|
12 Eylül yargılanırken… (*)
|
2012-04-15 23:24
|
Kemal Burkay
|
|
4 Nisan’da Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 12 Eylül’ün baş sanıklarından Evren ve Şahinkaya’nın yargılanmasına başlandı. Birçok kişi gibi ben de bunu buruk duygularla karşıladım.
Buruk diyorum, çünkü geç kaldı. Topluma onca acılar yaşatan, ülkenin nice on yılının kaybına yol açan bu adamlar, bütün bu süre boyunca keyiflerine baktılar ve kendilerinden hesap soramadık. Bazıları bu arada rahat yataklarında göçüp gitti, bazılarına ise ancak 32 yıl sonra hesap sorma sürecini başlattık. Hâlâ da mahkemeye ayak basmamak için ayak sürüyorlar. Oysa Arjantin, Şili ve Yunanistan cuntalarının sorumlularından yıllar önce yaptıklarının hesapları soruldu, tutuklanıp yargılandılar, hak ettikleri biçimde hapishanelere kondular, bazıları hâlâ orada ömür tüketmekte.
Darbeleri ve darbecileri yargılamak bir ülkenin demokrasi rüştünü ispat etmesinin de koşulu. Besbelli bu işte geç kaldık. Yine de atılan adım önemlidir, Türkiye bakımından bir dönüm noktasıdır.
Türkiye’de aynı günlerde, başka darbe girişimcilerinin yargılandığı Balyoz ve Ergenekon davaları ise devam etmekte. Bu davalarda kuvvet komutanlığı, Genelkurmay Başkanlığı yapmış subaylar var. Buna bakınca ülkemizde önemli günler yaşadığımız, tarihsel bir dönemden geçtiğimiz söylenebilir.
12 Eylül’ün bilançosu yıllardır her yıl dönümünde sayılıp dökülüyor. Darbenin yüzbinlerce, milyonlarca mağduru var. İşkence görenler, hapislerde çürütülenler, cezaevlerinde katledilenler, idam edilenler, onlarca yıl sürgüne mahkum ve mecbur edilenler, işlerinden edilenler… Ama daha da önemlisi toplumun geleceğine karşı işlenen suçlar, oluşturulan faşist çark. Ülke 32 yıl sonra hâlâ kendisine örülen bu deli gömleğinden, 12 Eylül anayasası ve onun kurumlarından kurtulmaya çalışıyor.
Darbeciler ve onlara destek verenler, ülkedeki kanlı terör ortamını eylemlerine gerekçe gösterdiler. Oysa bu ortam da yine onların ürünüydü. Sağda ve solda gençleri kışkırtanlar, ellerine silah verip çatıştıranlar onlardı. 1 Mayıs, Maraş, Çorum, Malatya, Sivas provokasyonlarının arkasında onların eli vardı. Böylece ülkeyi yönetilemez hale getirip kitleleri darbeden kurtuluş bekleyecek derecede bezdirdiler. Kendi döşedikleri kaldırım taşlarına basarak geldiler.
Akıl almaz bir toplum mühendisliğine girişen darbecilerin, çözmek şurda kalsın, daha da karmaşık bir hale getirdikleri sorunların başında ise Kürt sorunu var. Kürt sorunu bu dönemde daha da ağırlaştı, tam bir düğüme dönüştü.
12 Eylül öncesi Kürt halkı, daha 1960’lı yıllardan başlayarak hak ve özgürlük taleplerini barışçı demokratik yöntemlerle dile getirmekte idi. Önce 12 Mart rejimi bu barışçı ve meşru talepleri şiddetle bastırmaya çalıştı; demokratik dernekler ve partiler kapatıldı, Kürt ve Türk aydınları toplanıp yargılandılar. Ama 12 Eylül çok daha kapsamlı ve amansız bir saldırı oldu. Silaha ve şiddete uzak duran tüm dernekler ve yayınlar kapatıldı. İşkence çarkı amansızca çalıştı ve böylece barışçı demokratik biçimde gelişen hareket doğal akışından alıkonuldu; bir bölümüyle ezilip etkisiz hale getirildi, bir bölümüyle şiddete itildi. Ülke bir yangın yerine döndü ve sorun, çözümü zor bir düğüme dönüştü. Ülkeye yapılan en büyük kötülüklerden biri bu oldu.
Yargılama süreci darbenin mağdurlarını dinleyerek darbeye hazırlık sürecindeki tezgahı, topluma kurulan komployu açığa kavuşturabilir, toplumu daha da aydınlatabilir. Bu aydınlanma ülkemiz insanının en büyük kazanımlarından biri olacaktır. Böylece artık darbeler dönemi kapanabilir. Bu ülkede ne yazık ki hâlâ darbeden umut kesmeyenler var. Daha son 7-8 yıl içindeki darbe girişimleri, bu işte suçüstü yakalananlar ortada. Yine aynı dönemdeki birçok kanlı eylemin de aynı amaca yönelik ve provokatif nitelikte eylemler olduğu bir sır değil. Gerek 12 Eylül darbesine, gerek Balyoz ve benzeri darbe girişimlerine yönelik bu yargılamalar, eğer kazaya uğramazsa, darbeler döneminin sonunu getirecektir.
Tam da bu günlerde Meclis’te, ülkemizin 1960’tan beri yaşadığı darbe ve muhtıraları, bunların perde gerisini aydınlatmak için bir komisyon kurma girişimi başlatıldı. Kanımca bu da son derece olumlu ve önemli bir girişimdir. Eğer böyle bir komisyon kurulur da işini ciddi biçimde yürütür ve hem söz konusu darbelerin yarattığı tahribatı, hem de perde gerisini aydınlatabilirse siyasi hayatın ve devlet yapısının önemli oranda kirden ve suçtan arınması, şeffaflaşması, ülkenin demokratikleşmesi yönünde çok önemli adımlar atılabilir.
17 Ocak 2012’de TBMM’de İnsan Hakları Alt Komisyonu’nda yaptığım konuşmada tam da bu konuya değinmiş, ülkenin 1950’li yıllardan başlayarak, darbe hazırlıkları ve Kontrgerilla eylemleri nedeniyle son derece karanlık bir dönem yaşadığını, 6-7 Eylül 1955 olaylarından başlayarak pek çok kanlı provokasyona sahne olduğunu söylemiş, 1 Mayıs 1977, Maraş, Çorum, Sivas, Malatya olaylarını örnek göstermiştim. Susurluk Kazası nedeniyle bu olayların içyüzünün ve sorumlularının ortaya çıkarılması için bir fırsat doğduğunu, ama bu fırsatın kullanılamadığını, Susurluk raporunun bile önemli bölümleriyle kamuoyundan gizlendiğini, şimdi ülkenin önünde yeniden bir fırsat doğduğunu, komisyonun bu olayların ve özellikle 1990’lı yıllardaki faili meçhullerin, bunu gerçekleştiren yapıların üzerindeki örtüyü çekip kaldırmasını beklediğimizi söylemiştim.
Şimdi, TBMM’de, “İnsan Hakları Alt Komisyonu”nun yanı sıra, böylesine geniş kapsamlı bir konuda özel bir komisyon oluşturup, nice darbelere ve darbe girişimlerine, nice kanlı provokasyona, nice can kaybına ve acıya yol açan bu dönemin aydınlatılması ülkemiz bakımından hayati derecede önemlidir. Türkiye bunu başarırsa mevcut sorunlarını çözmesi kolaylaşacak, barışa ve demokrasiye ulaşmak için önündeki yol açılacak, uygar dünya ile bütünleşecektir.
Ama bu, aynı zamanda parlamentodaki partilerin, kısır çekişmeleri bir yana bırakıp el ele vermelerini gerektiriyor, bundan da öte ciddi bir kamuoyu desteğini gerektiriyor.
Parlamentodaki partilerin bu iş için el ele vermelerinin kolay olmadığını biliyorum. Onlar şimdiye kadar bunu başaramadılar ve bunun nedenleri var. Bazıları geçmişte olan bitende pay sahibi, gerçeklerin tümüyle ortaya çıkması hoşlarına gitmez. Bazıları statükodan yana. Bu nedenle 12 Eylül’ün yargılanmasına yolu açan anayasa referandumuna bile destek vermediler, hatta karşı çıktılar. Bu nedenle Balyoz ve Ergenekon davalarına destek vermedikleri gibi bu davaları boşa çıkarmak, sulandırmak ve Silivri’yi tümden boşaltmak için canhıraş bir çaba içindeler. Bu nedenle geçmiş dönemin, aslında bazı yönleriyle hâlâ da sürmekte olan bu dönemin üzerindeki örtüyü çekmek onların işine gelmez. Ama güçlü bir kamuoyu desteği, en azından bu işe engel olmalarını zorlaştırır.
Bu nedenle, geçmiş dönemin bu tür uygulamalarından zarar görmüş, mağdur olmuş ve bu dönemin aydınlanmasında yararı olan toplum kesimleri –ki bunlar toplumun ezici çoğunluğudur, yüzde doksanıdır- 12 Eylül ve Balyoz davalarıyla başlayan bu sürece, Parlamento’daki yeni girişime destek vermeli.
Değişimde yararı olan söz konusu toplum kesinlerinin en azından bir bölümünün, bugüne kadar olan biteni iyi biçimde kavrayıp bu sürece destek verdiğinden söz edilemez. Solun bir kesimi, Alevilerin bir kesimi, Kürtlerin bir kesimi (PKK-BDP çizgisi) bunlar arasındadır. Onlar son 10 yılda olan bitene AKP karşıtlığı üzerinden yaklaştılar, somut durumun somut tahlilini yapacaklarına, önyargılarıyla davrandılar. Bu tutum hâlâ sürmekte. Bu nedenle değişim sürecine kendi katkılarını sunamadılar, kendi rollerini oynayamadılar; hatta zaman zaman değişimin önünde ayak bağı oldular. Oysa onlar katkıda bulunsalardı bu süreç daha da hızlanır ve işler AKP’nin tercih ve tereddütlerine kalmazdı.
Sözünü ettiğim sol kesimlerin ve Kürt hareketinin, aynı zamanda geçmişteki politikalarını gözden geçirmelerinin, neyi doğru neyi yanlış yaptıkları üzerinde düşünüp hatalarından dersler çıkarmalarının da zamanı geldi geçiyor. Türkiye’de solun da söz konusu Kürt kesiminin de böyle bir alışkanlığı ne yazık ki yok. Kendileri sanki sütten çıkmış kaşıklar. Oysa Eğer 12 Eylül rejimi topluma kurduğu komployu başarıyla hayata geçirdiyse, bunda solun ve Kürt hareketinin bir bölümüyle maceracı tutumlarının, bir bölümüyle kendi aralarındaki kör mezhep çatışmalarının ciddi payı var.
12 Eylül öncesinde bu solun bölük pörçük yapısını, kendi arasında nasıl amansızca çekiştiğini, güçbirliği ve cephe diye bir anlayışı olmadığını bir hatırlayalım. Oysa o dönemin solu her şeye rağmen önemli bir potansiyele sahipti, güçlü kitle bağları ve kitle örgütleri vardı. Eğer faşizme karşı güçbirliği yapmayı başarabilseydi darbeye yol bu kadar kolay açılmaz, belki de ülkemizde tarihin gidişi başka türlü olurdu.
Ya o dönemde başlıca görevini diğer Kürt yurtsever örgütlerini ortadan kaldırma olarak belirlemiş ve bu amaçla silaha sarılmış olan PKK? Onun yol açtığı şiddet ortamının da darbe gerekçesine katkısı birhayli olmadı mı? Hele hele Öcalan’ın yıllar sonra, “PKK’yı kurduk, ekmeğimizi silahımızı üç yıl süreyle devlet verdi ve korumamızı devlet sağladı” tarzındaki sözlerinin bu bakımdan ne anlama geldiği açık değil mi?
Söz konusu sol kesimler ve PKK taraftar ve muhipleri bunlar üzerinde de bir düşünseler iyi olur, onların gönül açıklığıyla özeleştiri yapmalarını istemek bu saatten sonra aşırı bir iyimserlik olsa da… Bunu yapabilseler, kuşku yok, hiç değilse bundan sonra işlerin iyiye gitmesi bakımından katkıları olumlu olurdu.
-------------------------------------------------------
(*) Bu yazı 15 Nisan 2012 tarihli Star Gazetesi’nde “Açık Görüş” ekinde yayınlandı.
|
|
|
|