2024-11-22
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Kemal Burkay
 
Ortadoğu’da değişim, 2. Bölüm; Radikal İslam’ın ortaya çıkış süreci, Soğuk Savaş Dönemi ve Yeşil Kuşak Politikası
2014-07-22 10:29
Kemal Burkay
Ortadoğu’da değişim süreci

2. Bölüm


Radikal İslam’ın ortaya çıkış süreci
Soğuk Savaş Dönemi ve Yeşil Kuşak Politikası


IŞİD El Kaidenin bir ürünü ya da parçası olarak Irak’taki terör ortamında sahneye çıktı, sonra, Suriye’deki iç savaş kızışınca oradaki Sünni bölgelerine yayıldı. Ardından Irak’ta Musul’u ele geçirdi ve Sünni nüfusun yoğun olduğu diğer bazı kent ve kasabalara ilerledi ve buralardan Bağdat merkezi hükümetinin güçlerini kovdu.

Siyah giysiler örtünen ve ABD’nin Ku Kluks Klan tarikatı gibi yüzlerini siyah maskeyle gizleyen; kafa kesme, toplu infaz ve benzeri şiddet eylemleriyle korku ve dehşet salan bu örgüt, tüm bunları İslam adına yaptığını ileri sürmektedir. Bu haliyle, Taliban ve El Kaide de dahil, mevcut İslamcı örgütler arasında en radikali görünümündedir.

IŞİD’in ne olup olmadığına değinmeden önce onu ortaya çıkaran koşullara ve sürece değinmekte yarar var. Kanımca bu süreç, geçen yüzyılın ortalarından, özellikle 2. Dünya Savaşı’nın ardından, ABD ve yandaşlarının Sovyetler Birliği’ni ve bir bütün olarak Doğu Avrupa’daki sosyalist sistemi, İslam ülkelerinden oluşan bir yeşil kuşakla çevirme, kuşatma politikasıyla başlıyor.

ABD ve öteki emperyalist, kapitalist güçler dini, özellikle de İslam’ı, komünizme ve demokratik hareketlere, hatta ulusal kurtuluş hareketlerine karşı bir panzehir olarak gördüler. Bu anlayışla Cezayir’den Pakistan’a kadar olan Arap ve İslam coğrafyasında –Türkiye dahil- İslami hareketi sola ve ilerici demokratik hareketlere karşı örgütleyip eğitme çabasına giriştiler. Türkiye’de bu dönemde Ülkü Ocakları’nın yanı sıra Komünizmle Mücadele Dernekleri, İlim Yayma Cemiyetleri kuruldu. İnsanlar ırkçı-şoven ve bağnaz dinsel söylemlerle kışkırtıldı. 1960’lı yıllar Türkiye’de ve Kürdistan’da sol hareketin, işçi hareketinin ve Kürt ulusal hareketinin barışçı biçimlerde gelişmeye başladığı yıllardı. Ama çok geçmeden, sola ve Kürt hareketine karşı devletin baskı mekanizmasının yanı sıra, yine devlet tarafından yönlendirilen sivil görünümlü ırkçı-dinci güçler devreye girdi. Bir sağ-sol kavgasının yanı sıra, şurda burda Alevi-Sünni kavgası biçiminde bir mezhep kavgası boy verdi ve çeşitli provokasyonlarla kışkırtılan bağnaz kesimler Alevilere, solculara, Kürt yurtseverlerine saldırtıldı. Maraş, Malatya, Çorum ve Sivas olayları bunun tipik örnekleri idi. Bu eylemlerin arkasında 1950’li yıllarda, bütün NATO ülkelerinde oluşturulan Kontrgerilla’nın eli vardı.

Bu dönemde iki sistemin (kapitalizmin ve sosyalizmin) önemli kapışma noktalarından biri Afganistan oldu. Yıllarca krallık rejimi altında nispeten istikrarlı, ama feodal-gelenekçi bir sistemle yönetilmiş olan Afganistan da, 2. Dünya Savaşı’nın ardından Asya, Afrika ve Latin Amerika’yı saran devrim dalgasından etkilendi. 1973’te krallık askerler tarafından devrildi ve cumhuriyet kuruldu. Kurucular Sovyetlere yakın bir politika izlediler. Ancak 1979’da Hafızullah Amin adında sol sekter biri darbe yaptı ve işçi sınıfının henüz dişe dokunur bir varlığından söz edilemeyecek bu köylü ülkesinde, feodal toplumu sosyalizme dönüştürme iddiasıyla, koşullara denk düşmeyen bir maceraya girişti. Bu zamansız ve maceracı girişim kırsal kesimde yönetim karşıtı yoğun tepkilere yol açtı. ABD, Suudi Arabistan, Pakistan ve İran’ın büyük parasal ve askeri desteğiyle örgütlenen ve “mücahit” diye adlandırılan savaşçı grupların direnişi önce Hafızullah Amin’i, ardından yerine gelen ve Sovyetlerce desteklenen Babrak Karmal yönetimini götürdü. Tam da bu yıllarda bir çöküntünün eşiğine gelmiş olan Sovyetler, 1989’da askerlerini Afganistan’dan çekti. Sovyet yanlısı Afganistan yönetimi 1992’de çöktü ve ardından radikal İslamcı Taliban, yönetimi tümden ele geçirdi.

Taliban örgütü, söz konusu direniş yıllarında doğdu ve güçlendi, en büyük müttefiki ise El Kaide idi. Bu ikisi de ABD tarafından örgütlenip eğitilmiş, Suudi Arabistan ve diğer anti komünist güçler tarafından desteklenmiş, zaman içinde güçlenmişlerdi.

Ne var ki soğuk savaş döneminin ürünü olan, özellikle de sosyalist ve ilerici değerlere karşı bilenmiş bu örgütler, Sovyetler Birliği ve sosyalist sistem bir bütün olarak çöküp dağılınca işsiz kaldılar. İslam adına sözde “dinsizler ve kâfirlerle” savaşa koşullanmış oldukları için yeni düşmanlar aradılar; buna en uygun düşen ise İslam’a yabancı yaşam tarzları ve İslam ülkelerini acımasızca sömüren sistemleriyle kapitalist-emperyalist ülkeler oldu ve terör işinde uzmanlaşmış, bu arada çeşitli ülkelere dal-budak salmış olan El Kaide, kendisini yaratana, efendisine döndü. Suudi Arabistan’da, Beyrut’ta, bazı Afrika ülkelerinde ABD siyasi misyonlarını ve kurumlarını vurdu. 2002’de bizzat ABD’nin kalbinde Pentagon’a ve İkiz Kuleler’e saldırdı. Daha sonra İstanbul da bu tür eylemlere sahne oldu.

ABD ve yandaşlarında şafak attı, ama artık iş işten geçmişti. Akrep besleyip başkalarının evine salanlar bu akreplerin bir gün çoğalıp yayılıp kendilerini de sokabileceğini hesap etmemişlerdi…

Güçlüler ve kurnazlar böyledir, onlar her şeyi gönüllerince dizayn edebileceklerini sanır, başkalarına tuzak kurar, sonra da bizzat kendileri bu tuzaklara takılır, kendi kazdıkları kuyulara düşerler. Dünyada ve tarihte bunun örnekleri çoktur.

ABD kendi eliyle yarattığı El Kaide’nin belasına böyle uğradı. Yine aynı ABD ve yandaşları, kendi elleriyle yaratıp iktidara getirdikleri Taliban’ın, Afgan toplumuna ve bizzat kendilerine yarattığı belalardan kurtulmak için, günü geldi Afganistan’ı işgal edip Taliban ve El Kaide ile sonu gelmez savaşlara giriştiler. Hâlâ da beladan kurtulmuş değiller.

Terör örgütlerinin arkasında çoğu zaman, onların eylemlerinden yarar bekleyen, bu nedenle onları besleyip yönlendiren devletler vardır. Ama terör iki yanı keskin kılıç gibidir ve günü gelir sahibini vurur. Bazen de işleri bittiğinde efendileri onları yalnız bırakır.

Özetlersek, El kaide adlı terör örgütü Bizzat ABD ve yandaşlarının 20. Yüzyılın ortalarından itibaren sosyalizme karşı izledikleri “Yeşil Kuşak Politikası”nın ürünüdür. Ayrıca El Kaide bu işte yalnız da değil; onun yanı sıra, bu dönemde beslenip büyütülen bir dizi terör örgütü yıllardır Ortadoğu’da, Kafkaslar’da, Afrika’nın çeşitli ülkelerinde eylem halindeler.

Onlar bunu sosyalist sistemi yıkma, solu dizginleme ve ilerici hareketleri engelleme adına yaptılar. Böylece bu ülkelerde yıllar içinde küllenmiş din ve mezhep savaşlarını da yeniden ateşlediler, bu ülkelerin dengelerini bozdular. Bizzat kendi ülkemizden de biliyoruz ki, 1960’lı yıllara gelinceye kadar bir Alevi-Sünni çatışması yoktu. Kent ve kasabalarda her iki inançtan insanlarımız evlerinde, iş yerlerinde komşu idiler ve belli bir hoşgörü oluşmuştu. Ama CIA’nın MİT’le paralel biçimde ve Kontrgerilla örgütü eliyle tezgahladığı provokasyonlar sonucu kısa sürede iki kesim arasında gergin bir ortam oluştu ve kanlı çatışmalar yaşandı.

Oysa ne sosyalist sistemin, ne kendi ülkelerindeki solun, ne de diğer ilerici demokrat güçlerin -insanlığı bir yana bırakın, ona zaten zararları olmazdı- kendilerine, yani kapitalist baylara bile bu kadar zararı olmazdı. Dünya sosyalist olsa onların bireysel kasaları elbet bu kadar dolmaz, ama canları da tehlikede olmazdı. Dünyamızda barışın huzurunu yaşar, başka insanlarla eşit olmanın bir felaket değil, tersine mutluluk olduğunu belki zamanla anlarlardı.

Ne yazık ki sosyalizm de sistemi sağlam temeller üzerine kuracak ve karşıdevrimi engelleyecek güce ulaşmamıştı; yenilgide karşı tarafın açtığı acımasız savaşın yanı sıra, kendi iç zaaflarının, kusurlarının da payı az değildi.

Evet, radikal İslam’ın son 50 yılda bu denli güçlenmesinin bir nedeni, soğuk savaş döneminde iki sistem arasında yaşanan bu amansız çekişmedir. Hem bu çekişme sırasında emperyalist güçler ve yandaşları dini radikal akımları bir panzehir gibi görüp alabildiğine kışkırttılar, hem de bu amansız mücadelenin sonunda sosyalist sistemin yenik düşmesi, eski sosyalist ülkeler dahil, dünyanın pek çok yerinde dini değerlerin yükselişine, din ve mezhep kavgalarına, ulusal çekişmelere yol açtı veya bu tür eğilimleri güçlendirdi. Diğer bir deyişle, ileriye yönelik değişim dalgası durunca, artık aşılmış sanılan, ama pusuda bekleyen eskiye ait değerler, geçmişin kiri-pası ve bunun yol açtığı çekişmeler öne çıktı. Bunların Yugoslavya’da, Kafkasya’da ve dünyanın başka yerlerinde nasıl kanlı kavgalara yol açtığını gördük. Şu anda Ukrayna’da bile yaşanan budur.

Öte yandan bugün Ortadoğu’da ve genel olarak Arap-İslam dünyasında yaşananları salt bununla açıklayamayız. Söz konusu çalkantılar, aynı zamanda 1. Dünya Savaşı’nın ardından bölgede kurulan sistemin çökmesi, statükonun yıkılmasıdır.

Buna da yazımın 3. Bölümünde değineceğim.


Print