Toplumu Kandırma
Yasası...
Kemal Burkay
Türk hükümeti yeni pişmanlık yasasını
sevimli kılmak için adını değiştirdi,
„Topluma Kazandırma Yasası“ dedi, „Eve Dönüş
Yasası“ dedi... Ama cins cins tatlılara batırıp
bir badem ya da elma şekeri gibi sunmaya kalksalar
da, bu yasa da kendisinden öncekiler gibi, hatta onlardan
da beter bir teslimiyet ve itirafçılık yasası.
Yasadan yararlanmak isteyen kişi, örgüt içindeki
konumuna uygun olarak arkadaşlarını ele vermek,
kendisinin ve onların eylemlerini itiraf etmek zorunda.
Yani insanlardan ihanet isteniyor. Buna karşılık
da cezası tamamen değil, bir miktar indirilecek...
İhanet edenlere iyi yemek ve elbise verilecekmiş...
Hatta yeni kimlik de...
Yani Kürt halkının veya emekçilerin özgürlüğü
için mücadele eden, bu amaçla yola çıkan ve yıllarını
harcayan bir devrimci, pişman olduğunu söyleyecek,
inançlarına, yoldaşlarına, daha doğrusu
kurtarmak istediği topluma ihanet edecek, bunun adı
da „topluma kazandırılma“ olacak!.. Başı
eğik, yüzü kara biçimde, kişiliğini yitirmiş
olarak „eve dönecek...“
Böylece kişinin, kendi toplumuyla kaynaşmak
için ona ihanet etmek zorunda olduğunu da öğrenmiş
oluyoruz!
Ama söz konusu kişi, eğer anlattıkları
yeterli bulunmazsa yasadan yararlanamıyacak. Anlattıkları
doğru sayılmazsa bir de beş yıl fazladan
ceza alacak... Yani kumar oynamak gibi bir şey…
Yasanın maddeleri ise bulmaca labirentlerini andırıyor.
Aslında Adalet Bakanı da hükümetin öteki sözcüleri
de gerçek niyetlerini gizlemiyorlar. „Amaç terör örgütlerini
dağıtmak“ diyorlar.
Peki bu „terör örgütleri“ dedikleri ne? Kimileri „terör
örgütü“ denince akıllarına hemen PKK´yı getiriyorlar.
Aslında Türk Ceza Kanunu´nda „terör örgütü“ diye bir
örgütten söz edilmiyor. Orada suç teşkil eden eylemler
ve örgütlenmeler sayılıyor. TCK´ya göre bir örgütün
suçlu örgüt sayılması için ise, onun mutlaka terörist
bir örgüt olması gerekmiyor. Hatta o silahlı bir
örgüt de olmayabilir. Ayrıca, her silah kullanan örgüt
de terör örgütü sayılamaz. Terörizm, şiddeti temel
mücadele yöntemi alma ve ona uygun bir pratiktir.
Ama çok ilginç, „Topluma Kazandırma Yasası“
dedikleri bu yasa ile, TCK ile ceza hükümleri içeren diğer
yasalardaki hertürlü „siyasi ve ideolojik amaçla suç işlemek
üzere kurulmuş teşekkül, cemiyet, silahlı
cemiyet, çete, silahlı çete veya gizli ittifak“ terör
örgütü sayılıyor.
Bu duruma göre illegal tüm Kürt partileri, ister silahlı
eyleme karışmış olsun, ister olmasın,
isterse tümüyle barışçı yöntemlerle mücadele
etsin, „terör örgütü“ sayılıyor. Hatta baskı
rejiminin, Kürtlerin kültürel derneklerini bile çok kez
yasaklayıp, suç örgütü saydığını
düşünürsek bu yasanın kapsamının ne
kadar geniş tutulduğu daha iyi anlaşılır.
Diğer bir deyişle, söz konusu yasa mevcut hukuku
bile çarpıtıyor, ağırlaştırıyor,
rejimin hoşlanmadığı, istemediği
her türden örgütü terör örgütü kapsamına sokuyor.
Bunda şaşacak bir şey yok. Bu ülkede hukuk
adına böyle saçmalıklara, böyle zırvalara
şaşılmaz. Nitekim Türk emniyetinin gizli
raporlarında Kürdistan Sosyalist Partisi için „silahlı
eylemde bulunmayan terör örgütü!“ denebilmektedir..
Böyle şey olur mu, demeyin, görüyorsunuz ki bu memlekette
oluyor. Silahlı cemiyet gibi, silahsız bir cemiyet
de terör örgütü kapsamında gösteriliyor..
Kürtlerin haklarını savunan herkes bu baylara
göre bir suçludur, bölücüdür, bundan da öte teröristtir!
Ayrıca bu ülkede, ne zaman Kürt sorunuyla veya demokratikleşmeyle
ilgili olumlu bir adım atıldığı
ya da atılacağı iddia edilse ben korkarım;
çünkü tam tersi oluyor, durum biraz daha ağırlaşıyor.
Bu ülkenin yöneticileri olumlu adım atmaya alışık
değiller. Bir çocuğu bile okşamaya kalksalar
herhalde yüzüne tokat indirirler. (Zaten Türk dilinde „okşama“
sözcüğü, aynı zamanda dayak atma anlamındadır.)
Rejimin sözcüleri, daha öncekilerde olduğu gibi bu
yasanın da müthiş reklamını yapıyorlar.
„Devlet şefkatli kucağını açmış“
müşterilerini bekliyor... Bunlar dağdaki ve yurt
dışındaki kaçak Kürt gençlerini ne kadar
da çok seviyorlarmış!
Bu baylara göre bu kişiler, illegal bir örgüte girmekle,
dağa çıkmakla filan yanlış yapmışlar,
kandırılmışlar... Oralarda telef oluyorlar...
Gençliklerine yazık! Gelir teslim olur, itiraflarda
bulunur, arkadaşlarını ele verir, örgütlerini
dağıtırlarsa devlet de onların cezasını
azaltır, topluma kazandırılmış
olurlar!
Bu baylar dünya alemi aptal yerine koyuyorlar.
Bu „topluma kazandırma“ değil, toplumu kandırma
yasasıdır.
Hangi açıdan baksanız bir komedi. Bu insanları
söz konusu mücadeleye iten nedenler ortada yok, onlardan
hiç söz edilmiyor. Zulüm altındaki Kürt halkından,
bu halkın gasp edilmiş haklarından hiç söz
edilmiyor. Yakılıp yıkılan dört bin
köyden, sürülen 4 milyon insandan söz edilmiyor.
Baylar, bize yapılanlar size yapılsa, ülkeniz
işgal ve talan edilse, diliniz ve kültürünüz bile yasaklansa,
haklarınızı istediğiniz zaman copla,
kurşunla, zindanla, sürgünle cevap verilse sessiz kalır
mıydınız, boyun eğer miydiniz?
Bütün bu olup bitenlerden sonra sanki bu ülkede bir Kürt
sorunu yok...
Kürt halkının çeşitli biçimlerde dile getirilen
bunca isteği, talebi, iki yüz yıldır süregelen
Kürt ayaklanmaları bile bu baylara bir şey anlatmıyor.
Kürt sorununu çözmek için hiçbir adım atmıyorlar.
Bir an önce AB´ye kapağı atıp ekonomik alanda
rahata erme düşleriyle „Kopenhag Kriterleri“ne uyum
sağlayacaklarını söylerken ve sözde bu yolda
adımlar atarken bile yaptıkları tümüyle yalan,
göz boyama. Pratikte hiçbir değişiklik yok.
Türkiye´de yönetime kim gelirse gelsin, ha Kemalisti,
ha sözde sosyal demokratı, ha İslamcısı,
Kürtler konusundaki tavır değişmiyor. Demokratikleşme
yönünde de aynı palavralar, aynı kuru gürültü.
Bir arpa boyu bile ilerleme yok.
Türkiye´yi yönetenler, biraz ciddi olun! Kendinizi aldatmayın,
başınızı kumdan çıkarın. Ciddi
sorunlar köklü çözümler ister. Kürt sorununu gerçek boyutlarıyla
ele almadan, çağa uygun, cesur ve adil adımlar
atmadan yaptığınız her şey havanda
su dövmektir.
Bunu yapamadığınız için, yaptığınız
bir kez daha kendinizi aldatmak oluyor. Bu yasa da derdinize
çare olmayacak. Bakın kimse ne sınır ötelerinden,
ne yurt dışından koşup gelmiyor.
Belki dönüp Amerika´ya şöyle diyeceksiniz: „Biz yapacağımızı
yaptık, Eve Dönüş Yasası çıkardık“,
ama bunlar gelmiyorlar. Hadi, şimdi sıra sizde!“
Ama, bize kalırsa Amerikalılar da çocuk değil,
sizin ne oyunlar oynadığınızın
çok iyi farkındalar. Siz ABD‘nin sayesinde Öcalan´ı
ele geçirip yeniden hizmete aldıktan sonra, bir genel
af çıkarıp PKK´nın silahları tümüyle
bırakmasını sağlama şansına
sahipken bunu yapmadınız. Aksine onların
sınır dışına taşınmasına,
Güney Kürdistan´da birikmesine göz yumdunuz, yardımcı
oldunuz. Amacınız hem onları „terör tehlikesinin
devam ettiğine“ dair kanıt ve bahane olarak kullanmak,
hem de Güneyli Kürtlere saldırtmaktı. Ancak Irak´taki
son gelişmelerden sonra bölge üzerinde denetim ve inisiyatifi
tümüyle yitirdiniz. Şimdi telaştasınız,
kullandığınız silah size dönebilir kaygısıyla
PKK-KADEK‘in silahlı güçlerini bir an önce dağıtmak
istiyorsunuz. Ama bunu yapmak isterken bile eliniz, Kürt
sorununda barışçı bir uzlaşmaya hizmet
edecek, siyasetin yolunu açacak adam gibi reformlar yapmak
şurda kalsın, bir genel af çıkarmaya bile
varmıyor. İşin yine hile hurdasındasınız.
ABD ve Güneyli Kürtler eliyle bir PKK kırımı
tezgahlamak istiyorsunuz.
ABD, İngiltere neden bu hatayı yapsınlar,
nice Kürt gencinin kanına ellerini bulaştırsınlar?
Ya Güneyli Kürtler? PKK´nın geçmişteki tüm yanlışlarına
ve onlara verdikleri zararlara rağmen neden hatırınız
için sınır boyunda sıkışmış
bu Kürt partizanlarıyla kanlı bir kavgaya girsinler?
Sorun sizin, çözüm de size düşer. Bu ise ne zorbaca
yöntemlerle, ne de hile ve tuzakla olur.
PKK‘nın silahlı güçlerini dağdan indirmenin
kolay yolu var. Zaten kaç yıldır Türkiye‘ye karşı
silahlı eylemde bulunmuyorlar. Dağdan inmek içinse
bir genel af istiyorlar. Bu olmadığı zaman
gelip onursuzcu Türkiye‘ye teslim olmaları, üstelik
azaltılsa da yıllar sürecek bir hapisliği
göze almaları için bir neden yok. Öbür yanda, Güney
Kürdistan‘da silah bırakır ve sivil yaşama
karışırlar. Bence zora düşerlerse bunu
yapmalılar. Hatta zora düşmeden de yapmalılar.
Çünkü, amaçları doğrultusunda savaşmadıktan
sonra o kadar insanı orada dağda tutmanın
bir alemi yok. Amaçlar ise, imralı süreciyle birlikte
toz duman oldu. Üstelik bundan sonra Irak sınırları
içinde silahlı bir örgüt olarak üslenip kalmak da mümkün
olmayacak. ABD bir yana, yeni Irak yönetimi ve Güney‘deki
Kürt yönetimi de buna izin vermez.
Elbet, PKK‘nın silah bırakmasıyla dağdaki
silahlı insanların sorunu çözülse bile, Kürt sorunu
çözülmüş olmaz. Bunun içinse yapılacak şey
bellidir. Size, yani Türkiye‘yi yönetenlere her şeyden
önce yeni bir anlayış gerekli. Kürt gerçeğini
artık tanıyın. Bu, yüzbin Kıbrıslı
Türkün de Irak´taki birkaç yüzbin Türkmen´in de sorunundan
bin kat daha önemli bir sorun.
İşe 12 Eylül Cunta Anayasası´nı değiştirmekle
başlamak gerekir. Bu deli gömleği bir yana atılıp
yeni ve demokratik bir anayasa yapılmalı. Kürt
kimliği anayasada kabul edilmeli. Bu ülke, 1920‘lerin
başında Mustafa Kemal´in de dile getirdiği
gibi başlıca iki halktan Türklerden ve Kürtlerden
oluşuyor. Anayasa da, ülkenin tüm siyasal ve kültürel
yapılanması da buna uygun düşmeli.
Kürtlerin varlığı ve hakları anayasal
güvenceye alınmalı.
Eşitlik temelinde bir çözüm gerekir, bu da federasyondur.
Kürtçe Türkçe´nin yanı sıra resmi dil olmalı.
İlkokuldan üniversiteye kadar Kürt okulları
açılmalı.
Basın-yayın, resmi ve özel televizyonlar zaman
kısıtlaması olmadan Kürtçe yayın da
yapabilmeli.
Kürt halkının çoğunluk oluşturduğu
kendi ülkesinde, Kuzey Kürdistan´da yerel hükümeti ve parlamentosu
olmalı.
Baylar çözüm budur.
Bunları duyunca bazı kişilerin yüzünün
buruştuğunu veya alaylı biçimde sırıttıklarını
görür gibi oluyorum. Onları iyi bilirim.. Ama bu sorunu
çözmenin başka yolu yok. Bunları yapmadıkça
sorun var olmakta, her iki halka da acı vermekte, insani
ve maddi kaynakları telef etmekte devam edecektir.
Bu, Kürdistan´ın yanı sıra Türkiye´nin de,
Kürt halkının yanı sıra Türk halkının
da ekonomik ve sosyal gelişmesini hep engelleyecektir.
Böyle devam etmesi iyi midir?
Her iki halkın mutluluğu ve refahı da köklü
ve adil bir çözümde, böyle bir çözümü temel alan barış
ve demokrasidedir.
Bu olmazsa, şimdiye kadar olanlar olmaya devam eder.
Biri aklın yoludur, öteki akılsız zorbalığın.
Dileyelim ki Türkiye‘yi yönetenler de bu akılsız
zorbalığın bir işe yaramıyacağını
anlamakta çok geçikmeyecekler..
Zorba rejimler sağlam değildir, çürümüş
koca ağaçlar gibidir. Böyle ağaçların yıkılışı
da beklenmedik biçimde ve ansızın olur.