|
Bir kez daha PSK’nin legalleşmesi ve HAK-PAR üzerine - 2. Bölüm
|
2015-12-13 11:06
|
Kemal Burkay
|
|
Bir önceki bölümde hem PSK’nin legale çıkması gereğine, hem de HAK-PAR’ın kuruluş nedenlerine ve çalışma tarzına ilişkin görüşlerimi özetle dile getirmiş, izlenmesi gereken iki ilkeye özellikle vurgu yapmıştım: Birincisi, HAK-PAR tümüyle demokratik biçimde çalışmalı, kendi organlarında özgür tartışmayla karar almalı ve dışarıdan bir müdahale olmamalı; ikincisi, kaynaşmayı sağlamak ve kitleselleşebilmek için parti içinde grupçu tutumlara meydan verilmemeli.
Ayrıca HAK-PAR, sistemin Öcalan ve PKK eliyle Kürt hareketini kendi denetimine almaya, pasifize etmeye çalıştığı bir aşamada, Kürt halkının meşru taleplerini savunmak ve bunun mücadelesini vermek üzere, yani seçenek olarak ortaya çıkmıştı; bu özelliğini titizlikle korumalı, kendi hattında kararlı biçimde yürümeliydi.
Ne yazık ki HAK-PAR bakımından işlerin böyle yürüdüğü söylenemez. Örneğin 2011 seçimlerine girmek için gerekli hazırlıklar yapılmadı, BDP ile ittifak adına milletvekili pazarlıklarına girişildi, bu pazarlıklar istendiği gibi yürümeyince de örgüt boşlukta kaldı ve BDP’nin kuyruğuna takıldı. Bilindiği üzere ben bu tutumu o dönemde birkaç bölümlük bir yazı ile eleştirmiştim.
Demokratik çalışma tarzına ilişkin başlangıçta öngördüğümüz ilkesel tutuma da yine pek uyulmadı. Bunun örneklerine, yurda döndükten ve HAK-PAR 5.Kongresinde genel başkanlığa seçildikten sonra bizzat tanık oldum. Şu anda yaşadığımız sorunların önemli bir nedeni de budur.
PSK 10. KONGRESİ VE HAK-PAR’A GETİRİLEN ÖNERİ
PSK’nin 10. Kongresi’nden elbet haberim oldu. Kongreye giden bazı arkadaşlar bu kongrede legale çıkılması yönünde hazırlık yapıldığını söylediler. Bunu olumlu bulduğumu söyledim. Ancak PSK’nin kendi adıyla ve mevcut programıyla legale çıkmasına gerek olmadığını, bunun HAK-PAR’da çalışma biçiminde olması gerektiğini söyledim; yani buna ilişkin daha önceki görüşlerimi tekrarladım.
İlgili arkadaşlar Kongre’den döndükten sonra alınan kararlarla ilgili benimle görüştüler. Alınan kararlardan beri, HAK-PAR’ın adının başına Kürdistan kelimesinin eklenmesi halinde bu birleşmenin rahat olabileceği idi. Benim örgütün başında olmamın da bunu kolaylaştıracağını söylediler. Bu öneriyi bana ileten arkadaş HAK-PAR’da Genel Başkan Yardımcısı idi.
Ben bu konuda farklı düşünüyordum. Ama teklifin örgüt tabanında ve yönetimde konuşulup tartışılmasından yanaydım. Kendisine, “organa getirin, konuşalım, organlar ne karar verirse o olur,” dedim. Yani demokratik süreci işlettim. İlgili arkadaş önerisini yazılı hale getirip sundu. Konu önce Başkanlık Kurulu’nda konuşuldu. Arkasından Partinin Kongre’den sonraki en yüksek karar organı olan Parti Meclisi’ne getirildi. Bu arada ben bir genelgeyle öneriyi örgüt birimlerine ilettim ve genel üye toplantılarında tartışılıp sonuçlarının iletilmesini istedim.
Birimlerde yapılan tartışmalar sonucunda, böyle bir değişim için koşulların henüz uygun olmadığı görüşü ağır bastı. Parti Meclisi’nde de sonuç aynıydı. Benim de görüşüm aynı doğrultudaydı. Kimse elbet Kürdistan adına karşı değildi; aksine bu hepimizin hoşuna giderdi. Ancak böyle bir adım Parti’nin Anayasa Mahkemesi’nce kapatılmasına yol açabilirdi. Çünkü mevcut Siyasi Partiler Yasası’na göre “etnik ve bölge isimleriyle” parti kurulamazdı. Yani böyle bir şey bile bile lades olurdu. Ve böyle bir durumda yeni bir parti kurup seçimlere girebilecek şekilde örgütlemek çok zor olurdu. Çünkü seçimlere girebilmek için mevcut illerin yarısından fazlasında (en az 41 il) ve bu illerin ilçelerinin en az yarısında (yüzlerce ilçe) örgütlenmek gerekiyordu. Bu ise, hele hele “Kürdistan” adıyla yapılamazdı. Hatta parti kapanmasa bile, HAK-PAR’ın böyle bir isimle birçok ildeki mevcut örgütlerini koruması bile zorlaşırdı. İsim değişikliği ilerde uygun koşullarda yapılabilirdi. Önemli olan yaygın biçimde örgütlenmek, kitleler içinde çalışmak, görüşlerimizi kitlelere mal etmekti.
Ama bazılarına göre ne yaygın örgütlenme, ne görüşlerimizi kitleler içinde yayma, böylece güç kazanma, büyüme önem taşımıyordu. Onları Diyarbakır’da -ve belki çevredeki bir-iki ilde daha- bir sokağa asılacak ve başında “Kürdistan” yazacak bir parti levhası tatmin ediyordu. Kapanırsa da kapansındı! Seçimlere girmek zaten bazılarına göre hiç önemli değildi ve bazı sekter çevrelerde “boykot” türünden böylesi bir moda zaten vardı… Bunlar seçimlerin ve parlamentoda temsil edilmenin kitlelere sesimizi iletmek, görüşlerimizi yaymak, taraftar kazanmak ve ülke politikasını etkilemek bakımından taşıdığı önemi kavramıyor, ya da önemsemiyorlardı.
Ama kanımca gerek örgüt tabanımız, gerek Parti Meclisi doğru olan, akla uygun olan kararı verdi. Zaten Kongre arifesindeydik. İlgili arkadaşlar isteseler önerilerini oraya da getirebilirlerdi; ama getirmediler.
Böylece isim konusundaki tartışmanın kapanması gerekiyordu; ama kapanmadı.
PSK adına, “kendi değerlerimizle legale çıkacağız” diye açıklama yapıldı ve ayrı bir örgüt kurmaya çalışması başlatıldı.
Nedir PSK’nin kendi değerleri? Sadece ismindeki Kürdistan kelimesi mi? PSK sosyalist bir parti. Sosyalist dünya görüşü ve sosyalizme ilişkin hedefler de PSK’nin değerleri değil mi? Hadi diyelim HAK-PAR söz konusu öneriyi kabul etseydi, bununla iş bitiyor muydu? HAK-PAR sosyalist bir parti değil ki.
Demek ki sorunu böylesine bir isim değişikliğine indirgemek doğru bir tutum değil.
Peki biz neyi önerdik? Bu aşamada sosyalist bir devrimin bizi beklemediğini, Dünya sosyalist sisteminin çöküp dağılmasından sonra koşulların değiştiğini, bu aşamada Kürt halkının önündeki tarihi hedefin özgürlük ve demokrasi, yani demokratik bir devrim olduğunu; bunun için de geniş yurtsever kesimleri bir araya getirecek HAK-PAR türünden legal, demokratik bir partide bütünleşmenin yeterli olduğunu söyledik. Biz Kürt sosyalistleri, sosyalist olmayan, ama HAK-PAR’ın, federasyon talebini de içeren özgürlükçü demokratik programına evet diyen diğer yurtsever, demokrat insanlarımızla birlikte böyle bir örgütte çalışabiliriz, çalışmaktayız dedik.
Zaten HAK-PAR’ın tabanını ezici çoğunlukla PSK, bir diğer adıyla “Özgürlük Yolu” hareketinden gelen arkadaşlar oluşturuyor. İsim değişikliğini zamansız bulanlar da yine çoğunlukla onlardı.
HAK-PAR 6. KONGRESİ’NE PSK ADINA YAPILAN MÜDAHELE
29 Eylül 2014’te yapılan HAK-PAR Parti Meclisi toplantısı, 6. Kongre öncesi son toplantı idi. Ben zaten daha önce, önümüzdeki kongrede Genel Başkanlığa aday olmayacağımı açıklamıştım. Arkadaşlarım görev almam için ısrarcı oldular; ama kabul etmedim. Başkan olmasam da yeni yönetime destek olacağımı söyledim.
Kongre öncesi Genel Başkanlık için üç aday çıktı: Önce Fehmi Demir arkadaş, sonra Bayram Bozyel ve Mehmet Baykara. Bazı arkadaşlar Kongreye çok adayla gidilmesinin bölünmeye yol açacağını, benim müdahale etmemi istediler. Ben ise böyle bir müdahalenin yanlış olacağını söyledim. Birden fazla aday çıkabilir, ben kimseye çekil diyemem, bu demokratik bir yarıştır, başkan kongrece belirlenir, dedim.
Kongre sabahı, toplantının başlamasına bir saat kalmışken, yurt dışından gelen dört arkadaş da benimle görüşmek istediklerini söylediler. Onlar da aynı görüşü dile getirdi; bu üç adayın da çekilmesi ve bir dördüncü arkadaşın tek aday olarak önerilmesi için benim müdahale etmemi istediler. Onlara da böyle bir yetkimin olmadığını söyledim ve şunları ekledim:
“Ben diktatör değilim, hem sosyalistim, hem demokratım; Öcalan gibi davranamam. Bu parti de PKK değil, demokratik bir partidir. Başkanlık için birden çok aday ve Parti Meclisi için iki liste çıkabilir. Bundan korkmamak gerekir. Sonucu Kongre belirler. Demokratik işlerlik budur, kongrelerin bir görevi de budur. Bunu bölünme diye görmek için neden yok. CHP kongresini daha yeni yaptı, Kılıçdaroğlu’nun karşısına bir arkadaşı genel başkan adayı olarak çıktı, kazanamadı; ama sonuçlara saygılı davrandı ve birlikte çalışmaya devam ediyorlar. Bizim de böylesi bir demokratik işleyişi başarmamamız için neden yok. Sizler yıllarca Avrupa’da kaldınız, parti içi demokratik işleyişi iyi bilirsiniz,” dedim.
Ama ne yazık ki benim bu sözlerim onları ikna etmeye yetmedi. Üstelik bu arkadaşlardan bazıları, kendilerinin dediği gibi yapmadığım, “ağırlığımı koyup” müdahale etmediğim için bana karşı tavır aldılar, hatta “demokratik davranmadığımı” ileri sürecek kadar ileri gittiler.
Eh burası bir Ortadoğu ülkesi ve Ortadoğu insanı ne yazık ki böyledir. Yıllarca Avrupa’da kalmış olmak, hele hele kendini sosyalist filan sanmak da bazı kişilerin demokratik işleyişi kavramalarına yetmiyor.
Demokrasiyi içine sindirememek, demokratik kurallara uyum sağlayamama, yalnızca söz konusu birkaç arkadaşla sınırlı değildi. Kongre öncesi delegelerin iradesine ipotek koymak için de yoğun bir çaba gösterildi.
Söz konusu üç başkan adayından her birinin, adaylığını ilan ettikten sonra delegelerle temasa geçip kendilerine oy verilmesini istemeleri elbet doğaldı. Ama öyle olmadı. PSK adına hareket ettiğini söyleyen bir ekip, dörtbir yanı dolaşıp Bayram Bozyel’in PSK adayı olduğunu ve ona oy vermenin bir “parti görevi” olduğunu söyleyip yoğun kulis yaptılar. İş Kongre günü yurt dışından delegelere telefon etmeye kadar vardırıldı.
Doğaldır ki böyle bir tutum bizim legal partiye dışarıdan müdahale edilmemesi yönündeki anlayışımıza açıkça tersti ve çok kaba bir müdahale idi. HAK-PAR’ın yeni yönetimini tümüyle demokratik biçimde seçmesi yerine, delegelerin iradesine PSK adına ipotek konmak isteniyordu. Kongre esnasında il başkanlarını topladım, hem yeni parti meclisi konusunda önerilerini aldım, hem de bu konuyu gündeme getirdim ve örgütün kongresine dışarıdan böylesine bir müdahalenin kabul edilemez olduğunu söyledim. Kimse size ve delegelere, “filan kişiye oy vereceksiniz, bu parti kararıdır” diyemez, bu şekilde delegelerin iradesine ipotek koyamaz. Delegeler kimi uygun görüyorlarsa ona oy verecekler; demokratik işlerlik budur,” dedim.
Daha sonra her üç adayı bir araya getirdim ve şunu dedim: “İl başkanlarının Parti Meclisi’ne ilişkin önerilerini aldım. Genel Başkan olarak, sizin de önerilerinizi alıp ortak bir liste sunabilirim. Bu konudaki önerileriniz nedir? Tek liste mi olsun, yoksa kendi listenizle mi seçime gireceksiniz? Bozyel ve Baykara, her başkan adayının kendi listesiyle seçime girmesini tercih ettiklerini, böylece birlikte çalışabilecekleri insanlarla olacaklarını söylediler. Fehmi Demir ise “Genel Başkan’ın Parti Meclisi için ortak bir liste yapıp sunması partimizde gelenektir, öyle olsa iyi olur; ama arkadaşlar herkesin kendi listesini yapmasında ısrar ediyorlarsa ben de kendi listemi yaparım dedi.”
Böylece ortak liste veya çarşaf liste gündemden kalktı. Bayram Bozyel kendi listesini zaten hazırlamıştı, Fehmi Demir ise bu görüşmenin ardından listesini hazırladı.
Kongre sonuçları biliniyor. Her üç aday da Kongre’de birer konuşma yaptılar. Baykara çekildi. Seçimlerin üçüncü turunda Fehmi Demir ve onun listesi seçildi.
Ben Kongre’nin daha başlangıcında yaptığım konuşmada, birden fazla aday ve PM listesi bakımından bunun demokratik bir yarış olduğunu ve herkesin sonuçlara saygı göstermesi gerektiğini söyledim.
Ne var ki kaybedenler sonuçlara hiç de saygı göstermediler. Baykara’yı destekleyen birkaç kişi istifalarını sundular. Bozyel’i destekleyen bir ekip ise öfkeyle, allahasmarladık bile demeden çıkıp gittiler. Van İl Örgütü hemen istifasını sundu ve haber gönderip “Gelin eşyalarınızı alın, ili boşaltın!” dediler. Ardından aynı şey Diyarbakır ve Manisa’da yapıldı.
Genel Başkan Fehmi Demir ve yönetimdeki diğer arkadaşların, söz konusu arkadaşlarla görüşüp bir kopma olmaması, birlikte çalışmanın sürmesi için iyi niyetle çaba gösterdiklerini biliyorum. Hatta bunun için yurt dışına çıkıp PSK Genel Sekreteri Hıdır Tek’le de görüştüklerini de biliyorum. (Artık legaliteye çıkıldığına göre yoldaşımızın asıl adını kullanmakta sakınca yok sanırım, herhalde doğrusu da budur. Ben kendi payıma bu işi daha 1980 yılında yapmıştım). Ama tüm bu çabalar söz konusu arkadaşları ikna etmeye yetmedi.
Bu arkadaşlar 7 Haziran 1 Kasım seçimlerinde HAK-PAR çalışmalarına omuz vermediler. PSK adına 7 Haziran seçimleri için HAK-PAR’a oy verilmesi için bir açıklama yapıldıysa da, 1 Kasım seçimlerinde bu bile yapılmadı. Bu arada PSK Genel Sekreteri Mesut Tek’in Türkiye’ye gelmesi ve “PSK’nin legale çıkması” adı altında ayrı bir parti kurma çabası gündeme girdi. Daha önce HAK-PAR üyesi olan bazı arkadaşlar HAK-PAR’dan ayrıldı. Bunlar arasında yıllardır HAK-PAR yöneticiliği, hatta genel başkanlık ve genel başkan yardımcılığı yapanlar da vardı. Arkadaşlarımız bununla da yetinmediler, dörtbir yanı dolaşıp PSK’li olmayan HAK-PAR üye ve yöneticilerini bile istifa ettirmek için yoğun çabalara giriştiler. Meğer yoldaşlarımızda ne enerji varmış… Keşke bu enerjiyi birlikte olduğumuz zaman da örneğin bir il veya ilçe teşkilatı kurmak için gösterselerdi! (Oysa PSK 10. Kongresi’nin legaliteye çıkma kararının bir şıkkı, Legal parti’ye, yani HAK-PAR’a zarar vermemeye dairdi. Bu arkadaşlar ise zarar vermemek şurda kalsın, onu tümden dağıtmaya can atıyorlar. Böylece bizzat gölgesine sığındıkları söz konusu kararı çiğniyorlar.)
Peki bu doğru bir tutum mudur? Gerek isim değişikliği, gerek Kongre’de yönetimin belirlenmesi konusunda bağlayıcı karar alıp, böyle gösterip, HAK-PAR gibi legal bir partinin iç işlerine böylesine kabaca müdahale etmek, üyelerin ve delegelerin iradesine ipotek koyma çabası kabul edilebilir mi? Bu demokratik ilkelerle bağdaşır mı?
Besbelli bağdaşmaz. Ama öyle anlaşılıyor ki, PSK’nin merkez komitesi bu hakkı kendinde görüyor. “Ben karar alırım ve üyelerim de uymak zorunda, uymayanları disiplin kuruluna verir, cezalandırırım” diyor. Ne var ki böyle bir anlayış her zaman demokrasiye uygun düşmez. Siyaset bu kadar şekilci bir iş değildir. Bazen örgüt kararı, çoğunluk kararı denen veya öyle gösterilen şey hayatın ve demokrasinin gerekleri ile, partinin ve halkın çıkarlarıyla çelişir. Ustalık, parti kararlarıyla hayatın gerekleri arasında uyum kurabilmektir. Bunu yapamadığınız zaman kararlar boşlukta kalır. Nitekim PSK’nin son Kongresi ve MK’si bakımından da böyle oldu. Bu Kongre delegelerinin nasıl seçildiği, PSK tabanını ne oranda temsil ettikleri, hatta yapılan işin Kongre kararına bile uygun düşüp düşmediği ise ayrı bir konu. Bu konularda tabanın görüşünün alınmadığı, ezici çoğunluğu PSK üye ve sempatizanlarından oluşan HAK-PAR tabanının söz konusu kararlara tepki göstermesiyle somut olarak görüldü. Böylece kağıt üstünde alınmış bu kararlar hayata geçmedi ve iyi ki geçmedi.
Öte yandan, eğer HAK-PAR’ın son kongresinde Fehmi Demir değil de Bayram Bozyel ve onun listesi kazansaydı, bugün yaşadıklarımız olur muydu? Onlar yine de ayrı bir parti kurarlar mıydı? Hayır, böyle bir şey binde bir ihtimalle dahi olmazdı.
NE YAPMALI?
Gelinen aşamada ne yapmak gerekiyor? Tüm PSK ve HAK-PAR üyeleri olan biteni değerlendirip ona göre tavır almalılar.
Benim bu konudaki görüşüm son derece net ve bunu birçok kez dile getirdim: Şu anda ayrı bir parti kurmaya gerek yok, HAK-PAR var ve bu birliğimizi temsil ediyor. Sosyalist devrim gündemde olmadığı için ve Kürt halkı bakımından yakın ve hayati görev özgürlük ve demokrasi olduğu için HAK-PAR bu iş için en uygun örgüttür.
Ayrıca bu arkadaşların derdinin sosyalizm için mücadele olmadığı da ortada. Eğer her şeye rağmen “Bize sosyalist bir parti gerek, biz sosyalizm için mücadele edeceğiz, PSK’yi de bunun için legalde kuracağız” deseler buna saygı duyar, hatta gururlanır, “Vay be, yoldaşlarım ne yaman sosyalistlermiş, demek emeklerimiz boşa gitmemiş!” derdim. Ama yıllardır bu yoldaşların sosyalizme ilişkin bir söz ve yazılarına tanık olmadım. Üstelik özellikle son dönemlerde kimi Kürt çevrelerinde sosyalizmi, hatta demokrasi mücadelesini nerdeyse Kürt davasına zararlı sayan ve tu kaka eden görüşler bir moda gibi yayılıp bizim tabanımızı bile etkilerken, bu arkadaşların bu yanlış görüşlere değinmek ve sosyalizmi, onun demokrasiye, sosyal ve siyasi hayatın çeşitli alanlarına ilişkin değerlerini savunmak için herhangi bir şey yaptıklarına tanık olmadım. Yoldaşlarım, bu görevi de yine zaman zaman, “kırk yıl sonra da iş yine başa düştü!” deyip yapmaya çalıştığımı bilirler…
Evet, sorun sosyalizme bağlı olup olmamak, bu nedenle Kürdistan Sosyalist Partisi’ni adı ve programıyla legale çıkarıp çıkarmamak değil. Zaten öyle olsa, bu işi 1990’dan bu yana yapardık. Yurt içinde sosyalist partiler 1980’lerin sonunda ortaya çıktı. O zaman biz de HEP, DEP, DDP, DBP ve HAK-PAR gibi demokratik partiler değil, doğrudan sosyalist bir parti kurar ve 12 Eylül öncesi olduğu gibi, hem Kürt halkının kurtuluşu için, hem de sosyalizm için mücadeleyi bir arada yürütürdük. Oysa öyle yapmadık. PSK olarak sosyalistlerin yanı sıra, liberal, dindar, sosyal demokrat diğer yurtsever kesimlerin de içinde birlikte çalışabilecekleri, programı buna uygun düşen bir legal parti düşündük. Bunu yaparken içimizden biri de çıkıp, yo ille de sosyalist bir parti olsun demedi.
Peki şimdi ne oluyor? Sosyalist damarımız şimdi mi birden kabardı?
Bütün bunlara rağmen bir bölüm arkadaş şimdi, kendi elimizle ve bir seçenek olarak kurduğumuz, 14 yıldır ayakta olan, son dönemde önemli bir gelişme eğrisi kazanmış HAK-PAR gibi bir parti varken, onu gözden çıkarıp ille de ayrı parti kuracağız derdilerse ve bunu yapmakta iseler, benim yapabileceğim bir şey yok. Evet, ben diktatör değilim ve eğer söz para etmiyorsa elimde bu arkadaşları caydıracak başka araç, örneğin bir cebir gücü yok, olmasını da istemiyorum.
Ben uzun siyasal ve örgütlü yaşamımda hep sorunları örgüt içinde organlarda ve gerektiğinde kamuoyu önünde açıkça tartışarak, yoldaşlarımı ikna etmeye çalışarak çözmeye çalıştım. Bugün de kişi olarak bana düşeni böyle yapabilirim.
Ama herkes de, doğru ya da yanlış, kendi yolunda yürümekte özgürdür.
Ben HAK-PAR’da çalışmanın, ona güç ve destek vermenin bu dönemde yapılacak en doğru iş olduğuna inanıyorum. Şu dönemde yaşadıklarımızı bir bölünme, ayrışma gibi görüp üzüntü duyan arkadaşlara da söyleyeceğim şudur: Siyasi hayatta her şey her zaman gönlümüzce yürümez. Mücadelemiz uzun soluk isteyen bir yürüyüştür. Bu uzun yürüyüşte yanlış yapanlar da çıkar ve eğer onlar yanlış yapmakta ısrarcı iseler biz bunu önleyemeyebiliriz. Bu durumda yapılacak iş doğru safta durmaktır. Suyu getirenle testiyi kıranı aynı kefeye koymamalı. Eğer üyelerin, kadroların büyük çoğunluğu bu doğru tavrı gösterirlerse korkulan olmaz ve hareket yoluna devam eder; gücü azalmaz, artar.
Yanlışın ise zaten geleceği yoktur. Kırk yıllık hareketimizin tarihi bunun örnekleriyle doludur.
13 Aralık 2015
-----------------
Bir kez daha PSK’nin legalleşmesi ve HAK-PAR üzerine 1. Bölüm
|
|
|
|