|
Depremin düşündürdükleri; SORUNLAR YENİ VE ÇAĞDAŞ BİR ANLAYIŞLA ÇÖZÜLÜR
|
2020-01-27 19:03
|
Kemal Burkay
|
|
Deprem bu kez Elazığ ve çevresini vurdu. Bu nedenle şu ana kadar 40 dolayında insanımız yaşamını yitirdi, binden fazlası yaralandı. Hem evleri yıkıldığı ya da hasar gördüğü, hem de artçı depremler devam ettiği için pek çok insan karakışta zor durumda kaldı.
Yakınlarını yitirenlere başsağlığı, yaralılara şifa diliyorum.
Geçmişte de ülke birçok depreme sahne oldu ve yine büyük acılar yaşandı. Malum, coğrafyamız önemli fay hatları üzerinde.
Depremleri önlemek mümkün değilse de hasarlarını azaltmak pekâlâ mümkün. Bunu başaran ülkeler var. Sık sık güçlü depremlere sahne olan Japonya bunun örneği. İzmit-Yalova, Van, Elazığ depremlerinden çok daha güçlü depremlerde bile can kaybını önleyebiliyor ya da asgariye düşürüyorlar.
Peki biz bugüne kadar söz konusu deprem felaketlerinden ne ölçüde dersler çıkardık? Ne ölçüde tedbirler aldık? Belli ki pek ders almamışız, tedbir de…
Elbet bu işte sorumluluk en başta ülkeyi yönetenlere düşüyor. Ülkenin kaynaklarının bir bölümünü bunun için seferber etmek; bir yandan çürük, depreme dayaksız binaları yıkıp yerine sağlam binalar yapmak,diğer yandan süregiden yapılaşmanın depreme dayanıklı biçimde olmasını sağlamak onların görevi. Bu iş ciddi bir planlama ve kararlılık gerektiriyor
Son Doğu Marmara depreminin üzerinden 20 yıl geçti. Büyük İstanbul depreminin ise eli kulağında.. Böyle bir depremin İstanbul’a ve tüm ülkeye verebileceği kayıp ve acıları düşünebiliyor muyuz?
Acaba kaç bin bina yıkılacak, altında kaç on bin, belki de yüz bin insan kalacak? Toplanma alanları bile yokken, yok edilmişken, çıkabilecek yangınlar ve salgın hastalıklarla nasıl baş edilecek?
Peki buna karşı sayın yöneticiler ne yapıyorlar? Sanki ellerini kavuşturmuş ve tevekkülle bekliyorlar.
Ya yazar-çizerler, aydın geçinenler ve de yurttaşların kendileri; yani depremlerin asıl acısını çeken ve çekecek olan milyonlar?..
Ortada yönetenler ve yönetilenler bakımından akıl almaz bir vurdumduymazlıktan başka şey görünmüyor?
Oysa tedbir almak mümkün ve ülke bu olanaklara sahip. Yeter ki bu konuda yöneticiler sorumlu davransınlar, görevlerini yapsınlar. Halk ise bilinci ve talepleriyle onlar üzerinde baskı oluştursun.
Ülkenin tüm temel sorunlarının çözümü gibi bu sorun da ötekilere bağlı.
Örneğin ülkenin yeterince kaynağı var. Ama bu kaynakları içerde ve dışarda savaşmak için, kendi ülkenizi veya sınır ötesini bombalamak için değil, paraları tank-top, mermi ve savaş uçaklarına yatırarak değil, barışçı ve yapıcı amaçlarla kullanmak gerekiyor.
Türkiye Afrin’de niçin savaşıyor. Oranın yerli Kürt nüfusunu ezip dağıtmak, zeytinliklerini kesip çöle çevirmek çok mu gerekli? Ya sınır ötesine yapılan diğer seferler?
Türkiye’ye gerekli olan, ülkeyi yeni bataklara sürükleyen militarist politikalar değil, sorun çözücü, barışçı politikalardır. Örneğin Kürt sorununu barışçı biçimde ve Kürt halkının temel haklarını tanıyarak, yani eşitlik temelinde çözecek bir çağdaş akla ihtiyaç var.
Şu dönemdeki önde gelen tartışma konularından biri Kanal İstanbul denen projenin gerekli olup olmadığıdır. Bu proje büyük kaynaklar gerektiriyor. Peki ona çok mu gerek var? Gerekli olup olmadığı, doğaya verebileceği zararlar bir yana, İstanbul depremi için tedbir almak gibi acil bir görev kapıya dayanmışken onca kaynağı böyle bir “çılgın projeye” aktarmak akıllıca bir iş mi?
Evet, işin özü ve çıkar yol budur: Türkiye’nin yeni ve çağdaş bir akla, böylesi bir yönetim anlayışına ihtiyacı var. Yöneticiler, iktidarı-muhalefeti ile sorumlu politikacılar, hiç değilse bu saatten sonra şapkalarını önlerine koyup bugüne kadar izledikleri yanlış ve sorumsuzca politikaları gözden geçirmeliler.
Onların bunu başarmalarının kolay olmadığını biliyorum. Bu tür yanlış yolun yolcuları bazan ancak başlarını kalın bir duvara çarptıktan sonra ayılırlar; çoğu zaman buna bile fırsatları olmaz. Ayrıca, bu iş yalnızca onlara da düşmüyor. Ülkenin sıradan insanları, emekçileri, işçi ve köylüleri, üniversite gençleri, öğretmenleri, esnafları, ekmeğini namusluca kazanan her kesin, hepimizin bunun için yapabilecekleri var. Sesimizle, sözümüzle onları uyarmalı, etkilemeliyiz.
Halkın sesi, kitlelerin gücü eğer sağlıklı bir kanala yönelirse, değme orduların gücünden daha büyüktür.
Onlara sözümüz şu olmalı: Baylar, yeter artık! Savaşa, şiddete, tanka-topa, yakıp yıkmaya hayır! Sorunlarımızı adalete, çağa uygun şekilde diyalogla çözelim. Ülkemize barış getirelim.
Herkese çağdaş insan hakları, özgürlükler!
Kaynakları halkın mutluluğu, esenliği için harcayalım. Daha çok okul, daha iyi bir eğitim, daha çok sağlık ocağı…
Bir gün bile gecikmeden, depremlere ve diğer doğal afetlere dayanıklı, konutlar, binalar yapalım.
Bugün ülkenin gerek duyduğu seferberlik budur.
27 Ocak 2020
|
|
|
|