|
GEÇMİŞE YÖNELİK KISA BİR ÖZET
|
2021-09-08 15:36
|
Kemal Burkay
|
|
Bir hafta kadar önce yayınladığım “Face’teki Bazı Modalar Üzerine” başlıklı yazım da onu izleyen 2. Yazım da son derece netti. Ama bazı kişiler belki okuduklarını anlamadılar, bazıları ise bile bile çarpıttılar. Benim ve arkadaşlarımın tüm açıklamalarına rağmen bir hezeyana dönüşen bu bilinçli çarpıtmalar hala devam etmekte. Bu nedenle bu konuda yine yazmak gereğini duydum.
Bunu söz konusu çarpıtmacı bayları ikna etmek için yapmıyorum. Hayır, onların iflah olmayacaklarını biliyorum. Ama önyargılı olmayan iyi niyetli insanları bunların çirkin yaygarası karşısında aydınlatmak için yapıyorum.
20 yaşımdan beri siyasal mücadelenin içindeyim ve ön saflarda mücadele ettim. Bu nedenle dostum da düşmanım da çok. Kamuoyu beni de içinde çalıştığım ya da yönettiğim örgütleri de bir dereceye kadar tanıyor. Bugün yaşları yetmişe, seksene ulaşan insanlar bu dönemi bizimle birlikte yaşadılar, ülkemizde ve dünyada neler yaşandığını biliyorlar. Ayrıca beş cilt halinde yayınladığım anılarımda son 80 yılın öyküsü ayrıntılı olarak var. Yine bu konularda yayınlanmış 70 dolayında eserim, yüzlerce makalem, video halinde dolaşımda olan pek çok konuşmam var. Bu nedenle olup bitenleri yeniden yazmam gerekmez.
Buna rağmen önceki yazdıklarıma bir şeyler daha eklemeyi yararlı görüyorum. Siyaset böyle bir iştir. Çünkü pek çok insan, özellikle de gençler, geçmişte ne olup bittiğini yeterince bilmiyorlar.
Geçmişin kısa bir özetini yapmadan önce şu andaki tartışma konusuna bir kez daha değineyim: Ben neyi eleştirdim? Şu dönemde de bir kez daha moda olan yanlış görüşleri: Sosyalist görüşleri ve demokrasi mücadelesini Kürt halkına zararlı sayan, halkların kardeşliği söylemine öfkelenen, karşı çıkan görüşleri…
Evet bunlar yanlış görüşlerdir ve halkımızın haklı özgürlük mücadelesine zarar verir. Bu dar bir bakış açısıdır. Bu tür yanlış görüşlerle Kürt halkının önüne doğru bir mücadele stratejisi konamaz, kitleler kazanılamaz, komşu halklardan ve dünya ilerici, devrimci güçlerinden destek alınamaz. Bunu yapanlar Kürt halkının mücadelesini soyutlarlar.
Bu yanlış görüşler geçmişte de vardı, yine Kürt milliyetçiliği perdesi altında vardı ve biz, Kürt sosyalistleri olarak onlara karşı mücadele ettik, bu yanlış görüşleri bozguna da uğrattık. Böylece Kürt halkının haklı davasına kanımca iyi bir hizmet ettik, onun yanlışa sürüklenmesine seyirci kalmadık, fırsat vermedik.
Şimdi bu konuya geleyim ve geçmişte olup bitenlere ilişkin özet bir bilgi vereyim:
Sosyalist hareketin tarihi Türkiye’de daha Cumhuriyet öncesine kadar gider. Ama cumhuriyeti kuran Kemalist rejim bu hareketi amansızca ezdiği, siyasi partileri sendikaları ve yayınları yasakladığı için uzun yıllar sönük kaldı. Sosyalist hareket, bir yandan uluslararası planda Vietnam, Küba, Çin devrimlerinin etkisiyle, diğer yandan 1961 Anayasası’nın sağladığı nispi demokratik ortamda 1960’lı yıllarda canlandı. Türkiye İşçi Partisi kuruldu, Yön, Ant gibi sol dergiler yayınlanır oldu, sol eserleri basan yayınevleri oluştu.
İşte bu ortamda Kürt ulusal hareketi de canlandı. Bu canlanış iki kanalda oldu: KDP çizgisindeki “Kürt milliyetçileri” diye adlandırılan kesim ile, TİP içindeki sosyalist Kürt aydınlarının oluşturduğu eğilim.
Ben daha yirmili yaşlarımın başında hem sosyalist bilinç edindim, hem Kürt ulusal bilincini. Bu ikisini bir arada yürüttüm. Bunlar birbiriyle çelişmez.
Ezilen bir halkın sosyalisti halkının üzerindeki ulusal baskıya seyirci kalamaz; kalırsa o bir sosyalist değildir. Ezilen bir halkın aydınının, yurtsever insanının sosyalist olması ulusal hareket için bir kayıp değildir. Tam tersine, sosyalist kişi dünyaya daha geniş bir pencereden bakar, ulusal baskının yanı sıra her türlü sömürü ve baskıya karşı çıkar ki emekçilerin hakları, kadınların hakları da bunlar arasındadır.
20. Yüzyıldaki pek çok deneyim gösterdi ki bağımlı ve sömürge ulusların sosyalistleri, koşulların uygun düştüğü her yerde ulusal kurtuluş mücadelesinin başını çektiler. Ho Şi Minh liderliğindeki Vietnam Komünist Partisi bunu yaptı, Mao liderliğindeki Çin Komünist Partisi de, Castro ve yoldaşları da.
Ben de kendi payıma 60 yılı aşkın süreden beri hem emekçiler üzerindeki sömürüye karşı çıktım, hem de ağır bir ulusal baskı altındaki halkımın özgürlüğü için yürütülen mücadelenin ön saflarında oldum. Yönetiminde yer aldığım örgütler de aynı şeyi yaptılar.
Biz Kürt sosyalistleri, daha 1960’lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi (TİP) içindeyken bir yandan emekçileri sınıf bilinciyle donatıp örgütlemeye çalışırken diğer yandan Kürt halkını ulusal hak ve istemler konusunda bilinçlendirmeye çalıştık.
1967 yılında Silvan, Diyarbakır, Siverek, Dersim ve Ağrı’da yapılan “Doğu Mitingleri” bunlar arasındadır. Bunları sosyalist olmayan diğer yurtsever kesimle, KDP’li dostlarla birlikte yaptık.
1966 yılında çıkardığımız Yeni Akış dergisinde, ilk kez uzun zamandır kimsenin kullanmaya cesaret edemediği “Kürt Halkı” tabirini kullandık. Yeni Akış’ta yazdığım “Her şey Açıkça” başlıklı makalede, o güne kadar halkımızın yaşadığı coğrafyadan ancak “Doğu” diye söz edilirken, ilk kez Kürdistan adını kullandım. Bu nedenle TİP’li diğer iki Kürt arkadaşla birlikte (Mehmet Ali Aslan ve Abbas İzol) tutuklandık, 6 ay Ankara’da Ulucanlar Cezaevi’nde kaldık, sonra tahliye edilip beraat ettik.
Türkiye İşçi Partisi, 1970 yılında yaptığı 4. Kongresinde, biz Kürt sosyalistlerinin girişimiyle Kürt sorunu hakkında ileri bir karar aldı ve 12 Mart darbesinin ardından bu karar nedeniyle kapatıldı.
12 Mart döneminde yaşadığım ilk sürgünlük dönemimde (1972-74), Almanya’da yazdığım “Türkiye Şartlarında Kürt Halkının Kurtuluş Mücadelesi” ve “Milli Demokratik Devrim” adlı kitaplarım Almanya’da HEVRA Yayınları arasında basıldı. Bu eserlerde Kürdistan’ın sömürge yapısı ve milli demokratik devrim stratejisi ortaya kondu.
Bu tezlerde Kürleri bir ulus, Kürdistanı bir sömürge olarak niteliyor, devrim stratejisini de iki aşamalı olarak belirliyordum: Birinci aşamada ulusal demokratik devrim, ikinci aşamada sosyalist devrim. Yani Kürt halkının önündeki tarihi adım birinci aşamada ulusal baskıdan kurtulmak, kendi kendisini yönetmek ve demokratik bir toplum oluşturmaktı. Daha sonra ise koşullar oluşunca sosyalizme geçmekti.
Ulusal demokratik devrimin başarısı için ulusal bakıya karşı olan, demokrasi isteyen tüm yurtsever güçlerin birliğini, yani ulusal cepheyi, bunun yanı sıra yan yana yaşadığımız halkların ilerici, demokratik, devrimci güçleriyle dayanışmayı gerekli görüyordum. Uluslararası planda da sosyalist sistem ile diğer ülkelerdeki sosyalizm ve demokrasi güçlerini dost güçler olarak niteliyor ve onlarla dayanışmayı gerekli buluyordum
Milli demokratik devrim, yani ilk aşama, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı anlamına geliyordu. Bu iki biçimde olabilirdi: Bağımsız devlet, ya da komşu Türk halkıyla eşitlik temelinde bir federasyon...
Bu görüşler, ülkeye dönüşümün ardından 1974 yılı sonunda yurt içinde bir grup arkadaşla birlikte kurduğumuz Kürdistan Sosyalist Partisi’nin de stratejisini oluşturdu, tüzük ve programında yer aldı.
Bugün de aynı görüşteyim.
8 Eylül 2021
Devam edecek (Gelecek yazımda daha 1970’li yıllarda ortaya çıkan yanlış görüşlere ve o dönemdeki tartışma ve gelişmelere değineceğim.)
|
|
|
|