PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 
Türk askeri kopardığı Kürt partizanlarının başları ve çıplak bedenleriyle hatıra fotoğrafı çektiriyor. Türk devlet adamları ve basını bu resimleri bile görmezden, duymazdan, bilmezden geldiler.
Utanmaz Herifler

E. Havin

Dünya basını günlerdir Irak’ta ABD ve İngilizler tarafından Irak’lı esirlere yapıldığı söylenen işkenceleri ve kötü muameleri tartışıyor. İngilizlere yönelik iddialar henüz kanıtlanmamış ve tartışmalı olsa da, Amerikalılara yönelik iddiaların ve yayınlanan fotoğrafların doğru olduğu anlaşılıyor. Zaten ABD yönetimi, bizzat  Başkan G.W. Bush’un ağzından Irak halkından ve hatta bizzat esirlerden özür diledi. İngiltere de kendi açısından soruşturma açtırdı ve Başbakan Blair, bu tür uygulamalar kabul edilemez, dedi.

Sözkonusu işkenceler, tüm işkenceler gibi tiksindirici ve alçakça. Öte yandan, Amerikan işgal yönetiminin böyle şeyler yapmış olması sürpriz sayılmaz. Birincisi, her savaş bu türden “savaş suçu” sayılan sınırları aşmaya uygun bir ortam yaratır. Savaşın kendisi, başlıca şiddet kullanımına dayandığı için, ilkel ve yabani bir öze sahiptir ve kolayca çığırından çıkabilir. İkincisi de işkence ABD’ye yabancı değil. Belki bu ülkenin polisi ve ordusu kendi insanına bunu yapmıyor, en azından sistemli biçimde yapmıyor; ama ABD’nin, başka ülkeler için “Panama Okulu” türünden sofistike işkence merkezlerini bizzat kurup yıllarca yönettiğini de unutmamalı.

Özellikle biz Türkiyeli Kürtler ve Türkler bunu iyi biliriz. Çünkü işkencenin her türlüsünün geniş ve sistemli uygulama alanı olan bu ülkedeki işkenceciler, Kontrgerilla ve MİT elemanları, Özel Tim şefleri Panama Okulu’nda ve bizzat ABD’li uzmanlar tarafından eğitildiler. Türkeş bunlardan biri idi. Susurluk “kahramanları” Abdullah Çatlı ve Hüseyin Kocadağ bunlar arasındaydı. Panama okulunda yetişenler, Türkiye’nin Bizans ve Osmanlı’dan gelen zengin işkence mirasını yeni yöntemlerle zenginleştirdiler.

12 Mart döneminde binler,12 Eylül döneminde ise yüzbinler bu işkence çarklarından geçtiler, insan bedeni, ruhu ve onuru nice akıl almaz iğrenç uygulamanın deney tahtası oldu. Ki bu uygulama hala, şu veya bu ölçüde karakol ve kışlalarda devam ediyor.

İşgin ilginç tarafı, bütün bunlar karşısında yıllarca susan, susmakla kalmayıp bu uygulamaları destekleyen Türk medyasındaki birçok sorumlu ve kalem erbabının, düzenin temsilcisi siyasilerin, Irak’taki işkence olayları karşısında gösterdikleri tepkidir. Bu pişkinlikten öte bir şey. Bunlar utanmaz alçaklar…

Bunca zulmün, işkencenin yaşandığı bu ülkede, elbet onurlu insanlar da var. Sayıları az da olsa, geçmişte işkenceye, yargısız infazlara, “faili meçhul” denen devlet güdümlü cinayetlere karşı seslerini yükselten, bu yüzden bedel ödeyen yazarlar, aydınlar da var. Şanar Yurdatapan, Eşber Yağmurdereli, Akın Birdal, Yaşar Kemal, Ahmet Altan, Fikret Başkaya, Haluk Gerger gibi. Ama bu ülkedeki işkence denizleri, işkence dağları karşısında susan, üstelik olan biteni gizleyen, destekleyen medya sorumlularının, köşe yazarlarının, siyasilerin şimdi sözde işkenceye karşı tepki göstermeleri, bu konuda ahkam kesmeleri insana tiksinti veriyor.

Baylar, Amerikalılar bunun yapmış olabilir ve benzer şeyleri kim yapsa iğrençtir. Buna tepki göstermek de insanlık borcudur. Buna rağmen, Amerikalıların ve İngilizlerin sizden ve Saddam’ın işkencecilerinden birkaç gömlek farkları var. İçlerinden bazıları, işkenceyi ihbar edecek kadar onurlu davrandılar. Amerikan ve İngiliz medyası bunu, “ulusal çıkarlar” adına işkencecisini gizleme kaygısı duymaksızın kamuoyuna yansıtacak kadar sorumlu davrandı. Yöneticiler ise hemen soruşturma açtılar ve en üst düzeyde özür dilediler. Bunların bir tekinin bile Türkiye’de olabileceğini düşünüyor musunuz? Oldu mu, bunun örneği var mı?

Türkiye’de yıllar yılıdır bunca işkence, zulüm olup biterken, bir subay ya da polis çıkıp da işkenceci arkadaşlarının marifetini orta yere serdi mi? Türk basını, buna rağmen dışarıya sızan onca bilgiyi kullandı mı, kamuoyuna yansıttı mı? Ve bir cumhurbaşkanı, bir başbakan (Demirel, Ecevit veya başkası) çıkıp da işkenceleri mahkum etti mi, halktan ve işkence görenlerden özür diliyoruz, dedi mi?

Diyarbakır 5. Nolu’da, ülkenin diğer cezaevlerinde, karakollarında, yani bu alkenin onlarca ve yüzlerce Abu Gharib’in de yaşananlar bir yana, en azından, Kürdistan dağlarında koparılan gerilla başlarıyla ve çıplak ölü vücutlarıyla çekilen resimler dünya basınına yansıdı, bizim bültenlerimize de. Türk basınının kılı kıpırdadı mı? Ya bir kadına tecavüz eden bir tabur askerin öyküsü?.. Türk basını, Türk devlet ve siyaset adamları bu resimleri, haberleri görmezden, duymazdan, bilmezden geldiler.

Bu ülkede, bir avuç namuslu aydını içinden çıkar, gerisi, siyaset adamı, bürokrasisi, basını ile işkencecinin destekçisi, suç ortağı.

Amerika’da, İngiltere’de hiç değilse işkence olayları karşısında sarsılan, şoke olan, hesap soran bir kamuoyu var. Burada ise kamuoyu sanki kör ve sağır, ya da alışkın, kanıksamış kullar yığını…

Amerika’da ve İngiltere’de işkence karşısında yöneticilerde ve basında her şeye rağmen bir utanma duygusu var. Burada ise yönetici de basın da bişkin ve utanmaz.

İşte aradaki fark bu…

 
 
PSK Bulten © 2004