimizde tüy bitti.

Bunu ABD de, İngiltere de, Fransa, Almanya ve Rusya da, Türkiye’yi dünden bugüne yönetenler de çok çok iyi bilmekteler. Bunu Türk basınındaki tüm köşe yazarları da kendi adları gibi bilmekte, ama bilmezden gelmekteler.

Bu basit bilinenler, bir devlet sırrı gibi, bilmeyen halka söylenmez… Çünkü halk dediğin -onların gözünde- kolay güdülebilmesi için bilmemesi gereken bir yığındır…

Evet, terör, ondan en çok şikayet eden bu bayların kendi eseridir. Bu örgütleri kendi acımasız sömürü ve zulüm rejimlerine bir yedek güç olarak kullandılar. Kendi, çok daha büyük ve acımasız devlet terörlerine, perdelenmiş, sorumluluğuna katılmadıkları, “illegal” bir ek olarak…

Bugün dillerindeki şu özgürlük ve demokrasi şarkıları tümüyle yalandır.

Onlar sosyalizme, ulusal kurtuluş hareketlerine, demokrasi ve özgürlük isteyen insanlara karşı hep savaştılar.

Başkan Bush, şimdi, “yıllarca diktatörlük rejimlerini destekledik” diyerek bunu itiraf ediyor. Evet, onlar Suudi ve Taliban türü ilkel ortaçağ rejimlerini, militarist rejimleri desteklediler; Şili, Yunanistan ve Türkiye’de, bir dizi başka ülkede faşist darbeler tezgahladılar.

Demek ki sadece teröre lanet okumak, “kahrolsun El Kaide” demek yetmiyor. Teröre karşı uluslararası işbirliğinden söz etmek ve bu eylemleri istismar edip dünyaya, “teröre karşı bize destek olun” demek de yetmiyor.

Terör sizin eseriniz, baylar! Terör örgütlerini kuran, besleyen ve yıllar yılı başkasına karşı kullananlar sizden başkası değil… Terör rüzgarını ektiniz, şimdi fırtına halinde biçiyorsunuz. Terör, kendinize mutlu bir hayat kurduğunuz cennet adalarına ulaştı, kapınıza dayandı, balkonunuza tırmandı... “Özgürlüğünüz ve mutluluğunuz” tehdit altında, keyfiniz kaçtı...

Ama unutmayın, terörist bir maşa ise, yıllar yılı onu tutan el de sizinkinden başkası değil…

Onlar teröristse siz de onların efendisisiniz, terörün babası ve anası…

Baylar, siz bir Frankeştaynsınız!

Şimdi maşa, bir demir parçası değil de koşullanmış insan olduğu için, denetiminizden çıkmış ve kendi başına hareket ediyor… İki ağzı keskin bıçak gibi, aynı zamanda sizi vuruyor.

Ve sizin çığlıklarınız göklere yükseliyor…

Bizden ne istiyorsunuz, söyleyin. “Kahrolsun teröristler!” demeyi mi?

Öyleyse, evet: Kahrolsun teröristler ve onları yaratıp yıllar yılı, bize karşı kullananlar!..

Teröre karşı işbirliği mi istiyorsunuz? Evet; ama ya sizin bu terördeki rolünüz? Onu aptallar gibi görmezden ve bilmezden mi gelelim? (İlginçtir, şu anda batılı birçok politikacı, yazar çizer de, Türk rejiminin söz konusu terör oyunundan, “terörle savaş” adı altında Kürt halkına karşı yürüttüğü eşi benzeri görülmemiş kirli savaştan habersizmiş gibi, onun “geçmişte teröre karşı vediği başarılı mücadeleden” söz ediyor, bu rejimi allayıp pulluyor… Acaba bu batılılar aptallıklarından mı, yoksa hinoğlu hinliklerinden mi bunu yapıyorlar? İkisi de olabilir..)

Teröre karşı mücadeleye evet. Ama bu işbirliğinin terörün Frankeştaynlarıyla yapılması ne kadar gerçekçidir?.. Bu nedenle biz, hem canavardan, hem de canavarı –üstelik bize karşı- besleyip büyütenlerden kurtulmalıyız. Teröre karşı mücadeleden onların anladığı ve bizim anladığımız çok farklı.

Onların derdi imtiyazlarını, sömürü ve zulüm rejimlerini korumak. Bizimkisi ise iş, ekmek, özgürlük, barış... Söz konusu olayların ertesinde İstanbul’da yürüyen sivil toplum örgütlerinin taşıdıkları şu pankart çok anlamlıydı:

“Teröre karşı; eşitlik, özgürlük ve barış için!..”

 
PSK Bulten © 2003