2025-01-15
Skip Navigation Links
Destpêk/Anasayfa
Pêwendî/İlişki
Lînk
Skip Navigation Links
Video
Album
Arşîv
Doğu Ergil
 
Komplo ve izan
2014-10-13 19:35
Doğu Ergil

Ülke çapında protesto gösterileri başlayıp, ortaya ağır bir bilanço çıkınca “Türk Büyükleri” ve sözcüleri birkaç kavram üzerinden olanları açıklamaya çalıştılar: ‘Uluslararası komplo’, provokasyon’ (kışkırtma) veya ‘önceden planlanmış hain plan’ yani vatana hıyanet. Dikkat edilirse bu kavramların hepsinde fail, dışsal bir varlık; bizden değil. Zaten hep Türk’ün mahvı için çabalamış ve biz yok olmadan hain mesailerini sonlandırmayacak ezeli düşmanlarımız. Yüzleri pek seçilemeyen karanlık güçler…

Bu tarz bir tahlil sebep-sonuç ilişkisi aramaz. Daha baştan haklılığına inanır. Özeleştiri kabiliyeti olmadığı için yaptığı veya yapılan hataları fark etmez; onları düzeltemez. Patlak veren her sorun, başarısızlıkla sonuçlanan her girişim, hep başkalarının/düşmanların haince müdahalesine bağlanır. Bu mantık, emme basma tulumba gibi aynı akıl suyunu zihin ile ağız arasında dolaştırır ve yeni bir şey üretmez; sürekli suçlar.

Olaylar

Kobane için verilen ölüm kalım mücadelesini herkes yürek çarpıntısı ile izlerken “ha düştü ha düşecek” sözlerinin insanlarda müjde ile duyarsızlık arasında bir etki bırakacağı öngörülebilmeliydi. Hele bu sözler, en yüksek düzeyde söylenince sonuçlarının ne olabileceğini kestirmemek mümkün değildi. Kestirilemiyorsa, o sözleri sarf edenler kendi haklılıklarına, geri kalanların haksızlığına ve kötü niyetine o derece inanıyor olmalılar ki engellenebilecek bir katliamın faturasının kendilerine hatta ülkelerine çıkarılabileceğini göremiyorlar demektir.

“Kürtler’le barışacağız” dedikten sonra yapılması gereken iki şey vardı: 1- Uzlaşmazlığın nedenlerinin ayrıntılı bir envanterinin çıkarılması. Barışmanın bu envantere uygun olarak kurgulanması. Bu yapılmadı. Kürt itirazı hep bir terörizm eylemi olarak görüldü. Bu nedenle barış, hükümetin öngördüğü, yeterli bulduğu kadarının Kürtler’e verilmesi şartına bağlandı. Türk devleti lütfedecek, Kürtler de verilene razı olacaklardı. Özetle adalet lütfa, rıza verilen sadakaya minnete indirgendi. Böyle eşitsiz bir demokrasinin, barışın ruhuna uygun olmayan bir ilişkinin sürdürülebilmesi zordu.

2- Kürt taleplerinin temel haklar, eşitlik, kültürlerine saygı ve gelişmiş bir demokrasinin sunabileceği şeyler olduğu gerçeğini benimsemeyip, silahlı mücadele ile koparılacak ayrıcalıklar olarak görmek iki vahim sonuç doğurdu:

Kürt ve terörizm birbirinden ayrıştırılamadı. Kürt (aslında yurttaşlık) haklarının mücadelesi“terörist listesi”nden düşürülmeyen bir örgüte bırakıldı. Özetle hem hükümet hem de Kürtler, hak ve demokrasi mücadelesinde “terörist” olarak nitelenen bir örgütün aracılığına mahkûm edildiler.

O örgüt Türkiye’de olduğu kadar Suriye’de de Kürtler’in varlık, özgürlük ve siyasete katılma mücadelesinde öncülük edince, Suriye Kürtleri ecelleriyle baş başa bırakıldılar.

Bu fiili durumu öfkeden eyleme dönüştüren söylemler peş peşe gelince ve ölümle baş başa bırakılan Kobane müdafileri için bir şey yapılmayacağı anlaşılınca öfke sokakta patladı. Bunun için ne “komplo” ne “yabancı güçler”in katkısına gerek var. Biraz kitle psikolojinden anlamak ve tüm hataların başkalarınca yapıldığına ilişkin bir teflon ahlak anlayışından uzak olmak (buna vicdan da diyebilirsiniz) yeter.

Son bir nokta: “Sokak eylemlerinin çözüm süreci ile ilgisi yoktur” dendikten sonra alelacele MİT Müsteşarı’nı terörist örgütün başıyla görüşmeye gönderip onun etkisiyle sokak isyanını bastırmaya çalışmak nasıl bir mantık

---------------------------------------------------

Bugün-12 Ekim
Print