|
Zorunlu din dersi ile matematik, kimya dersleri…
|
2014-10-02 20:34
|
Kemal Burkay
|
|
Zorunlu din dersini savunan kesim, matematik, kimya gibi derslerin zorunlu olmasını örnek gösteriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu teze sarılmış görünüyor.
Sayın Erdoğan bunun da ötesinde zorunlu din dersini toplumun uyuşturucu, şiddet vb. kötü alışkanlık ve eğilimlerden korunması için de bir güvence sayıyor. İŞİD terörünü buna örnek gösteriyor.
Öncelikle matematik, kimya ve benzeri dersler din dersi ile aynı sayılabilir mi?
Matematik, fizik ya da kimya, bunlar bilimin dallarıdır ve dünyanın her yerinde aynıdır. İki kere iki dört eder ve su da normal koşullarda yüz derecede kaynar. Dünyamızda her ülkeye, her topluma veya toplumsal gruba göre bir matematik ve kimya yoktur. Oysa din bir inanç olayıdır. Başlangıcından, putperestlik döneminden tek tanrılı dinler dönemine kadar yüzlerce, binlerce tür inanç ortaya çıkmıştır ve bugün de dünyamızda yüzlerce farklı inanç vardır. Üstelik bu inanç mensuplarından her biri kendi inancını en doğrusu sayar, bazen öteki dinleri, aynı din kapsamında bile öteki mezhepleri karalar, hatta düşman gibi görür. Şu anda El Kaide’nin, IŞİD’in yaptığı gibi.
Bu durumda, birden çok farklı inancın olduğu bir ülkede zorunlu din dersini neye göre vereceksiniz? Örneğin Türkiye’de Müslüman, Hıristiyan, Yahudi ve Ezidi inançlarından hangisine göre? Sünnilere veya Alevilere göre mi? Hanefi mezhebine ya da Şafiilere göre mi?
Ya inançları daha farklı olanlar, örneğin ateistler için ne olacak? Ateistlerin Türkiye’deki oranını bilmiyoruz; ama bazı toplumlarda bu oran yüzde 20’lere, 30’lara varıyor; hatta yüzde 50’yi geçebiliyor. Bu insanları zorla dindar ya da Müslüman mı yapacaksınız?
Bu ülkede din dersinin Sünni İslam’a ve Hanefi mezhebine göre düzenlendiğini, farklı inanç mensuplarının, örneğin Alevilerin de buna zorlandığını bilmeyen var mı? Devletin veya başkasının Alevilere namaz surelerini öğretmeleri, pratiğini yaptırmaları gibi bir hakkı ve görevi olabilir mi?
Bunun tersi olsa, örneğin bu ülkedeki Sünni Müslümanlar, din dersi adına Alevi inancına göre eğitilseler, örneğin cami yerine cem evine gitmeye ve semaya durmaya zorlansalar hoşlarına gider miydi?
Öte yandan, din ve ahlak dersini uyuşturucu kullanımı, şiddet ve benzeri şeylere karşı bir tür aşı gibi görmenin, ya da bu eğitimden geçmemiş olanların bu tür kötü alışkanlık ve işlere karşı bağışıklık sistemlerinin zayıf olacağını iddia etmenin bilimsel kanıtları ne?
Aksine, tarihsel ve güncel olarak pek çok bilgi ve olgu bunun tam tersini gösteriyor. Tarih, din adına beyni yıkanmış ve kendileri gibi düşünmeyenleri düşman gibi görenlerin şiddeti hak saydıklarının örnekleriyle dolu. Örneğin Hasan Sabah’ın fedaileri, Erdoğan’ın sık sık adlarını verdiği “Haşhaşinler”, İslam içinde belli bir öğretiye göre eğitilmiş ve kendilerine düşman gibi gösterilenleri öldürdükleri zaman cennete gideceklerine dair koşullandırılmış kişilerdi. Bu nedenle gözlerini kırpmadan ve ölümden korkmadan cinayetler işlemekte idiler.
İran Mollalar rejiminin “pastarları” da cepheye giderken, ölünce cennete gideceklerine inandırıldıkları için pek rahattırlar.
Ya şu şiddetleri, Şii ya da Sünni Müslümanları bile ürküten IŞİD’ciler öyle değil mi? Bunlar, Fatih Altaylı’nın deyişiyle Harvard’da fizik eğitimi görmüş olmasalar gerek. Bunların da din adına beyinleri yıkanmış kişiler olduğu açık değil mi?
Eğer insanlara başka dinden ve inançtan olanları “kafir” diye gösterir ve onları “din yoluna getirme”nin iyi bir iş, gelmezlerse cezalandırmanın, hatta öldürmenin bir hak olduğuna inandırırsanız, şu 21. Yüzyılda bile bu amaçla “cihad”ı kutsarsanız, sonuç tam da bu olacaktır.
Tüm bu nedenlerle, demokratik tutum, din dersinin zorunlu olmaması ve bu işin ailelere bırakılmasıdır. İsteyen aile çocuğunu din dersine gönderebilmeli, istemeyen ise göndermeye mecbur olmamalı. Her dinin ya da inancın mensupları kendi dini anlayışlarına göre çocuklarına din eğitimi verebilmeli.
Bunun tersi, bir kesimin öteki herkesi kendi dini inancına göre eğitme isteği ve ısrarı, antidemokratik bir tutumdur, baskıdır, bunun da ötesinde zulümdür.
Devletin din eğitimiyle ilgili yapması gereken bir şey varsa, o da başka inanç mensuplarını ötekileştirme, düşman gibi gösterme vb. eylemleri suç sayıp bunlara karşı tutum almaktır.
Elbet her toplumda, özellikle de demokrasi konusunda daha pek çok fırın ekmek yenmesi gereken bu ülkede, bu basit demokratik kuralı anlamayan kişiler çıkabilir. Ama ülkenin başbakanı ve cumhurbaşkanı bunu yapıyorsa işte orada çok ciddi bir sorun vardır ve bu durum ürkütücüdür.
Türban ve başörtüsü konusunda Kemalist rejiminin koyduğu antidemokratik bariyerlere karşı biz demokratik bir tutum takındık ve kadınların bu konuda tercihlerine saygı gösterilmesini istedik.
Ama Sayın Erdoğan ve arkadaşları zorunlu din dersiyle ilgili olarak, yani yine inanç konusunda, benzer bir haksızlığın, baskının giderilmesinde böylesi demokratik bir tutumu benimseyemiyor ve çok ciddi bir yanlışı savunuyorlar.
Bu vahim bir durumdur; çünkü kendileri bu ülkenin yöneticileridir, onların yapacakları yanlışın sonuçları ağır olur.
İnsanların suçtan, kötülüklerden, şiddetten korunmasında elbet daha aileden başlayarak verilen eğitimin büyük rolü var. İyi bir eğitim insanlara daha çocuk yaştan başlayarak ailede, okulda ve onları biçimlendirebilecek her araçla, insan haklarına saygıyı, farklılıklara hoşgörüyü; insanları, hayvanları ve bitkileri sevmeyi; doğayı korumayı, çevreyi temiz tutmayı öğretmekle olur. Ama bu ille de “din ve ahlak bilgisi dersi”nin konusu değildir. Bu konular yurttaşlık bilgisi, tabiat bilgisi, tarih dersi ve çok çeşitli derslerde işlenebilir.
İnsanların kişiliğinin olumlu yönde biçimlenmesi, aynı zamanda demokratik, barış içinde bir toplumda yaşamakla olur. Bir ülkede barış, adalet ve insan haklarına saygı yoksa, demokrasi güdükse, orada hiçbir ders kötülükleri ve şiddeti önlemeye yetmez.
Gerçi bu ülke hiçbir dönemde gerçek anlamda laik bir ülke olamadı; ama zorunlu din dersini de okullara 12 Eylül Cuntası, yani faşist rejim koydu. Cunta dini, değişimci sola ve demokratik harekete karşı bir panzehir olarak gördü. Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının şimdi, 12 Eylül rejiminin bu tür uygulama, kural ve kurumlarından toplumu ve hukuk sistemini arındırmak yerine, böylesi bir uygulamayı ısrarla sürdürmeye çalışmalarının savunulur bir tarafı yoktur.
ABD ve yandaşları da yine sosyalist sisteme, sola ve demokratik harekete karşı malum “Yeşil Kuşak Politikası”nı izlediler ve Atlantik’ten Pakistan’a kadar tüm İslam dünyasında fanatik dinci örgütler kurup eğittiler, böylece bu toplumların genleriyle oynadılar. Bu ise Taliban, El Kaide türü radikal İslamcı akımların boy vermesine yol açtı. ABD ve yandaşları şimdi kendi elleriyle yol açtıkları bu sonuçlarla savaşıyorlar; ama bozulan dengeleri düzeltmek, doğan kaosun üstesinden gelmek hiç de kolay değil.
2 Ekim 2014
|
|
|
|