|
Kemal Burkay |
|
|
|
|
|
|
|
Bir kez daha PSK’nin legalleşmesi ve HAK-PAR üzerine 1. Bölüm
|
2015-12-09 15:00
|
Kemal Burkay
|
|
PSK’nin geçen yıl aldığı legale çıkma kararı ve ardından bununla ilgili yaşananlar malum. Ülkede zaten nerdeyse tüm PSK’lilerin üyesi olduğu veya desteklediği HAK-PAR diye legal bir örgüt var. Bu durumda PSK’nin legalleşmesi ya HAK-PAR’la bütünleşerek, ya da ayrı bir parti kurarak olacaktı.
Legalleşme PSK’nin illegal yapısına son verip legal çalışmayı HAK-PAR içinde sürdürme biçiminde olsaydı, sorun yoktu. Ama HAK-PAR’ın yanı sıra PSK’yi aynı isim ve programla veya değişik bir isim ve programla kurmak bölünmeye yol açardı. Çünkü bir kişinin legal planda iki partinin üyesi olması mümkün değil, ya birini ya ötekini seçecek.
Bugün yaşanan durum bu ikincisidir. Bu nedenle şimdiye kadar hem PSK, hem HAK-PAR üyesi olan kadrolar rahatsızlar. Onlar bir yolunun bulunup birliğin sürmesini istiyor, bölünmenin kan kaybına yol açacağını söylüyorlar.
Ben bu konuya ilişkin görüşlerimi çeşitli vesilelerle dile getirdim. Son olarak, kısa süre önce “PSK’nin Legalleşme Sorunu ve HAK-PAR” başlıklı yazıda kendi açımdan doğru tutumun ne olması gerektiğini anlatmaya çalıştım. Arkadaşımız Arif Sevinç de “HAK-PAR, PSK Kongreleri ve Tartışmalar Üzerine” başlıklı yazısında olup bitenleri ayrıntılı biçimde yazdı. Ama görünen o ki bu konudaki kafa karışıklığı devam ediyor.
Öyle olunca, “eh ne yapalım, biz söyleyeceğimizi söyledik,” demenin sorunu çözmeye yetmediğini bildiğim için bu konuda ek bir şeyler yazmayı, bununla yapılanlar ve yapılması gerekenler hakkında yoldaşlarımı daha da aydınlatmayı, böylece belki doğru bir tutum takınmalarına yardımcı olmayı gerekli buldum. Bunu yaparken daha önce söylediğim bazı şeyleri de belki tekrarlamak durumunda kalacağım.
PSK’NİN DURUMUNA VE GELECEĞİNE İLİŞKİN OLARAK
Malum, Kürdistan Sosyalist Partisi’ni (PSK) 1975 yılı başında kurduk. Ben 2003 yılında yapılan 6. Kongreye kadar 29 yıl süreyle Genel Sekreterliği’ni yaptım.
PSK kuruluş yıllarında iyi bir gelişme gösterdi. 1980 darbesiyle zor bir döneme girdik. Kadroların bir bölümü tutuklandı, bir bölümü yurt dışına geçti. Ama içerde ve dışarıda direndik, örgütsel çalışmayı sürdürdük. Kuzey Kürdistan’da bizimle aynı dönemde, 1970’li yıllarda kurulan birçok örgüt –PKK dışında- ufalıp dağılırken biz örgütsel yapıyı koruduk ve siyasal mücadeleyi sürdürdük.
1980’li yılların sonunda sosyalist sistemin yaşadığı büyük kriz ve dağılma, tüm sol örgütler gibi bizi de olumsuz biçimde etkiledi. Buna rağmen birçokları gibi havlu atmadık; gelişmeleri tartıştık, konferans ve kongrelerimizde aldığımız kararlarla sosyalizme ilişkin görüşlerimizi yeniledik.
PSK’nin legale çıkması gerektiğine ilişkin görüşlerimi ilk kez 1994 Nisanı’nda yaptığımız Merkez Komitesi toplantısında dile getirdim. Daha sonra bunu aynı yıl örgüte gönderdiğim bir genelgede tekrarladım. 1995 yılı Ocak ayında yapılan 4. Kongrede buna ilişkin olarak şunları dedim:
“Bizim illegaliteye gereğimiz var mı, yoksa bu bizim için bir alışkanlık ve bir yük mü? Gizlilik bizim gelişmemize hizmet mi ediyor, yoksa o gelişmenin önünde bir engel mi? (….)
Şurda burda komitelerimiz ve hücrelerimiz var, sözde toplanıp kararlar alıyorlar. Bunları gereği gibi denetleyemiyoruz. Kimse kimseye ne yaptığını soramıyor. Sözde gizlilik var. Kim ne yapıyor, ne ediyor, belli değil. Gizlilik perdesine sığınmışız. Ama bunun gerektirdiği disipline de uymuyoruz..
Peki gizli yaptığımız işler ne? Aslında her şeyimiz açık. Gazete çıkarıyoruz açık. Parti bildirilerimiz bile legal basında yayınlanıyor. Dergiler açık. Legal parti de öyle. Ne kalıyor geriye? Madem öyle, bu işi daha da açık yapalım. Hiç değilse birbirimizden hesap sorarız. Eğer legal bir partiye dönüşürsek herkesin yaptığı görülür. Toplantılar açık yapılır, görevliler seçimle gelir, beğenmezsek yine seçimle değiştiririz. Profesyonel kadrolar da bu işleyiş içinde görevlendirilir. Kaç kuruşumuz var biliriz, ona göre harcar ve denetleriz.
Yani açıklık her bakımdan bir rahatlık getirir. İkincisi de gereksiz bir riskten kurtulmuş oluruz. Rejim, bugünkü çalışma tarzımızla bizi kolaylıkla suçlayabilir; çünkü gizli çalışıyoruz. (....)
Bu aşamada olgunlaşmaya yüz tutmuş bir legal parti girişimimiz var. Bu, PSK’nin legale çıkma girişimi değil; kitlesel, demokratik bir parti girişimi. Bu girişim bizim elimizde önemli bir araç olabilir. Partimizin pek çok kadrosu orada rahatça çalışabilir. Öyle yoldaşlarımız var ki o alanda zaten çalışmışlar, birhayli deneyleri var. Onlar, legal planda yararlı olurlar.
Legal partiye ilişkin ilkesel bakışımızda bir değişiklik yoktur. Legal parti kurulduktan sonra biz arkadaşlarımızı telefonlarla yönetecek değiliz. Bunu istemiyoruz. Böyle bir şey, bu alanda görevli kadroları kısırlaştırır, inisiyatifi öldürür. Ama doğru bir politika koyalım önümüze. Belli taktikleri belirleyelim. Bu konuda görüş alışverişi içinde olalım. Ondan ötesi, arkadaşlarımıza kalmış bir iş; tümüyle inisiyatif sahibi olsunlar; işlerine karışmıyacağız.”
Bu önerim Kongre’de benimsenmedi. Konu tabanda henüz yeterince tartışılmamıştı ve arkadaşlar böylesi bir değişime hazır değillerdi. Ben bu kongrede genel sekreterlik görevinden ayrılmayı istedim ve yeniden aday olmayacağımı söyledim. Bunda, daha önceki kongrede alınan bazı önemli kararların hayata geçirilememiş olmasının payı vardı. Ancak görevi sürdürmem konusunda büyük ısrar oldu, bu nedenle yeniden görev aldım.
Legalleşmeye ilişkin görüşlerimi 2000 yılında yapılan 6. Kongre açış konuşmasında çok daha ayrıntılı biçimde dile getirdim. (Bu konuşmayı kısa süre önce yayınlamıştım). 2003 yılında yapılan ve benim Genel Sekreterlik görevinden ayrıldığım 7. Kongre’de de bu konu tartışıldı, ben de benzer görüşlerimi söyledim. Ama Parti yine hazır değildi...
PSK ancak 20 yıl sonra, 2014 yılında yaptığı 10. Kongresinde bu kararı alabildi...
Görüldüğü üzere benim PSK’nin illegaliteye son verip tümüyle legal çalışma biçimlerine geçmesini istemem yeni bir olay değil. Ama bu önerim benimsenmediği için de sorun yapmadım, Kongre’nin kararına saygılı davrandım, görüşümü kamuoyuna yansıtıp tartışma konusu yapmadım. Örgütsel birliğin sarsılmaması için çok itinalı davrandım. Hatta 2003 yılında Genel Sekreterlik’ten ayrıldıktan sonra da -spekülasyonlara meydan vermemek için, bunun gönüllü bir görev devri oldunu açıkladım ve yeni Genel Sekreter Hıdır Tek’le birlikte Güney Kürdistan’a bu nedenle gittim, birlik fotoğrafı verdim.
LEGAL PARTİNİN NİTELİĞİNE VE ÇALIŞMA TARZINA İLİŞKİN ANLAYIŞIM
1994 Nisanı’ndan itibaren, yalnızca PSK’nin legale geçmesini önermekle kalmadım, aynı zamanda bunun, o günkü koşullarda PSK’nin kendi adıyla ve programıyla olamayacağını da söyledim.
Sosyalist sistemin çökmesiyle birlikte koşulların değiştiğini, bir sosyalist devrimin gündemde olmadığını, Kürt halkı bakımından yakın görevin özgürlük ve demokrasi olduğunu söyledim ve buna uygun legal bir parti önerdim. Böylece daha geniş yurtsever kesimleri bir araya getirebileceğimizi söyledim. Böylesi bir program PSK’nin yakın dönem hedeflerine de (demokratik devrim) uygundu.
4. Kongremizi topladığımız dönemde bir legal parti hazırlığımız vardı ve DDP oluştu. DDP kapatılınca onu DBP izledi. HAK-PAR ise 2000’li yılların başında oluştu.
HAK-PAR’ı ortaya çıkaran ihtiyaç, Kürt hareketinde 2000’li yılların başında yaşananlardı. Öcalan yakalanıp Türkiye’ye getirilmiş, İmralı’ya konmuştu. Bununla birlikte Öcalan o güne kadarki tüm taleplerinden vazgeçmiş, pişman olduğunu söylemiş ve artık rejimin hizmetinde olacağını dile getirmişti. Partisi de onu izlemişti. Rejim bundan yararlanarak Kürt hareketini tümden pasifize etmeye yönelmişti.
Böyle bir durumda Kürt ulusal hareketini sağlıklı bir kanalda toparlamak, kitlelere umut vermek hayati bir görev olarak öne çıkmıştı. Bunu PSK olarak tek başımıza yapamazdık. PKK dışındaki yurtsever güçleri bir araya getirmek gerekiyordu. Bu nedenle, 2000 yılından başlayarak önümüze belli projeler koyduk. Bunlardan biri yurt dışında PKK ve onu izleyen kesimler dışındaki –siyasal, demokratik, entellektüel- tüm yurtsever Kürt potansiyelini bir araya getirmekti. PSK Genel Sekreteri olarak çağrılar yaptım. Stokholm’de, Almanya’nın değişik kentlerinde, Paris’te toplantılar düzenledik. Önerilerimiz doğrultusunda çeşitli ülkelerde aydın inisiyatifleri oluştu ve onlarla birlikte PKK ve denetlediği kuruluşlar dışındaki mevcut siyasal partiler, dernek ve federasyonlar bir araya gelerek Temmuz 2002’de Avrupa Kürt Platformu’nu oluşturdular.
Buna paralel olarak yurt içinde de PKK dışındaki tüm yurtsever-demokrat Kürt kesimlerinin içinde yer alacağı bir legal parti oluşturmayı hedeflemiştik ve buna yönelik çalışmalar sonunda 2002 yılında HAK-PAR ortaya çıktı. HAK-PAR’ın kuruluşu sırasında DBP kendisini feshederek ona katıldı.
Avrupa Kürt Platformu’nun 9 kişilik kurucu üst komitesinde PSK’den yalnızca bir arkadaşımız vardı. Yönetimin mümkün olduğunca değişik yurtsever çevrelerce paylaşılmasını gözettik. Bir çalışma programı yapmaları, Avrupa çapında örgütlenme, tanıtım ve kitlesel eylemler için öneriler sunduk, yol gösterici olduk. Ama Platform, kuruluşu için harcanan onca emeğe karşılık, ne yazık ki gerekli örgütlenme ve aktiviteyi sağlayamadı. Ortaklarımız, vatan-millet ve birlik konularında çokça söz etmelerine karşılık, sıra iş yapmaya gelince pek de istekli ve üretici değillerdi. Kuruluştan birkaç ay sonra benim PSK Genel Sekreterliğinden ayrılışımın ardından yeni PSK yönetimi de platformla pek ilgilenmedi, hatta çok geçmeden platformdan çekildi. Böylece adeta sahipsiz kalan ve etkinliği kalmayan bu kuruluş bir süre sonra sahneden silindi.
HAK-PAR’a gelince...
Kuruluş aşamasında tabanı büyük oranda PSK üye ve sempatizanlarından oluşsa da, HAK-PAR yönetimi karma bir niteliğe sahipti. Genel Başkanı Abdülmelik Frat’tı. Onun yanı sıra yönetimde DDKD, KDP, Rızgari ve Kava geleneğinden gelen kadrolar vardı. Yurtsever kesimlerin birliğini sağlama gibi bir iyi niyetle yönetimde temsil edilmeleri için çaba gösterildi. Ne var ki diğer grupların, ya da çok sevdikleri bir tanımla “geleneklerin”, HAK-PAR’a kitlesel katılımı sağlanamadı. Başka zaman birlikten çokça söz eden bu çevreler, iş adım atmaya gelince uzak durdular.
HAK-PAR’a ilişkin olarak hem örgütün birliğini korumak, hem onun büyüyüp kitleselleşmesini sağlamak için belli ilkelere titizlikle uyulmasından yanaydım. Bunlardan biri örgütün legal ve demokratik yapısına uygun çalışma tarzıydı. Aslında bu, daha önce de legal partilerde ve derneklerdeki çalışma tarzımıza uygundu. Yukardan bir müdahaleyi, onları birer parti ya da PSK şubesi gibi yönetme anlayışını -parti yönetimindeki veya saflarındaki arkadaşlarımıza direktif vermeyi, yönetimi belirlemeyi, “partiyi telefonla yönetmeyi” (ki PKK böyle yapıyordu)- yanlış buluyordum. HAK-PAR’ın kuruluş günlerinde yapılan bir PSK Merkez Komitesi toplantısında bu konu ile ilgili konuşurken arkadaşlarıma şunu demiştim:
“Legal Parti tümüyle demokratik şekilde çalışmalı ve göreve seçimle gelen kendi organları eliyle yönetilmelidir. Kararlar her kademede özgür tartışma ile belirlenmeli. Dışardan bir müdahale yanlıştır. Biz telefonla müdahaleci olmayacağız. Legal Parti’nin üyesi ve yöneticisi yoldaşlarımız da bizden böyle bir şey beklememeli. PSK’li arkadaşlar legal parti içinde asla bir grup gibi davranmamalı. Kendi aranızda bağlayıcı karar alıp organlara bu peşin kararlarla giderseniz parti içinde güven ve kaynaşma olmaz. Yeri gelince her arkadaşımız, aklı ve deneyimiyle özgürce davranmalı. Bir konu tartışılırken sizinle diğer bir PSK’li arkadaşın görüşü ters düşebilir; buna karşılık sizinle DDKD veya Rizgari geleneğinden gelen bir arkadaşın görüşleri çakışabilir. Bu doğaldır ve kaynaşma böyle olur.”
Peki o günden bu yana geçen yaklaşık 14 yılda HAK-PAR bakımından işler nasıl yürüdü, söz konusu ilkelere uyuldu mu? Buna da yazımın 2. Bölümünde değineceğim. Çünkü bugün karşılaştığımız sorunlar ve yaşanan son gelişmeler, kanımca bu ilkelere gereği gibi uyulmamasından kaynaklanıyor.
5 Aralık 2015
...................
Bir kez daha PSK’nin legalleşmesi ve HAK-PAR üzerine - 2. Bölüm
|
|
|
|
|
|
|