|
HAK-PAR KONFERANSI ve “GÜÇLÜ YURTSEVER SEÇENEK”
|
2019-05-22 20:20
|
Kemal Burkay
|
|
HAK-PAR Parti Meclisi’nin aldığı karara uygun olarak, 18-19 Mayıs tarihlerinde Mersin’de Kilikya Oteli’nde “Güçlü Yurtsever Bir Seçenek Mümkün” konulu bir konferans düzenlendi. Konferansa, partili ve konuk olarak 100 dolayında bir katılım oldu.
Konferansın birinci günü asıl olarak HAK-PAR üyesi olmayan konuklara ayrılmıştı ve onlarla görüş alış verişini amaçlamıştı. Öyle de oldu. Konferansın ikinci günü ise genişletilmiş Parti meclisi toplantısı biçiminde yapıldı ve hem konferans değerlendirildi, hem de HAK-PAR’ındurumu ve iç sorunları tartışıldı. Bu bölümde yaptığım konuşmanın bir özetini aşağıda okurlara sunuyorum:
Değerli arkadaşlar,
Konferans için seçilen başlığa ( “Güçlü Yurtsever Bir Seçenek Mümkün”) bakınca –ki bununla kast edilen elbet ülkemizin kuzey parçası bakımından Kürt yurtsever hareketidir- akla şu geliyor: Kuzey Kürdistan bakımından Kürt halkının özgürlük mücadelesini temsil edebilecek güçlü bir seçenek henüz yaratılabilmiş değil.
Bu tespit ne yazık ki doğrudur. Bugün ülkemizin bu parçasında, bazı çevrelerin “Kürt özgürlük hareketi” olarak niteledikleri, güçlü ve kitlesel görünen kesim (PKK-HDP) asla Kürt halkını temsil etmez. PKK 1970’li yıllarda Kürt ulusal hareketine karşı bir devlet projesi olarak sahneye çıkarıldı ve o günden beri oynadığı rol budur. HDP de bu projenin son dönemdeki legal biçimidir.
HAK-PAR, 2000’li yılların başında, Öcalan yakalanıp Türkiye’ye getirildikten ve maskesini atıp açık biçimde teslim olduktan, partisi de onu izledikten sonra, Kürt halkının temel istemlerine sahip çıkan bir seçenek, bir birlik projesi olarak oluşturuldu. Ama ne yazık ki bugüne kadar yeter güç toplayıp, bu rolü oynayacak kadar kitleselleşemedi. Öyle olunca da Kürt hareketinin bugünkü manzarası, Kuzey parçası bakımından iç açıcı değil. Ve bu manzara, Kürt hareketinin bu parçadaki bütünü bakımından bir başarısızlık gibi görünüyor.
Başarısızlığın Sorumlusu Kim? Herkes Yanlış mı yaptı? Buna bakınca ortaya çıkan görüşlerden biri, başarısızlığın sorumluluğunu Kürt sahnesindeki aktörlere ve bunların tümüne yüklemektir. Bunlar toptancı bir anlayışla “herkes yanlış yaptı” diyorlar.
Ama bu toptancı bakış yanlıştır. Birincisi, ortada bir başarısızlık varsa Kürt hareketinin içinde bulunduğu objektif ve sübjektif koşulların tümünün ürünüdür.İki yüzyılı aşkın süregelen Kürt halkının özgürlük mücadelesini bu bakımdan değerlendirmeye bu toplantıda zamanımız el vermez. Bunu geçmişte birçok kez yaptık. Ama hiç değilse 1960’lı yıllardan bu yana, yani bizim kuşaktan aktörlerin yaptığına bakarsak şunu söyleyebiliriz: Herkes yanlış yapmadı.
1960’lı ve 70’li yıllarda Kürt özgürlük hareketi, siyasal ve kültürel mücadeleye ağırlık vererek barışçı biçimlerde gelişiyordu. Özgürlük Yolu Hareketi (Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi) olarak 1977’de Diyarbakır’da, 1979’da Ağrı’da Belediye Başkanlığını kazandık. Özgürlük Yolu dergisi 10-12 bin, RojaWelat Gazetesi 30-40 bin tiraj yapıyordu. Türkiye demokrasi güçleriyle sıkı dayanışma içinde idik. Yönetimini paylaştığımız 200 bin üyeli Türkiye Öğretmenler Derneği’nin (TÖB-DER) düzenlediği eğitim kurultayında, RojaWelat’a destek ve anadilde eğitim kararı alınıyor ve 40 kadar demokratik örgüt bu karara destek veriyordu, ki bunlar arasında DİSK, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Halkevleri vardı.
Aynı yıllarda bölge Yurtsever güçlerin denetiminde idi ve çoğu yere faşist güçler ayak basamıyordu. Türkeş’in Diyarbakır’dan apar topar kaçışını hatırlayın.
1979 yılında üç yurtsever örgüt (Özgürlük Yolu, DDKD ve KDP-KUK) bir araya gelerek Ulusal Demokratik Güçbirligi’ni (UDG) oluşturduk. Buna Rızgari, Kava gibi diğer bazı yurtsever güçleri katmayı da hedeflemiştik. Ve eğer süreç barışçı biçimde devam etseydi, daha 1980’li yılların başında bölgedeki belediye başkanlıklarının çoğunu alabilir, genel seçimlerde rahatlıkla 70-80 milletvekili çıkarabilirdik.
Ama bu barışçı süreç rejim tarafından iki yoldan sabote edildi. Birisi 1978 yılında PKK’nın devreye konup Kürt hareketine saldırtılması, PKK eliyle Kürt hareketinin terörize edilmesi, diğeri ise 12 Eylül 1980 darbesi ile var olan güdük demokrasinin de tümden askıya alınması ve cunta eliyle Kürt ve Türk solunun, bir bütün olarak demokrasi güçlerinin acımasızca ezilmesi oldu. Söz konusu koşullarda yurtsever ve devrimci kadroların bir bölümü zindana düştü, bir bölümü gurbete çıktı, mücadele büyük ölçekte kesintiye uğradı.
Daha sonra, PKK Suriye’nin denetimine girip 1984 yılında Türkiye’ye karşı silahlı eylemlere yönelince ise, konjünktür değişti, Kitleler Türk kesiminde militarizmin, Kürt kesiminde PKK’nın çevresinde kümelendi, 1980’li yılların sonunda Sosyalist sistemin çöküp dağılmasıyla devrim ve demokrasi güçleri daha da zayıfladı ve bunun olumsuz etkileri bugüne kadar sürmekte.
Bu konuda özetle diyeceğim şu: Herkes yanlış yapmadı; Yanlış yapanlar elbette olur ve oldu; ama koşullara uygun, doğru bir politika izleyenler de oldu. Ne var ki doğru yapmak, doğru yolda olmak da hedefe ulaşmaya her zaman yetmeyebilir.
Yurtsever Güçlerin Birliği Sorunu
Bugünkü dağınık manzaranın yol açtığı eğilimlerden biri de şu: Birlik için mevcut tüm örgütler kendini feshetsin, herkes bir araya gelsin, yeni bir örgüt oluşsun.
Bu eğilim yeni değil; 1980 sonrası ortaya çıkan ve solda, Kürt yurtsever hareketinde pek çok örgütün dağılıp un ufak olduğu koşullarda başladı, bugün de sürüyor.
Ben ve başında veya içinde bulunduğum örgütler (önce Kürdistan Sosyalist Partisi, daha sonra Hak ve Özgürlükler Partisi -HAK-PAR) birliğe hep önem verdik. Benim yaklaşık 35 yılım, aynı zamanda birlik için çalışmakla geçti. Kürdistan Sosyalist Partisi olarak programımızda daha başından beri hem bir ulusal cepheye hem de Türkiye devrim ve demokrasi güçleriyle birlikte antiemperyalist-demokratik cepheye yer vermiştik. Buna uygun olarak yıllar boyu birlik çalışmalarının içinde olduk, çoğu zaman da önericiydik. UDG, Beşli Çalışma (HEVKARİ), altı örgütün (TKSP, KİP, TKP, TİP, TSİP, TKEP) oluşturduğu Sol Birlik, 12 Örgütle yürütülen ulusal cephe çalışması bunlar arasında. Ayrıca dört parçadan Kürdistanlı örgütleri kapsayacak Ulusal Kongre için çalıştık.
1989 yılından başlayarak ülkemizin kuzey parçasında yurtsever ve demokratik güçlerin bir araya gelerek Kürt halkının özgürlüğünü ve demokratik bir toplumu hedefleyen kitlesel legal bir parti oluşturmalarının gereğini savunduk ve bunun için girişimler başlattık. Bu çabaların sonucu Halkın Emek Partisi (HEP) oluştu. Bu partiyi Demokrasi Partisi (DEP) izledi. O da kapatılınca sırayla Demokrasi ve Değişim Partisi ( DDP) ile Demokrasi ve Barış Partisi (DBP)’nin kuruluşuna öncülük ettik. Tüm bu partiler oluşurken diğer yurtsever örgütlere ve kişilere ortak bir program üzerinde birlikte çalışmayı önerdik.
Son olarak 2000’li yılların başında, Öcalan’ın Suriye’den çıkarılıp, yakalanıp Türkiye’ye getirilmesinin ardından ortaya çıkan durum nedeniyle yeni bir girişim başlattık. Öcalan teslim olmuş, Kürt halkının tüm temel taleplerini terk etmiş, partisi de onu izlemişti. Rejim bundan yararlanarak Kürt halkının özgürlük mücadelesini tümden söndürmeye yönelmişti. Kürdistan Sosyalist Partisi Genel Sekreteri olarak PKK dışındaki yurtsever örgütlere, aydınlara mektup yazdım, Kürt ulusal hareketi tehlikededir, dedim. Yurtsever güçlerin bir araya gelip halka umut verecek bir seçenek oluşturmaları gereğini dile getirdim.
Bu girişimin sonucu yurt dışında Stokholm’da, Köln’de yüzlerce kişinin, örgüt temsilcilerinin, aydınların katıldığı toplantılar yapıldı. Bu çalışmaların sonucu Avrupa Kürt Platformu ve yurt içinde HAK-PAR oluştu.
Diğer kesimlerle ortak çabaların sonucu oluşan HAK-PAR bir birlik projesi idi. Sosyalist, sosyal demokrat, liberal ya da İslamcı, tüm yurtsever güçlerin, özgürlüğü ve demokrasiyi hedef alan ortak bir program üzerinde bir araya gelmesini, böylece kitlelere, Kürt halkının mücadelesini omuzlayacak güçlü bir seçenek sunmayı amaçlamıştı. Bu amaçla, o dönemde arkadaşlarımızın yönetiminde olan ve belli bir kitleselliğe ulaşmış, seçimlere girebilen Demokrasi ve Barış Partisi’ni de sonlandırıp varlığını HAK-PAR’ın hizmetine sunduk.
Ama ne yazık ki bazıları birlik için gereken sorumluluğu göstermediler, uzak durdular. Şerafettin Elçi gibileri, bir kez daha kendi küçük kulübelerini sürdürmeyi tercih ettiler.
Birliğe gelen, kuruluşta yer alan bazıları ise şu veya bu bahaneyle ayrıldılar. Bunlar içinde HAK-PAR yönetiminde yer alanlar, hatta genel başkanlık yapanlar var.
Süreç içinde kendi küçük kulübelerini kuranların sayısı arttı. Bunlar, “Romada ikinci olmaktansa iki evli bir köyde birinci olmak daha iyidir” diyen ünlü İtalyan özdeyişine göre davrandılar. Ve bu iki evli köyün birincileri, bir milletvekilliği kapıp parlamentoya girmek, bir ile, ilçeye belediye başkanı olmak için,PKK’nın legal plandaki uzantıları HADEP’in, BDP’nin, HDP’nin, hatta AKP’nin kapısında kuyruğa girdiler, örgütlerini pazarladılar…
Ve ilginçtir ki şimdi bunların cümlesi birlik teranesiyle ortaya çıkmışlar. Tüm örgütler bir araya gelip birlik oluşturmalıymış!
Bunlar birlik isteminde samimiler mi? Amaçları gerçekten birlik mi?
Eğer öyleyse kendilerine sormak gerekir: Geçmişte onlarca kez kapınıza gelindiği, size birlik fırsatı sunulduğu halde neden birliğe gelmediniz?
Ya da, geldiniz, içinde yer aldınız da neden sudan bahanelerle örgütü bırakıp gittiniz? Neden geri gelmiyorsunuz?..
HAK-PAR bir birlik projesi olarak dün gibi bugün de size kucak açmaya hazır olduğu halde neden küçük küçük kulübeler inşa ettiniz?..
Siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz? Birlik dediğiniz şey bir yaz-boz tahtası mı, yoksa boş zamanları değerlendirme uğraşı mı?..
Evet değerli arkadaşlar, bu kişilerin derdi birlik filan değil; küçük de olsa bir örgütleri olmalı ve onlar mutlaka “başkan” olmalılar… Bu belki onları tatmin eder, belki milletvekilliğinin, belediye başkanlığının kapısı açar; ama böylesi bir tutumla Kürt halkının yurtsever birliği oluşmaz.
HAK-PAR Kürt halkının mücadelesi için tek doğru seçenek
Değerli arkadaşlar,
Bir kez daha vurgulamalıyım ki HAK-PAR Kürt halkının temel taleplerini dile getiren, çağdaş bir programa sahip tek doğru seçenek. Alevi halkın haklı taleplerini, kadın haklarını, emekçilerin haklarını, çevre sorunlarına çözümü, temel insan hak ve özgürlüklerini, AB standartlarında bir demokrasiyi içeren bir programa sahip. Temel mücadele yöntemi olarak barışçı siyasal yöntemleri seçmiş.
Bu nedenledir ki HAK-PAR halkımızın aradığı tek doğru seçenek. Yine bu nedenledir ki 2014’te girdiği yerel seçimlerde oyunu bir önceki seçime göre iki kat arttırdı. Yine, parlamentoda grubu bulunan partilerin dışında, ANAP, DP, DSP gibi geçmişte hükümet olmuş anlı şanlı partiler bile habire oy kaybedip küçülürken 2015’te yapılan iki genel secimde, 20 parti arasında oylarını arttırarak 120 bine çıkaran, böylece bir gelişme eğrisi yakalayan tek parti.
Rejimce de bu durum görüldüğü için, Seçim Yasası ve Siyasi Partiler Yasası’ndaki tuzak ve engeller kullanılarak son yerel seçime girmesi engellendi. “Öcalan ve PKK hizmette iken, Federalizmi savunan bir partiye yol vermeyelim,” dendi.
Eğer engellenmeseydi, yeni koşullarda gelişme eğrisini daha da yükseklere taşıyacağına kuşku yoktu. Çünkü HDP, 2015 Haziran seçimlerinin ardından, çukur ve hendek çatışmasında PKK’nın kuyruğuna takılıp seçimlerde sağladığı büyük başarıyı heder ederek ilk kez kitlelerin güvenini yitirdi. Kürt siyaseti bir kırılma yaşadı. AKP de bu çatışmalar nedeniyle çözüm sürecini tümden rafa kaldırdı, eski sertlik politikalarına döndü. Bu da onun, bir dönem izlediği reformcu politikalar nedeniyle Kürt kesiminden sağladığı desteği önemli oranda düşürdü. Böyle bir ortamda eğer HAK-PAR seçimlere girebilseydi oylarını 500 bine, hatta bir milyona çıkarabilir, giderek Kürt siyaseti bakımından HDP’ye ve başkalarına tercih edilen bir seçeneğe dönüşebilirdi.
Böyle bir durumda HAK-PAR’ın Kürdistan ve Türkiye politikasında oynayacağı rol çok önemli ve etkin olacaktır.
Bu durumda ne yapmak gerekir? Yapılacak şey daha çok çalışarak HAK-PAR’ın politikalarını kitlelere anlatmak, daha genişbiçimde örgütlenmek ve böylece partimizin önüne konan engel ve tuzakları aşmaktır.
Birlik kulübecilik oynayanlarla değil, kitlelerle sağlanacaktır.
Bunu yaparken partinin safları her zamanki gibi, onun programına ve çalışma tarzına evet diyen tüm yurtseverlere açık olacaktır. Buyursun gelsinler. Onların gelmesiyle yerimiz daralmaz, aksine genişler ve büyür.
Kürt halkının haklı amaçlarına ulaşmasını isteyen, birlik ve başarı isteyen her yurtseverin yapması gereken budur.
Parti İçi Demokrasi ve Mali Sorun
Her parti gibi HAK-PAR’ın da zaman zaman iç sorunlar yaşaması doğaldır. Bazen sorunlara yaklaşım, bazen yönetimde üslup farklı olabilir. Sorunların çözümü için doğru yöntem parti içi demokrasiyi iyi işletmektir. Başkanlık Kurulu’nda, Parti Meclisi’nde ve diğer tüm organlarda özgürce tartışarak karar alınmalı ve alınan karara herkes uymalıdır. Eğer karar isabetli değilse, uygulamadaki sonuçlarına göre onu gözden geçirip düzeltmek, değiştirmek mümkündür.
Partinin yüz yüze olduğu sorunlardan biri mali sorundur. Örgütlenme ve iyi bir parti çalışması için yeter mali kaynaklara ihtiyaç vardır. Bunun için yurt içinde ve dışında HAK-PAR üye ve taraftarlarına yönelik kampanyalar açılmalıdır. Bununla mali soruna çözüm bulunabileceği kanısındayım.
22 Mayıs 2019
|
|
|
|