|
72 yıl Sonra Canik
|
2019-08-12 16:22
|
Kemal Burkay
|
|
Arkadaşımız Düzgün Kaplan’ın kardeşi Mesut Kaplan geçen yıldan bu yana benimle ilgili bir belgesel hazırlamakta. Bu nedenle geçen yaz köyümüz Dırban’da ve Ankara’da çekimler yaptık. Mesut bazı çocukluk arkadaşlarımla ve anılarımda sözü geçen kimi insanlarla da mülakatlar yaptı.
Bu nedenle bir fırsatta, çocukluğumun 5-6 kadar yılının geçtiği ve anılarımda geniş yeter tutan komşu Canik köyüne gidip orada da bazı çekimler yapmayı konuştuk. Bunu bu yaz gerçekleştirdik.
22 Temmuz’da köyüm Dırban’a gittim. Babasınıüç ay kadar önce yitirmiş olan yeğenim Derya köyde yalnızdı. 29 temmuz günü ben, Mesut ve Derya otomobille Canik’e gittik. Köye Mastan yönünden girdik. Aradan 72 yıl geçmiş ve elbet benim çocukluğumdaki köyden bambaşka bir görüntüyle karşılaştık. Rıfat Ağaların, İsmail Ağaların, Beko gillerin konakları yerinde yeller esiyordu. Bunun gibi pek çok ev viraneye dönmüş ve diğer köylerde olduğu gibi eski toprak damlardan bazısının yerine yeni, çatılı evler yapılmıştı.
Böylesine yeni bir evin önünde dolu torbalarla uğraşan 30-35 yaşlarında bir adamla karşılaştık. Selam verdik. Kendimi tanıttım ve çocukluğumun bu köyde geçtiğini, yıllar sonra köyü görmeye geldiğimi söyledim. Adam beni tanımıyordu ve bu köyde açılan ilk eğitmenli okulda altı yıl görev yapan babamla ilgili de bir şey bilmiyordu; biraz şaşırmış göründü. Sonra yandaki evde yaklaşık 45 yaşlarında bir başka erkek, onun eşi ve genç yaşlarda üç çocuğu göründü. Adam beni duymuştu. Aile İzmir taraflarında bir yerde kalıyormuş, yazları köye gelirlermiş.
Oturmamız için ısrar ettiler. Bahçedeki sandalyelere oturduk ve bize üzüm ikram ettiler. İlginçtir, yaşları 20-25 dolaylarında olan çocuklarından erkek olanı Baran, kızlarından biri ise Dilan adını taşıyordu (Her ikisi de benim çocuklarımın adı). Ama bu gençler benim hakkımda hiçbir bilgiye sahip değillerdi. Sonradan anlaşıldı ki “Gülümse”yi ve “Mamak Türküsü”nü büyük bir hayranlıkla dinliyorlarmış… Sohbet sırasında benim bu iki şarkının da söz yazarı olduğumu öğrenince pek şaşırdılar.
Evet, bu ülkede böyledir. Hayatını emekçilerin ve Kürt halkının özgürlük mücadelesine adamış, 60 kitap yazmış bir şair ve yazar da olsanız, -hatta kendi köylerinden de olsanız- bu, dünyaları magazinle sınırlı olanlara bir şey anlatmaz…
Bir zamanlar 50-60 hane olan Köyde şimdi kaç ev olduğunu sorduk. Köyde devamlı oturan, sadece 4 aile imiş. Ama yazın gelen tatilciler ve emeklilerle bu sayı 15’e kadar çıkıyormuş…
Daha sonra köyü dolaşmak üzere kalktık. 78 yıl öncesi oturduğumuz yamacın başındaki, “EtaŞerê”ye ait evin izi de belirsizdi.
Köyün üst tarafına yöneldik. Bir ara gözüm yıkıntıların yanı başında ve nerdeyse sapasağlam kalmış köyün ortasındaki çeşmeye takıldı. Burada bulgur yapmak için buğday kaynatılır ve biz çocuklar, “hedik” denen haşlanmış buğdaydan serbestçe, gönlümüzce yerdik.
Köyün üst tarafında, çocukluğumun toprak damlı okulunun yerinde de yeni bir yapı vardı ve burası taziye evi olarak kullanılıyormuş. Bir zamanlar okul bahçesinde babamın yetiştirdiği bir dizi meyve ağacından ise hiçbir eser yoktu. Köyde okul da yoktu artık. Bizim köyde de olduğu gibi ilkokul çağındaki çocuklar Peri’deki okula götürülüyor.
O ara yan taraftaki bostanını sulamakta olan yaşı 65 dolayında, İnan adında bir köylüyle karşılaştık. İzzet Ağa’nın yeğeniymiş. O beni görür görmez tanıdı, sıcak bir ilgi gösterdi ve bostanından kopardığı salatalıkları ikram etti. Canik dönüşü Mastan köyünden geçerken arkadaşımız Mehmet Demir’le karşılaştık. O da bu köydendi ve daha önce bulunduğu İstanbul’dan dönüş yapıp ailesiyle birlikte köye yerleşmişti. Evine uğradık, çay içtik ve bir süre sohbet ettik.
* * * Köyde olduğum günlerde Bingöl’den, Diyarbakır’dan ve çevre köylerden, bazısı yurt dışından tatile elmiş arkadaşlar aradılar. Onlarla Bülbül Deresi denen yerde, Baraj gölünün kıyısında buluşup yemek yedik.
|
|
|
|