2024-11-22
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Kemal Burkay
 
Değişim Gereği ve AK Parti
2012-06-12 18:46
Kemal Burkay
Kemal Burkay

Bazı anketler AK Parti’nin yüzde 50’yi bulan seçmen desteğinin devam ettiğini gösteriyor. Ama hükümetin son dönemde izlediği politikaların daha önce kendisine dayanışma gösteren bazı kesimlerin tutumunu olumsuz yönde etkilediği görülüyor. Bunun da hemen olmasa bile orta vadede bu desteğin azalmasına yol açması şaşırtıcı olmaz.
Bunlardan biri liberal, hatta bir bölüm sol aydının, bazı olumlu, reformcu adımları nedeniyle AK Parti hükümetine sağladığı destekti. AB üyeliği kapsamında atılan kimi olumlu adımlar ve Kürt sorununun çözümü yönünde gösterilen çabalar (açılım sürecinin başlatılması, TRT-Şeş’in açılması vb…) bu desteğin nedenleri arasında idi. Söz konusu çevreler ayrıca hem askeri darbe girişimlerine karşı AK Partiyi desteklediler hem de onun askeri vesayeti geriletme çabalarının yanında oldular. 2011 Referandumundaki “Evet, ama yetmez” tutumu bunun örneğiydi.
Biz de aynı tutumu izledik ve kanımca bu doğruydu. Bazı çevreler ise önyargılarıyla davrandılar ve baştan itibaren toptancı bir tutumla AK Parti’nin her yaptığına karşı çıktılar, böylece isteyerek ya da istemeyerek statükoya destek verdiler.
Ancak son dönemde AK parti’nin politikalarında gözle görülür bir değişim var. Hükümetin reformcu çabaları artık sınırlarına varmış gibi. Örneğin AB üyeliği için ev ödevleri tümden rafa kaldırılmış olmasa bile hükümet bu konudaki hızını ve heyecanını yitirmiş görünüyor. AB’nin son dönemde yaşadığı ekonomik kriz de buna bir gerekçe. Kürt açılımı bir süreden beri tıkanmış durumda ve hükümet bunu yeniden canlandırmaya pek de niyetli değil. Erdoğan bu konudaki söylemlerinde oldukça geri bir konuma çekildi; “Kürt sorunu yok, terör sorunu var” diyor. “Tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek resmi dil” biçimindeki üniterci, klasik söylemi tekrarlıyor ve böylece hiç de sorunun boyutlarına uygun, köklü, gerçekçi bir çözüme açık olmadığını ortaya koyuyor. Öyle olunca yeni anayasanın bu alanda demokratik bir zemin oluşturma ihtimali de pek ufukta görünmüyor.
AK Parti’nin askeri ve bürokratik vesayeti geriletme alanındaki çabaları da, darbecilere karşı açılan davalar, bazı anayasa değişiklikleri, askeri-sivil bürokrasisinin denetim altına alınması ve yargının dizginlenmesiyle sınırlarına ulaşmış görünüyor. Yolunu açan ve kendisini artık güvende hisseden AK Parti, belli ki artık bürokrasiyle daha fazla çekişmeyi değil, uyuşmayı tercih ediyor.
Bir başka deyişle, şimdiye kadarki demokratikleşme çabaları aynı zamanda AK Parti’nin de çıkarlarına uygundu. AK Parti’nin cunta girişimlerine karşı dışarıda AB ve ABD’nin, içerde demokrasiden yana aydınların ve çevrelerin desteğine ihtiyacı vardı. Kürt sorunu önemli bir gerilim ve istikrarsızlık nedenidir. Statükocu çevreler, özellikle de Ergenekoncular, bu çatışmaları kullanıp ortamı provoke ediyor ve AK Parti hükümetini devirmek için 12 Mart ve 12 Eylül öncesine benzer biçimde, hükümet bakımından yönetilemez bir ortam yaratmaya çalışıyorlardı. Bu nedenle Kürtlerin gönlünü kazanmaya, silahları susturmaya yönelik girişimler AK Parti bakımından doğal ve gerekliydi; açılım süreci ve atılan bazı olumlu adımlar bunun ürünüydü.
Ne var ki bu durum iki nedenle devam etmedi. Birincisi, bir yandan statüko cephesi, Kemalist-militarist kesim açılım sürecine karşı sert biçimde direndi, bunu ülkenin bölünmesi ve “ihanet” olarak niteledi. Diğer yandan bu değişim ve açılım sürecini desteklemesi gereken, somut olarak bunda çıkarı olan kesimler, örneğin BDP-PKK kesimi ve Marksist geçinen Türk sol kesimleri gereken desteği vermedikleri gibi, bu girişimi sabote eder bir tutum içinde oldular. Üstelik, tam da bir uzlaşmaya varıp silahları susturmak için PKK ile diyalog sürecinin sürdüğü, hatta Öcalan’ın hükümetle tarihi bir uzlaşmaya vardıklarını açıkladığı bir aşamada, PKK garip bir biçimde önüne “halk savaşı” stratejisini koydu ve 2011 seçimlerinin ardından yeni bir şiddet dalgası başlattı. Bu ise hükümetin duraklamasında ve sertliğe yönelmesinde etkili oldu. İkincisi de AK Parti, daha yukarda belirttiğim gibi, bu arada yolunu birhayli temizlemiş, darbecileri cezaevlerine doldurmuş, kitle desteğini arttırarak yerini sağlamlaştırmıştı. Öyle olunca da dünkü karşıtlarıyla (ordu-bürokrasi) uzlaşmaya yöneldi, reform sürecinin hızını düşürdü ya da sona erdirdi. Bu da dünkü müttefikleriyle bağların gevşemesine, hatta yer yer kopmasına yol açtı.
Evet, yeni bir anayasa yapma çalışması devam ediyor ve görünürde bunun için çeşitli toplum kesimlerinin, çeşitli çevrelerin görüşleri alınıyor. Ama hükümetin peş peşe ve hızla tartışma gündemine taşıdığı şeyler hiç de ülkenin nasıl demokratikleşeceği, temel hak ve özgürlüklerin çağdaş standartlarda yasalarda yerini alacağı ve hayata geçirileceği, Kürt sorununun nasıl çözüleceği, Alevilerin taleplerinin nasıl karşılanacağı vb. değil. AK Parti ve onun lideri artık yalnızca kendi özel gündemlerini izliyorlar sanki. Eğitime ilişkin ve imam hatiplerin önünü açmaya yönelik olduğu belli 4+4+4 sistemi beklenmedik bir anda gündeme alınıp parlamentodan geçirildi. Başbakan Erdoğan dindar bir gençlik yaratma projesini açık açık dile getiriyor. Anayasa tartışmalarının başına, neden niçin gerekli olduğu pek de anlaşılamayan başkanlık sistemi oturtuldu. Uludere’de 34 vatandaşın bombalanıp kıyılması doğal bir sınır olayı sayılır ve özürsüz, yargısız üstü örtülmeye çalışılırken ansızın bir Kürtaj olayı gündeme sokuldu. Geniş ve güzelim bir orman alanını yok edip çok gerek varmış gibi Çamlıca tepesine dev bir cami kondurma projesi de bunlar arasında. (Herhalde bu da, Sultan Ahmet ve Selimiye camilerine bir nazire olacak… Oysa hem bu ülkede çok cami var, hem bu ülkenin yeşil tepelere de ihtiyacı var, hem de ülkenin insanlarının öncelikli sorunu namaz kılacak bir yer bulmak değil –çok şükür böyle yerler bol- aş ve iş sorunudur, barıştır, özgürlüktür.)
Sayın Başbakan, son konuşmalarından birinde muhaliflerini, CHP ve MHP’yi, onların yanı sıra BDP’yi değişime karşı çıkmakla suçladı ve biz solculara benzer biçimde “değişim süreci durdurulamaz, ancak ertelenebilir,” dedi. MHP, hatta CHP hakkında söylenenler haksız değil (Kılıçdaroğlu CHP’deki bu statükocu anlayışı sarsabilir mi, bek umutlu değilim). BDP ise değişimden yana mı, yoksa statüko cephesinin kararlı bir eri mi, anlamak kolay değil; çünkü arkadaşlarımız iradelerini başka yere emanet etmiş durumdalar… Ama şu açık, ülkenin gerçekten de köklü bir değişime ihtiyacı var. Öte yandan, AK Parti bu değişimi ne ölçüde kavramış ve bunun için ne derece çaba göstermekte? Son dönemde söyleyip yaptıklarına bakılırsa buna olumlu cevap vermek pek de mümkün değil. Bu nedenle, sayın Başbakan’ın aynen biz solcular gibi bu güzel sözü etmesi hoş da, pek umut vermiyor.
Ama toplumun ve ülkenin gerçekten de değişime ihtiyacı var. Değişim sürecine AK Parti’nin ve onun lideri Erdoğan’ın katkıları oldu, bunu bazıları gibi inkar etmem. Onları destekledim de. Ama değişimin tamamını hiçbir zaman AK Parti’den umut etmedim, beklemedim. Ülkemizin toplumsal güçleri bunu yakın zamanda başarabilecekler mi, bu konuda pek iyimser değilim. Çünkü değişimde çıkarı olan başlıca kesimler, Kürtler, Aleviler, emekçiler sağlıklı kanallarda örgütlü değiller, dağınıklar ve özellikle son 30-40 yıllık süreç insanlarımızın bilincini oldukça bulandırmış, bu kesimlerin politikalarını çarpıtmış. Bu çarpıklığın giderilmesi, rehabilitasyon, sağlıklı politikaların kitleler içinde yeşerip boy vermesi, güç kazanması zaman ister.
Bunu bilerek doğru bildiğimiz yolda yürümek gerekir. Ne yakın bir çözüm için hayalci ve iyimser, ne de uzun vade için karamsar olmalı.
Evet değişim kaçınılmazdır ve bunu gerçekleştirecek güçler, örgütler ve liderler er ya da geç sahneye çıkacaktır.
Print