|
YOL İZLENİMLERİ – 2
|
2019-09-03 18:19
|
Kemal Burkay
|
|
Kısa mesafelerde tren ya da otobüs yolculuğunu severim.
Yol boyu kitap okumam, cep telefonuna takılmam, araç ekranında film izlemem.
Çevreyi seyrederim; taşı-toprağı, ağacı-çiçeği, vadisi-tepesi, dağıyla doğayı seyre dalarım; içime sindire sindire…
Gözlerime ziyafet çekerim yani…
Onlarca kez aynı yoldan geçmiş olsa bile…
Elbet, bir uçak penceresinden de dışarıyı seyretmek mümkün. Bulut yoksa aşağıları, bir çizgi gibi yolları, dağ dizilerini, gölleri... Hava kapalıysa, altta pamuk öbeklerini andıran bulutları, üstte mavi ufukları...
Ama bu manzaralar bana tren ve otobüste yakından seyrettiğim doğanın tadını vermez.
* * *
Bir kez daha Ankara-İstanbul yolundayım; ama bu kez otobüsle çıktım yola.
Kentin beton yığınlarını aşıp da yer yer toprak görününce içim açılıyor. Hele yol boyunda çamlar, iğde ağaçları, biçilmiş altın sarısı tarlalarda top topahlat ve alıç ağaçları sıralanır olunca…
Kızılcahamam’a doğru bitki örtüsü zenginleşiyor. Kalkerli, kireçli topraklar yeşille bezeniyor, bozkır bitiyor…
Çamlıdere’yi geçiyoruz. Adında “çam” olan yerleri seviyorum. Çamlıhemşin, Çamlıyayla (Namrun), Çamalan gibi…
Gerede’ye doğru iki yanda sık bir orman… Göz yeşile doyuyor.
Sağda solda, yeşil vadilerin yamaçlarına yaslanmış şirin köyler. Bu sükuna imreniyorum. Buralarda yaşam kim bilir ne güzeldir; koca kentin gürültüsünden, siyasetin bunaltıcı dağdağasından uzak…
Bolu’yla birlikte Karadeniz’in tipik bitki örtüsü, yoğun yeşili… Ovada ekin tarlaları yeşermiş…
İlerde, güneye doğru Kartalkaya Dağı, kuzeye doğru Yedi Göller bölgesi…Dağ etekleri hafif sisli. Buğulu.
Solda ovada uzanan Bolu kenti, sağda hafif bir eğimle yükselen tepeler... Yer yer yeşilliğin arasına serpilmiş kızıl çatılı evler, yapılar…
Abant yol ayrımını geçtik, yol sağa, Bolu Dağı Tüneli’ne yöneldi.
Bu yol eskiden Bolu’yu geçince sola, dağlara yönelir ve oldukça manzaralı bir rota izleyerekKaynaşlı’ya doğru sert bir eğimle inerdi. Şimdi de bu yol, tünelden geçmesi yasak olan tırlar, benzin-mazot tankerleri vb. araçlar tarafından kullanılıyor.
Tüneli geçince sık ve gür bir ormanla kaplı derin bir vadi başlıyor. Yol boyu sağda-solda ona açılan başka derin vadiler…
Önce Kaynaşlı’dan, ardından Düzce’den geçiyoruz.
Sakarya’ya doğru çamın yerini yer yer akasyalar, söğütler, asıl olarak da kavak ağaçları alıyor…
Körfez’den geçerken Hereke yine içimde nostaljik duygular uyandırıyor. Burayı ilk kez 56 yıl önce görmüştüm. Hereke’yi anlatan şu dizeleri ise 1970’li yıllarda, ilk gurbetliğim sırasında Münih’te yazmıştım:
“Çıkıp gelsen koynunda bir kumruyla Hereke Koyu’ndan üşümüş zeytin dalı Ve bir parça Marmara Getirsen…”
Beni Dudullu’da arkadaşlarım Sabri Serin ile Bedri Işık karşılıyorlar. Önce Maltepe’de hasta arkadaşımız Zeki Kutman’ı ziyaret ediyoruz. O akşam Bedri’de kalıyorum ve o, ertesi sabah erkenden beni İsveç’e giden uçağa yetiştiriyor.
2 Eylül günü, Bir kez daha suyun ve yeşilin yurdu,sessiz, sakin, barış içindeki Stokholm’deyim.
Birkaç günlüğüne de olsa yeniden, geçmişte on yıllarımı geçirdiğim bu kentte olmaktan hoşnut muyum? Bir dereceye kadar… Eğer sevgili kızım Hêlin bizi erken bırakıp gitmeseydi. Daha doğrusu, yol yordam bilmez bir yabani onu aramızdan alıp götürmeseydi...
Bugün Viksjö’de bir kafede, kahvemi yudumlayıp çevreyi seyrederken şunları karalamışım:
yıllar sonra
Eylül günlerinde Stokholm’de Bir ince yelin sessizlikle buluştuğu Viksjö’de Yine bir maviye el salladım Türküler söyledim içten içe Seni andım sevgili kızım Hêlin Hani eve dönmüyorum diye küserdin ya benden Şimdi ben de öylesine küstüm sana…
3 Eylül 2019
|
|
|
|