PSK PSK Bulten KOMKAR Roja Nû Weşan / Yayın Link Arşiv
Dengê Kurdistan
PSK
PSK Bulten
KOMKAR
Roja Nû
Weşan/Yayın
Arşiv
Link
Pirs û Bersiv
Soru - Cevap
Webmaster
psk@kurdistan.nu
 
 

YÖK kavgası nasıl bir şey?

Şu günlerdeki önemli tartışma konularından biri YÖK üzerinedir.

Bilindiği gibi YÖK, 12 Eylül cuntasının hazırladığı faşist kurumlardan biridir ve bununla üniversiteler, bir bütün olarak yüksek öğrenim kurumları zapturapt altına alınmak istendi.

12 Eylül faşizmi zaten öğretim üyeleri ve öğrenciler bakımından tam bir kıyım yaptı, üniversiteleri Türk-İslam sentezine uygun faşizan kadrolarla doldurdu. YÖK ise üniversiteye giydirilmiş bir tek tip elbise, bir üniforma oldu.

Böylece, üniversitelerin bir bilim kurumu olarak özerkliğinin, çok sesliliğinin, araştırma özgürlüğünün köküne kibrit suyu ekildi.

Böyle şeyler daha önce de besbelli yoktu. Türk üniversiteleri hiçbir dönemde çağdaş ve evrensel anlamda bilim kurumları olamadılar. Bu ülkede üniversitelerde de geçerli olan, „Kemalizm“ adı altındaki, yalan ve düzmece üzerine kurulu ırkçı, şoven resmi ideoloji oldu.

Bu yüzden ülkenin tarihi ve toplumsal-kültürel yapısı gerçeğe uygun biçimde araştırılıp ortaya konamadı. Ne Kürt sorunu özgürce tartışılabildi, ne marksizm. Örneğin Kürt konusunu araştırmaya kalkışan Beşikçi´nin başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi. Daha sonra başka bilim adamları da aynı akıbete uğradılar.

Ama 12 Elül rejimi, kendince var olan kimi dikenleri de yoldu. Burası Kemal Gürüz, Kemal Alemdaroğlu gibi, bilim adamı mı, yoksa general mi, polis mi, emir eri mi oldukları anlaşılmayan kişilerin dükalığı oldu.

Daha da ilginci, sayın rektörler, dekanlar ve proflar da, gazeteciler ve yüksek yargıçlar gibi, ordudan brifing alanların kervanına katıldılar... Yani rejim onları tam anlamıyla sıraya dizdi, hizaya getirdi!

Tüm bu nedenlerle, özelde YÖK‘e karşı, genelde ise özgür ve demokratik bir üniversite için öğrencilerin ve öğrenim üyelerinin tepkileri yirmi yıldır sürüp geliyor. Ama gelip geçen sivil hükümetler de 12 Eylül çarkının hiçbir taşına dokunmadıkları gibi YÖK´e de dokunmadılar. Bu „sivil“lerin kafaları, dünya görüşleri, bakış açıları YÖK baronlarınınkinden farklı değil ki..

Peki şu anda olan ne? AKP hükümetinin getirdiği YÖK yasa tasarısı nedir?  O, üniversitelere giydirilmiş bu deli gömleğini yırtıp ciddi bir reform mu yapmak istiyor? Niyet, üniversiteleri özgür düşüncenin , bilimin egemen olduğu; korkusuzca, engellenmeden araştırma yapılıp verilerinin ortaya konduğu; üniversitede yönetimin demokratik biçimde belirlendiği; öğretim üyeleri ve öğrencilerin yönetime katıldığı, alınan önemli kararlara katkıda bulunduğu çağdaş bilimsel kurumlara mı dönüştürmek?

Hayır, AKP´nin derdi bu değil, böyle şeyler aklından bile geçmiyor!  AKP´nin hesabı üniversiteleri imam hatiplilere açmak bir, başörtüsü üstündeki yasağı kaldırmak iki, rektör, dekan gibi üniversite yöneticilerini belirlemede hükümete ağırlık kazandırmak, yani YÖK´ü kendi denetimine almak, üç...

Bunun, generallerin üniversiteye bakış açısından farkı ne?

Tamam, üniversitede de başörtüsü veya türban takılabilsin, bize göre de bu bir insan hakkı olayı. Hatta, eğer tüm meslek okulları mezunları üniversiteye sınavla girebiliyorsa, onlar da girsinler; haklarıdır. Ama Türkiye´de üniversite ve yüksek okulların temel sorunu bu mu? Bununla üniversiteler özgürleşmiş mi olacak ya da çağdaş, evrensel düzeyde bilimsel araştırma kurumlarına mı dönüşmüş olacaklar?.

Soruna böylesine dar ve salt bir dinsel grubun sembolleri, çıkarları açısından yaklaştıkça, AKP de RP gibi demokrasi konusunda güven verici olamaz. Demokrasi mücadelesi geniş ufuk ister, herkesin özgürlüğünü savunmayı gerektirir.

Kavga da şimdi işte, öteki birçok olayda olduğu gibi, bu iki kesim arasında geçiyor: İslamcılar ve kışlacılar.. Bir yanda, görünürdeki dertleri başörtüsü ve imam hatiplilerin geleceği olan, daha temelde ise, saman altından sessizce yürüyen bir su gibi, toplumsal hayatın her alanında olduğu gibi üniversitelerde de mevzi edinmeye, denetimi ele geçirmeye çalışan İslamcılar, diğer yanda, sağcısı ve sözde solcusuyla ırkçı-şoven (ki bu aynı dozajda olmasa bile AKP´lilerde de var), Kemalist takım...

Hükümetin tasarısına karşı önce YÖK baronları kazan kaldırdılar. Devreye Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman girip YÖK Başkanı Gürüz dahil, sekiz rektörü huzuruna çağırdı, durum görüşüldü, kriz durumuna uygun harekat planı yapıldı, emirler verildi.

Üniversite ve bilim açısından görülmemiş bir rezalet, ancak Türkiye gibi faşist ve diktatoryal ülkelerde rastlanabilecek bir manzara...

Genelkurmay Başkanı bu tutumu doğal bulup destekledi. Ardından rektör efendiler üniversite açılışlarında hükümeti topa tuttular. Başbakana „gafil“ dayip Menderes´in düştüğü durumla tehdit eden mi dersin, Kubilaylığa özenen mi dersin...

Erdoğan´ın da frenleri attı, onları „edepsizlikle“ suçladı.

Elan kavga devam ediyor. Ama beklendiği gibi hükümet, benzer durumlarda olduğu gibi yelkenleri yine biraz indirdi, uzlaşma arıyor görüntüsüne büründü.

Peki bu kavgadan ne çıkar? Generaller ve onların sivil kanattaki onbaşıları kazansa ne olur, Erdoğan ve ekibi kazansa ne olur? Durum değişir mi?

Bu ülkede demokrasi de bilim özgürlüğü de çoktan iğdiş edilmiş. Ne kemalist kafaların, ne islamcıların, ne de (beş-on kişiyi içinden çıkar) bizzat üniversite profesörlerinin böyle bir derdi var.

Bu ülkede düşünce ve ifade özgürlüğü, bilim özgürlüğü, özgür üniversite... Bu iş çok zaman, çok emek ister daha.  Devenin kamburunu düzeltmek daha kolay!

 
PSK Bulten © 2003