|
Tarihimizdeki bir acılı sayfa, Dersim
|
2011-12-01 11:13
|
Kemal Burkay
|
|
Aşağıdaki yazı Radikal Gazetesi’nin 1 Aralık 2011 tarihli sayısında yayınlandı. Onu okurlarımıza da sunuyoruz. (Dengê Kurdistan).
Son günlerde Zaman gazetesinde Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün’le yapılıp yayınlanan bir söyleşinin ardından Dersim olayı ile ilgili tartışmalar yeniden ısındı ve ortaya yeni belge ve bilgiler döküldü. Daha da önemlisi Başbakan Erdoğan, Dersim’de yapılanları bir katliam olarak niteledi ve bu nedenle devlet adına özür diledi, o dönemin tek partisi ve devletle özdeşleşmiş CHP’yi de özür dilemeye çağırdı.
Dersim üzerine tartışmalar hâlâ tüm hızıyla devam ediyor. Tartışmanın bir yönü, Dersim’in devlete karşı bir kalkışma, bir isyan olup olmadığıdır. Bazı çevreler, ki bunlar arasında CHP ve MHP de var, bugüne kadar savunulmuş resmi devlet tezine uygun olarak Dersim olayını bir isyan olarak niteliyorlar. Bu tezi savunanların bazıları ise, gerçeğin anlaşılması için arşivler açılsın, bir araştırma komisyonu kurulsun diyorlar. Oysa hem Dersim olayı eski tarihe ait bir olay değil, Dersim’in birçok canlı tanığı hâlâ sağdır ve konuşmaktadırlar; hem de ortaya dökülmüş olan belge ve bilgiler zaten 1937-38 yılında, yani 73-74 yıl önce yaşananların ne olduğunu ayan beyan ortaya koyuyor. Bu nedenle gerçeği anlamamız için tozlu raflardaki dosyalara başvurmaya, işi komisyona havale etmeye hiç de gerek yok. Buna rağmen arşivler –eğer bu arada ayıklanıp yakılıp kül edilmediyse- elbette açılsın ve bir komisyon da, eğer işi uzatıp kamuoyunu uyutma işinde kullanılmayacaksa, varsın kurulsun.
Öte yandan bugüne kadar ortaya dökülmüş çok sayıda resmi belge; üst düzey devlet adamlarının raporları, Bakanlar kurulu kararları, o dönemin devlet ve hükümet başkanlarının konuşmaları var ki bunlar Dersim’in “tedip ve tenkil” planının daha 1926’lardan itibaren adım adım hazırlandığını ve hayata geçirildiğini ortaya koyuyor. Son günlerde medyaya çarşaf çarşaf yansıyan, nice köşe yazısına konu olan bu belgelerden bir bir söz etmeme gerek yok. Radikal gazetesi de bizzat bu belgelerin kamuoyuna yansıtılmasında önemli bir hizmet gördü.
Bu belgeler aynı zamanda, Dersim’e yönelik “Tedip ve tenkil” planının kendi başına bir şey olmadığını, ansızın, bir karakol baskınıyla, bir köprü yıkımıyla filan ilgili olmadığını ortaya koyuyor. Dersim katliamı, Osmanlı’nın son dönemlerinde başlayıp Cumhuriyet döneminde de sertleşerek devam eden Kürt politikasının bir devamıdır. Daha doğrusu bu, Lozan’la ortaya çıkan yeni devletin, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde tek dile, tek soya dayalı bir ulusal devlet kurma çabasının ürünüdür. Bu politika en açık biçimde önce İttihat ve Terakki ile başladı ve 1. Dünya Savaşı sırasında Ermeni kıyım ve sürgününe yol açtı. Lozan’dan sonra Rumların da sürgün ve mübadele ile Anadolu’yu terk etmelerinin ardından yeni sınırlar içinde “sorun” olarak Kürtler kaldı. Sistem, Kurtuluş Savaşı sırasında izlediği Kürtlerle ittifak politikasını terk ederek Kürtleri yok sayma, Kürt dilini ve kimliğini yok etme ve onları Türkleştirme, yani asimilasyon işine girişti.
Bu politikanın Kürtler arasında tepkilere yol açacağı belli idi. Ortaya çıkan tepkiler ve en küçük hak talebi isyan sayıldı, Kürtlerin üzerine askeri güçler sürüldü; Kürt direnişleri, silahlı silahsız ayrımı yapılmadan acımasızca bastırıldı. Kürtlere karşı yok sayma ve şiddet, Cumhuriyet döneminin, Kemalist rejimin başlıca yöntemi oldu.
Şeyh Sait ayaklanmasından itibaren Kürtlerin Türkleştirilmesi, bu nedenle Kürtçenin yasaklanması, Kürtçe konuşanların cezalandırılması, Kürt aşiretlerinin Batı’ya sürülerek oradaki yoğun Türk nüfus içine serpiştirilip dil ve kültürlerinin unutturulması tüm raporlarda yer alır ve bu politika Dersim’i de kapsar. Hatta planlı bir şekilde Dersim’in tedip ve tenkili en sona bırakılır. Kürdistan’ın diğer bölgelerini sessizleştirdikten sonra, iç kesimdeki Dersim’in kuşatılması uygun görülür. Her şey bu plana göre işler ve Şeyh Sait, Ağrı ve irili ufaklı bir dizi başka harekâttan sonra sıra Dersim’e gelir. Ordu bu bölgede geçmişten beri aşiretler halinde yarı özgür bir hayat yaşayan, Kürtçe’nin Kurmanci ve Dımıli (Zazaca) lehçelerini konuşan, alevi inancına mensup Kürt aşiretlerini de “terbiye etmek,” sürüp öteki TC yurttaşları gibi tek renge boyamak için harekete geçti. Askeri birliklerle bölgeyi kuşattı, bazı küçük direnişleri bahane ederek, çocuk kadın, genç ihtiyar ayrımı da yapmaksızın acımasızca kıyım yaptı. Devlet güçlerine karşı hiç silah kullanmamış, hatta kendini onun şerrinden ve belasından korumak için devlet yanlısı davranmış diğer aşiret ve aileleri de buna dahil etti.
Böylece sözde bölgeye devlet otoritesinin yanı sıra medeniyet de götürdü! Yani kırım ve sürgünle büyük bölümü insansızlaştırılan bu bölgeye, çok sayıdaki kışla ve karakolların yanı sıra yol götürüldü, okullar açıldı, onlara “dil öğretildi”. Onlar sözde, “ağa, şeyh, seyit gibi sömürücü unsurların tasallutundan kurtarıldılar…” İç ve dış kamuoyuna böyle yansıtıldı.
Oysa bu, özrü kabahatinden büyük bir açıklamadır ve Dersim de dahil, bölge insanıyla alay etmektir. Kürt halkının bir dili kültürü, tarihi vardı. Bu binlerce yıla dayanan bir dil ve kültürdür. “Medeniyet götürmek” bu dili kültürü yok etmek ve bunun hatırına onları ezmek, katletmek olamazdı.
Feodal unsurlarla mücadele ise bir safsatadır. Bu niyeti olan bir devlet her şeyden önce bölgede toprak reformu yapardı. Oysa Türk devleti tüm tarihi boyunca buna yönelmedi, aksine kendi politikasına evet diyen feodal unsurlarla ittifakı tercih etti.
Kısacası, Cumhuriyet döneminde Kürtler bakımından var olan sorun ve yaşadıklarımız, Dersim’den sonra da süregelen tüm bu acılı olaylar, Kürt halkının temel hak ve özgürlüklerini tanımayan, dil ve kültürlerini yok ederek onları Türkleştirmek isteyen böylesi yanlış bir politikanın ürünüdür. Adil ve eşitlikçi bir çözümü başaramayan Cumhuriyet yönetiminin, Kemalist rejimin bu politikası çok zalim uygulamalara ve kanlı, acılı olaylara yol açtı. Bugün de ne yazık ki hala sorun insan hak ve özgürlüklerine uygun, adil bir çözüm bulmuş değil ve bu nedenle acılı olaylar devam ediyor.
Dersim olayı, söz konusu tarihte sadece bir halkadır ve son halka olmadığı bugün de görülüyor.
Başbakan Erdoğan’ın bu konudaki açık sözlülüğü ve devlet adına özür dilemesi ise Cumhuriyet tarihinde bir ilktir, onurlu ve cesur bir adımdır ve bir dönüm noktasıdır. Bunu küçümsemek, önemsiz göstermek için bin dereden su taşıyanlar görülüyor. Bazıları, Erdoğan’ın bunu CHP’yi köşeye sıkıştırmak için yaptığını söylüyorlar. Sorumluluk CHP’ye ait değil, devlete aittir, diyorlar. Celal Bayar, Karabekir ve Fevzi Çakmak gibi muhafazakâr kesimin sahiplendiği politikacıların ve üst düzey komutanların da o dönemde CHP içinde olduklarını ve Dersim kırımında önemli roller aldıklarını söylüyorlar.
Erdoğan bir politikacıdır elbet, onun bu konuda ön alırken, aynı zamanda rakibi CHP’yi de köşeye sıkıştırmak istemesi anlaşılır bir şeydir. Yine Dersim’e karşı hazırlanan ve adım adım uygulanan planda devlet başkanı olan Atatürk’ün ve 1937 Eylülü’ne kadar Başbakan olan İsmet Paşa’nın yanı sıra, onun ardından başbakanlığı devralan Bayar’ın ve o dönemin önde gelen diğer askeri ve sivil devlet sorumlularının payı var. Ne var ki tüm bunlar, devletin tüzel kişiliğinin yanı sıra, o dönemde tek parti iktidarını temsil eden ve devletle bütünleşmiş olan CHP’nin bu politika ve uygulamalardaki birinci derece sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Örneğin bugün Suriye halkına kan kusturan Baas Partisi ve Esat yönetimi, yarın diktatörlük çöküp gittiğinde ve eğer Baas da bir şekilde siyasi hayatına devam edebilirse, bugün yaptıkları için devleti suçlayıp kendisi temize çıkabilir mi?..
Belli ki CHP bu karanlık tarihe, o dönemde yapılmış nice zulme, haksızlığa sahip çıkıyor ve özeleştiri yapma olgunluğunu ve cesaretini gösteremiyor. Üstelik bu ayak diremeyi, hâlâ geçmişteki yanlış politikaları savunarak yapıyor. “Devrimin “meşruluğu”na ve “olayları her dönemin kendi koşulları içinde değerlendirme gereğine” sığınıyor. Başkasına Türkçe öğretme hatırına on binlerce yoksul insanı, çocuk, kadın, genç ve ihtiyarı kırıp geçirmenin ne tür bir devrimcilik olduğu bir yana, eğer koşulları böyle diye her olayı hoş göreceksek, Kuzey ve Güney Amerika ve Avustralya yerlilerinin soyunun kurutulmasını, 2. Dünya Savaşı sırasında toplama kamplarında yok edilen Yahudileri ve İttihat ve Terakkicilerin Ermeni halkına yaptıklarını da anlayışla karşılamamız, yargılayıp mahkum etmememiz gerekir.
Ne yazık ki bugün Dersim olayıyla yüzleşmekten kaçınan CHP’ye, MHP’ye ve yandaşlarına hâkim olan zihniyet bu türdendir. Bu zihniyet tehlikelidir ve onu ısrarla sürdürenler, belli ki koşullar uygun düşse, fırsat bulsalar, bugün de aynı şeyleri yapacaklar. Zaten MHP başkanı Bahçeli Dersim kırımını devlet açısından haklı bulmakta, pervasızca savunmaktadır. Tanrı Kürtleri ve Türkleri bu ilkel, acımasız zihniyetin yol açabileceği belalardan korusun.
Sonuç olarak, Dersim olayı hem Kürt tarihinin bir acılı sayfası, hem de Osmanlı-Türk tarihinin utanç verici sayfalarından, kara deliklerinden biridir. Ancak bugüne kadar tarih adına insanlarımıza ezberletilmiş yalanları ortaya sererek, bu tür kara delikleri aydınlatarak, yapılan zulüm ve cinayetlerden dolayı onun mağdurlarından özür dileyerek ülke ve toplum bu utançtan kurtulabilir ve sağlığına kavuşabilir.
Tarihte işlenen bu tür kötülükler nedeniyle özür dilemekle bir millet küçülmez, büyür. Onu yapabilen liderler ise onurlu kişilerdir ve kendi halklarına da saygınlık kazandırırlar.
|
|
|
|