|
1993 Protokolü ve elmalarla armutları karıştıranlar 2. Bölüm
|
2018-05-29 21:40
|
Kemal Burkay
|
|
1993 Protokolü ve elmalarla armutları karıştıranlar 2. Bölüm Kemal Burkay Yazımın 1. Bölümünde 1993 Protokolü’nün gerçekleştiği siyasal ortama ve söz konusu protokoldeki temel istemlere değinmiştim. Beşli Grup’un son girişiminin ne tür bir ortamda ve hangi hedef ve istemler uğruna yapıldığına gelince: Bir kere aradan yıllar geçti, köprülerin altından çok sular aktı. PKK’nın ve onun güdümündeki örgütlerin –ilgili legal partiler de dahil- politikaları 180 derece değişti. Bunları herkes bilir; yine de kısaca hatırlatayım: Birincisi, Öcalan 1998 yılının sonlarında Suriye’den çıkarıldı ve 1999 yılı başlarında Kenya’dan alınıp Türkiye’ye getirildi. Bu gelişle birlikte Öcalan 12 Eylül öncesi konumuna döndü. Yani sisteme bir kez daha teslim oldu, onun hizmetine girdi. Pişmanlık dile getirdi, “artık ne bağımsızlık, ne federesyon, ne otonomi istiyorum, bunlar ilkel taleplerdir,” dedi; “devletin hizmetindeyim, ne istiyorsanız onu yapayım,” dedi. Öyle de yaptı. O güne kadar sözde, yada görev gereği ateş püskürdüğü Kemalizmi ve üniter devleti savunur oldu. Daha sonra, Kürtleri her türlü ideolojik ve devlet için sakıncalı kavramlardan (devlet, ulus, vatan) arındırmak için, devletin mutfağında pişirilen içi boş “demokratik özerklik” ya da siyasi literatürde yeri olmayan garip kavramları ( “demokratik ulus”, “ortak vatan” vb.) servis etti. PKK ve KCK çatısı altındaki tüm örgütler, DTK ve HDP de dahil, bunu benimsediler ve bu yolda yürümekteler. Beşli Grup işte böylesine bir HDP’nin -dolaylı olarak da PKK’nın- kapısını çalmakta. Bundan Kürt halkı için hayırlı bir sonuç çıkar mı? Buna ihtimal olabilir mi?.. Sonuç olarak bu girişim, Kürt yurtsever örgütleri arasında ittifaka yönelik bir girişim değil, sömürgeci güçlerin güdümündeki, Kürt halkının temel taleplerinden hiçbirini dile getirmeyen, aksine Kürt halkını oyalamaya, Kürt ulusal hareketini bitirmeye yönelik bir örgütle ittifaka yönelik bir girişimdir. İkincisi, bugünkü siyasal ortam da 1993’teki ateşkes ortamından, hatta üç-dört yıl öncesinden çok farklıdır. Bunu da herkes bilir, ama yine kısaca hatırlatalım: 1993 ortamı savaş ve şiddet yanlısı güçler eliyle sabote edildikten sonra yeniden uzun bir çatışma dönemi yaşandı. Ancak 2005 yılına gelindiğinde, yani AK Parti döneminde Türk devletinin politikaları bakımından kırılma diyebileceğimiz ikinci bir değişim yaşandı. İktidardaki AK Parti’nin liderleri, Gül ve Erdoğan, “Kürt sorunu vardır, bizim de sorunumuzdur, bu sorun şiddet ve savaşla çözülmez,” dediler, “çözüm ve barış” süreci diye adlandırılan bir diyalog süreci başlattılar. Biz de bu süreci olumlu karşıladık ve destekledik. Ne yazık ki kör-topal yürüyen, zaman zaman kesintilere uğrayan bu süreç de sonra tümüyle tıkandı ve 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından taraflar bakımından eskiye dönüldü. Hükümet Kürt sorununda, diyalog sürecini rafa kaldırıp yeniden güvenlik politikalarına yönelirken, PKK kesimi de 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından, yani HDP’nin barajı geçip parlamentoda 80 milletvekili ile 3. Parti haline geldiği bir aşamada, İmralı’daki Öcalan’ı da baypas edip çukur ve hendek savaşları denen ve Kürt halkı bakımından yeni bir yıkımla sonuçlanan provokatif eylemlere yöneldi. Hükümet politikalarının değişmesinde, onun diyalogdan uzaklaşıp MHP ve eski derin güçlerin yanına düşmesinde bunun da büyük etkisi oldu. PKK, bunu neden yaptı?. Neden hala -görünüşte de olsa- lider ve “irade” saydığı, gösterilerinde posterini yükselttiği Öcalan’ı bile baypas ederek söz konusu provokatif eylemlere girişti? Çünkü PKK, yukarda sözünü ettiğim, 1998’den itibaren yaşanan gelişmeler ile yalnızca yeniden Türk derin devletinin güdümüne girmekle kalmadı, aynı zamanda İran, Irak ve Suriye gibi, öteki sömürgeci güçlere hizmet veren taşeron bir örgüte dönüştü. Böyle yapması şaşırtıcı değil. İmralı’dakinin durumu bir yana, Kandil’dekiler de Kürt halkının değil, söz konusu güçlerin hizmetinde. Bunun içindir ki PKK yıllardır devlet olmayı Kürtler bakımından tu kaka sayıyor ve bunun uyduruk ideolojisini servis ediyor. Bunun içindir ki aynen Irak, İran ve ötekiler gibi, Güney Kürdistan’ın bağımsızlığına karşı çıkıyor ve Güney’deki yönetime ve lider Barzani’ye düşmanlığı bir politikaya dönüştürmüş. HDP ise böylesi bir PKK’nın güdümünde. Nitekim hendek ve çukur savaşlarının başlarında kimi yöneticileri mırın-kırın etseler bile kervandan ayrılamadılar, onunla birlikte sürüklendiler. HDP’nin ayrıca özel bir durumu var. HDP, daha BDP döneminden başlayarak, arayış içinde olan, bir yerlere tutunup varlık göstermeye çalışan bazı marjinal Türk sol gruplarla da eklemlenerek, bir Türkiyelileşme projesinin ürünü olarak ortaya çıktı. Bunu o zamanki İçişleri Bakanı Beşir Atalay açık açık dile getirdi ve kimse de buna itiraz etmedi. Şunu da belirteyim ki, sorun, HDP’nin bir “Kürt partisi” veya “Türkiye Partisi” olup olmaması değildir. Sorun onun, Kürt halkının haklı taleplerini savunup savunmadığıdır. HDP bu talepleri savunmuyor, savunamaz. Yukardan beri saydığımız nedenlerle PKK gibi, onun da fabrika ayarları buna engel. Beşli grup işte, Yurtsever güçlerin seçim ittifakı adına böylesi bir HDP’nin kapısını çalmakta… Diyelim ki siyasette deneyimsiz olan sıradan insanlar bütün bunları göremeyebilir, görse de önemini kavramayabilir. Peki, sözde yılların kadroları, örgüt yönetmeye soyunmuş kişiler de bunları bilmiyorlar mı, görmüyorlar mı? İnsan bu derece elmalarla armutları karıştırabilir mi? Baylar, şu ortamda ve PKK-HDP’nin durumu buyken, Kürt halkının özgürlüğünü, barışı, demokrasiyi ve değişimi amaçlamış herhangi bir örgütün yapması gereken, boş birlik lafları uğruna onlarla, yani yanlış yolda olanlarla ittifak kurmak için çabalamak değil, tam tersine yanlışla arasına kalın bir çizgi çekmektir. Biz HAK-PAR olarak işte bunu yapıyoruz. HAK-PAR, Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesinin ve teslim olup devletin hizmetine girmesinin, partisinin de onu izlemesinin ardından, bu amaçla, Kürt yurtsever güçlerini doğru bir kanalda bir araya getirmek, Kürt halkına doğru bir seçenek sunmak için kuruldu. Birlik isteyen herkes, her dürüst, aklı başında insan bunu görebilir. Hele hele, birliğe gelmemekte ısrar edenler veya gelip de şu veya bu bahaneyle kaçanlar –ki bunlar arasında HAK-PAR Genel Başkanlığı yapanlar ve üst yönetiminde görev alanlar da var- bunu çok daha iyi bilirler. Ve tüm bunları bildiklere halde bilmezden gelenlere ne anlatılabilir ki? Hayır, onların birliğe gelmeyerek, ya da ondan kaçarak, kendi küçük kulübelerini kurarak yapmak istedikleri başkadır. Bunlar kişisel ikbal ve kariyer hesaplarıdır ve onları bundan döndürmek mümkün değil. İnsan bir kere kaygan zemine düşmeye görsün, kendini toparlayıp sağlıklı zemine dönmesi kolay değildir. Öyle olunca da bazı şeyleri sabırla, tekrar tekrar anlatmamızın nedeni bu tür insanları ikna değildir. Hayır, o boşuna bir çaba olurdu. Amacımız gerçekten Kürt halkının özgürlüğünü ve yurtsever güçlerin birliğini isteyen iyi niyetli insanları aydınlatmaktır. Bunun da ne yazık ki kolay bir iş olmadığını şu uzun siyaset yaşamımızdan biliyoruz. Ama bile bile yanlışın peşine takılmayacak dürüst ve vicdanlı insanlar için başka yolu var mı? Evet biz, nice güç ve bazen acı verici de olsa, kitlelere doğru yolu göstermeye devam edeceğiz. 24 Mayıs 2018
|
|
|
|