|
6. Bölüm DEVASA KENTLER GEREKLİ Mİ?
|
2020-05-21 11:17
|
Kemal Burkay
|
|
Korona Günlerinde – 6. Bölüm DEVASA KENTLER GEREKLİ Mİ?
Kemal Burkay
Bir önceki yazımda, sınıflı toplumla birlikte ortaya çıkan eşitsizlik ve sömürünün ve bunun ürünü olan bencilliğin ve hırsın dünyamızda yaşanan savaş ve yıkımın başlıca nedeni olduğunu yazmıştım. Söz konusu eşitsizlik ve sömürü, çağımızda yaşanan diğer bir dizi başka olumsuzluğun da nedenidir. Örneğin ortaya çıkan devasa kentler ve bunların yarattığı trafik kaosu, gürültü, hava kirliliği… İnsanların toprağa yerleşmeleri, köy ve kentler kurmaları elbet güzel, iyi bir gelişme. Eğer bu ölçülü, planlı şekilde olsaydı, ortaya şirin köyler, kasabalar ve kentler çıkacaktı. Ama sınıflı toplumların özel mülkiyete dayanan eşitsizlik ve sömürü çarkı buna meydan vermedi. Egemenler ve zenginler kendilerine köşkler ve saraylar yaparken, yoksullar, mülksüzler daracık kulübelere sıkışmak zorunda kaldılar, bazen bunu da bulamadılar. Londra’ya, Paris’e, Berlin’e, Moskova ve Petrograd’a, İstanbul’a, Tahran’a bir bakın, tümü de saraylarla, kocaman köşklerle bezenmişler. Bir değil, beş değil, onlarca… İstanbul boğazının iki yakasına bakmak bu manzarayı görmeye yetiyor. Yalnızca imparatorlar, krallar, çarlar, şahlar-padişahlar zamanında değil, günümüzde de öyle değil mi? Irak diktatörü Saddam Hüseyin, yalnızca Bağdat’ta, Basra’da değil, Kürdistan’da da onlarca saray yaptırmıştı. Salt Paşava yöresinde, bir derenin çevresinde beş tane saray!.. Üstelik de bu adam sözde “Sosyalıst Baas Partisi”nin başındaydı… Bir başka “Sosyalist Baas Partis”nin yönettiği Esad’ın Suriyesi’nde de benzer bir durum vardı. (Tabi bunların sosyalistliği hikâye, onlar tipik sosyal şovenler. Salt lafla sosyalist olunmuyor.) Birileri kendilerine köşk ve saray yaparsa birçoklarına bir kulübe yapacak yer bile kalmaz. Oysa evler barınmak içindir ve bir kişinin ya da ailenin barınmak için saraya ya da kocaman köşklere ihtiyacı yoktur. Bir insana uyumak için bir oda ve bir somya pekâlâ yeterlidir. Bir kişi on yatakta birden yatamaz. Üç-beş nüfusu olan bir aileye iki ya da üç oda- bir salondan ibaret bir ev rahat rahat yeter. Kentleri büyüten nedenlerden biri işte bu eşitsizlik ve bunun yarattığı çarpıklıktır. Bu devasa kentlerin ortaya çıkış nedenlerinden biridir. Arsalar artık bina yapımlarına yetmediği için, sekiz-on katlı apartman dizilerinin yanı sıra gökdelenler ortaya çıkıyor, kentler beton yığınlarına dönüşüyor. Kimileri de bu durumu gelişme, modernleşme sanıyor… Elbet günümüzde New York, Paris, Londra, İstanbul, Hongong gibi devasa kentlerin ortaya çıkışının diğer bir nedeni, çeşitli etkenlerin yol açtığı nüfus artışıdır. İnsanlar kent hayatının cazibesine kapılıp, ya da iş bulmak, okumak için kentlere akın ediyorlar. Kentleri büyüten çok sayıda ticarethaneler, AVM’ler bir yana, fabrikalar da bu kentlerin ya ortasına, ya çevresine kuruluyor. Artan nüfus, özel ve toplu taşıma araçlarının artmasına neden oluyor. Bu ise giderek bir trafik kaosuna yol açıyor. İstanbul’un bezdirici trafik sorunu bu ülkede her kesin bildiği bir şey. Ben başka büyük başkentleri, Paris’i, Londra’yı, Berlin’i de gördüm. Benzer bir durum onlar için de geçerli. Metro gibi alt yapılarını çok daha önce ve iyi biçimde yaptıkları halde, oralarda da durum pek farklı değil. Stokholm’dan Londra’ya uçakla 1,5 saatte gidebiliyorsunuz. Ama havaalanından gideceğiniz semte otomobille 2-3 saatte ulaşmak çoğu zaman mümkün olmuyor. Paris’te de öyle. Ben paris’te çevre yolunda ve kent içinde gıdım gıdım gidilen ve saatlerce süren yolculuklarda nasıl bunaldığımı hatırlıyorum. Parisliler ise bu durumu her gün yaşıyorlardı. Bu durumu yaratan ise öngörüsüzlük ve plansızlıktır. Ama yukarıda hep söylediğim gibi, mülk sahipliğine ve gelir adaletsizliğine dayanan kapitalist sistem başka türlü bir sonuç yaratamazdı. O durmadan yiyip semiren bir dev gibi bu çarpıklığın ortaya çıkmasına yol açtı. Bu duruma gelinmemesi için ne yapılması gerektiğini anlamak da zor değil sanırım. Sorun aslında basit: İnsanlara barınmak için ev gerekli, gidiş geliş için yol ve araç gerekli. Üretim için fabrikalar ve yaşam için besin, giyim eşyası vs. sağlanabilecek yerler gerekli. Bütün bunlar doğal… Barınmak için her kese, bekâr olup olmamasına, evliyse ailenin büyüklüğüne göre bir barınak yapmak, bir ev vermek mümkün. Bu, duruma göre, tek ya da iki, üç, dört odalı olabilir. Pekâlâ da yeter. Küçük bir bahçe içinde tek ya da iki katlı bir ev, bir ailenin yaşaması için en ideal olanıdır. Köşke, saraya gerek yok! Köşk veya saray olmadığı zaman, her kese böylesine küçük ve şirin bir barınak pekâlâ sağlanabilir. Bunu ancak sosyalist bir sistem sağlayabilir… Nüfus bakımından devasa kentlere gerek yoktur. Ben üniversiteye geldiğim zaman, 1950’li yıllarda Ankara 280 bin nüfuslu şirin bir kentti. Gidiş-geliş kolaydı. Ne AVM’ler, ne gökdelenler, ne trafik sıkışıklığı… Şimdi 6 milyonluk nüfusuyla dört bir yana taşmış, İstanbul kadar olmasa da boğucu bir kent olmuş… Bence bir kentin nüfusu bir milyonu geçmemeli. Yüz bin, iki yüz bin daha da ideal… Planlı şekilde inşa edilir, metrosu, yeter genişlikte caddeleri zamanında yapılır, toplu taşımaya öncelik verilirse, parkları, yeşil alanları yeterince olursa, o kent yaşanılır bir yer olur. Ama bunun için ciddi bir planlamaya, yeni bir anlayışa gerek var; hem yönetimler, hem de genel olarak yurttaşlar bakımından. Zaten bu ikisi birbirine bağlı. Halk ve yönetim böyle bir düzen için kaynaşmalı, onu benimsemeli. Dünya Çapında Nüfus Planlaması Devasa kentleri önlemenin ve insan yaşamanı kentte ve kırsal alanda iyi biçimde düzenlemenin bir koşulu da dizginsiz şekilde artan nüfus artışını önlemektir. Dünyamızda nüfus son yüz yılda yedi-sekiz kat arttı. Dünya bu yükü taşıyamaz. Bu kadar çok nüfusun barınması, beslenmesi, eğitimi çok zordur. Her nüfus artışı çoğalan binalar, yollar, taşıtlar, enerji ihtiyacı demektir. İnsanlar çoğaldıkça beslenmek için kedi ve köpekleri, yarasaları, çekirgeleri bile yemek zorunda kalıyorlar. Eğer önü alınmazsa önümüzdeki 50-100 yıl içinde meydana gelebilecek nüfus artışının yol açabileceği sorunları düşünün… Şair Hasan Hüseyin Korkmazgil, bir şiirinde şöyle demişti: “Eşekliğin lüzumu yok, yataklar çoğaltmaz kişiyi…” Şairimiz, insanın var oluşunu nüfus sayısına değil, bedenen ve ruhen insana yaraşır şekilde yaşamasına bağlıyor. Barınma, beslenme, eğitim, sağlık koşullarının iyi olması; bundan da öte insanca iyi nitelikler –özgür olma, adil olma, bilgiyle, iyi düşüncelerle donanımlı olma gibi… Evet, dünyamızdaki insan nüfusu günümüzde çok fazla. Diğer canlılar, hayvanlar ve bitkiler, ekosistem içinde varlıklarını ve türlerini koruyabiliyorlar. Gereğinden fazla çoğaldıkları zaman onlar için doğal seleksiyon sistemi işliyor. İnsanlar böyle değil, onlar zaman içinde diğer türlerin bir bölümünü azaltır veya yok ederken, bilim ve tekniğin sayesinde kendileri habire çoğalıyorlar. Geçmişe oranla büyüyen ekonomik olanakların yanı sıra, gelişen tıp bilimi de, tedavi yöntemlerini geliştirerek, salgın hastalıkları önleyerek bunu kolaylaştırıyor. Bu nedenle şu Covid-19’dan da fazla korkmaya gerek yok! Ona bir aşı, bir çare bulunur elbet. Kaldı ki bu salgın, daha önce de söylediğim gibi, geçmişteki salgınlara ve bazı ülkelerin yaşadığı savaşın, kıtlığın ve açlığın yarattığı büyük kayıplara göre pek de fazla can kaybına yol açmıyor. Çin dünyanın en kalabalık ülkesi. Onu Hindistan izliyor. Çin, geç kalmış da olsa, geçtiğimiz yıllarda nüfus planlaması için ciddi tedbirler aldı. Ama Hindistan kendi haline bırakmış görünüyor… Hayat seviyesi ileri ülkelerde nüfus artış hızı fazla değil, insanlar bu konuda daha tedbirli ve bilinçli. Ama orta gelişkinlikte olanlar ile geri kalmış ülkelerde bu artış çok daha hızlı. Bütün bu nedenlerle hem tek tek ülkeler için, hem de dünya çapında ciddi bir nüfus planlamasına gerek var. İnsanlık bu işte de oldukça geç kaldı. Ama durumun daha fazla geç kalmaya tahammülü yok. Bunun için global düzeyde, tüm ülkelerin katılacağı ortak ve etkin tedbirlere gerek var. 20 Mayıs 2020 Devam edecek…
|
|
|
|