TÜRKİYE’DE GENEL EĞİTİM
POLİTİKALARI
Giriş:
Eğitim.
En yaygın kamu hizmetlerinden ve temel insan haklarından
birisi olan; devletçe planlanarak organize edilen eğitimin
Türkiye’deki mevcut durumunu, dünden bugüne izlene gelen eğitim
stratejilerini, bölgeler arası eğitim düzeyi ve
kalitesini mevcut verilere dayanarak açıklamak, sağlıklı
bir yargıya ulaşmamıza olanak sağlayacaktır.
Öncelikli olarak, Türkiye’deki eğitim sisteminin yaslandığı
felsefi yaklaşıma göz atmak, bizlere genel çerçeve
hakkında fikirler sunacaktır.
Türk Milli Eğitim Temel Kanunu'nda, Türk milli eğitiminin
genel amaçlarının başlangıç maddesi şöyle
başlar:
Millî Eğitimin genel amacı bütün bireyleri;
“Atatürk İnkılâp ve İlkelerine
ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk Milliyetçiliğine
bağlı; Türk Milletinin millî, ahlâkî, insanî, manevî
ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren;
ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye
çalışan; insan haklarına ve Anayasa'nın
başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik,
lâik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine
karşı görev ve sorumluluklarını bilen
ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar
olarak yetiştirmek;”
Devamla; “Böylece, bir yandan Türk vatandaşlarının
ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak;
öte yandan millî birlik ve bütünlük içinde iktisadî, sosyal
ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmak
ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın
yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı
yapmaktır.”
Türk eğitim ve öğretim sistemi, Milli Eğitim
Temel Kanunu’nda belirlenen bu genel amaçları gerçekleştirecek
şekilde örgütlenmiştir. Türkiye’deki eğitim sistemine
temel teşkil eden bu amaçlar, Türkiye’deki toplumsal gerçeklikle
uyuşmamaktadır. Daha giriş bölümünde yer alan;
bireyleri Atatürk milliyetçiliğine bağlı yurttaşlar
olarak yetiştirme amacı, Türkiye’deki çokuluslu, kültürlü,
etnisiteli ve inançlı toplumsal gerçeklikle tezatlık
teşkil etmekte, Türkiye’deki çok renkli toplumsal dokuyu
bu kalıba sokmaya zorlamaktadır.
Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana uygulana gelen ve
üniter devlet yapılanması ile örtüşen bu eğitim
politikası uygulanmış ve ülkedeki farklı
diller ve kültürler, bu tekçi eğitim zihniyeti ile planlı
bir biçimde asimilasyona uğratılmıştır.
Aslında, Türkiye’deki eğitim sistemi hep sorunlu
ve sıkıntılı bir alan olmuştur. İktidara
gelen hükümetler bir taraftan eğitim sisteminin yapısal
sorunları ile uğraşırken; diğer taraftan
da eğitim sistemini devletin güvenlik konseptinin uyguluma
alanlarından biri haline getirmişlerdir.
Hükümetler Türkiye’deki eğitim sistemini bir türlü
disipline etmeyi başaramamış, eğitime
ilişkin geliştirilen modellerin ömrü hep kısa
olmuştur. Türkiye, bir taraftan kendini batıyla
entegrasyon sürecinin dayatmalarıyla yüz yüze bulmuş,
buradaki modelleri altyapısını oluşturmaksızın
uygulaya gelmiş, bir taraftan da toplumun gerçekliğini
göz ardı ederek, hatta o gerçekliği yok etme amacını
güden bir eğitim politikası gütmüştür.
Bu çelişkili durum varlığını bugüne
kadar sürdüre gelmiştir. Sağlıklı bir
planlamaya dayanmayan, toplumsal gerçeklikten kopuk, devletin
temel paradigmasının bir enstrümanı haline
gelmiş, üretim sürecinin gerekliliklerini gözetmeyen,
geleceğe dair bir ufku olmayan, ezberci, cinsiyetçi,
Türkiye’deki çok uluslu-etnisetili, inançlı yapıyı
yok sayan, bireylerin her türlü tercihine ipotek koyan, antidemokratik
bir öze sahip bir eğitim politikası varlığını
hep korumuştur.
Devlet bu çarpık ve gerçeklikten kopuk eğitim
sistemini sırtında bir kambur gibi taşımıştır.
Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne eğitime genel
bütçeden ayrılan pay çok düşük oranlarda olmuştur.
Eğitime yeterli miktarda bütçe ayırmayan hükümetler
yeteri kadar derslik yapamamış, nitelikli öğretmeni
yetiştirip atayamamış, eğitim materyalleri
ve teknolojilerini sağlayamamış, eğitim
kademelerinin sonundaki çarpık ve üretimi desteklemeyen
sınav sistemi ile her yıl yüz binlerce genç ve dinamik
insanı işsizler ordusuna katmış ve sadece
üniversite kapılarına yığılanların
sayısı iki milyona yaklaşmıştır.
Yıllardır hazırlanmış eğitim
müfredatı bilimsellik ve gerçeklikten uzaktır. Eğitim
müfredatları, uygulanabilirliliği olmayan, eleştirel
ve yaratıcı düşüncenin önünü kesen, sadece
Türklerin tarihini, kültürünü, dilini, inançlarını
ve diğer değerlerini temel alan; diğer halkların
varlığına zerre kadar değinmeyen, sanki
bu ülkede Anadolu denilen coğrafyada Türklerin dışında
başka bir halk yaşamamış, inançlar yokmuş,
başka uygarlıklar kurulmamış gibi hazırlanmıştır.
Türk eğitim sisteminde öğrenciler hep edilgin
pozisyonda tutulmuş, terbiye edilmesi gereken, biçimlendirilmesi
gereken bireyler olarak görülmüştür. Yıllardır
uygulanan öğretmen ve sistem odaklı eğitim
stratejisinin çıktısı; pısırık,
kendine güveni olmayan, yaratıcı olmaktan uzak,
eleştiremeyen, insani-evrensel demokratik değerleri
özümseyememiş bireyler topluluğu olmuştur.
Türkiye’deki eğitim politikaları bölgelere göre
de farklılıklar göstermiştir. Görece sanayileşmiş
ve gelir düzeyi yüksek bölgelerde eğitim seviyesi ve
kalitesi artarken, gelir düzeyi düşük bölgelerde durum
tersine olmuştur.
Türkiye’deki eğitim sisteminin çok ciddi sorunlara
ve sıkıntılara dönüştüğü bölgeler
Kürdistan’dır. Bu coğrafya’da yaşayan Kürtler,
Türk eğitim sisteminin resmi dili olan Türkçeden farklı
bir dili konuşmaktadır. Kürtlerin bin yıllardan
bu yana oluşturdukları kendilerine has kültürleri,
tarihleri ve sosyal ilişki biçimleri, onları Türkiye’de
yaşayan diğer halklardan ayrı kılmaktadır.
Türkiye’nin resmi olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu
olarak isimlendirdiği Kürdistan’da eğitim sorunları
olabildiğince çok boyutludur. Bunlardan en önemlisi,
Kürtlerin kendi anadilleri ile eğitim yapma hakkından
mahrum olmalarıdır.
İnsanın kendi anadilinde eğitim görmesi,
en temel insani haklardan biri olarak kabul edilir. Birey
daha anne karnında iken çevresinde konuşulan dili
duyar ve kişiliği bu dille şekillenir, dünyaya
ve çevresine dair oluşturduğu bilgi dağarcığını
bu dille örer. Bu doğal süreç Kürt bireyleri için de
böyledir. Fakat Kürt çocukları (Anadolu’daki diğer
Türk olmayan etnik gruplar da dâhil) 5-6 yaşlarına
kadar öğrendikleri dili, eğitime başlar başlamaz
kullanamıyorlar. Bu çocukların kendi dilleri ile
konuşamamaları beraberinde yığınla
sorunu getirmektedir. Şöyle ki;
- Kürt
çocukları 5-6 yaşlarına kadar kendi dilleri
ile oluşturdukları bilgi dağarcıklarını
yeni öğrenmelere temel yapamamaktadırlar. Yani Kürt
çocukları sıfır bilgi ve beceri ile eğitim
süreçlerine dâhil edilmektedir.
- Türkçe
dili ile eğitilen Kürt çocukları bu dili bilmediklerinden
derslerinde başarılı olamamakta, kendi anadili
ile eğitim gören çocuklardan en az 5-6 yıl geride
kalmaktadırlar ve hatta bu fark giderek büyümektedir.
- Çocuklar,
ilköğretimlerini tamamladıklarında Türkçeyi
kısmen öğrenmiş oluyorlar.
- Hiç bilmedikleri
bir dil ile eğitim gören çocuklar, öğretmenleri
ve arkadaşları ile iletişim kuramamakta, sosyal
yaşantıları sınırlı kalmaktadır.
- Giderek
sosyal yaşamlarında anadillerinden başka bir
dili kullanmak zorunda kalan Kürt çocukları, Türkçeyi
iyi konuşamadıklarından kendilerini ifade etmekte
zorlanıyorlar. Birey kendini ifade edemeyince de giderek
kendisine olan güvenini yitirmekte ve asosyalleşmektedir.
- Mevcut
eğitim sisteminin yetiştirdiği, kendine güvenini
yitiren ve sosyalleşemeyen Kürt çocuklarını
psikolojik rahatsızlıklar ve travmalar yaşamaktadır.
- Kürt
çocukları kendi anadilleri ile okumadıklarından
eğitimdeki başarıları azalmakta, başarısız
olan Kürt çocukları ve ailelerin eğitime olan ilgileri
azalmaktadır. Bu yüzden eğitimin ilerleyen safhalarında
Kürtler arasındaki okuma oranı giderek düşmektedir.
- Öğretmenler,
Kürt öğrencilerle iletişim kurmada zorlandıkları
için mesleklerinde başarılı olamamakta ve bu
da onları demoralize etmektedir.
- Kürdistan’da
anadili ile eğitim yapılmadığından
eğitime dair yapılan planlamalar hayata geçirilememektedir.
- Türkçe
bilmeyen öğrenci ebeveynleri, okul idaresi ve öğretmenlerle
işbirliğine gidememekte ve kendi çocuğuna eğitim
anlamında bir katkı sunamamaktadır.
- Öğrenci,
dersleri için kendi ebeveyninden yardım alamayınca
ebeveynlerini bilgisiz insanlar olarak değerlendirmekte
ve bu da çocuklar ile aile fertleri arasındaki güveni
etkilemektedir.
Kürdistan’daki eğitim sorunlarından diğer
birisi, okullaşma oranının olabildiğince
düşük olmasıdır. Cumhuriyetin kuruluşundan
bu yana, hükümetler bölgenin eğitim sorununu hep görmezlikten
gelmiş, adeta Kürtlerin eğitimsiz kalmalarına
zemin hazırlamışlardır. Eğitim bütçesinden
bölgeye ayrılan pay, diğer bölgelerin hep gerisinde
kalmıştır.
TÜBİTAK'ın da desteklediği Hacettepe Üniversitesi
İstatistik Bölümü yaptığı, ''Türkiye Genelinde
İlk ve Orta Öğretim Olanaklarının İncelenmesi
ve Belirlenen Aksaklıklara Çözüm Önerilerinin Getirilmesi''
başlıklı çalışma ile bölgelere göre
ilk ve ortaöğretim olanakları, öğrenci başına
düşen öğretmen, derslik ve bilgisayar sayısı,
kütüphane imkanları ve eğitime yapılan harcamalar
gibi veriler incelenmiş ve Kürdistan’daki eğitime
ilişkin gerçeklik gün yüzüne çıkarılmıştır..
Araştırmada, sadece ortaöğretim olanakları
açısından ilçeler değerlendirildiğinde
kötü durumda olan illerin Ardahan, Muş ve Şırnak
olduğu görülmüştür.
Bölgelere göre ilköğretim ve ortaöğretim olanakları
birlikte değerlendirildiğinde, Kürdistan’ın
‘Güneydoğu Anadolu Bölgesi' diye anılan bölümünde
eğitim olanakları iyi olarak tanımlanabilen
ilçe bulunmuyor, kuzey-doğu Anadolu bölümünde eğitim
olanakları iyi durumda olan ilçelerin oranının
yüzde 3,51; orta-doğu Anadolu bölgesinde ise yüzde 8,57’tir.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi olarak anılan bölümde
yer alan ilçelerin yüzde 97,40'ının eğitim
olanaklarının kötü olduğu sonucuna varılmış,
Türkiye’nin en büyük kenti İstanbul'da ise eğitim
olanakları kötü olarak belirlenmiş ilçe tespit edilememiştir.
İstanbul’daki ilçelerin yüzde 68,75’inin eğitim
olanağının "iyi", yüzde 31,25’inin
ise "orta" düzeyde olduğu ortaya çıkarken,
Kürdistan’ın Güneydoğu Anadolu Bölgesi diye anılan
bölümündeki ilçelerin tamamının ilköğretim
olanakları yönünden, yüzde 76’sının ise ortaöğretim
olanakları yönünden "kötü" durumda olduğu
değerlendirilmiştir.
Bütün ilçelerinde ilköğretim olanakları kötü
durumda olan iller ise Adıyaman, Ağrı, Batman,
Bitlis, Diyarbakır, Gaziantep, Iğdır, Kahramanmaraş,
Kars, Kilis, Mardin, Muş, Siirt, Şanlıurfa,
Şırnak ve Van. Bu illerin tümü Kürdistan coğrafyasında
yer almaktadır.
Türkiye'deki ilköğretim okullarında öğrenim
gören öğrencilerin yüzde 9,64'ünün birleştirilmiş
sınıflarda öğrenim gördüğü ifade edilen
araştırmada, bu oranın Kuzeydoğu Anadolu'da
yüzde 21,90, Güneydoğu Anadolu'da yüzde 17,54; orta-doğu
Anadolu'da yüzde 16,34 olduğu kaydedildi.
Okul öncesi eğitimde 48-72 ay okullulaşma
oranı 2007-2008’de % 27, 2008-2009’da % 33 olarak gerçekleşmiştir.
Ülke genelinde 48-72 ay okullulaşma oranı % 25’in
altında kalan il sayısı bir yılda 26’dan
8’e düşmüştür. Ancak iller arası uçurum devam
etmektedir: Ağrı’da % 14 olan okullulaşma oranı,
Amasya’da % 88’dir.
Yine bir başka araştırma
bize şu sayısal gerçekliği gösteriyor. Batı
Karadeniz’de derslik başına 24 öğrenci düşerken,
Güneydoğu Anadolu’da 44 öğrenci düşmektedir.
Kürdistan’da ilk ve ortaöğretimdeki bu tablonun bir
benzerini yüksek öğretimde görmek mümkündür.
Kürdistan’ın tüm illerinde üniversiteler açılmış
olmasına rağmen, üniversitelerin fiziki olanakları,
akademik kadroları, öğrenci potansiyelleri, eğitim
teknolojileri ve materyalleri, bütçeleri ve fakülte ve yüksekokul
sayıları Türkiye ortalamalarının çok altındadır.
Kürt öğrencilerin büyük bir bölümünün üniversite çağına
geldiğinde, eğitimini yoksulluk, aile bütçesine
katkıda bulunma ve başarısızlık gibi
gerekçelerle bırakmış olduğunu görüyoruz.
Türkiye’de üniversite adaylarının sayısı
iki milyona yaklaşmaktadır. Bunlardan üniversiteye
dair iddiası olanların hemen hemen tümünün özel
dershaneler aracılığı ile sınavlara
hazırlanmaktadır. Türkiye’nin diğer bölgelerine
nazaran gelir düzeyi düşük olan bölge insanı, çocuklarını
dershanelere göndermekte zorlanmaktadır. Özel dershanelere
gidemeyen öğrenciler, üniversite sınavlarında
istisnalar dışında başarısız
olmaktadırlar.
Kürdistan’da eğitimin en büyük mağdurları
kız çocuklarıdır. Yaşları büyüdükçe,
devletin eğitim politikaları ve sosyo-kültürel nedenlerden
dolayı eğitimlerini yarıda bırakmaya zorlanmaktadırlar.
Kürt kız çocuklarının okuma oranları,
Türkiye ortalamasının kat kat altındadır.
Örneğin; Sabancı Üniversitesi Eğitim Reformu
Girişimi'nin (ERG) hazırladığı 'Eğitimde
eşitlik' raporunda şunlar yer almaktadır: 6-13
yaş arasındaki 220.000 çocuk halen eğitim sistemine
kayıtlı değildir. Bu çocukların 130.000’i
kızdır. 100.000’i Ortadoğu ve Güneydoğu
Anadolu bölgelerinde yaşamaktadır. İlköğretimde
üst sınıflara çıkıldıkça, kızların
eğitime katılımı azalmaktadır. 1.
sınıfta 0,96 olan kız/erkek oranı, 8.
sınıfta 0,91’e düşmektedir.
2009 eğitim bütçesinin yüzde yaklaşık 66’sı
personel giderlerine, 7,’si sosyal güvenlik kurumlarına,
10’u mal ve hizmet alımına, 17’si sermaye transferleri,
cari transferler ve sermaye giderlerine ayrılmaktadır.
Milli eğitim bütçesinden okullara ödenek ayrılmazken,
okullar öğrencilerden yasal olmayan yollardan para toplamaktadır.
Özellikle öğrenci kayıt dönemlerinde velilerden
yüksek meblağlarda para istenilmekte ve para ödeyemeyen
veliler çocuklarını istedikleri okullara kayıt
etmekte zorlanmaktadır. Kürtleri yoğunluklu olarak
yaşadıkları yerlerde bu durum çok bariz biçimde
yaşanmaktadır.
Kürdistan’daki yerleşim birimlerinin bazılarında
halen okullar bulunmamaktadır. Hükümetler, buralara okul
yapmak ve öğretmen atamak yerine, devlet politikaları
gereğince davranmakta, Türk olmayan halkları asimile
etmenin yeni yollarını aramaktadır. Bu yollardan
biride cumhuriyetin kuruluşundan sonraki dönemde hayata
geçirilen “Leyli iptidai ” (yatılı okullar) lerdir.
Devlet cumhuriyetin kuruluşundan 1940’lı yıllara
kadar kimi yerleşim birimlerine eğitim hizmeti götürmeme
politikası güderken, sonradan bu politikasını
değiştirme ve asimilasyon politikasını
yaygınlaştırma gereğini hissetmiştir.
Devlet, asimilasyon politikalarının bir gereği
olarak başta kız çocukları olmak üzere, daha
çok küçük yaşlarda olan Kürt çocuklarını ailelerinden
kopararak Yatılı Bölge İlköğretim Okullarına
(YİBO) kayıt etmeye başladı. Yatılı
bölge okulları “Şark Islahat Planı”nın
bir gereği idi. Bu planın 14. maddesinde Kürdistan’daki
yatılı bölge okulların ne amaçla açılacağı
çok net biçimde açıklanmaktaydı.
“Aslen Türk olan fakat Kürtlüğe temessül etmek üzere
olan bulunan mevkide ve Siirt, Mardin, Savur gibi ahalisi
Arapça konuşan mahallerde Türk ocakları ve mektep
açılması ve bilhassa her türlü fedakarlık iktiham
olunarak mükemmel kız mektepleri tesis ve kızları
mekteplere rağbetlerinin suveri adide ile temini lazımdır.
Hassaten Dersim, tercihan ve müstacelen leyli iptidailer açılmak
suretiyle Kürtlüğe karışmaktan bir an evvel
kurtarılmalıdır.”
Bugün hemen hemen Kürdistan’ın her bir il ve ilçesinde
bulunan YİBO’larda verilen eğitim tam bir askeri
eğitimi andırmaktadır. Zaten bu okullara yıllarca
askeri kökenli yöneticiler atanmış, buradaki öğrenciler
askeri bir zihniyetle yetiştirilmiş, o körpecik
çocuklar kışla disiplinine tabi tutulmuş ve
kişilikleri tahrip edilmiştir.
Sıcak aile yuvasından uzakta, daha bireysel ihtiyaçlarını
karşılayamayan bu çocuklar bu okullarda eğitim
görmüşlerdir ve buralarda barındırılmışlardır.
Çocuklar için bir kötü bir kampı andıran bu okulların
etrafı tel örgülerle çevrilmiş, uzman olmayan kişilerin
hazırladığı yemekleri tüketmiş, hijyen
olmayan ortamlarda yatırılmışlardır.
Örneğin 6-7 yaşlarındaki çocuklar, geceleri
tuvalet ihtiyaçlarını tek başlarına gidermede
zorlandıkları veya diğer nedenlerle altlarını
ıslatmış, görevlilerden çekindikleri için bunu
açıklayamamış ve yataklarda yeniden yatmak
durumunda kalmıştır.
Tek başlarına temizliklerini düzenli biçimde yapamamış,
yeme ihtiyaçlarını karşılayamamış,
kendilerinden yaşça büyük çocukların ve görevlilerin
şiddetine ve kötü muamelelerine maruz kalmış,
katı bir disiplinin objesi olmuş bu çocukların
nasıl bir kişilik edinmiş olduklarını
düşünmek bile rahatsız edicidir.
Aslında YİBO’lar gibi Kürdistan’daki diğer
devlet okullarında da, istisnalar hariç bu zihniyetle
eğitim yapılmaktadır. Örneğin son yıllarda
bir azalma görülse de Türkçe bilmediği veya konuşmadığı
için hakarete maruz kalanların sayısı oldukça
fazladır. Yine son yıllarda uygulana eğitim
modelleri geçmişe nazaran bir olumluluk içerse de halen
eski zihniyetteki öğretmenlerin katı disiplinine
ve okullardaki hegemonyasına tanıklık ederiz.
Halen öğrencilerin büyük bir çoğunluğu, arkadaşlarının,
büyüklerinin veya öğretmenlerinin şiddetine ve hakaretlerine
maruz kalmaktadır. Bu durum tüm Türkiye’de hissedilse
de Kürdistan’da eğitimdeki şiddetin oranı ve
düzeyi hep en üst noktalardadır.
Kürdistan’da eğitim politikaları ve uygulamalarında
yığınla yetersizlikten bahsedilebilir. Biz
bu kadarı ile sınırlı tutarak eğitim
sorunlarının başka boyutlarına da dikkat
çekmek istiyoruz.
Kürdistan’daki eğitim kurumlarının büyük bir
çoğunluğu eski yapılardan oluşmaktadır.
Bu yapılarda yeteri kadar derslik bulunmamakta; laboratuar,
atölye, kütüphane, kantin, spor ve konferans salonları
gibi birimler ise hiç yer almamaktadır.
Hükümetler, yıllar önce yapılan bu okulların
yerine, o yerleşim biriminin koşullarına ve
eğitim ihtiyaçlarına göre yapılandırmayı
düşünmüyor. Bu yönlü bazı adımların atıldığı
biliniyorsa da ihtiyaçları karşılamaktan uzaktır.
Öğretmen açığı, Kürdistan’da kanıksanan
bir başka sorundur. Kürdistan’daki okullara yeteri kadar
öğretmenler atanmadığı gibi, atanan öğretmenler
de birikim ve tecrübesi olmayan, stajyer durumundaki öğretmenlerdir.
Bu öğretmenler zorunlu hizmet süreleri tamamlandığı
andan itibaren ya başka bölgelere ya da şehir merkezlerine
atanmalarını talep etmektedirler. Burada atanan
öğretmenlerin Kürtçe biliyor oluşlarına ise
hiç dikkat edilmemektedir.
Eğitim sistemi içinde, yönetim kademelerinde yer alan
insanlar liyakate ve tecrübesine bakılmaksızın
atanmaktadır. Yönetim kademelerinde yer alan insanların
iktidar partilerine yakın ve devlete sadık insanlardan
oluşması dikkat çekmektedir.
Elbette ki geçmişe nazaran Türk eğitim sisteminde
genel anlamıyla kimi reformlara gidilmiş ve işin
uygulama boyutunda gözle görülür iyileşmeler yaşanmıştır.
Ancak eğitimde yaşanan sıkıntıların
temel nedeni; Türk eğitim sistemini şekillendiren
ve özünü oluşturan mevcut eğitim felsefesi, stratejisi
ve politikalarıdır.
Sonuç:
Toplumun geniş kesimlerini kucaklayacak bir eğitim
politikası oluşturulmadan, bu ülkede yaşayan
tüm ulusların, halkların, kültür ve inanç gruplarının
ihtiyaçları ve hakları gözetilerek bir müfredat
hazırlanmadan, bununla örtüşen bir strateji oluşturulmadan,
insanı merkeze alan ve onun ihtiyaçları üzerinden
eğitimi şekillendirmeden, ülkenin gelirlerinden
yeteri kadarını eğitime kaynak olarak ayırmadan,
dünyadaki insani-evrensel normları ve düzeyi yakalamadan
eğitimin kronik sorunlarından kurtulmak mümkün olmayacaktır.
Ekim 2009
PSK- Kürdistan Sosyalist Partisi
|