|
"Bunu görmeyen gördüğü zaman geç kalmış olur…"
|
2012-08-31 11:47
|
Kemal Burkay
|
|
Sevgili okurlar, „Kaos Ortamını Kim İster“ başlıklı bu yazım geçen yıl haziran ayında Dengê Kurdistan sitesinde yayınlanmıştı. O zaman henüz PKK’nin zincirleme eylemleri başlamamıştı. Ama Demokratik Toplum Kongresi (DTK) parlamentoyu boykot kararı almış ve BDP’nin bağımsız olarak seçtirdiği 30 milletvekili buna uymuştu. Daha o günlerde bu tutumun yanlış olduğunu, „eklenecek öteki etkenlerle birlikte“ bir kaosa yol açabileceğini söylemiş, bu kaosun Kürt halkına veya BDP’ye değil, sadece statükocu, darbeci ve Ergenekoncu güçlere yarayacağını belirtmiştim. „Şimdi bunu görmeyen, gördüğü zaman geç kalmış olur“ demiş, BDP’li arkadaşları uyarmıştım.
Ne yazık ki, bu tür uyarılar söz konusu kesimi yanlıştan döndermeye yetmedi. Bu yazının yayınlanışından kısa bir süre sonra Silvan olayı ile PKK’nin zincirleme eylemleri başladı ve ortam yeniden ısındı, hükümet güvenlik ağırlıklı politikalara geçti. Suriye’deki iç savaşın etkileri de buna eklenince şiddet tırmandı ve ülke bir kaosun içine sürüklendi. Gelişmelerin nereye varacağı ise belirsiz. Ama bu kanlı ortamın diyaloga, barış ve çözüm çabalarına hizmet etmediği bellidir.
Uludere’de 34 masum köylünün bombalanması, Şemdinli’deki kanlı çatışmalar ve son olarak Antep’te masum sivil ve çocukların katliamına yol açan bombalama eylemiyle ülke, 1990’lı yıllardakine benzer biçimde bir yangın ortamına döndü. Bu koşullarda sağduyu çağrısı yapmak kolay -ve elbet gerekli- ama sesimizi duyurmak kolay değil.
Bu duruma neden gelindiğini yeni bir yazıyla uzun uzun yazmaktansa, bir yılı aşkın süre önceki yazımı yeniden yayınlamayı yeterli gördüm. Çünkü bu yazıda olabilecekler zaten söylenmiştir ve kanımca o, bugün gelinen durumu açıklamaya pekâlâ yetiyor.
PKK’liler ve BDP’li arkadaşlar, en azından bu yanlışı bile bile yapmayanlar, tüm olup bitenlerden sonra acaba izledikleri politikanın kaosa hizmet ettiğini ve yanlışlığını anladılar mı? Şimdi bunu görebiliyorlar mı? Ama görseler bile artık geç değil mi?..
Bu konudaki değerlendirmeyi de okurlara bırakıyorum.
25 Ağustos 2012
Kaos ortamını kim ister?
Kemal Burkay
Hatip Dicle’nin parlamenterliğinin YSK tarafından iptal edilmesi ciddi bir krize yol açtı. Eğer yakın zamanda bir uzlaşma yolu bulunmazsa daha ciddi bir kaosa da yol açabilir.
Bununla ilgili olarak BDP’nin ve bağımsız parlamenterlerin gösterdikleri tepki bir yönüyle haklıdır. Dicle’nin adaylığı daha önce YSK tarafından kabul edilmişti. Mahkumiyet kararının seçim sonrası ortaya çıkarılması ve buna dayanılarak seçilmiş birinin parlamenterliğinin iptali özellikle de seçmene bir haksızlıktır.
Öte yandan mahkumiyet açısından bizzat kararın kendisi de tartışmalıdır. Düşünce belirtme çerçevesindeki bir eylemi teröre destek saymak kanımca çağdaş hukuk anlayışıyla bağdaşmıyor. En azından ülkedeki hukuk sistemi bu bakımdan ciddi biçimde özürlüdür. Bir yandan Cunta anayasasının bir yamalı bohça biçiminde hâlâ sürüyor olması, öte yandan bu anayasa ile pek çok ortak özellik taşıyan seçim, siyasi partiler ve ceza yasaları her an karşımıza hukukla bağdaşmayan bu tür uygulamalar ve sorunlar çıkarabilir. Ülkede gerginlikten yarar umanlar, kriz ve kaos yaratmak isteyenler bundan yararlanabilir.
Bu nedenle bu sorun nasıl çözülür bilemem, ama eğer iyi saatte olsunların dört gözle beklediği bu tür kriz ve kaos korkularıyla yatıp kalkmak istemiyorsak, köklü bir demokratikleşme için iktidar ve muhalefet olarak kolları sıvamalı. Bu işte AK Partiye de, BDP’ye de, yenilenme iddiasında olan ve –çerçevesi belirsiz de olsa- Kürt sorunu konusunda söz vermiş olan CHP’ye de tarihi bir görev düşüyor. Çünkü sistemi yenileyebilecek başka bir alternatif güç ne yazık ki şu anda ortada yok.
DTK’nın, Hatip Dicle’nin durumu nedeniyle bağımsız milletvekillerine yönelik olarak yaptığı “parlamentoya girmeyin” çağrısını doğru bulmuyorum. Bugün yarın, KCK davasından yargılanmakta ve tutuklu olan diğer beş seçilmiş kişinin durumu da gündeme gelebilir. Ben öteden beri KCK’ya yönelik operasyonları doğru bulmadım, eleştirdim, bunun çözüm sürecine hizmet etmeyeceğini, uzlaşmayı zorlaştıracağını söyledim. Buna rağmen, her olumsuz durumda, beğenmediğimiz her uygulamada sokağı harekete geçirmek, karşı tarafı – o her kimse- çoğu zaman şiddete yönelen bu tür eylemlerle tehdit etmek, kanımca çözüm sürecine hizmet etmez.
BDP’li bağımsızlar, eğer isterlerse ve sistemli, kararlı biçimde çalışırlarsa, 35 ya da 30 civarında bir sayıyla da olsa, asıl olarak parlamentodaki aktiviteleriyle demokratikleşme süreci yönünde önemli bir rol oynayabilirler. Yeni ve gerçekten demokratik bir anayasa için önerici, destekleyici olabilirler. Seçim ve siyasi partiler yasalarının demokratikleştirilmesi, Ceza Yasası ve Terörle Mücadele Yasası’ndaki düşünce ve basın özgürlüğünü engelleyen hükümlerin ayıklanması için de. Hele hele şu ırkçı, ideolojik yemin, ilkokul çocuklarımıza okutulan “andımız”dan farklı değil ve ilk elde ele alınması gerekenlerden. BDP’liler geçen dönemde grup olarak bu alanda verimli bir çalışmayı başaramadılar. Eğer bu dönemde de aynı şey olacaksa 12 haziran seçimlerindeki başarı bir işe yaramaz.
“Bizi kaos ortamına sürüklemek istiyorlar” diyen DTK ve BDP temsilcilerinin, özellikle buna meydan vermeyecek bir sağduyu ile hareket etmesi gerek. Onları kaos ortamına sürüklemek isteyen kim? Eğer bununla kast ettikleri AK Parti ise, bu hiç gerçekçi değil. Eksikleri, kusurları, neyi ne kadar yapıp yapmadığı bir yana, ama kaos ortamını eğer hiç istemeyecek biri varsa o da AK Parti’dir. Bu işine gelmez.
Kaosu öteden beri kimlerin istediği ve bunun için aralıksız çalıştıkları bellidir. Ben şahsen, Öcalan’ın, 15 Haziran seçimlerine kadar “adım atılmasını” isteyen açıklaması nedeniyle, 12 Haziran seçimlerinin hemen ardından PKK yönünden ortamı gerginleştirecek çıkışlar bekliyordum. Bu olmadı, iyi ki olmadı. Öcalan eylemsizlik süresini uzattı. Ama belli ki bu, durumun normalleşmesini sağlamaya yetmiyor. Ayrıca bu ülkenin normalleşmesi Bay Öcalan’ın iki dudağının arasından çıkan sözlere kaldıysa yandık demektir!
Öte yandan tek aktör Öcalan değil, özellikle de asıl etkili olan o değil. Öteden beri hep dediğim gibi, duruma göre gerilim için ipleri sıkan ya da gevşeten odaklar çok daha üstte ve arka planda. Nitekim Hatip Dicle olayı, pek çok yorumcunun işaret ettiği gibi, adeta planlanıp, pişirilip önümüze kondu. Aynı dönemde Hazro’da AKP’li Belediye Başkanı’nın oğlu kaçırıldı. PKK’nın kaçırdığı söyleniyor. (Ne ilginç, PKK’dan bu konuda ses yok. BDP-DTK kesiminden, bağımsız parlamenterlerden de. Sessiz kalmakla ya onaylıyor, ya da korkuyorlar, eleştirmeyi, kınamayı göze alamıyorlar.) Son olarak Dersim yöresinde, Nazmiye’de iki polis öldürüldü. Bütün bunlar o kadar sakız haline getirdiğimiz barış ve çözüm sürecine hizmet etmez.
Seçimlerin hemen ardından gerçekleşmeyen muhtemel endişe verici gelişmeler şimdi olmakta. BDP’li (şu anda bağımsız) parlamenterlerin boykotu ve buna eklenecek öteki etkenler, kimilerinin beklediği kıvılcım rolünü oynayabilir, ülke bir kaos ortamına sürüklenebilir... Eğer bundan bir devrim beklenebilseydi ne ala! Oysa böyle bir devrim ufukta yok, onu yapacak güçler de yok. Geçmişte düşlerinde devrimci durumlarla yatıp kalkan, kaos dendi mi gözleri parlayan solun çoktandır elini kaldıracak hali yok. PKK’nın ve BDP-DTK kesiminin ise, bazılarının abartmalarına rağmen, ne istedikleri ortada: Çıtanın en üst kesimi anadilde eğitim ve içi boş, sıradan bir eyalet sistemi olan, hatta bazı bakımlardan ondan da geri, “Demokratik Özerklik”ten başkası değil. Bu kadarını gerçekleştirmek içinse kaosa gerek yok.
Öyle olunca kaos kime yarayacak? Besbelli derin güçlere, statükocu kesime. Yani son sekiz-on yıldaki gelişmelerden, askeri vesayetin gerilemiş olmasından, Kürt sorununun bu denli gündeme girmesinden, çözüm ve demokratikleşme ihtimalinden rahatsız olan kesimlere. Geçmişte yaptıklarından (darbe, işkence, faili meaçhul vb...) dolayı şimdi hesap vermekte olanlara... Daha somut bir deyişle darbecilere, Ergenekonculara. Onların dört gözle Kürt sokağının karışmasını bekledikleri, bunun için Kürtleri kışkırttıkları, doğabilecek kanlı ve hükümet bakımından yönetilemez ortamda kurtarıcı pozuyla yeniden sahneye çıkıp hükümeti de parlamentoyu da, cümle siyasi partileri de bir yana itip 12 Eylül türü borularını öttürmeyi umut ettikleri, bunun için çalıştıkları bilinmeyen bir şey değil. Bunu görmeyen, gördüğü zaman çok geç kalmış olur.
Bu nedenle şu anda yapılması gereken şey kaos yaratmak isteyenlerin oyununa gelmemektir. Kürt halkının haklı, eşitlikçi talepleri için, gerçek bir demokrasi için kitle hareketini arkasına almak ve buna uygun düşen sivil itaatsizlik türünden eylemler ise farklı bir şeydir. Ben bunu her zaman savundum. Ama bunun için öncelikle ne istediğini iyi bilmek, buna uygun yol ve yöntemleri iyi seçmek gerekir. Hele hele militarizmle, statükocu kesimle, darbeci ve Ergenekoncularla yolu iyi ayırmak gerekir...
At izi it izine karışmamalı.
24 Haziran 2011
|
|
|
|