|
Abant Toplantısı, çözüm önerileri ve basmakalıp bir lakırdı üzerine
|
2012-03-13 15:09
|
Kemal Burkay
|
|
Gidiş-dönüşle birlikte dört günümüzü Abant Platformu’nun 26. Toplantısı nedeniyle Abant’ta geçirdik. Bolu dağlarının gür çam ormanlarıyla kaplı Abant, donmuş göl yüzü de dahil, kalın bir kar tabakasıyla kaplıydı. Adını çok duyduğum ve dört mevsim de güzel olduğu söylenen Abant’a ilk kez geliyordum.
Toplantı boyunca eski tanıdık ve dostlardan birhayli kişi ile karşılaştık, bir kısmıyla ise orada tanıştık, sohbet ettik.
Toplantıya 150-200 dolayında bilim adamı, hukukçu, yazar, aydın ve medya mensubu katıldı. Bu defaki toplantının konusu “Yeni Anayasa’nın Çerçevesi” idi. Üç gün boyunca, belirlenmiş beş konuda (vatandaşlık, anadilde eğitim, üniter devlet-özerklik, cumhurbaşkanının konumu, inançlar) sunumlar yapıldı, katılımcılar söz alarak tartışmaya katıldılar. Oldukça rahat, hoşgörülü, yüksek düzeyli bir tartışma ortamı yaşandı. Gerek Kürt ve Alevi sorunu, gerek azınlıklar konusu, zamanın elverdiği ölçüde tüm yönleriyle ele alındı. Ağır basan eğilimler belli oldu ve bunlar bir sonuç bildirgesiyle kamuoyuna yansıtıldı.
Toplantıda ben de anadilde eğitim konusunda bir sunum yaptım ve öteki konulardaki tartışmalara da katıldım. Bu tartışmalar ve bu arada benim görüşlerim görüntülü ve yazılı medyaya, aynı zamanda sitemize ve facebook’taki sayfama (fan page) yeterince yansıdığı için ayrıntıları üzerinde durmayacağım. Şu kadarını söyleyeyim ki bu platformda da Kürt sorunu ve Alevi sorunu dahil, ülkenin bugün yüz yüze olduğu ağır sorunların nedenlerine ve çözüme ilişkin görüşlerimi, bunun anayasaya nasıl yansıması gerektiğine ilişkin belirlemelerle birlikte dile getirdim.
Ancak bir internet sitesinde bu kez de, benim görüşlerimle ilgili olarak, öteden beri bazı çevrelerin yaptığı bir spekülasyonun tekrarlandığını görmek şaşırtıcı olmadı. Adını vermeye gerek görmediğim sitedeki bu önyargılı haberde, söylediklerimin doğru mu yanlış mı olduğuna bakılmaksızın şöyle deniyor:
“Federasyon isteyen Kemal Burkay bu kadar rahat konuşuyor, BDP ise demokratik özerklik istediği halde baskı görüyor…’
Evet, sevgili okurlar, bu basmakalıp lakırdıyı ülkeye döndüğümden beri, zaman zaman belli çevrelerden duyuyorum. Bunlar bana karşı önyargılı, ülkeye dönmüş olmamdan rahatsız, bunu daha dönüşümden önce dile getiren çevreler. BDP sayesinde milletvekili olmayı başarmış bir nevzuhur siyasetçi de bir TV kanalında aynı şeyleri söylemişti…
Evet, ben federatif çözümü “rahat bir şekilde” dile getiriyorum. Bunu ilk kez de yapmıyorum. Daha yurt dışına çıkmadan önce, 1970’li yıllarda da yapıyordum. Yani Kırk yıldan beri yapmaktayım. (Özgürlük Yolu Dergisi ve Roja Welat Gazetesi’nde yazdıklarım, yine o dönemde yurt içinde basılan kitaplarım bunun kanıtıdır). Yurt dışında iken de hep yaptım. Ve şimdi yurda döndükten sonra da çözüme ilişkin bu görüşlerimi dile getirmeyi, herhangi bir otosansüre başvurmadan sürdürüyorum.
12 Eylül öncesi Kürt halkının varlığını dile getirmek, hak istemek, federatif çözümü savunmak, hele hele Kürt dilinde bir gazete çıkarmak (Roja Welat) elbet kolay değildi. Bedel ödeyerek ve direnerek yaptık bunu. Şimdi ülkeye tekrar dönüşümde koşullar elbet farklı. Kürtçe gazeteler, kitaplar serbestçe yayınlanıyor; bir TRT-şeş ve Dünya TV var; Kürt sorunu yaygın biçimde tüm TV kanallarında, tüm gazetelerde tartışılıyor ve bu yüzden kıyamet kopmuyor. Federatif çözüm talebi legal bir siyasi partinin (HAK-PAR) programında yer alıyor. Görüşlerimi söylediğim için ben de, PKK’nın tehdit ve küfürleri ile yardakçılarının buna çanak tutan karalamaları dışında, herhangi bir baskıya uğramadım.
Peki ne var bunda? Yani görüşlerimi söylüyorum diye baskı mı görmeliyim, bu baylar bunu mu istiyorlar?
“Kemal Burkay federasyonu savunuyor, rahat rahat konuşuyor, BDP demokratik özerkliği savunduğu halde baskı görüyor” sözünün iki anlamı var: Birincisi bunu söyleyenler, bununla federal çözüm isteminin önemli bir istem olduğunu, BDP’nin isteminin ise sistemi rahatsız etmeyecek kadar önemsiz olduğunu söylemiş oluyorlar.
Bunda elbet haklılar, federasyon istemi gerçekten önemlidir ve eşitlik temelinde bir çözümü kapsar. “Demokratik özerklik” ise, hele bunu dile getirenlerin, PKK ve BDP çevresinin dediğine bakılırsa, gerçekten oldukça basit bir istemdir.
Malum olduğu üzere, siyasi terminolojide “demokratik özerklik” diye bir kavram yok, “özerklik” var. Bu “otonomi”nin karşılığı olarak türetilmiş Türkçe kavramdır. Eski dilde buna “muhtariyet” denir. Bugüne kadar kimse “demokratik otonomi”, ya da “demokratik muhtariyet” dememiştir.
Özerkliğin ise iki türü vardır, biri bölgesel özerklik, diğeri ise kültürel özerklik. PKK-BDP kesimi, söz konusu taleplerinin kapsamı ile ilgili olarak, “Sınırlara, bayrağa gerek yok, resmi dil yine Türkçe olsun” diyorlar. Demek ki istedikleri kültürel özerklik. Çünkü bölgesel özerkliğin -adı üzerinde- sınırları olur, bir bölgeye özgüdür.
Peki ben rahat rahat konuşuyorum da böylesine basit bir talep için BDP’ye baskı mı yapılıyor? Eğer yapılıyorsa bu baylar iddialarında haklılar. Ama doğru söylemiyorlar. Bu yüzden BDP’ye baskı yapıldığı filan yok. BDP’li arkadaşlar, Parlamento kürsüsü dahil, tüm platformlarda bu taleplerini serbestçe dile getiriyorlar, hatta bir ara bunu tek yanlı ilan bile ettiler.
Ama eğer baskıyla KCK davasını, gözaltı ve tutuklamaları kast ediyorlarsa (onu kast ettikleri belli, çünkü tutuklamalardan, askeri operasyonlardan söz ediyorlar), bunun “demokratik özerklik” gibi içi boş bir talep yüzünden olmadığı ortada. KCK hem illegal, hem silahlı mücadele yürüten, kendi deyimleriyle “halk savaşı” veren bir örgüt. Proje İmralı’nın, başkanı ise PKK’nın dağdaki önde gelen komutanı Karayılan.
Buna rağmen ben kendi payıma, KCK’ya yönelik operasyon ve tutuklamaları başından beri siyaseten yanlış buldum, bu dava yumuşama ve çözüm sürecine hizmet etmez, dedim.
Ama KCK üyeleri arasında BDP’liler de varsa, ki olduğu görülüyor, bunun sorumlusu kim? BDP’de serbestçe siyaset yapan, meclisi üyesi, belediye başkanı olan bu arkadaşların, illegal ve silahlı mücadele veren bir başka örgütte işi ne? (Elbet kovuşturmaya uğrayanların tümü daha baştan suçlanamaz, bir bölümü suçsuz da olabilir, KCK üyesi olmayabilir, o ayrı mesele).
İşte sorun budur. Ben rahat konuşuyorum, çünkü çözüme yönelik görüşlerimi söylüyorum. Bunun için silah kullanmıyorum. Ben siyasal mücadele yürütüyorum ve günümüz koşullarında şiddeti yanlış buluyor, bununla sonuç alınamayacağımı söylüyorum.
Peki, PKK-KCK kesimi pek bir şey istemediği halde, Kürtlerin taleplerini kültürel özerkliğe, hatta onunda altına indirgediği halde, neden silahı elden bırakmıyor? Bu talepler için savaşa, bunca ölmeye ve öldürmeye gerek yok. Kürt halkı bu taleplerin çok daha fazlasını, hatta eşitlikçi bir çözümü günümüz koşullarında siyasal mücadele ile kazanabilir. Yeter ki birlik olsun ve taleplerini kitlesel olarak, barışçı biçimlerde dile getirsin.
Öte yandan BDP üzerindeki baskı asıl olarak da PKK-KCK’dan geliyor, belediye başkanlarının, milletvekillerinin bile lafları ağızlarına tıkılıyor. Ben bu baskının son bulmasını, BDP’nin özgürce, rahatça siyaset yapmasını istiyorum, bunu hep dile getiriyorum.
İşte sorun budur, fark budur. Ve demagojiyi meslek haline getirenlerin, yeminli karşıtlarımın dışında anlaşılamayacak gibi değildir.
İşin ilginç tarafı, “Federasyon isteyen Kemal Burkay bu kadar rahat konuşuyor, BDP ise demokratik özerklik istediği halde baskı görüyor” diyen bu kişiler, genellikle BDP’li, hatta PKK’lı filan da değiller.
Bu “üçüncü kişi”lere, ya da “ehli fitne”ye ise diyeceğim şudur: BDP’ye yardakçılık yapmayı lütfen bırakın! Siz aradan çıkın ve PKK de baskı yapmasın, biz BDP’li arkadaşlarla bir güzel anlaşırız. Ben BDP yöneticilerinin çoğunu tanırım, efendi ve hanım insanlardır. Her konuda görüş birliği içinde olmasak da uygarca tartışırız ve ortak noktalarda pekâlâ birlikte davranırız. Gölge etmeyin başka ihsan istemez.
12 Mart 2012
|
|
|
|