|
Savaş ve trafik
|
2015-10-03 11:12
|
Kemal Burkay
|
|
Savaş nedir? Hangi amaçla yapılırsa yapılsın –haklı-haksız, saldırı-savunma bir yana- sonuçta insanların ikiye ayrılıp birbirlerini öldürmeleri ve birbirlerine zarar vermeleridir. Yani bilinçli bir seçimdir.
Şu anda ülkede böyle bir savaş var. Uzun zamandan beri süregelen, zaman zaman barışma-görüşme adı altında mola verilen, sonra yine tazelenip süren bir savaş. Bunun üstüne çok konuştuk, çok yazdık; bir çözüm bulup barışa ulaşıncaya kadar yine konuşup yazarız.
Bir de böylesine sıcak bir savaş kadar gündemimizi işgal etmese bile, hayatımızı etkileyen, cana ve mala zarar veren başka toplumsal veya doğasal, “felaket” dediğimiz olaylar var.
Örneğin bazı doğa olayları… Güçlü bir rüzgâr gelir, fırtına olur, evlerin çatıları uçar, denizde tekneler batar, insanlar ölür yaralanır. Güçlü bir yağmur yağar kentleri su basar, dereler taşar, kıyısındaki evleri, araçları, insanları sürükler; önemli can ve mal kayıplarına yol açar… Ya da yangınlar, depremler…
Bu tür doğa olayları her ülkede olabilir. Ama kimi gelişkin ülkelerde alınan tedbirler bunların verdiği hasarı sınırlar ya da azaltır. Örneğin alt yapı sağlamsa, bu tür doğa olaylarına karşı toplum iyi biçimde örgütlenmişse. Ama bunlar yoksa küçük doğa olayları bile büyük zararlar verebilir.
Ben bu yazımda asıl olarak bu ülkedeki trafik sorunundan söz edecektim.
Farkında mısınız, Türkiye’de trafiğin aldığı can, şu Kürtlere karşı yürütülen 30 küsur yıllık kirli savaşın aldığından kat kat daha fazla. Gün yok ki onlarca kazada, birçok kişi canından olmasın, yaralanıp sakat kalmasın.
Her ülkede trafik kazaları olur. Ama alt yapının sağlam olduğu, kurallara iyi biçimde uyulan ülkelerle bunun tersinin geçerli olduğu ülkeler arasında bu bakımdan dağlar kadar fark var.
Bu ülkede ne sürücüler kurallara uyuyor, ne yayalar. Kırmızı ve yeşil ışıkların nerdeyse bir anlamı yok. Yayalar kaldırımlarda değil, caddenin ortasında yürüyor, arabalar ise kaldırımlarda…
Daracık ve tek yönlü bir yolda bile arabalar sağlı sollu park ediyor. Daha genişçe olan caddelerde ise ikili diziler halinde…
Her şoför boş bulduğu ve fırsat bulduğu yerden dalıyor, keyfince şerit değiştiriyor; tam bir akrobasi…
Yalnız şehirlerarası yollarda değil, şehir içinde de hız ve akrobasi bazen baş döndürüyor.
Şehir içi yolcu taşıyan otobüsler, minibüsler ve taksiler arasında yolcu kapmak ve hızlı hareket etmek konusunda akıl almaz bir yarış…
Gerekli gereksiz korna sesleri müthiş bir gürültü yaratıyor ve sinir bozuyor.
Tabi bütün bunlar hem sürücülerin, hem yayaların ve yolcuların sinirlerini müthiş geriyor. İnsanlar patlamaya hazır, pimi çekilmiş bomba gibi.
Bu trafik de savaş gibi şiddet üreten bir faktör.
Ve tüm bunlara bakınca insan şunu düşünüyor: Bu ülkede az kaza oluyor! Her gün onlarca, hatta yüzlerce kaza olsa, bu kazalarda yollar mezbahaya dönse, onlarca kişi hayatını yitirse, yüzlercesi yaralanıp sakat kalsa bile… Bu kadar kuralsızlığa göre yine de az!
Geçende adamın biri İstanbul’un ortasında, Taksim’de, kaldırımdan çıkıp çiçekçi dükkânına dalmış ve yalnız dükkânın önündeki güzelim çiçekleri ezmekle kalmamış, gencecik çiçekçiyi de birlikte ezip öldürmüştü. Fazla hızdanmış… Şımarık bir zengin olduğu için, sanırım henüz yakalanamadı.
Bir başkası da yine İstanbul’da, yolun kenarındaki evlerinin önünde, bahçede çay içmekte olan bir ailenin üstüne uçtu. Ölü ve yaralılar… O da hızdanmış…
Ya şu Ankara’da, Cebeci-Dikimevi’nde, daha iki gün öncesi, hem de dümdüz yolda durağa dalıp orada otobüs beklemekte olan 12 yolcuyu öldüren, onlarcasını da ağır biçimde yaralayan belediye otobüsüne ve onun şoförüne ne dersiniz? “Frenler boşaldı, aracın yönetimini kaybettim,” demiş. Oysa kaza öncesi birileriyle tartışmış ve o öfkeyle gaza basıp durağa balıklama dalmış bu insan kasabı…
İstanbul’da güya trafiği kolaylaştırmak için metrobüs hatları yapılmış; ama sık sık hızlı “rallicilerin” korkulukları da aşıp metrobüs yollarına daldığını ve trafiği alt üst ettiklerini duyarsınız.
Eğer yol kenarında eviniz ve dükkânınız varsa, her an bir otomobilin ya da kamyonun oraya boylu boyunca dalmasına hazır olmalısınız!
Hangi birini anlatayım sevgili okurlar. Şu Kurban bayramında hayvanlar gibi insanlar da kitleler halinde kurban oldu, bilanço yine yüzlerle idi…
Tarım işçilerini taşıyan kamyonetlerin sık sık onlarca tarım işçisini şarampollere yuvarlayıp katletme hikâyeleri de aklınızdadır elbet.
Bütün bunlara karşı ne yapılabilir? Ne sürücülerin, ne yayaların kurallara uymadığı bir ortamda trafik polislerinin de yapacağı fazla bir şey yoktur. Onlar da bu işleri kanıksamışlar…
31 yıllık sürgünlükten sonra ülkeye döndüğümde, bu trafik keşmekeşi, sanki aydan gelmişim gibi beni şaşırtmış, bunaltmıştı. “Nasıl ülkeye kolayca uyum sağlayabildin mi” sorusuyla her karşılaştığımda şunu derdim: “Neye alışsam da bu trafik kaosuna alışmam olanaksız.”
Evet, kendim araba kullanmasam da, ister istemez, şehir içinde ya da şehirlerarası gidip geliyorum ve bu trafik keşmekeşi beni çokça rahatsız ediyor, sinirlerimi geriyor. Bazen birilerine patlamamak için kendimi zor tutuyorum.
Yılda bir-iki kez yurt dışına çıkıyor, İsveç ve Almanya’ya uğruyorum. Aradaki fark ne kadar büyük! Yollarda her şey nasıl da bir düzen içinde yürüyor; insan kendisini güven içinde ve rahat hissediyor.
Evet, trafikte savaştan çok fazla kayıp veriyoruz. Ve böyle bir trafik düzenine, daha doğrusu düzensizliğine sahip oldukça, savaştan ve PKK’den o kadar yakınmak için de neden yok. Bu trafik 10 PKK’ye bedel!
Kirli savaşın durması için, barış için çaba göstermeyi yine sürdürelim de, biraz da bu trafik sorunu üzerinde dursak fena olmaz.
Trafik canavarı çok daha fazla can alıyor ve biz bunu kanıksamış gibiyiz.
3 Ekim 2015
|
|
|
|