PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

Yalana ve düzmeceye dayalı gerekçelerle
Türkiye savaşa ve işgale hazırlanıyor

Kemal Burkay

Irak sorunuyla ilgili olarak Türk devletinin resmi ve gayri resmi sözcülerinin savaş karşıtlığı ya da barış üzerine söylediklerini ciddiye alıp tartışacak değilim. Bu baylar, bir yandan yana yakıla savaşa karşı çıkar ve Irak’ın toprak bütünlüğünü savunur görünürken, gerçekte, tam istimle savaşa ve “Kuzey Irak”ı, yani Güney Kürdistan’ı işgale hazırlanmaktalar.

Hedefleri ve hesapları ceşitlidir.

Bunlardan biri Güney Kürdistan’daki Kürtlerin muhtemel, hatta şimdiki statüleriyle ilgilidir. Zaten açık açık, bıktırıcı biçimde ve hançereleri yırtılırcasına söyleyip duruyorlar: “Kuzey Irak’ta bir Kürt devletine müsaade etmeyiz!”

Defalarca yazdık ve söyledik: Böyle bir devletin yakında, ya da Irak’a yönelik söz konusu savaşın ardından kurulma ihtimali var mı? Böyle bir şey yok. Güney Kürtlerinin yetkili kurumları ve liderleri kaç kez açıkladılar: Irak’tan ayrılıp tek başlarına bir devlet kurmaya niyetleri yok. Onlar Irak içinde Arap halkıyla bir federasyonu savunuyorlar. Bu konuda son olarak kısa süre önce yapılan Londra toplantısında Irak muhalefetiyle anlaştılar.

ABD ve İngiltere de Irak’ın bölünmesine karşı olduklarını, ayrı bir Kürt devleti kurulmasını onaylamadıklarını kaç kez söylediler.

Kürtler neden ayrı devlet kurmaya çalışmıyorlar; bu herkesin hakkı da onlar için suç mu? Besbelli değil. Koşulları olsa, Kürtler yalnız Güney’de değil, Doğu’da ve Kuzey’de de, yani İran Kürdistanı’nda ve  bugün Türkiye sınırları içindeki Kuzey Kürdistan’da kendi devletlerini kursalar bin kere haklarıdır. Ama ne yazık ki bu iş yalnız hak meselesi değil, aynı zamanda güç meselesi.. Kürtler gerçekçiler. Kaldı ki her şeye rağmen, yani bu ülkeleri yönetenlerin bunca zulmüne, zorbalığına, yaşadıkları bunca acıya ve kötü anıya rağmen, eşitlik temelinde oluşacak bir federal yapıda, şu anda yanyana yaşamakta oldukları halklarla bir arada yaşamayı sürdürmeyi kabul ediyorlar.

Demek ki, Irak’ta savaş olsa da olmasa da, Irak’ın parçalanması ve Güney Kürdistan’da ayrı, bağımsız bir Kürt devletinin kurulma durumu yok. O halde sorun nedir?

Sorun federal bir yapının ortaya çıkmasıdır. Türk rejimi bunu dahi istemiyor. Hatta mevcut otonomiyi, yani Kürtler ve Bağdat hükümeti arasında varılan 1970 anlaşmasıyla edinilmiş olan bugünkü hakları, Hewlêr’deki yerel Kürt parlamentosu ve hükümetini dahi istemiyor. Tarihi gerçekleri çarpıtarak, bu oluşumu, 1991 Körfez Savaşı sonrası ortaya çıkan bir olup bitti gibi göstermeye kalkışıyor.

Bir savaş durumunda, veya uygun bir fırsatta orduyu güneye sürüp Güney Kürdistan’ı işgal etme heveslerinin nedenlerinden biri budur. Ve zaten daha şimdiden ordunun bir bölümü buraya sokulmuş, işgal kısmen başlatılmış durumdadır.

Peki, Güney’deki sözkonusu özerk yönetimin Türkiye’ye zararı ne? Ya da Irak’ta bir federal yapı oluşsa da bugünkü otonom Kürt yönetimi federal yapının bir parçasına dönüşse ne olur?

Hatta Güney’de ayrı bir Kürt devleti kurulsa ne olur?

Bu dünyada yüzlerce devlet var, bir tane de Kürt devleti oluversin.. Türkiye neden Boşnakların, Kosovalı Arnavutların, Moldavyalıların, Çeçenlerin, hatta 200 bin nüfuslu Kıbrıs Türklerinin ayrı bir devleti olmasını istiyor da Kürtlerin bir devlet sahibi olmasına bu kadar karşı? Bu korkunun, Kürt halkına karşı bu akıl almaz, sınır tanımaz düşmanlığın sebebi ne?

Bu sorular karşısında kıs kıs gülmekte olduğunuzu ve “bilmez gibi yapma” diye söylendiğinizi biliyorum, sevgili okurlar.

Bu korku, bu paranoya yüzyılların ürünüdür. Türkiye sınırları içindeki 20 milyon Kürde yapılan haksız, zalim, barbarca uygulamanın ürünüdür. Bu devlet, Osmanlıdan beri iki yüz yıldır ki Kürdistan’ı elde tutmak için savaşıyor, Kürtlere hak tanımıyor. Bu ülkeyi yönetenler koca bir ulusu, diliyle, kültürüyle, tarihiyle yok etmek, yeryüzünden silmek istiyorlar.

Burayı, Kürdistan’ı kendilerine yurt etmek için bu yolu seçmişler. Kürdistan’ın Kürtlerin yurdu olduğunu, bu gerçeği kabul edip Kürtlerle birlikte yaşamayı ise bir türlü kabul edemiyorlar. Bu yolda sıfırı tüketen -üstelik kendisi de Kürtlükten dönme- Bay Ecevit’in deyişiyle “içlerine sindiremiyorlar!”

Yani dağdaki gelmiş bağdakini kovuyor. Kovmakla da kalmıyor, başka yerde de bağ kurmasını engellemek için yırtınıyor.

Bu, dünyamızda artık eşi benzeri görülmeyen bir zulümdür, zorbalıktır, iflah olmaz bir hastalığa dönüşmüştür.

Evet, dünden bugüne Türkiye’yi yöneten zorbaların anlayışı, dünya görüşü budur. Bu anlayış terk edilmedikçe, Türkiye, Kürtlerin haklarına da saygılı çağdaş, uygar bir yönetim tarafından temsil edilir hale gelmedikçe, hem Kürt, hem Türk halkı açısından bu trajedi, bu kavga dövüş sürecektir.

İşte, sınırı aşıp Güney Kürdistan’ı işgale heveslenen bayların bir hedefi budur: Kürtleri engellemek. Sınırın öbür yanında bir Kürt devleti, hatta federe ya da otonom bir Kürt oluşumu olursa, sınırın bu yanındaki 20 milyonu zaptetmek mümkün olmayacaktır. Sözkonusu oluşum Türkiye’nin kendi Kürtlerine, zincire vurulmuş milyonlarca insana “kötü örnek”olacaktır..

Ne var ki bu da soruna çözüm getirmeyecek aptalca bir tutumdur. Sorun sınırın öbür yanında değil, bu yanındadır. Öbür yanda hiçbir Kürt oluşumu olmasa ve bir tek Kürt bulunmasa bile, bu yanda 20 milyon Kürt oldukça ve bunlara, analarının sütü kadar helal ve gerekli hak ve özgürlükler tanınmadıkça sorun var olacaktır, Kürt halkının mücadelesi sürecektir.

Elbet, baylarımızın hazırlandıkları Irak seferinin tek nedeni bu değil. Bir başka neden de fırsattan istifade Kerkük-Musul yöresini, yani petrol bölgesini ele geçirmek, bu mümkün olmasa bile pay kapmaktır.

Baylarımız elbet Kerkük ve Musul’un büyük lokma olduğunu, Türkiye’nin burayı ele geçirmesine Irak Araplarının ve Kürtlerin yanı sıra, Irak’ın öteki komşularının ve bizzat ABD’nin ve diğer uluslararası güçlerin de razı olmayacağını bilirler. Ama bu savaşta ABD’ye  verilecek destek karşılığı petrolden bir hisse edinmeyi ciddi biçimde düşünüyorlar. En azından petrol bölgesinin federe Kürt bölgesine dahil edilmesini önlemeye çalışıyorlar.

Türk rejimi, bir savaş durumunda söz konusu amaçlarla birliklerini Güney Kürdistan’a sokmak için türlü bahaneler icat ediyor. Bunlardan biri, yukarda değindiğimiz “Kürt devleti” demagojisidir. Bir diğeri Türkmen kartıdır. Bir üçüncüsü KADEK sorunudur. Bir başkası ise savaşın yol açacağı ileri sürülen göçmenler olayıdır.

Bu baylara göre Kerkük-Musul yöresinin halkı çoğunlukla Türkmendir –ki bunun gerçeklerle bir ilgisi yok- ve eğer Irak’ta federal bir yapı ya da özerk bölgeler oluşacaksa, bunlardan biri de Kerkük ve Musul’u kapsayacak şekilde Türkmen bölgesi olmalıdır. Böylece yayılmacı baylar, bölgedeki Türkmen azınlığının nüfusunu akıl almaz biçimde abartarak ve onu bir koz gibi kullanarak, Kıbrıs benzeri bir müdahale gerekçesi yaratmaya çalışıyorlar.

Güney Kürdistan’ın kuzeye düşen dağlık sınır bölgelerindeki KADEK mensubu gerillalar da Türk yönetimi tarafından müdahalenin bir başka gerekçesi olarak kullanılmak isteniyor. Sözde bunlar Türkiye için tehdit unsuruymuş.. Güney’de oluşacak federasyonda söz sahibi olacaklarmış.. İşin garibi bu, aynı zamanda, ısrarla Güney Kürtlerinin işine karışmak isteyen KADEK’lilerin arzu ve iddiasıdır. Böylece KADEK, bilerek ya da bilmeyerek, bir kez daha Türk rejiminin eline fırsatlar ve gerekçeler sunuyor, işini kolaylaştırıyor. Oysa ne KADEK buradaki siyasal yaşamın bir parçasıdır, ne de federasyon veya benzeri bir oluşumda pay sahibi olması söz konusu. Bu konuda hem Türk devletinin hem de KADEK sözcülerinin iddiaları boş laftan, demagojiden ibaret.

Aslında KADEK gerillalarının ordaki varlığı da Türk derin devletinin kurnazca planlarının bir ürünü. PKK Türk rejimine karşı silahlı mücadeleye çoktan son verdi, rejimin onayıyla içerdeki silahlı adamlarını da Güney’e çekti. Tümden silah bırakmak için de bir af beklediğini defalarca açıkladı. Ama rejim, bir genel af çıkarıp onların dağdan inmesine olanak tanımıyor. Çünkü rejime, hem baskı politikasını sürdürmek, hem de Güney’e yönelik bu tür yayılma planları için gerekçeler lazım..

Herhangi bir savaş durumunda, 1991’de olduğu gibi, yüzbinlerce Kürdün Saddam’dan kaçarak Türkiye sınırlarına yığılacağı iddiası da, Türkiye’nin söz konusu işgal planları için bir başka gerekçedir. Sözde o zaman PKK militanları da bu kitleyle birlikte Kürdistan’a geçmişler..

Bu gerekçe de ötekiler kadar çürük ve temelsiz. PKK’nın askeri güçleri’nin 1991’de göçmenlerle birlikte sınırı geçtiği iddiası tam bir safsata. PKK’nın güçleri o zaman zaten Türkiye içinde, Diyarbakır’a, Bingöl’e, Dersim’e ve Ağrı’ya kadar varlardı. Ayrıca bu kez Saddam’ın Kürtleri kuzeye sürme şansı hiç yok ve 1991’de olup bitenler terkrarlanmayacak; bu konuda kimse ne boşuna kaygılansın, ne de heveslensin..

PKK’lılara gelince, onlar Kuzeye geçeceklerse neden oradan çekildiler?.

Özetle, Türkiye’nin Güney Kürdistan’ı işgal planlarının hiçbir haklı gerekçesi yoktur. Türk medyasının bıkmadan usanmadan propaganda ettiği bu gerekçeler tümüyle yalan ve düzmecedir.

Türkiye kamuoyu bunca yalan ve düzmece karşısında uyanık olmalı, bu yayılma ve işgal planlarına, kanlı oyunlara karşı tavır almalı. Kendisi de militarist rejimin hedef tahtasında olan çiçeği burnunda AKP hükümeti bu kanlı oyunun aleti olmamalı.

Öte yandan, böylesi bir girişim Türkiye için kötü bir maceraya da dönüşebilir. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak mümkündür. Güney Kürdistan halkımız Türkiye’nin kendisine sunmaya hazırlandığı zincirlere evet demiyecektir. Üstelik bu kez durum, bazıları eliyle kuzeyde yaratılan danışıklı dövüşlere de benzemiyecektir. Bizden hatırlatması..

Bay Akyol için birkaç not..

Taha Akyol, Milliyet’teki köşesinde sık sık bana dil uzatıyor, Avrupa’da, “Diyaspora”da yaşadığımı, gerçekçi politikalar izlemediğimi ileri sürüyor.

Daha önce bazı iddialarına cevap verdim; ama o, bu temelsiz savları ağzında sakız yapmış, sürdürüyor.

Yirmi yılı aşkın süredir Avrupa’da yaşadığım doğru. Ama bunu ben seçmedim. Ben 1980’de yurt dışına çıkmadan önce ömrümün kırkı aşkın yılını ülkemde geçirdim. Köylerde öğretmenlik, Kürdistan’ın kent ve kasabalarında avukatlık yaptım. Bay Akyol gibilerin asla yaşamadığı güç koşullarda, halkımın içinde yaşadım, mücadele ettim. Ülkemi de halkımı da iyi tanırım, derdini davasını bilirim.

Gecmişte turist olarak bile yurt dışına çıkmayı düşünmedim. Benim yurt dışına çıkmama yol açan askeri-faşist diktatörlüktü, 12 Eylül rejimiydi. Ve bu rejim bugün de  sivil kılıf altında hala devam ediyor, bizim yurda dönmemize olanak tanımıyor. Ben silah kullanmadım; ama rejim benim görüşlerime, söz ve yazılarıma da tahammül edemedi. Bunlardan korktu, hala da korkuyor . (Haksız olanlar korkarlar.) Bunun içindir ki partim yasaklı ve ben yurt dışındayım. Bunun içindir ki binlerce insanımız faili meçhullerle, yargısız infazlarla yok edildi, binlercesi ise F Tipi cezaevlerinde. Bunun içindir ki 25 bin insanımız –aslında toplumun ezici çoğunluğu- hala siyasi haklarından yoksun. Bunun içindir ki ülkede işkence çarkı sürüyor.

Kürt diyasporası nasıl oluştu? Şu Cumhuriyet döneminde nice Kürt aydın nesli ve yurtseveri kırıma ve sürgüne uğradı. Bay Akyol bunu bilmez mi?

Ülkenin demokratikleşmesini, Kürtler için de hak ve özgürlük ve siyasetin serbest olmasını istemek varken, baskı rejimine dayanarak üst perdeden konuşmak, bizi suçlamak ne yiğitçe bir tutumdur, ne de aydınca..

Bay Akyol’a göre 200 bin nüfuslu Kıbrıs Türkü için adayı bölmek, federasyonu bile az bulup konfederasyon, hatta ayrı devlet istemek çok doğal; ama 20 milyon Kürt için otonomi ya da federasyon istemek hayalperestlik! Gerçekçi olmak için Türkiye’nin, dünyada artık eşi benzeri kalmamış olan bu müzelik, ırkçı-şoven rejiminin önünde dize gelmek gerekiyor..

Ben sizin gibi imtiyazlı değilim Bay Akyol. Elimde yüzbinlik gazetelerin baş köşesi, özel veya devlet televizyon kanalları yok. Rejim bunları size sunuyor; çünkü siz onun hizmetindesiniz. Benim ise yurda dönmeme, serbestçe partimi kurmama, serbestçe konuşup yazmama bile olanak tanımıyor; çünkü ben bu aşağılık rejime karşıyım.

Sizinle farkımız bu işte, Bay akyol. Ama inanın ki sizin gibilerin yerinde olmayı asla istemezdim. Zor olan orada olmak değil, orada olmamaktır. Değil sizin yerinizde olmak, hizmetinde olduğunuz o düzenin en şatafatlı mevkilerinde bile olmayı asla istemezdim. O tür mevkiler bana ancak utanç verirdi.

Yurt dışındayım, elimde büyük hoparlörler yok, sesim sizinki gibi güçlü çıkmıyor; ama onurluyum, mücadeleye devam ediyorum.

Buna rağmen siz sesimden korkuyorsunuz. Ellerindeki onca radyo ve televizyon kanalına, gazetelere, meydanlara, tank ve topa rağmen, çağdışı rejimin yönetici ve sorumluları da korkuyorlar. Bundan onur duyuyorum.

 
PSK Bulten © 2003