|
PKK’NIN SAHTE SOLCULUĞUNU GEREKÇE YAPANLAR…
|
2021-09-14 11:15
|
Kemal Burkay
|
|
Bazıları da PKK’nın yaptıklarını Kürt sosyalist hareketine mal ediyorlar ve onun Kürt halkının ulusal mücadelesini saptırmaya yönelik sahte sol, sahte demokrat söylemlerini sosyalist hareketi suçlamak için gerekçe yapıyorlar.
Bu kadarına da pes doğrusu! PKK nasıl bir Kürt örgütü sayılabilir ve biz onun yaptıklarından nasıl sorumlu tutulabiliriz?!. Bu baylar PKK’nın CİA ve Türk derin devletinin ortak girişimiyle kurulan ve süreç içinde ülkemizi bölüşmüş diğer sömürgeci güçler tarafından da yönlendirilen bir paravan örgüt, bir provokasyon örgütü olduğunu hâlâ anlamadılar mı? Biz daha PKK ortaya çıktığı gün bunu söyledik, yazdık. Daha sonraki gelişmeler ise her şeyi ayan beyan ortaya serdi.
1960’lı ve 70’li yıllarda Kuzey Kürdistan’da hızlı bir gelişme gösteren Kürt ulusal hareketine karşı savaşmak için kurulan bu örgüt, “Partiya Karkerên Kurdistan” (Kürdistan İşçi Partisi) adını taşımakla gerçekten sosyalist mi oldu? Amerikan İstihbarat Örgütü CİA, geçmişte birçok NATO ülkesinde sol adına benzer sahte örgütler kurdu. Bunlardan biri de “Avrupa İşçi Partisi” idi ve İsveç Başbakanı Palme’nin öldürülmesinde adı geçti.
PKK’nın solculuğu gibi demokrasi üstüne söyledikleri de sahtedir ve kirli rolünü gizlemeye yöneliktir. PKK’nın kendi içinde demokrasinin kırıntısı bile olmadığı gibi ( o, en küçük itirazda kadrolarını infaz etti ve bu şekilde yok edilenlerin sayısının 17.000 kişi olduğunu, daha 2000’li yıllarında başında Öcalan itiraf etti) onun dışa yönelik sözde demokrasi istemleri de sahtedir ve kendisini kamufle etmeye yöneliktir.
PKK’nın, İmralı sürecinde demokrasi ve Kürt sorununa ilişkin olarak uydurduğu tezler Kürt halkının temel ve haklı taleplerini çarpıtmaya ve yok etmeye yöneliktir.
Öcalan yakalanıp Türkiye’ye getirilir getirilmez yeniden devletin hizmetine girdi, pişmanlık getirdi; bağımsızlık, federasyon, otonomi dahil, her türlü talebin gereksiz olduğunu söyledi; üniter devleti ve Kemalizmi savunur oldu. PKK da onu izledi. Bu süreçte, PKK ve yan kuruluşlarına yön vermek üzere devlet tarafından KCK oluşturuldu. HDP de, o zamanki İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın demecinde dile getirildiği gibi, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve hizmetteki Öcalan eliyle oluşturuldu.
Türkiye’nin demokratik olması elbet kötü bir şey değildir. Biz de geçmişten beri Türkiye’nin demokratik bir devlet olmasını istiyoruz. Ama bu ancak Kürt sorununu federasyon biçiminde, eşitlik temelleri üzerinde çözen, bunun yanı sıra çağdaş demokratik hak ve özgürlükleri tanıyan bir devlet olabilir, diyoruz. PKK’nın demokratik devleti ise Süleyman Demirel’in öteden beri sözünü ettiği, gerçekte değil, laftaki “demokratik devlet”tir.
PKK’nın durumunu ilk ortaya çıktığında anlamayanlar, onun “bağımsızlık ve silahlı mücadele” gibi sivri sloganlarına kananlar, “canım, onlar da Kürt değil mi?” diyenler, aradan geçen zaman ve bütün bu olup bitenlerden sonra hâlâ gerçeği göremedilerse neyi görüp anlayabilirler ki? Böylelerinin durumu pek umutsuz demektir.
“Halkların Kardeşliği” Üzerine Koparılan Yaygara
Benim, bu tartışmalara yol açan yazımda sözünü ettiğim son dönemdeki moda yanlışlardan biri de “Halkların kardeşliği” söylemine ilişkindir.
“Halkların kardeşliği” söylemi, öteden beri bizim de dile getirdiğimiz bir görüştür. Bununla elbet diğer halklarla, Türkler, Araplar ve Farslarla aynı soydan geldiğimizi iddia etmiyoruz. Bunu, örneğin Kürt halkının hak istemleri karşısında ırkçı-şoven çevrelerin “Biz Kürtlerle kardeşiz, bir sorun yok” deyip bu isteklere karşı çıkmaları anlamında da elbet söylemiyoruz. Ama biz Kürt halkına zulmeden egemen güçlerle, onların baskı mekanizması ile Türk, Arap ya da Fars halk kitlelerini birbirinden ayırıyoruz. Doğrusu da budur.
Söz konusu egemen güçler yalnızca Kürt halkını sömürmüyorlar, bizzat kendi halklarını da sömürüyorlar. Türkiye’de 1960’lara gelinceye kadar sol partiler, sol dernekler, hatta sol görüşlerin dile getirilmesi bile yasaktı. TKP’nin ilk kurucuları Mustafa Suphi ve arkadaşları Karadeniz’de boğduruldular. Solcular zaman zaman tutuklanıp işkence gördüler. Ünlü Türk şairi Nazım zindanlarda çürütüldü ve gurbette öldü. Sebahattin Ali’nin başı ezildi. Zindandan geçmemiş, işkence görmemiş Türk aydın ve yazarı azdır.
Bütün bunlar neden? İşçi ve köylülerin, emekçilerin, geniş halk kitlelerinin uyanışını, örgütlenmesini engellemek, onlar üzerindeki sömürü ve baskı mekanizmasını sürdürmek için değil mi?
Biz Kürt yurtseverleri 12 Mart ve 12 Eylül faşizmi dönemlerinde cezaevlerinde Türk solcuları, demokratları, ilericileri ile yan yana yattık, bizim gibi onlar da işkence gördüler.
Evet, Türk dili yasaklı değil ve biz Kürtlere yapılan baskı Türk ulusal birliği adına yapılıyor. Ama söz konusu politika emekçi Türk halkının çıkarına mı? Elbette değil.
Kürt halkına uygulanan baskı politikası, şiddet uygulamaları, yaşanan çatışmalar, ülkeyi bir savaş alanına çeviriyor ve aynı zamanda Türk halkına ciddi zararlar veriyor. Yalnızca Osmanlı döneminde değil, Cumhuriyet döneminde de ülke barıştan yoksun kaldı. Ülkenin, ekonomik ve sosyal gelişmeye harcanabilecek önemli kaynakları silaha, yakıp yıkmaya yöneldi. Kürt sorunu nedeniyle Türkiye’nin komşularıyla da ilişkileri zaman zaman bozuldu. Diğer bir deyişle, Kürt sorununu çözemeyen rejim, ekonomik ve sosyal diğer sorunlarını da çözemedi, demokratikleşemedi.
Görülüyor ki Türkiye’nin ekonomik gelişmesi, Türk halkının yoksulluktan kurtuluşu, çağdaş demokratik hak ve özgürlüklere ulaşması Kürt sorununu adil biçimde çözmeden mümkün değildir.
Yalnız Kürt halkı değil, bizzat Türk halkı da bu yanlış politikanın kurbanıdır.
Tüm bu nedenlerle Türk halkı, aynı zamanda Kürdistanı bölüşmüş ve Kürt halkına baskı uygulayan diğer ülkelerin (Irak, Suriye, İran) halkları Kürt halkının düşmanları değil, doğal müttefikleri, dostlarıdır. Söz konusu halkların çıkarı da Kürt halkı üzerindeki baskıya karşı çıkmak, bu sorunun adalet temelinde, eşitlik ilkelerine göre çözümünü istemektir. Bu gerçeği kitlelere anlatmak ise hem Kürt yurtseverlerinin, hem de Türk aydınlarının görevidir.
Biz Kürt aydın ve yurtseverleri, siyaset adamları bu işi iyi yaptığımız zaman dostlar kazanırız ve dostlarımızın sayısını çoğaltırız. Bunun tersi ise bir kirpi gibi içine kapanmak ve Kürt hareketini soyutlamaktır.
Ne var ki bunu anlamayan ve söz konusu koşullanma ile “halkların kardeşliği” söylemine karşı çıkan baylar, üstelik “PKK da böyle diyor,” deyip bizi PKK ile aynı kefeye koymaya kalkışıyorlar.
PKK eskiden ne diyordu, şimdi ne diyor, bizimle PKK’nın Kürt sorununa bakış açıları, istemleri nedir, bir yana, ama salt PKK da “halklar kardeştir” diyor diye bu doğru söyleme karşı çıkmamız mı gerekiyor? Bazılarının bakış açısı bu kadar işte. “PKK da halkların kardeşliği diyor, siz de, öyleyse siz de PKK gibi bir projesiniz!” diyecek kadar pusulayı şaşıran, bu derece bize düşman olan bu kişilere ne demeli? Böylelerinde akıl ve vicdan var mı?
14 Eylül 2021
Devam edecek
|
|
|
|