Teslimiyetin yeni havarileri...
Kemal Burkay
Türk devleti ve medyası doğrusu bitirimdir. Baksanıza,
hapisteki dört eski Kürt parlamenterin serbest bırakılışını
onlara ve tüm Kürtlere nasıl da büyük bir iyilik saydılar!
Günlerdir içerde ve dışarda, haftada yarım
saatlik televizyon yayını ile birlikte bu serbest
bırakılışın reklamı yapılıyor.
Kimsenin aklına nedense şu soruyu sormak gelmiyor:
Bu kişilerin, dokunulmazlıkları kaldırılıp,
enselerinden tutulup parlamentodan cezaevine yaka paça götürülüşleri
zaten büyük bir haksızlık hukuksuzluk, dünyada eşi
az görülür bir zorbalık değil miydi?
Hadi bunu geçelim.. DGM denen ve mahkeme niteliklerine uymadığı
için şimdi kaldırılmak zorunda kalınan,
bir ceza kesip biçme makinesi olan bu faşizan kurum tarafından,
belgesiz, kanıtsız, keyfi ve zorlama biçimde, terör
örgütü üyesi sayılıp 15 yıla mahkum edilmeleri
hukuk adına tam bir skandal değil miydi?.
Hadi bunu da geçelim.. Bu dört kişi on yıldan
beri içerde yatmıyorlar mıydı; böylece, cezaları
kesinleşmiş olsaydı bile, infaz sistemine göre
tahliyeleri zaten gerekmiyor muydu?. Kaldı ki ceza kesinleşmemiş,
dava sürüyor ve beraat etme ihtimali de var demektir. Öyle
olunca da onları hala içerde tutmak tam bir zulüm değil
miydi?
Bu insanların hayatından onca yılı çaldıktan,
onların siyasal mücadelesini engelledikten, halkın
iradesini çiğnedikten, bunca haksızlıktan,
zulümden sonra gelen iyilik, „serbest bırakma..“ Ne şefkat,
ne adil ve uygarca davranış değil mi?!.
Son dönemde bu dört kişinin durumu Avrupa Birliği
ile ilişkiler bakımından da ciddi bir sorun
haline gelmişti. AB başından beri onların
tutuklanmasına tepkiliydi, son dönemde de serbest bırakılmaları
için ısrarlı oldu. Türkiye’de de AB yanlıları
ve hükümet, müzakere yolundaki bir pürüzün giderilmesi için
onların serbest bırakılmasından yana çaba
gösterirken AB karşıtları tam tersine, Kıbrıs
olayında olduğu gibi, fırsat ele geçmişken
bu kişileri içerde tutarak pürüzü büyütmeye, AB yolunu
bloke çabalarında ondan da yararlanmaya çalıştılar.
Ama sonunda ne olduysa, Yargıtay onları ansızın
serbest bıraktı.
Acaba Türk Yargıtayı, çoklarının dediği
gibi, Türkiye’nin AB yolundaki bir pürüzü temizlemek için
mi bunu yaptı; yoksa bazılarının dediği
gibi, hukuk gereği, yani uluslararası sözleşmelerin
yerel hukuk üzerindeki üstünlüğünü tanıdığı
için mi?. Belki de tümüyle bambaşka bir hesap ve nedenle..
Bir kere Yargıtay’ın bu kararı çoğu
insanı şaşırttı. Eğer gerekçe
uluslararası hukuka uyum sağlamaksa, neden daha
önce dosya önüne geldiği zaman yapmadı? İkincisi,
nice general brifingi almış olan Türk yargısının
durumu da, Türk üniversitesininki gibi, bugüne kadar ürkütücü
oldu, öyle kararlar verildi ki hukuk adına yürekler acısıydı.
Son günlerde „emir komuta zincirine“ uygun olarak, askerlerin
direktifi ile Eğitim-Sen aleyhine açılan kapanma
davası bunun yeni ve tipik örneği.
Öte yandan, Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi
gibi yüksek yargı organları dahil, Türk hukuk kurumları
bugüne dek genellikle AB karşıtı bir konumda
yer aldılar. Şimdi ciddi bir tavır değişikliği
mi var? Öyle olduğunu sanmıyorum. İmtiyazlarını
koruma telaşındaki bürokrasinin böyle bir esnekliği
yok.
Yoksa üçüncü bir neden mi var? Hatta bu serbest bırakış,
belli derin devlet merkezlerinde üretilen bir taktiğin
sonucu mu?
Bunu gösteren ciddi kanıtlar var.
Örneğin, söz konusu dört kişinin serbest bırakılır
bırakılmaz takındıkları tutuma bakın.
Onlar da kendilerinin serbest bırakılışını
büyük bir demokratik adım, barış yönünde bir
jest gibi yorumluyorlar. „Geçmişi unutalım“ diyorlar.
Yalnız kendi durumlarıyla ilgili olarak değil,
Kürt halkına yapılanları da...
„TC’nin değerlerine bağlıyız; artık
hiçbir ayrılıkçı düşünce olmamalı,“
diyorlar; Apo gibi onlar da üniter devletin üstüne titriyorlar...
O zaman sormak gerekir: Neden içeri düştünüz? Parlamentoya
girdiğiniz daha ilk gün, sistemin sahiplerini kızdıracak,
köpürtecek o acemice ve çocuksu çıkışları
neden yaptınız? (Birisi başına sarı-kırmızı-yeşil
renklerden valeler bağlayıp, Kürtçe bir slogan atmıştı,
ötekisi ise, „bu yemini mecbur olduğum için ediyorum“
filan demişti... Zaten ondan sonra da, dokunulmazlıkları
kaldırılıp yaka paça götürüldükleri güne kadar
geçen bir yıla yakın süre, hiçbir yaramazlık
yapmadılar; Kürt halkının haklarını,
demokrasi mücadelesini ilgilendiren hemen hemen hiçbir ciddi
çaba ve önerileri görülmedi. Sadece bir kez, sanki parlamentodaki
işleri buymuş gibi, bir oturma grevine yeltendiler.
Oysa zaten hep oturmaktaydılar..)
Peki o günden bu yana, ne değişti? Irkçı
yemin mi kaldırıldı? Kürtler haklarına
mı kavuştular? Savaşanlar arasında bir
barış, uzlaşma filan mı var?..
Yoksa taraflardan biri teslim olup eski iddialarını
tümden terk etti de rejimin hizmetine mi girdi? Siz bu yolu
onaylıyor musunuz? (Besbelli onaylıyorlar..)
Yoksa, on yıllık zindan hayatı, Türk basınındaki
birçok şovenin ve tilkinin deyişiyle „sizin aklınızı
başınıza“ mı getirdi, sizi „olgunlaştırdı“
mı?. (Bu tilkilerin dilinde „olgunluk“ devlete biat etmektir.
Onlara göre en „akıllı“ en „olgun“ Kürtler hiçbir
şey istemeyenlerdir, baskı rejimine uysalca boyun
eğenlerdir. Kuzular sevilir...)
Yani Kürtlerin özgürlük için direnmesi (Apo’nun danışıklı
ve de güdümlü dövüşünü kast etmiyorum) bir hata mıydı?
Kürtler hak istememeli mi? Mevcut statüye evet mi demeliler?
Tavır ve söylediklerinizden başka sonuç çıkarılamaz.
TC’nin değerleri malum: Bunlar daha önceki anayasaların
da l982 Cunta Anayasası‘nın da dibacesinde yazılı.
Bu değerler ırkçılık üzerine kurulu. Onlar
Kürt halkını yok sayıyor, halkımıza
hiçbir hak tanımıyor. Kürtlere yönelik TC politikası
başından beri asimilasyon üzerine kurulu. Resmi
dil Türkçe. Kürtler hiçbir kurumda kendi adları, kimlikleri
ile temsil edilmiyor.
Siz de Bay Öcalan gibi, sözde barış ve demokrasi
adına Kürt halkının tüm temel istemlerini bir
yana bırakıyorsunuz. Bu barış ve demokrasi
önermek değil, teslimiyettir, karşı tarafın
önünde dize gelmektir. Bu tavır Kürt halkını
temsil iddiasında olanlar için yüz karasıdır.
Barış ve demokrasi ancak eşitlik temelinde
kurulur. Köle-efendi ilişkisine ne barış ne
de demokrasi denebilir.
Ben kendi hesabıma, Apo putuna tapınmanın
ötesinde ne sizinle ne de içerdeki öteki tutuklularla ilgili
bir şey yapmayan, içerdekileri adeta unutan PKK çevrelerinin
aksine, kime yandaş, kime kuyruk olduğunuza da bakmadan,
size hep sahip çıktım; pek çok yazımda, açıklamamda,
uluslararası mektubumda durumunuzu dile getirdim. Ama
şimdiki tavrınız utanç verici. Böylece, kuyruğun
baş olamıyacağını bir kez daha kanıtladınız.
Eğer on yıllık hapis –elbet bu az bir şey
değil- gözlerinizi yıldırdıysa evinize
çekilip orada onurluca oturabilirdiniz. Yoksa teslimiyetin
yeni havarileri olmaya mecbur musunuz?. Birilerine böyle bir
söz mü verdiniz?
Aylardır İmralı’dan gelen size yönelik mesajlar
ve sizin tepkileriniz akla doğal olarak bunu getiriyor.
Apo’nun nerdeyse tüm „görüşme notları“nda yer alan
ve basına da yansıyan size yönelik bu mesajlara
kısaca göz gezdirelim:
„Hani Leyla’yı kurtaracaklardı? Bir ödül verdiler,
bu Kürtleri oyalamadır. Leyla bunu iade etmelidir, teşekkür
ediyorum, demelidir. Yüzbin cahil Kürde pasaport verdiler
bana vermediler...“ (21 Ocak 2004 tarihli „Görüşme
Notları“ndan.)
„Avrupa’nın niyeti farklı, Avrupa bizi pazarlamaya
çalışıyor. Leyla da bu ödülleri almasın...
Onlara (Avrupalılara) mektup yazmalı, beni
kullanarak paçayı kurtarmaya çalışıyorsunuz
demeli...“ (17 Mart 2004 tarihli „Görüşme Notları“ndan.)
„Leylagil de dilekçe verecekler. Selamlıyoruz diyecekler.
Bizi Kongra Gel üyeliğine aldılar. Bundan şeref
duyarız. Örgüt yasaldır, demokratik bir mücadele
veriyor, biz de onurla katılımı göstereceğiz,
derler. Leyla Genel Başkan Yardımcısı
olsun, bunu aşağıya da iletirsiniz. Avrupa
sorumlusu olacak. Ya teröristle oturmazsınız, ya
da kabul edersiniz. Al size!.. Leyla Bunu yapmak zorunda,
yapmazsa ilişkimi keserim. Kocasıyla ilişkisi
nasıl? Kocasıyla ilişkisini de dondursun. O
adamla kullanmak istiyorlar. ABD’ye gitti, bir gün Fransa
da, bir gün İsveç’te. Her şeye gider. Ajan demiyorum
ama ne yaptığı belli değil...
„Avrupa iki yüzlüdür. Avrupa’ya şunu diyecekler.
Benim örgüt kimliğim var, ya terör listesinden çıkaracaksınız,
ya kabul edeceksiniz, olmazsa ödülünüzü almam, mahkemeye de
gelmeyin, desin. Kürt halkını sattınız,
desin.“ (7 Nisan 2004 tarihli „Görüşme Notları“ndan).
„Bu süreçte tek yiğitlik yapan namuslu ses Leyla
oldu. Sizin yaşınızda çocukları var. Görev
almayabilir de. Ama siyasi mücadele yap diyorum. Legal demokratik
alanda sözcülüğümü yapsın diyorum. Onu kullanabilirler.
Ben kendimi kullandırtmam...“ (22 Mayıs 2004
tarihli „Görüşme Notları“ndan).
„Leyla mektubunda küçük despotçuklar oluşmuş
diyor. Leyla akıllı kadın, iyi tespit etmiş.
Leyla bizi anlamış. ‘Ben çıkarsam Dağkapı
meydanında altı ay çöpçülük yapacağım’
diyor. ‘Özeleştirimi böyle vereceğim’diyor... Ben
Leyla için öneri yaparken, Avrupa’nın oyununu bozalım
dedim...“ (Öcalan’ın açıklaması, 29 Mayıs
2004 tarihli Özgür Politika gazetesinden.)
„Bu konuşmamda iki temsilcilik önerimi söyleyeceğim.
Leyla gibi birisi Bürüksel’e gidebilir. Hatip kalırsa
içerde çalışır. Sizden de temsilcilik isteyeceğim.
Yani hukuki ve siyasi temsilcilik. Suriye’ye bir-iki kişi.
Kim öne çıkabilir? Irak için de öyle; ama Irak’lı
olacak. Bunlar sözcü olacak...“ (9 Haziran 2004 tarihli
„Görüşme Notları“ndan.)
Bu mesajlar tam da Türk devletinin istemlerini yansıtıyor
ve bunların da, tüm ötekiler gibi Apo’ya dikte ettirildiğine
kuşku yok. Türk devleti, aynı zamanda Apo, AB’nin
size ve sizin şahsınızda Kürt halkının
durumuna gösterdiği ilgiden rahatsız. Leyla Zana’ya
ödül verilmesinden, sizin durumunuzu izlemesinden, tahliye
olmanız için çaba göstermesinden son derece rahatsız.
Bu nedenle bizzat Apo ve sizin elinizle bu ilişkileri
sabote etmek istiyor. Apo’ya „Leyla Zana ödülü reddetsin,
AB’ye mektup yazıp onları suçlasın, mahkemeye
gelmemelerini istesin“ detirtiyor. Zana bu mektubu yazıyor..
Apo size, uluslararası planda PKK’nın devamı
ve terör örgütü sayılan Kongra Gel’in üyesi, yöneticileri
olmanız için direktif veriyor, hatta sizi temsilci ilan
ediyor; tam da tahliyenizden bir gün önce.. (Demek ki bir
gün sonra tahliye olacağınızdan da haberi var.)
Bu size bir onurlandırma mı yoksa, tam da tahliye
olacağınızın eşiğinde, bir tuzak
mı?.
Besbelli bu Türk devletinin bir tuzağı ve Apo
da onların elinde bir maşa. Böylece, demokratik
ve siyasal çalışma alanında sizin önünüzü daha
tahliye olmadan kesiyorlar. AB’ye ve bir bütün olarak uluslararası
kamuoyuna „bakın, bunlar terör örgütünün üyesi, öyle
masum filan değiller“ diyorlar.
Ve siz akıl almaz biçimde bu tuzağa düşüyor,
bir yandan, İmralı’da Türk derin devletiyle ortaklaşa
bu tuzakları hazırlayan Apo’nun arzusuyla, AB organlarına
Kürtlerle ilişkileri olumsuz etkileyecek mektuplar yazarken
bir yandan da böyle birine övgüler yağdırıyorsunuz...
Ama görünen o ki, sizin tuzağa düşmenize filan
gerek de kalmamış.. Apo gibi böylesine teslimiyetçi
bir çizgi tutturduktan, her bakımdan düzenin siyasi ve
ideolojik yörüngesine girdikten sonra, sizin bizzat devlet
eliyle parlatılıp Kürt siyaset sahnesinin tam da
önüne çıkarılmanız gerekir.
Zaten ilk günlerde olan buydu. Hangi görüş, beceri
ve deneyimlerinizin sonucudur bilinmez, Türk medyası,
tahliyenizle birlikte size büyük roller biçmeye başladı.
Ama nedense bu rol pek kısa sürdü. Aynı basın,
aradan iki-üç gün bile geçmeden -herhalde, önünüze açılan
meydanlarda tam onların istediği gibi konuşmadığınız
için- size karşı salvo atışlarına
geçti. Zana, Kongra Gel’e, „hiç değilse altı ay
sabredin“ dediği, Hatip Dicle ise Öcalan’ın „barış
sürecindeki emeğinden ve rolünden“ söz ettiği, ayrıca
genel af önerdiğiniz gerekçesiyle..
Belki buna şaşırdınız. Aslında
son derece doğal. Teslimiyetin sınırı
yoktur. Ettiğiniz bütün barış laflarına,
TC’nin değerlerini ve üniter yapısını
savunmaya, rejimin „ayrılıkçılık“ dediği
Kürt halkının temel istemlerini bir yana itmenize
rağmen hala sizden memnun değiller. Bunları
yeterli bulmuyor, daha da düşmenizi, yerlerde sürünmenizi
istiyorlar..
Adamlar bir yandan „terör örgütünün başı“ dedikleri
Öcalan eliyle size direktif yağdırır, Kongra
Gel ve PKK yöneticiliği rolü biçerken, diğer yandan
da teröre karşı yeterince tavır almadığınız
iddiasıyla sizi suçluyorlar. Yani tam bir tavşana
kaç, tazıya tut oyunu.
Aslında, on yıldır haksız yere içerde
olan Kürt parlamenterler olarak uluslararası kamuoyunun
sempatisini kazanmış, ilgi odağı olmuştunuz.
Bu ilgiyi, -eğer hırs ve tutkularınız
büyükse- kendi siyasi ikbalinizin yanı sıra, Kürt
halkının hakları için mücadelede akıllıca
kullanabilirdiniz. Ne yazık ki şimdiye kadar bunu
yapacak kavrayışı ve yeteneği gösteremediniz.
Apo gibi birini izlediğiniz, kutsadığınız
sürece de, sadece Türk derin devletine hizmet etmiş olacaksınız..
Bugün tüm Kürt yurtseverlerine, aydınlarına düşen
Apo ve tayfasının ulusal mücadelemizin üstüne örttüğü
utanç perdesini kaldırmak, yırtıp atmaktır.
Siz ise, aksine, bu utanç perdesine bir yenisini eklemektesiniz.
Eğer bunu bilmeden yapıyorsanız, yazık,
içerdeki onca yıl boşa geçmiş demektir.. Yok
eğer bilerek yapıyorsanız, bu çok daha kötü!
|