PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 

TÜRKİYE’DE GENEL EĞİTİM POLİTİKALARI

Giriş:

Eğitim.

En yaygın kamu hizmetlerinden ve temel insan haklarından birisi olan; devletçe planlanarak organize edilen eğitimin Türkiye’deki mevcut durumunu, dünden bugüne izlene gelen eğitim stratejilerini, bölgeler arası eğitim düzeyi ve kalitesini mevcut verilere dayanarak açıklamak, sağlıklı bir yargıya ulaşmamıza olanak sağlayacaktır.

Öncelikli olarak, Türkiye’deki eğitim sisteminin yaslandığı felsefi yaklaşıma göz atmak, bizlere genel çerçeve hakkında fikirler sunacaktır.

Türk Milli Eğitim Temel Kanunu'nda, Türk milli eğitiminin genel amaçlarının başlangıç maddesi şöyle başlar:

Millî Eğitimin genel amacı bütün bireyleri;

“Atatürk  İnkılâp ve İlkelerine  ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk Milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin millî, ahlâkî, insanî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan; insan haklarına ve Anayasa'nın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek;”

Devamla; “Böylece, bir yandan Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte yandan millî birlik ve bütünlük içinde iktisadî, sosyal ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.”

Türk eğitim ve öğretim sistemi, Milli Eğitim Temel Kanunu’nda belirlenen bu genel amaçları gerçekleştirecek şekilde örgütlenmiştir. Türkiye’deki eğitim sistemine temel teşkil eden bu amaçlar, Türkiye’deki toplumsal gerçeklikle uyuşmamaktadır. Daha giriş bölümünde yer alan; bireyleri Atatürk milliyetçiliğine bağlı yurttaşlar olarak yetiştirme amacı, Türkiye’deki çokuluslu, kültürlü, etnisiteli ve inançlı toplumsal gerçeklikle tezatlık teşkil etmekte, Türkiye’deki çok renkli toplumsal dokuyu bu kalıba sokmaya zorlamaktadır.

Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana uygulana gelen ve üniter devlet yapılanması ile örtüşen bu eğitim politikası uygulanmış ve ülkedeki farklı diller ve kültürler, bu tekçi eğitim zihniyeti ile planlı bir biçimde asimilasyona uğratılmıştır.

Aslında, Türkiye’deki eğitim sistemi hep sorunlu ve sıkıntılı bir alan olmuştur. İktidara gelen hükümetler bir taraftan eğitim sisteminin yapısal sorunları ile uğraşırken; diğer taraftan da eğitim sistemini devletin güvenlik konseptinin uyguluma alanlarından biri haline getirmişlerdir.

Hükümetler Türkiye’deki eğitim sistemini bir türlü disipline etmeyi başaramamış, eğitime ilişkin geliştirilen modellerin ömrü hep kısa olmuştur. Türkiye, bir taraftan kendini batıyla entegrasyon sürecinin dayatmalarıyla yüz yüze bulmuş, buradaki modelleri altyapısını oluşturmaksızın uygulaya gelmiş, bir taraftan da toplumun gerçekliğini göz ardı ederek, hatta o gerçekliği yok etme amacını güden bir eğitim politikası gütmüştür.

Bu çelişkili durum varlığını bugüne kadar sürdüre gelmiştir. Sağlıklı bir planlamaya dayanmayan, toplumsal gerçeklikten kopuk, devletin temel paradigmasının bir enstrümanı haline gelmiş, üretim sürecinin gerekliliklerini gözetmeyen, geleceğe dair bir ufku olmayan, ezberci, cinsiyetçi, Türkiye’deki çok uluslu-etnisetili, inançlı yapıyı yok sayan, bireylerin her türlü tercihine ipotek koyan, antidemokratik bir öze sahip bir eğitim politikası varlığını hep korumuştur.

Devlet bu çarpık ve gerçeklikten kopuk eğitim sistemini sırtında bir kambur gibi taşımıştır. Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne eğitime genel bütçeden ayrılan pay çok düşük oranlarda olmuştur. Eğitime yeterli miktarda bütçe ayırmayan hükümetler yeteri kadar derslik yapamamış, nitelikli öğretmeni yetiştirip atayamamış, eğitim materyalleri ve teknolojilerini sağlayamamış, eğitim kademelerinin sonundaki çarpık ve üretimi desteklemeyen sınav sistemi ile her yıl yüz binlerce genç ve dinamik insanı işsizler ordusuna katmış ve sadece üniversite kapılarına yığılanların sayısı iki milyona yaklaşmıştır.

Yıllardır hazırlanmış eğitim müfredatı bilimsellik ve gerçeklikten uzaktır. Eğitim müfredatları, uygulanabilirliliği olmayan, eleştirel ve yaratıcı düşüncenin önünü kesen, sadece Türklerin tarihini, kültürünü, dilini, inançlarını ve diğer değerlerini temel alan; diğer halkların varlığına zerre kadar değinmeyen, sanki bu ülkede Anadolu denilen coğrafyada Türklerin dışında başka bir halk yaşamamış, inançlar yokmuş, başka uygarlıklar kurulmamış gibi hazırlanmıştır.

Türk eğitim sisteminde öğrenciler hep edilgin pozisyonda tutulmuş, terbiye edilmesi gereken, biçimlendirilmesi gereken bireyler olarak görülmüştür. Yıllardır uygulanan öğretmen ve sistem odaklı eğitim stratejisinin çıktısı; pısırık, kendine güveni olmayan, yaratıcı olmaktan uzak, eleştiremeyen, insani-evrensel demokratik değerleri özümseyememiş bireyler topluluğu olmuştur.

Türkiye’deki eğitim politikaları bölgelere göre de farklılıklar göstermiştir. Görece sanayileşmiş ve gelir düzeyi yüksek bölgelerde eğitim seviyesi ve kalitesi artarken, gelir düzeyi düşük bölgelerde durum tersine olmuştur.    

Türkiye’deki eğitim sisteminin çok ciddi sorunlara ve sıkıntılara dönüştüğü bölgeler Kürdistan’dır. Bu coğrafya’da yaşayan Kürtler, Türk eğitim sisteminin resmi dili olan Türkçeden farklı bir dili konuşmaktadır. Kürtlerin bin yıllardan bu yana oluşturdukları kendilerine has kültürleri, tarihleri ve sosyal ilişki biçimleri, onları Türkiye’de yaşayan diğer halklardan ayrı kılmaktadır.

Türkiye’nin resmi olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu olarak isimlendirdiği Kürdistan’da eğitim sorunları olabildiğince çok boyutludur. Bunlardan en önemlisi, Kürtlerin kendi anadilleri ile eğitim yapma hakkından mahrum olmalarıdır.

İnsanın kendi anadilinde eğitim görmesi, en temel insani haklardan biri olarak kabul edilir. Birey daha anne karnında iken çevresinde konuşulan dili duyar ve kişiliği bu dille şekillenir, dünyaya ve çevresine dair oluşturduğu bilgi dağarcığını bu dille örer. Bu doğal süreç Kürt bireyleri için de böyledir. Fakat Kürt çocukları (Anadolu’daki diğer Türk olmayan etnik gruplar da dâhil) 5-6 yaşlarına kadar öğrendikleri dili, eğitime başlar başlamaz kullanamıyorlar. Bu çocukların kendi dilleri ile konuşamamaları beraberinde yığınla sorunu getirmektedir. Şöyle ki;

-         Kürt çocukları 5-6 yaşlarına kadar kendi dilleri ile oluşturdukları bilgi dağarcıklarını yeni öğrenmelere temel yapamamaktadırlar. Yani Kürt çocukları sıfır bilgi ve beceri ile eğitim süreçlerine dâhil edilmektedir.

-         Türkçe dili ile eğitilen Kürt çocukları bu dili bilmediklerinden derslerinde başarılı olamamakta, kendi anadili ile eğitim gören çocuklardan en az 5-6 yıl geride kalmaktadırlar ve hatta bu fark giderek büyümektedir.

-         Çocuklar, ilköğretimlerini tamamladıklarında Türkçeyi kısmen öğrenmiş oluyorlar.

-         Hiç bilmedikleri bir dil ile eğitim gören çocuklar, öğretmenleri ve arkadaşları ile iletişim kuramamakta, sosyal yaşantıları sınırlı kalmaktadır.

-         Giderek sosyal yaşamlarında anadillerinden başka bir dili kullanmak zorunda kalan Kürt çocukları, Türkçeyi iyi konuşamadıklarından kendilerini ifade etmekte zorlanıyorlar. Birey kendini ifade edemeyince de giderek kendisine olan güvenini yitirmekte ve asosyalleşmektedir.

-         Mevcut eğitim sisteminin yetiştirdiği, kendine güvenini yitiren ve sosyalleşemeyen Kürt çocuklarını psikolojik rahatsızlıklar ve travmalar yaşamaktadır.

-         Kürt çocukları kendi anadilleri ile okumadıklarından eğitimdeki başarıları azalmakta, başarısız olan Kürt çocukları ve ailelerin eğitime olan ilgileri azalmaktadır. Bu yüzden eğitimin ilerleyen safhalarında Kürtler arasındaki okuma oranı giderek düşmektedir.

-         Öğretmenler, Kürt öğrencilerle iletişim kurmada zorlandıkları için mesleklerinde başarılı olamamakta ve bu da onları demoralize etmektedir.

-         Kürdistan’da anadili ile eğitim yapılmadığından eğitime dair yapılan planlamalar hayata geçirilememektedir.

-         Türkçe bilmeyen öğrenci ebeveynleri, okul idaresi ve öğretmenlerle işbirliğine gidememekte ve kendi çocuğuna eğitim anlamında bir katkı sunamamaktadır.

-         Öğrenci, dersleri için kendi ebeveyninden yardım alamayınca ebeveynlerini bilgisiz insanlar olarak değerlendirmekte ve bu da çocuklar ile aile fertleri arasındaki güveni etkilemektedir. 

Kürdistan’daki eğitim sorunlarından diğer birisi, okullaşma oranının olabildiğince düşük olmasıdır. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, hükümetler bölgenin eğitim sorununu hep görmezlikten gelmiş, adeta Kürtlerin eğitimsiz kalmalarına zemin hazırlamışlardır. Eğitim bütçesinden bölgeye ayrılan pay, diğer bölgelerin hep gerisinde kalmıştır.

TÜBİTAK'ın da desteklediği Hacettepe Üniversitesi İstatistik Bölümü yaptığı, ''Türkiye Genelinde İlk ve Orta Öğretim Olanaklarının İncelenmesi ve Belirlenen Aksaklıklara Çözüm Önerilerinin Getirilmesi'' başlıklı çalışma ile bölgelere göre ilk ve ortaöğretim olanakları, öğrenci başına düşen öğretmen, derslik ve bilgisayar sayısı, kütüphane imkanları ve eğitime yapılan harcamalar gibi veriler incelenmiş ve Kürdistan’daki eğitime ilişkin gerçeklik gün yüzüne çıkarılmıştır..

Araştırmada, sadece ortaöğretim olanakları açısından ilçeler değerlendirildiğinde kötü durumda olan illerin Ardahan, Muş ve Şırnak olduğu görülmüştür.

Bölgelere göre ilköğretim ve ortaöğretim olanakları birlikte değerlendirildiğinde, Kürdistan’ın ‘Güneydoğu Anadolu Bölgesi' diye anılan bölümünde eğitim olanakları iyi olarak tanımlanabilen ilçe bulunmuyor, kuzey-doğu Anadolu bölümünde eğitim olanakları iyi durumda olan ilçelerin oranının yüzde 3,51; orta-doğu Anadolu bölgesinde ise yüzde 8,57’tir.

Güneydoğu Anadolu Bölgesi olarak anılan bölümde yer alan ilçelerin yüzde 97,40'ının eğitim olanaklarının kötü olduğu sonucuna varılmış, Türkiye’nin en büyük kenti İstanbul'da ise eğitim olanakları kötü olarak belirlenmiş ilçe tespit edilememiştir. İstanbul’daki ilçelerin yüzde 68,75’inin eğitim olanağının "iyi", yüzde 31,25’inin ise "orta" düzeyde olduğu ortaya çıkarken, Kürdistan’ın Güneydoğu Anadolu Bölgesi diye anılan bölümündeki ilçelerin tamamının ilköğretim olanakları yönünden, yüzde 76’sının ise ortaöğretim olanakları yönünden "kötü" durumda olduğu değerlendirilmiştir.

Bütün ilçelerinde ilköğretim olanakları kötü durumda olan iller ise Adıyaman, Ağrı, Batman, Bitlis, Diyarbakır, Gaziantep, Iğdır, Kahramanmaraş, Kars, Kilis, Mardin, Muş, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak ve Van. Bu illerin tümü Kürdistan coğrafyasında yer almaktadır.

Türkiye'deki ilköğretim okullarında öğrenim gören öğrencilerin yüzde 9,64'ünün birleştirilmiş sınıflarda öğrenim gördüğü ifade edilen araştırmada, bu oranın Kuzeydoğu Anadolu'da yüzde 21,90, Güneydoğu Anadolu'da yüzde 17,54; orta-doğu Anadolu'da yüzde 16,34 olduğu kaydedildi.

Okul öncesi eğitimde 48-72 ay okullulaşma oranı 2007-2008’de % 27, 2008-2009’da % 33 olarak gerçekleşmiştir. Ülke genelinde 48-72 ay okullulaşma oranı % 25’in altında kalan il sayısı bir yılda 26’dan 8’e düşmüştür. Ancak iller arası uçurum devam etmektedir: Ağrı’da % 14 olan okullulaşma oranı, Amasya’da % 88’dir.

Yine bir başka araştırma bize şu sayısal gerçekliği gösteriyor. Batı Karadeniz’de derslik başına 24 öğrenci düşerken, Güneydoğu Anadolu’da 44 öğrenci düşmektedir.

Kürdistan’da ilk ve ortaöğretimdeki bu tablonun bir benzerini yüksek öğretimde görmek mümkündür.

Kürdistan’ın tüm illerinde üniversiteler açılmış olmasına rağmen, üniversitelerin fiziki olanakları, akademik kadroları, öğrenci potansiyelleri, eğitim teknolojileri ve materyalleri, bütçeleri ve fakülte ve yüksekokul sayıları Türkiye ortalamalarının çok altındadır.

Kürt öğrencilerin büyük bir bölümünün üniversite çağına geldiğinde, eğitimini yoksulluk, aile bütçesine katkıda bulunma ve başarısızlık gibi gerekçelerle bırakmış olduğunu görüyoruz. Türkiye’de üniversite adaylarının sayısı iki milyona yaklaşmaktadır. Bunlardan üniversiteye dair iddiası olanların hemen hemen tümünün özel dershaneler aracılığı ile sınavlara hazırlanmaktadır. Türkiye’nin diğer bölgelerine nazaran gelir düzeyi düşük olan bölge insanı, çocuklarını dershanelere göndermekte zorlanmaktadır. Özel dershanelere gidemeyen öğrenciler, üniversite sınavlarında istisnalar dışında başarısız olmaktadırlar.

Kürdistan’da eğitimin en büyük mağdurları kız çocuklarıdır. Yaşları büyüdükçe, devletin eğitim politikaları ve sosyo-kültürel nedenlerden dolayı eğitimlerini yarıda bırakmaya zorlanmaktadırlar. Kürt kız çocuklarının okuma oranları, Türkiye ortalamasının kat kat altındadır. Örneğin; Sabancı Üniversitesi Eğitim Reformu Girişimi'nin (ERG) hazırladığı 'Eğitimde eşitlik' raporunda şunlar yer almaktadır: 6-13 yaş arasındaki 220.000 çocuk halen eğitim sistemine kayıtlı değildir. Bu çocukların 130.000’i kızdır. 100.000’i Ortadoğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşamaktadır. İlköğretimde üst sınıflara çıkıldıkça, kızların eğitime katılımı azalmaktadır. 1. sınıfta 0,96 olan kız/erkek oranı, 8. sınıfta 0,91’e düşmektedir.

2009 eğitim bütçesinin yüzde  yaklaşık 66’sı personel giderlerine, 7,’si sosyal güvenlik kurumlarına, 10’u mal ve hizmet alımına, 17’si sermaye transferleri, cari transferler ve sermaye giderlerine ayrılmaktadır. Milli eğitim bütçesinden okullara ödenek ayrılmazken, okullar öğrencilerden yasal olmayan yollardan para toplamaktadır. Özellikle öğrenci kayıt dönemlerinde velilerden yüksek meblağlarda para istenilmekte ve para ödeyemeyen veliler çocuklarını istedikleri okullara kayıt etmekte zorlanmaktadır. Kürtleri yoğunluklu olarak yaşadıkları yerlerde bu durum çok bariz biçimde yaşanmaktadır.

Kürdistan’daki yerleşim birimlerinin bazılarında halen okullar bulunmamaktadır. Hükümetler, buralara okul yapmak ve öğretmen atamak yerine, devlet politikaları gereğince davranmakta, Türk olmayan halkları asimile etmenin yeni yollarını aramaktadır. Bu yollardan biride cumhuriyetin kuruluşundan sonraki dönemde hayata geçirilen “Leyli iptidai ” (yatılı okullar) lerdir.

Devlet cumhuriyetin kuruluşundan 1940’lı yıllara kadar kimi yerleşim birimlerine eğitim hizmeti götürmeme politikası güderken, sonradan bu politikasını değiştirme ve asimilasyon politikasını yaygınlaştırma gereğini hissetmiştir.

Devlet, asimilasyon politikalarının bir gereği olarak başta kız çocukları olmak üzere, daha çok küçük yaşlarda olan Kürt çocuklarını ailelerinden kopararak Yatılı Bölge İlköğretim Okullarına (YİBO) kayıt etmeye başladı. Yatılı bölge okulları “Şark Islahat Planı”nın bir gereği idi. Bu planın 14. maddesinde Kürdistan’daki yatılı bölge okulların ne amaçla açılacağı çok net biçimde açıklanmaktaydı.

“Aslen Türk olan fakat Kürtlüğe temessül etmek üzere olan bulunan mevkide ve Siirt, Mardin, Savur gibi ahalisi Arapça konuşan mahallerde Türk ocakları ve mektep açılması ve bilhassa her türlü fedakarlık iktiham olunarak mükemmel kız mektepleri tesis ve kızları mekteplere rağbetlerinin suveri adide ile temini lazımdır. Hassaten Dersim, tercihan ve müstacelen leyli iptidailer açılmak suretiyle Kürtlüğe karışmaktan bir an evvel kurtarılmalıdır.”  

Bugün hemen hemen Kürdistan’ın her bir il ve ilçesinde bulunan YİBO’larda verilen eğitim tam bir askeri eğitimi andırmaktadır. Zaten bu okullara yıllarca askeri kökenli yöneticiler atanmış, buradaki öğrenciler askeri bir zihniyetle yetiştirilmiş, o körpecik çocuklar kışla disiplinine tabi tutulmuş ve kişilikleri tahrip edilmiştir.

Sıcak aile yuvasından uzakta, daha bireysel ihtiyaçlarını karşılayamayan bu çocuklar bu okullarda eğitim görmüşlerdir ve buralarda barındırılmışlardır. Çocuklar için bir kötü bir kampı andıran bu okulların etrafı tel örgülerle çevrilmiş, uzman olmayan kişilerin hazırladığı yemekleri tüketmiş, hijyen olmayan ortamlarda yatırılmışlardır. Örneğin 6-7 yaşlarındaki çocuklar, geceleri tuvalet ihtiyaçlarını tek başlarına gidermede zorlandıkları veya diğer nedenlerle altlarını ıslatmış, görevlilerden çekindikleri için bunu açıklayamamış ve yataklarda yeniden yatmak durumunda kalmıştır.

Tek başlarına temizliklerini düzenli biçimde yapamamış, yeme ihtiyaçlarını karşılayamamış, kendilerinden yaşça büyük çocukların ve görevlilerin şiddetine ve kötü muamelelerine maruz kalmış, katı bir disiplinin objesi olmuş bu çocukların nasıl bir kişilik edinmiş olduklarını düşünmek bile rahatsız edicidir.

Aslında YİBO’lar gibi Kürdistan’daki diğer devlet okullarında da, istisnalar hariç bu zihniyetle eğitim yapılmaktadır. Örneğin son yıllarda bir azalma görülse de Türkçe bilmediği veya konuşmadığı için hakarete maruz kalanların sayısı oldukça fazladır. Yine son yıllarda uygulana eğitim modelleri geçmişe nazaran bir olumluluk içerse de halen eski zihniyetteki öğretmenlerin katı disiplinine ve okullardaki hegemonyasına tanıklık ederiz. Halen öğrencilerin büyük bir çoğunluğu, arkadaşlarının, büyüklerinin veya öğretmenlerinin şiddetine ve hakaretlerine maruz kalmaktadır. Bu durum tüm Türkiye’de hissedilse de Kürdistan’da eğitimdeki şiddetin oranı ve düzeyi hep en üst noktalardadır.

Kürdistan’da eğitim politikaları ve uygulamalarında yığınla yetersizlikten bahsedilebilir. Biz bu kadarı ile sınırlı tutarak eğitim sorunlarının başka boyutlarına da dikkat çekmek istiyoruz.

Kürdistan’daki eğitim kurumlarının büyük bir çoğunluğu eski yapılardan oluşmaktadır. Bu yapılarda yeteri kadar derslik bulunmamakta; laboratuar, atölye, kütüphane, kantin, spor ve konferans salonları gibi birimler ise hiç yer almamaktadır.

Hükümetler, yıllar önce yapılan bu okulların yerine, o yerleşim biriminin koşullarına ve eğitim ihtiyaçlarına göre yapılandırmayı düşünmüyor. Bu yönlü bazı adımların atıldığı biliniyorsa da ihtiyaçları karşılamaktan uzaktır.

Öğretmen açığı, Kürdistan’da kanıksanan bir başka sorundur. Kürdistan’daki okullara yeteri kadar öğretmenler atanmadığı gibi, atanan öğretmenler de birikim ve tecrübesi olmayan, stajyer durumundaki öğretmenlerdir. Bu öğretmenler zorunlu hizmet süreleri tamamlandığı andan itibaren ya başka bölgelere ya da şehir merkezlerine atanmalarını talep etmektedirler. Burada atanan öğretmenlerin Kürtçe biliyor oluşlarına ise hiç dikkat edilmemektedir.

Eğitim sistemi içinde, yönetim kademelerinde yer alan insanlar liyakate ve tecrübesine bakılmaksızın atanmaktadır. Yönetim kademelerinde yer alan insanların iktidar partilerine yakın ve devlete sadık insanlardan oluşması dikkat çekmektedir.

Elbette ki geçmişe nazaran Türk eğitim sisteminde genel anlamıyla kimi reformlara gidilmiş ve işin uygulama boyutunda gözle görülür iyileşmeler yaşanmıştır. Ancak eğitimde yaşanan sıkıntıların temel nedeni; Türk eğitim sistemini şekillendiren ve özünü oluşturan mevcut eğitim felsefesi, stratejisi ve politikalarıdır.

Sonuç:

Toplumun geniş kesimlerini kucaklayacak bir eğitim politikası oluşturulmadan, bu ülkede yaşayan tüm ulusların, halkların, kültür ve inanç gruplarının ihtiyaçları ve hakları gözetilerek bir müfredat hazırlanmadan, bununla örtüşen bir strateji oluşturulmadan, insanı merkeze alan ve onun ihtiyaçları üzerinden eğitimi şekillendirmeden, ülkenin gelirlerinden yeteri kadarını eğitime kaynak olarak ayırmadan, dünyadaki insani-evrensel normları ve düzeyi yakalamadan eğitimin kronik sorunlarından kurtulmak mümkün olmayacaktır.

Ekim 2009

PSK- Kürdistan Sosyalist Partisi

 
PSK Bulten © 2009