|
EĞİTİM SİSTEMİ DERKEN…
|
2017-11-13 12:54
|
Kemal Burkay
|
|
Türkiye’de yeni eğitim yılının başlaması nedeniyle şu günlerde yine eğitim sistemi çeşitli yönlerden tartışılıyor.
Yeni eğitim bakanı da bir kez daha eğitim sisteminde değişikliğe gitti. Sınav sisteminde bir kez daha değişiklik var. Yine öğrencinin gideceği okula ilişkin kurallar da yeniden değişti.
Şu son 15 yıl içinde bile bu kaçıncı sistem değişikliği, altıncısı mı yedincisi mi? İzlemek mümkün değil. Bütün bunlar niye yapılır? Tüm bu sistem değişiklikleri ile eğitim iyileşiyor mu, yoksa çok daha karmakarışık hale mi geliyor? Sanırım ikincisi oluyor.
Bu ülkede orta ve yüksek öğrenimimi 1950’li yıllarda yapmış, bu arada ilk ve orta düzeyde birkaç yıl öğretmenlik de yapmış biri olarak Türkiye’nin son dönemdeki eğitim sisteminden, bunca özel okuldan, özel üniversiteden, kurslardan, sınavlardan ve sisteme ilişkin diğer binbir kuraldan bir şey anlamam mümkün değil. Öğrenciler ve velileri ne yapıyorlar, nasıl işin içinden çıkıyorlar bilmiyorum.
Malum sebeplerle onyıllarca Avrupa ülkelerinde de kaldım. Özellikle İsveç ve Almanya’daki eğitim sistemlerini de az çok tanıdım; ama böyle karmakarışık, bu kadar oynanmış, istikrarsız bir eğitim sistemi görmedim.
Anladığım kadarıyla yapılanlar, tüm bu ardı arkası kesilmez sistem değişiklikleri, eğitimi iyileştirmek için filan değil. Birileri onu kendi hesaplarına düzenlemeye, kendi dünya görüşlerine, yaşam tarzlarına göre biçimlendirmeye çalışıyorlar. Öyle olunca da ortaya işe yarar, çağdaş bir eğitim sistemi değil, kaos çıkıyor.
Bu bir yana… Çağdaş ve demokratik diyebileceğimiz bir eğitim nedir?
Daha yıllar öncesi, Türkiye Öğretmenler Birliği- TÖB-DER’in, 4-11 Şubat 1978 tarihlerinde düzenlediği “Demokratik Eğitim Kurultayı”nda bu konu ele alınmış ve demokratik eğitim “biçimde ulusal, özde emekçi halktan yana” diye nitelenmişti.
Biçimde ulusal olması, her halkın kendi anadilinde eğitim yapabilmesi demektir. Bu, söz konusu Kurultayın sonuç bildirisinin (C) fıkrasında şöyle dile getirilmişti:
“Türkiye’nin de altına imzasını koyduğu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Haklarını koruma Sözleşmesi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı Sonuç Belgesi gereklerine uygun olarak insan hak ve özgürlükleri, halkların haklarının eşitliği ve kendi geleceklerini tayin ilkesi doğrultusunda herkese anadilinde öğrenim yapma hakkının tanınması…”
O günden bu yana yaklaşık 40 yıl geçti, ama bırakın halkların kendi geleceklerini belirleme gibi geniş boyutlu temel bir hak, anadilde eğitim hakkı gibi görece mütevazi bir hak bile hayata geçmedi. Bu ülkede yaşamakta olan ve nüfusu günümüzde 25 milyona ulaşan Kürt halkına kendi anadilinde eğitim ve öğretim hakkı dahi tanınmamıştır. Bu iş haftada 2 saatlik ücretli ders hakkı tanımak gibi komik ihsanlarla olmaz, dilin ilkokuldan üniversiteye kadar eğitim dili ve aynı zamanda kamu alanında kullanılabilmesiyle olur.
Salt bu kadarı, yani anadilde eğitim hakkının olmadığı böyle bir durumda bile eğitim sisteminin demokratik olmasından söz etmek gülünç olur.
Ve durum böyleyken, gelip geçen hükümetlerin bu duruma dokunmadan eğitim sistemini sözde iyileştirme adına, ikide bir değişikliğe gitmelerinin ne anlamı var?
Kuşkusuz demokratik eğitim sistemi salt bu değil, o aynı zamanda özde de demokratik olmalı. TÖB-DER’in eğitim kurultayında bu, “emekçi halktan yana olmalı” diye özetlenmişti. Emekçi halk, malum, halkın ezici çoğunluğu, alınteri ile yaşayanıdır. Yani sömürücü azınlık değil. Demokratik eğitim hele hele ırkçı-şoven bir nitelik taşımamalı. Bu açıdan da Türkiye’nin eğitim sistemi çağdaş anlamda yaya kalır.
TÖB-DER’in söz konusu kurultayının sonuç bildirgesi (E) fıkrasında bu konuda da şöyle deniyordu:
“Başta MC’nin (Milliyetçi Cephe) ders kitapları olmak üzere, süregelen faşist, gerici ve bilimdışı öğrenim programlarının ve ders kitaplarının kaldırılması, bunun yerine TÖB-DER’le işbirliği halinde, demokratik eğitimin gereklerine uygun olan öğretim programlarının ve ders kitaplarının hazırlanması…”
Aradan geçen 40 yılda da bu öneriler doğrultusunda da hiçbir şey olmadı. Önce ülkenin üzerinden 12 Eylül faşizminin merdanesi geçti, Kürt dilinin konuşulması bile yasaklandı. Ardından gelenler de, işlerine gelen bazı palyatif değişikliklerin ötesinde 12 Eylül’ün anayasasını ve tüm kurumlarını korumayı tercih ettiler ve bugüne kadar geldik.
Söz konusu ders kitaplarında, tarih öğrenimi alanında çocuklara öğretilen şeylerin başında, bir dizi yalan dolanın yanı sıra, “atalarımızın” nasıl at koşturup ulaştıkları her yerde kele kesen, kentleri yerle bir eden, taş üstünde taş bırakmayan kahramanlar olduğu gelir! “Bir Türkün dünyaya bedel” olduğu gelir!.. “Türkün Türkten başka dostunun olmadığı”, nerdeyse “bütün dünyanın Türklere düşman olduğu” gelir!..
Bu anlayış okul dışında da, her türden toplantılarda, anma günlerinde, TV’lerde günün 24 saati işlenmektedir.
Böyle bir eğitim sistemiyle yetişen çocuk ve genç, böylesi bir ortamda şekillenen yurttaş nasıl biri olur? Böyle bir insan, uygar, barışçı, sevecen olabilir mi? İnsanları, hatta bitki ve hayvanları sevebilir mi? Yoksa o bir şiddet tutkunu mu olur?
Böyle insanlardan oluşan bir toplum şiddet tutkunu, hasta bir toplumdan başka ne olur?
Baylar, eğer çağdaş anlamda ileri bir toplum yaratmak, iyi bir toplumda yaşamak istiyorsanız, insanınızı da ona göre eğitmelisiniz.
Bunun için, kelle kesen, karın deşen, taş üstünde taş bırakmayan atalarla övünme hastalığını bırakın. Bu övünülecek değil, utanılacak bir şeydir. Çocuklarınıza insanları sevmesini, onlara yardım etmeyi. onlarla eşit ve barış içinde bir insan olarak yaşamayı öğretin.
Çocuklarınıza hayvanlara ve bitkilere iyi davranmayı öğretin. Öyle ki gördükleri her hayvana taş atmanın, ayı yavrularını öldürmenin, gördükleri her çiçeği koparmanın, bitki ve hayvanlara hor davranmanın kötü bir şey olduğunu öğrensinler. Dünyanın binbir çeşit hayvan ve bitkilyle birlikte güzel olduğunu öğrensinler.
Çocuklarınıza doğayı kirletmemeyi öğretin. Öyle ki güzelim piknik alanlarını, göl ve ırmakları, ormanları çöp alanlarına çevirmesinler. Hayatlarının güzel ve temiz bir çevreyle güzel olacağını öğrensinler.
Çocuklarınıza trafikte nasıl davranmaları gerektiğini öğretin; çünkü ağaç daha yaşken eğilir. Sürücü ve yaya olarak trafik kurallarına tam olarak uymayı öğretin. Kırmızı ışıkta durmayı, yeşil ışıkta geçmeyi öğretin. Buna uyulmadığı zaman trafiğin bir kaosa, yolların mezbahaya döneceğini anlatın.
Çocuklarınıza yolda doğru yürümeyi, kaldırımda sağ şeridi izlemeyi öğretin.
Çocuklarınıza, her alanda kendi hakkı ile yetinmeyi, başka insanların haklarına saygı göstermeyi, yaşlı, hasta ve sakatlara iyi davranmayı öğretin.
Otobüs ve tren kuyruğunda nasıl durulur, sıraya nasıl uyulur, onu öğretin.
Velhasılıkelam, iyi insan ve iyi vatandaş olmaları için çocuklarımıza öğretebileceğimiz, öğretmemiz gereken çok şey var. Hepsini bir bir sayamam.
Ama bunların hiçbiri sizin ders kitaplarınızda, müfredat programlarınızda yok; çünkü sizin aklınızda da yok! Sizin, bu ülkeyi dünden bugüne yönetenlerin derdi iyi insan yetiştirmek değil.
Sizin eğitim sisteminiz bir felaket. Siz insanı iyi yönde değil, kötü yönde eğitiyorsunuz ve sonuçta ortaya böylesine psikolojisi bozuk, şiddete tapan, her an barut gibi patlamaya hazır hasta insanlar ve hasta bir toplum çıkıyor.
13 Kasım 2017
“
|
|
|
|