|
Kadınların öldürülmesi politiktir
|
2019-08-29 22:55
|
Necla Çamlibel
|
|
Dünyanın dört bir tarafında hergün her dakkika onlarca kadın şiddete maruz kalıyor. Hele Türkiye’de yaşanan şiddetin haddi var, hesabı yok. Eline bıçağı sopayı alan, çocukları gözü önünde sokak, hastane, ev demeden her yerde koyun keser gibi kadına şiddet uygulayışını büyük bir hezimetle medyadan izliyoruz.
Kadınların öldürülmesi politiktir. Şiddetle beslenen üniter anlayış, şiddeti baskı unsuru olarak kullanır.
Peki, bu sorunun temel sebepleri üzerinde, kim ne kadar kafa yoruyor. Duyarlı kimi aydın ve kadın örgütleri, muhalif kimi partiler dışında çıkan ses oldukça cılız.
Bu tür cinayet olaylarının temelinde, sistemin şiddet üretir bir anlayışa, baskıcı, adil olmayan yapısı ve eşitlikçi olmayışıdır. Çağdaş ülke gerçeğine uygun bir anayasa olmadıkça. Yapılan düzenlemelerin kanunların yasalara bağlı değil, keyife göre uygulanması sonucu, şiddet ülkede yaşamın her alanında kendini hissettiriyor.
Zaten dibe batmış, ekonomisiyle, uyguladıkları politikalarıyla bir çıkmazda olan bu tekilci anlayış. Bu tür cinayet olaylarının zeminini, yayınlanan dizilerle halkı açlığa mahkup edip, ayrımcı davranması, insanları doğru düşünmeye itecek eğitici program ve politikalar uygulama yerine. Kendi egemen anlayışındaki zihniyet, egemen erki mahkum etme cezalandırma yerine, o erki daha da keskinleştirip bıçak sırtında bıraktı kadınları.
Medyada ise kadın cinayetlerini meşrulaştıran ifadeler kullanılması bu işin tuzu biberi olmaya devam ediyor. Cinayet haberini “aşkını kalbine değil toprağa gömdü”, kim bilir kadın ne yaptı da, adamı kızdırdı, niye kocasını bırakıp gidiyor. “ Kafayı yemiş toplum” ve bireylerin hazimeti yaşamın her alanında kendini gösteriyor.
En son, Emine Bulut’un " ölmek istemiyorum " çığlığı ve 10 yaşındaki çocuğunun "anne ölme” sözleri herkesin bir kez daha hafızasına kazındı.
Şiddet ve kadın kelimeleri birleşince akla, ilk olarak aile içi şiddet ve buna paralel olarak da şiddetin en yaygın olanı DAYAK gelir. Erkek ‘doğanın ona verdiği güçle’, kadına yönelik uyguladığı bu fiziki şiddeti, bazen farkında bile olmadan içgüdüsel olarak kullanır. Öyle ya neden kullanmasın ki! Hem ‘dayak cennetten çıkma değil mi?’
Yasalarda da söz konusu kadınlar olduğu zaman, diğerlerinden farklı bir yöntem önerilmiyor. Bir yasa adamının 80’li yıllarda saf ettiği sözler çoğunuz hatırlarsınız : Kocası tarafından, ölesiye dövülen kadın, ayrılmak için mahkemeye başvurduğunda, bu yasa adamı, toplumun genel bakış açısını şu ata sözüyle açıklıyor: ‘Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksiniz”.
Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, eğitimli erkekler de, en az kendileri kadar eğitim alan karılarını bal gibi döverler. Yani dayak eğitimden, kültürden çok bağımsız bir şeydir. Eğer erkek bunu doğal bir hak olarak görüyorsa ve şiddeti içselleştirmişse, ister sosyalist, ister faşist, ister eğitimli, ister cahil, ister entelektüel, ister dünyadan bi-haber, ister avrupalı, ister asyalı olsun, karısını döver..
Bunun tersi örneklerde var elbet, çok yaygın olmamakla beraber, adam eğitimli olmadığı halde, evin gelirini tek başına sağladığı halde, karısına şiddet uygulamaz. Neden? Çünkü şiddeti içselleştirmemiştir ve bunu bir cezalandırma ve baskı yöntemi olarak görmez. Şunu söyleyebiliriz. Şiddeti uygulayan kişilerde orman kanunları geçerlidir. Yani mantık arka plandadır. Gücü gücü yeteni döver, yani baba, anneyi döver. Anne çocuğu döver, çocuk da kedinin kuyruğunu çeker. Bunun tersi de mümkündür. Tabi bunu söylerken, aile içi şiddetin tek mağdurları kadınlar değildir. Çocuklar da bu şiddeten paylarına düşeni alırlar.
Ayrıca şiddetin okulda, sosyal yaşamın hangi alanlarında yaşandığı, çocukluktan itibaren aile içinde istemeden bu ayrımı yapıyor, erkek ve kız çocuklarının yetişmesini kendi ellerimizle farklı yönlediriyoruz .
Şiddet uygulayan bir devletin vatandaşları, devlet de vatandaşlarını eğitmek istediği zaman, mevcut kanunlarını –ki bu kanunların ne kadar demokratik olduğu tartışılır- bunları bile kullanmak yerine şiddeti tercih eder. Onun eğitme amaçlı şiddeti biraz daha profesyonelcedir, yani sistemli işkencedir. Kürdistan’da yaşayan bir çocuk için devlet, tanktır, tüfektir, ölümdür, ama televizyonda söylendiği gibi asla, okul, hastahane, köprü, yol demek değildir. Kürdistan’da yayaşan bir kadın içinse devlet, sistemli tecavüzler, hakaretler, saldırılar ve öldükten sonra bile çırılçıplak soyulmak, çocuğunu ekmek almaya gönderirken geri dönmemesi demektir. Çocuklarını ya da kocalarını faili beli cinayetlerde yitirmek demektir, Cumartesi Anneleri demektir.
Kadının yaşamında cinsiyet temelli şiddetin çok erken dönemlerde başlıyor. Küçük kız çocuklarına uygulanan şiddet türlerine, duygusal ve cinsel sömürüye, tıbbi bakımdan eşitsiz muameleye, gıdasız bırakma, eğitimsiz bırakma, ensest ilişki, kızlık bozma, çocuk yaşta evlilik, cinsel eziyet gelmektedir. Yetişkin döneminde ise, kadınların yaygın olarak dayağa maruz kaldıklarını, evlilik içi tecavüz, cinsel işkence, zorla gebe bırakılma, cinayet, düşük yapma ve kısır bırakılma durumları ile karış karşıya bırakılıyorlar.
TCK kadınlar lehine olmaktan, kadınların beklediği değişiklikleri yapmaktan uzak olduğunu aşikardır. Yürürlükte olan ve yeni tasarılar da aynen korunan maddeleri yaptırım gücü olmalıdır. Bu acı çığlıklar daha çok çoğalmasın umuduyla, hepinizin 1 Eylül Dünya Barış günü kutlu olsun. Başta ülke topraklarımdaki çocuklara ve kadınlara ve halkıma özgürlük ve barış tattırsın bu yılki 1 Eylül.
|
|
|
|