|
31 yıl sonra, yurt içinden…
|
2011-10-12 08:34
|
Kemal Burkay
|
|
Değerli okurlar,
Dengê Kurdistan sitesinde yayımlanan son köşe yazımın üzerinden bir ayı aşkın zaman geçti. 6 Temmuz’da dönüş günümü açıkladıktan sonra hem medyanın yoğun ilgisi, hem dönüş hazırlıkları yüzünden ayrıca köşe yazıları yazamadım.
Şimdi ülkedeyim. Dönüş öncesi ve sonrası yaşadıklarım medyaya ve bu arada bizim siteye geniş biçimde yansıdı. Bilindiği gibi, dönüşüme hem dost ve arkadaşlarımın, hem medyanın ve kamuoyunun ilgisi yoğun oldu. Bu kadarını beklemiyordum. Bu işe emek veren, zaman ayıran, beni uğurlamak veya karşılamak için yorulan; yazıları, mesajları ve telefonları ile dostça ilgilerini esirgemeyen herkese bir kez daha teşekkür ediyorum.
Dönüşümden bir gün önce, 29 Temmuz’da arkadaşlarımın girişimiyle Stokholm’de benim için bir veda toplantısı düzenlendi. Bu toplantıya İsveç’ten ve İsveç dışından pek çok arkadaşım ve değişik çevrelerden, örgütlerden Kürt dostlarım katıldılar. 30 Temmuz günü ise yakınlarım, dost ve arkadaşlarım tarafından uğurlandım. Aynı uçakta hem bir grup arkadaşım, hem de benimle söyleşi yapıp birlikte dönmek için Stokholm’e gelmiş olan bir grup gazeteci vardı, ki bunlar arasında Cihan Haber ajansından Selahattin Sevi, Star Gazetesi’nden Melih Duvaklı, Sabah Gazetesi’nden Ertuğrul Erbaş ve daha 1960’lı yıllardan dostum ve arkadaşım olan Oral Çalışlar da vardılar.
İstanbul’a indiğimizde hem bu kentteki, hem de ülkenin değişik bölgelerinden -Ankara, İzmir, Adana, Konya, Diyarbakır, Dersim, Ağrı, Van, Mardin yörelerinden gelmiş çok sayıda dost ve arkadaş tarafından karşılandık. Medyanın yoğun ilgisi ile dost ve arkadaşlarımın heyecanı yüzünden izdiham yaşandı ve havaalanında kendilerini kısaca da olsa selamlayamadım, medyaya demeç veremedim. Bunu daha sonra gittiğimiz Taksim’deki Hill Otel’de düzenlenen toplantıda yapabildim.
Medyaya yansıdığı gibi, havaalanından dışarıya vip kapısından geçmedim, normal yolcuların da kullandığı bir kapıdan geçtim. Ancak elbet iyi karşılandım. Geldiğimin hemen ertesi günü, Avrupa Birliği’nden sorumlu bakan, sayın Egemen Bağış görüşme isteğini iletti ve bunun üzerine kendisiyle Ortaköy’deki bürosunda görüştüm. Ertesi gün de Kültür Bakanı sayın Ertuğrul Günay kaldığım otele kadar gelme nezaketini gösterdi ve orada bir görüşme yaptık. Bu görüşmelerin ikisi de kamuoyuna yansıdı. Her iki görüşmenin ardından basına verdiğim demeçlerde, silahların karşılıklı susmasına, Kürt sorununda diyaloga ve eşitlik temelinde barışçı bir çözüme şans tanınmasına ilişkin ve öteden beri dile getirdiğim görüşlerimi özetle tekrarladım. Bundan böyle de bu doğrultudaki çaba ve girişimlere destek vereceğimi söyledim.
Uygarca bir diyalogun önemini kavramayan, buna alışık olmayan, ayrıca bana karşı önyargılarından bir türlü kurtulamayan bazı kişi ve çevrelerin bu görüşmeler nedeniyle yine rahatsız olduklarını, çarpıtmalara başvurduklarını görüyorum. Oysa huzursuz olmaları için bir neden yok. Daha yurda dönmeden önce de çeşitli vesilelerle dile getirdiğim gibi, ben dün neysem bugün de oyum, dün yurt dışında neleri dile getirdimse bugün de dile getirdiğim odur. Gerek CNN Türk’te Ahmet Hakan’la, gerek Habertürk’te Yasemin Güneri ile yaptığımız uzun söyleşiler de bunun kanıtı. Buna rağmen beni karalamak için fırsat kollayan ve akıl almaz zorlamalara, yakıştırmalara başvuran kimilerine ise, 1965’te, yani 46 yıl önce yazdığım ve “Prangalar” adlı şiir kitabımda basılan “Küp İçinde Sinek” adlı uzun şiirimdeki şu iki mısra ile cevap vereyim:
“Ben hep o adamım – Yani senin bir türlü tanımadığın…”
Evet, beni bir türlü tanıyıp anlamayan veya anlamak istemeyen bu türden “küp içinde sinek”lere vereceğim cevap bundan ibarettir.
İstanbul’da kaldığım bir haftalık süre içinde bunun yanı sıra, kaldığım otelde ve onuruma verilen yemekte, aralarında İsmail Beşikçi, Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, Kurd-Kav yöneticileri ve çok sayıda dost ve arkadaşla, medya mensuplarıyla, yazar ve sanatçı dostlarla görüşüp sohbet etme imkanım oldu. Anadolu yakasındaki Dilovası’nda arkadaşım Nurettin Basut’un mezarını ziyaret ettim.Kızlarım Evin ve Berivan’la kız kardeşim Sabriye ve yeğenim Dilovan’ın evlerine uğradım. Yine bu süre zarfında BDP Grubu başkanı sayın Selahattin Demirtaş ile eski dost ve arkadaşım Şerafettin Elçi, CHP Genel Başkan Vekili Sezgin Tanrıkulu’nun da aralarında bulunduğu çok sayıda örgüt temsilcisi, dost ve arkadaş tarafından telefonla arandım.
Bir hafta sonra Ankara’ya geçtim. Burada da ilk günlerde kaldığım Neva Palas’ta ve onuruma düzenlenen yemekte çok sayıda eski ve yeni dost ve arkadaşlarımla, medya mensuplarıyla, yazarlarla görüştüm. Kız kardeşim İnci’ye uğradım. Bundan böyle, bir aksilik olmaz ve programımız düzenli yürürse önce Diyarbekir’e, ardından Dersim’e ve oradaki köyüme gideceğim.
Verdiğim mesajların yalnız Kürt kamuoyunda değil, Türk kamuoyunda da iyi niyetli tüm çevrelerde ve sıradan insanlar üzerinde olumlu bir etki yarattığını gördüm. Bazen sokakta veya yemekte rastladığım ve beni TV’deki söyleşilerden veya gazetelerdeki resimlerimden tanıyan kişilerin sıcak ilgisine tanık oldum. Bir kez daha söyleyeyim ki böylesine sıcak bir ilgiyi beklemiyordum. Hükümet adamlarından medyaya, yazar ve sanatçılardan sokaktaki sıradan insana kadar, tüm bu insanların benim dönüşüme gösterdikleri ilgi ve verdikleri değer, oynayabileceğim rolle ilgili beklentileri hem beni hoşnut etti, hem de ürküttü. Hoşnut etti, çünkü yıllardır kararlıca izlediğimiz politik çizginin ve verdiğimiz mesajların boşa gitmediğini, tüm engellere rağmen topluma ulaştığını ve onay bulduğunu gördüm. Beni ürküttü, çünkü söz konusu rolü oynamak için benim ve arkadaşlarımın elinde yeterli güç yok. Hayalci değilim ve siyasetin aynı zamanda güç dengelerine bağlı olduğunu, en azından yeterli kitle desteğine dayanarak yürütüldüğünü bilirim.
Belli ki hem Kürt, hem Türk kesiminde, kitleler ve ezici çoğunluk yıllardır süregelen bu çatışma ve gerilim ortamından bıkmış. İnsanlar akan kanın artık durmasını istiyor, bir uzlaşmaya varılmasını, siyasetin normalleşmesini, sorunların çözümünü, özetle barış ve demokrasi istiyorlar.
Buna ve kendi rolüme ilişkin olarak verdiğim mesajı burada bir kez daha okurlarımla paylaşmak isterim: Gerçekçiyim, tek başıma muhatap olmak gibi bir iddia ve beklenti içinde değilim. Kendisinde böylesi olağanüstü güçler vehmeden insanlardan değilim. Muhatap alınmayı bekleyip umduklarını bulamayanlar da bu nedenle endişe etmesinler ve kendi politikalarını gözden geçirsinler; yıllardır ne yapıp yapmadıklarına baksınlar, kitlelerin sesine ve beklentilerine kulak versinler.
Bana kalsa, bunca uzun ve yoğun geçen bir siyasi mücadeleden sonra, 74 yaşımda, siyaseti artık gençlere bırakıp kendi köyümde veya ülkemin şirin bir kasabasında emeklilik yıllarımı geçirmek isterdim. Ama 45-50 yıl önce nasıl halka ve topluma, aynı zamanda kendi vicdanıma karşı sorumluluk duyup ezilenlerin ve özgürlükten yoksun halkımın saflarında siyasi mücadeleye giriştimse, bugün de onların umut ve beklentilerini görüp yine aynı nedenlerle kenara çekilme hakkını kendimde görmüyorum. Yapabildiğim kadarıyla çözüm yönündeki görüş ve önerilerimi kamuoyuna sunmaya ve kimden gelirse gelsin, çözüm, yani demokrasi ve özgürlük yönündeki tüm olumlu adımları desteklemeye devam edeceğim. Benim bir siyaset adamı, aydın ve şair olarak yapabileceğim budur ve bundan geri kalmayacağımdan dostlarım ve tüm okurlarım emin olsunlar.
Geçmişte olduğu gibi inanıyorum ki, eşitlik temelinde bir çözümü ve çağdaş bir demokrasiyi gerçekleştirebilirsek, bu ülkede Kürt halkı ve Türk halkı barış içinde bir arada yaşayabilir. Bence ülkemize ve tüm Ortadoğu’ya sunacağımız gelecek budur, bu olmalıdır; süregiden bir kavga, kin ve düşmanlık değil.
14 Ağustos 2011
Not: Ülke ile ilgili diğer izlenimlere değinmeyi gelecek yazıya bıraktım.
|
|
|
|