|
Yanlışı eleştirmeden doğru yolu nasıl buluruz? (*)
|
2012-02-27 14:57
|
Kemal Burkay
|
|
Değerli Hilal Hanım,
Yeni Şafak gazetesindeki köşenizde yayımlanan bana yönelik açık mektubunuzu okudum. Dönüşüm sırasında karşılama nezaketini gösterdiğiniz için, ayrıca ülkemizde barışa ulaşma yönünde oynayabileceğim role ilişkin nazik sözleriniz için teşekkür ederim. Mektupta eleştiriler de var ve ben bunu dostça eleştiriler olarak saygıyla karşılıyorum. Ancak bu eleştirilerin isabeti konusunda söyleyeceklerim var.
Ülkeye dönüşümün Türk devlet adamları ve medya tarafından iyi karşılandığını, adeta baş üstünde ağırlandığımı, ama benim bu olanakları “PKK’yı devlet kurdu” tezini on farklı biçimde ifade etmekle kullandığımı söylüyorsunuz. Daha sonra ise şöyle devam ediyorsunuz: “bu topluma anlatabileceğiniz başka şeyler olduğunu biliyorum. Bize anadilde eğitimi anlatın, muhterem Burkay; federasyon düşüncenizi anlatın, çözümün yollarını anlatın. Katılmasak da dinleyelim sizi, farklı fikirleri duymaya alışalım. Bunu en iyi başaracak siyasetçilerden birisiniz.”
Yurda dönüşüm sırasında iyi karşılandığım ve medyanın yoğun ve sıcak bir ilgi gösterdiği doğrudur. (Bu ilgi dönüşümden önce de yoğundu). Peki ben bu “olanağı” salt PKK’yı eleştirmekte mi kullandım?
Eğer dönüşümden sonra da katıldığım televizyon programlarını ve gazetelere verdiğim röportajları izlemişseniz, hiç de PKK’yı eleştirmekle yetinmediğimi, çözüm konusundaki görüşlerimi net, açık biçimde dile getirdiğimi, bu görüşler arasında federal çözümün ve elbet anadilde eğitimin olduğunu da bilirsiniz. Ayrıca çözüm için silahların iki yönlü susmasının gereğini, hatta PKK’nın tek yanlı silah bırakmasının yararını dile getirdim. Katıldığım hemen her programda ve her gazete röportajında bunu yaptım.
Zaten böyle olduğu bizzat sizin mektubunuzdan da anlaşılıyor. Toplumun benim kullandığım, “Kürdistan” adını, federatif çözümü ve anadilde eğitim talebini içeren “radikal dile” hoşgörüyle baktığını söylüyorsunuz.
Öyle olunca sorun nedir, PKK’ya yönelik eleştiri mi? Peki bu yersiz midir, boşuna vakit kaybı mıdır, olanakları heder etmek midir?
PKK Kürt politikasında önemli ağırlığı olan bir örgüt, epeyce taraftarı, kitlesel desteği var. Ama böyle olması onu eleştiri dışı tutmamızı mı gerektiriyor?
Eğer PKK Kürt halkının hakları ve özgürlüğü için iyi şeyler yapıyorsa, tamam, destek verelim ve bazı kusurlarını da hoş görelim. Ama ya önemli yanlışlar yapıyor, üstelik bu “yanlışları” bile bile yapıyorsa?.. Hele bu yanlışlar bir halkın kaderini ilgilendiriyorsa, Kürt halkının hak ve özgürlük mücadelesine büyük darbeler vuruyorsa –ki PKK’nınkiler öyledir- o zaman bu türden açık, net eleştirileri daha da hak etmez mi? Bundan da ötesi, PKK Kürt halkına kurulmuş bir tuzaksa ve bu tuzak hâlâ kurucuların planlarına uygun işlevini sürdürmekte ise?..
PKK’ya aldanmış, bu tuzağa düşmüş bir yığın iyi niyetli veya saf insan varsa aydınların ve sorumlu siyaset adamlarının da buna bakıp yılmaları, susmaları mı gerekir?..
PKK kesiminin benim kendilerine yönelik eleştirilerimden çok rahatsız olduğu ve söz konusu eleştirilere, olgun siyaset adamlarına yaraşır biçimde cevap vereceklerine, küfür, iftira ve tehdit içeren son derece düzeysiz bir dille, bana karşı bir linç kampanyası başlattıklarını da elbet biliyorsunuz. Daha da önemlisi PKK’nın bu kampanyayı daha ben yurda dönme kararımı açıkladığım andan itibaren başlatmış olmasıdır.
Hilal Hanım, PKK’nın durumu malum olduğu halde, geldiğim dönemde PKK ile bir ağız dalaşına tutuşmamak için dikkatli olduğumu, barış mesajları verdiğimi ve kendi çözüm önerilerimi dile getirdiğimi izlemiş olmalısınız. Buna rağmen, PKK’nın başlattığı söz konusu linç kampanyasına karşı sessiz mi kalmalıydım? Sinip susmalı mıydım?
Evet, PKK’ya verdiğim cevaplar ne yazık ki zamanımın önemli bir bölümünü alıyor. Ama ben buna mecbur bırakıldım. PKK’nın bana yakıştırmaya kalktığı “İşbirlikçi”, “hain” ve benzeri sıfatlar banim gibi, hayatını emekçilerin ve Kürt halkının hak ve özgürlüğü yoluna adamış başı dik, onurlu bir adama hiç mi hiç uygun düşmez; ama PKK’nın kendisine cuk oturur. Çünkü bu örgütü 1970’li yıllarda devletin kurduğunu biliyoruz. Daha sonraki hikâyesi de temiz değildir. Bunları son “Linç Güruhuna Cevap” başlıklı dizi yazımda bir kez daha dile getirdim. (Bakınız: www.dengekurdistan.nu)
Kaldı ki PKK için söz konusu durum salt geçmişe ait bir olay değil, bugün de devam ediyor. Ergenekon’un bir kolunun PKK içinde olduğu ve İmralı sürecinde derin devletin PKK eylemlerine yön verdiği bir sır değil. Hele, son günlerde medyaya çarşaf çarşaf yansıdığı üzere, KCK’nın MİT tarafından örgütlenmiş ve yönetiliyor olması bile durumun dramatik yönünü açığa koymuyor mu?..
Ve durum böyleyken, bu gerçek dile getirilmeden, PKK ve onu yönetenler teşhir edilmeden şiddet sarmalından çıkmak mümkün mü?
Barış ve çözüm yönünde her olumlu adım atıldığında PKK’nın provokatif eylemlerle (Reşadiye, Dörtyol olayları… Ankara’da patlayan bombalar… Son Silvan ve Çukurca eylemleri vb…) yumuşama ortamını sabote etmesi bir rastlantı mıdır?
Bunları konuşmadan işin iç yüzüne nasıl nüfuz edebilir ve nasıl barış ve çözüm yönünde çıkar yol bulabiliriz?
Eğer Kürt halkına karşı kurulan, zamanla aynı zamanda Türk halkının da içine düştüğü söz konusu tuzağa karşı Kürt ve Türk aydınları, siyasetçileri gerekli uyarı görevlerini yapsalardı, benim bu işe bunca zaman ayırmama gerek kalır mıydı? Ama söz konusu aydınlar ve siyasetçiler ya bu tuzağı bir türlü göremediler (bu vahim bir durumdur) ya da gördükleri halde şu veya bu nedenle sustular (bu daha da vahim bir durumdur).
Geçmişte PKK lideri Öcalan’la zaman zaman görüştüğüm elbet doğrudur. Ben her şeye rağmen soruna bir kan davası gözüyle bakmadım. Özellikle Öcalan’ın Suriye’de olduğu dönemde zaman zaman görüştüm. 1993’te bir protokol da imzaladık. Bazıları ısrarla anlamasalar ve bana karşı kullanmaya çalışsalar bile bu tür diyaloglarda yarar vardır. İnsan sırası geldiğinde düşmanlarıyla bile görüşür. Ama yanlış içinde olanlarla görüşmek başka, yanlışın kuyruğuna takılmak başka şeydir. Ben işte bu ikincisini hiç yapmadım.
Öte yandan tüm bu iyi niyetli çabalar PKK’yı büyük yanlışlarından kurtarmaya yetmedi. Şu anda ise durum çok daha farklıdır. Öcalan yakalanıp İmralı’ya konduktan sonra kendisi ve örgütü bir kez daha derin devletin denetimine girdi, yeniden dizayn edildi, kopan ağlar tamir edildi. Böyle bir durumda derin devletin PKK içindeki eli ve etkisi son bulmadan onu doğru yola çekmek mümkün mü?
Ben kindar biri değilim, siyasi tutumumda öfkeye yenik düşmem; ama gerçekçiyim. Ayrıca tehditler karşısında sinmeyen, gerçeği dile getirmekten çekinmeyen bir insanım. Bunu halka karşı bir görev biliyorum. Benim farkım bu. Ve eğer bazen dostlar tarafından bile anlaşılmıyorsam işte buna üzülürüm.
Selamlarım ve en içten dileklerimle…
Kemal Burkay
25 Şubat 2012
-------------------------------------------
Yeni Şafak gazetesi yazarı Hilal Kaplan’ın 24 Şubat tarihli açık mektubuna Burkay’ın yazdığı cevaptır ve 27 Şubat tarihli gazetede, aynı köşede yayınlandı. Hilal Kaplan’ın söz konusu açık mektubunu ise merak eden okurlarımız için “basından” köşemizde verdik. (Dengê Kurdistan)
|
|
|
|