|
Düşünen insan, sözlerim sana!
|
2015-02-16 18:13
|
Kemal Burkay
|
|
Özgecan Aslan adlı genç kıza yönelik tecavüz ve cinayet olayı ülke çapında büyük bir infiale yol açtı. Birkaç gündür gösteriler birbirini izliyor. Kadınlar bugün (16 Şubat 2014) siyah giyinme kararı aldılar. Medya olaya geniş yer veriyor.
Bu ülkede kadın cinayetlerine karşı bu ölçekte bir tepki ilk kez görülüyor. Bunun bir nedeni cinayetin canavarca işlenmiş olması ise, diğeri de yıllardır kadınlara yönelik yaygın şiddetin yarattığı öfke ve birikimdir.
Ben kendi payıma zaman zaman bu konu üzerinde durdum, tepkimi dile getirdim ve konunun önemine dikkat çekmeye çalıştım. Ülkemizde kadın sorunu sadece kadınlara yönelik şiddetten ibaret değil elbet. Ekonomik ve sosyal hayatta kadın erkek eşitsizliğinin pek çok biçimi var. Ama şiddet kadın sorununun en ağır yanı. Kadınların çok yaygın biçimde şiddete hedef olmalarının yanı sıra, günde ortalama beş kadın katlediliyor ve bu cinayetlerin ezici çoğunluğu da bizzat yakınlarından, eşlerinden ve aile bireylerinden geliyor.
Televizyon haberleri bu tür olay ve görüntülerle dolu. Buna bir de sorumsuzluk, tedbirsizlik ürünü çok sayıdaki iş kazalarını, kuralsızlık ürünü yine çok sayıdaki kanlı trafik kazalarını ekleyin… Bunları izlemek bana büyük acı veriyor. Eminim ki her vicdanlı insana da acı verir.
Ortadoğu’yu kasıp kavuran, Avrupa’ya-Amerika’ya da yansıyan savaşları, terörü, çılgınca şiddet dalgasını saymıyorum.
İnsanlık olarak adeta bir şiddet okyanusundayız. Sözde 21. Yüzyıldayız. Sözde insanlık uygarlık yolunda, bilim-teknik ve sanat alanında büyük adımlar atmış…
Ne anladım böyle bilimden, teknikten, böyle sanattan!
Bu akıl almaz şiddet sarmalı uygarlığı tehdit ediyor, insan hayatını cehenneme çeviriyor.
Bu şiddet sarmalıyla yaşanmaz.
Elbet şiddet insanlığın geçmişinden, Habil ile Kabil’den beri var. Tarih nice barbarlıklara sahne oldu. Ama insanların karınlarını doyurmak için bir kurt, bir sırtlan gibi sadece av peşinde koştuğu mağara döneminde değiliz. Cengiz ve Hülagu döneminde de değiliz. Bugün insan bilgisi ve emeği geçmişle kıyaslanamayacak kadar gelişkin ve üretici. “Barbarlık ve Barış” adlı uzun şiirimde de belirttiğim gibi, “herkese yetecek ekmek ve bir dilim tereyağı var şimdi.”
Evet, uygarlık yolunda sözde sağladığımız büyük gelişmelerden ve ketettigimiz mesafelerden sonra, bugün hala bir yönüyle çok ilkel, çok acınacak durumdayız. Bu şiddet ortamı bizi bunaltıyor. Bazen Televizyon haberlerinden, gazete sayfalarından kaçıyorum. Bazen, bu yaşımdan sonra insanlardan uzak bir dağ eteğini, kuytu bir orman köşesini özlüyorum…
Ama biliyorum ki bu bir çözüm değil. Çözüm sorunlardan kaçmakta değil, onları göğüslemektedir. Her şeye rağmen haksızlığa, baskıya, zulme, sömürüye karşı durmaktır.
İnsanlığın geleceğinden umut kesilmez. Bugün eğer ülkemizin dörtbir yerinde kadınlar Özgecan’ın ardından ayağa kalktılarsa, sokaklara döküldülerse, pek çok erkek de vicdanlarının sesini dinleyip onlara hak ve destek veriyorsa, bu, umudumuzu yitirmememiz gerektiğini gösteriyor.
Sevgili dostlar, ömrüm nerdeyse bu konularda konuşmak ve yazmakla geçti ve zaman zaman, artık söylenecek ne kaldı ki diye düşünüyorum. Ama çok şey söylenmiş ve yürek tüm bu kötülükler, haksızlıklar karşısında yorgun düşmüş olsa da söylenecek ve yapılacak daha çok şey var yine de.
Yazımı burada bitirirken 1980’li yıllarda yazılmış ve “Yakılan Şiirin Türküsü” adlı kitabımda yer alan “Barbarlık ve Barış” adlı uzun şiirimden bir bölümü aşağıya alıyorum:
Yirmi bin yıl önce Ne taş balta vardı, ne mızrak Gün oldu otla mantarla beslendik Gün oldu vahşi çığlıklar atarak Koşturduk bir keçi sürüsünün ardından Avımızı çiğ çiğ yedik
Karda yağmurda, kızgın güneşte Toprağın üstünde çırılçıplak Kaba taştan, odundan ve pençesinden başka Silahı yoktu insan atamızın O düpedüz bir hayvandı Bir kurttu, bir sırtlandı
Derken tohum serpmeyi öğrendik Keçi beslemeyi Sabanı ve kılıcı bulduk Savaştık Tohumu ve toprağı korumak için Ve savaş adıydı o zaman Ölümün ve yaşamın
Oysa usta ve bilgiliyiz şimdi Karın doyurmak için Ne kılıç gerekli bize Ne füze Dünyamızda herkese yeter ekmek Ve bir dilim tereyağı var şimdi Topraksa her zaman cömertti Herkese bir ev kurabiliriz İş ve kitap verebiliriz Kutuplardan sıcak denizlere kadar Güneş altında ya da ay ışığında ”Hep birlikte türkü söyleyip Halay çekebiliriz”
Ama bunu yapamıyorsak hala Sebebini sen düşün Kurttan aç, yılandan çıplaksak Terk edilmiş bir kedi yavrusu gibi Milyonlarca bebek Şu dünyaya göz açmadan çekip gidiyorsa Ve yirmi yılda yetişen genç, güzel canlar Bir kurşunla cansız yere seriliyorsa En akıllı, en usta ve çamur içindeysek Sebebini düşün..
Ekmeğimizi kardeşçe bölüşmek için Ozanca yaşamak için şu dünyada Barış için Bir mucize mi gerekli bize? Tanrı mı, kral mı, kahraman mı? Masallarda olur bu sihirli işler Bir keloğlan çıkar da Suyun başını tutan devi vurur zayıf noktasından Köylü kızı kurtulur..
Ama yaşam ne masaldır, ne düş Özgürlüğe ve barışa Ancak el emeği, alınteriyle varılır Kadınlar, çocuklar, gençler Bilge kişiler İşin ve umudun ustaları Bir davranın hele Bilinçle, şarkıyla, çiçekle, yürekle Bir ucundan bir ucuna dünyanın Savaş devini sarın
Ben balıklara bir şey diyemem ki Onlar düşünemezler Kuşlara, kedilere bir şey diyemem ki Onlar bilemezler Düşünen insan Sözlerim sana!
|
|
|
|