|
Necla Çamlibel |
|
|
|
|
|
|
|
Kız kardeşim Zarife'yi kaybettim
|
2023-12-11 16:26
|
Necla Çamlibel
|
|
1968 Doğumlu kızkardeşim Zarife’yi, son iki yıldır boğuştuğu ilet; kanser hastalığı sonucu, 28 Kasım 2023 tarihinde Devr-i alemini fiziken değiştirip aramızdan ayrıldı. On kardeşin yedinci numarası olan Zarife’miz, ilk doğduğu günden itibaren, gidinceye kadar hep iyilik yapmaktan, fedakâr, kendinden çok sevdiklerini dostlarını, ailesini doğadaki tüm canlılara karşı hep hassas ve yardım severdin. Kendini çoğu zaman unutacak kadar başkasını düşünen, sevdiklerine karşı çok hassastın. Her düşünce, inanç ve kimliklerdeki arkadaşıyla iyi geçinen, Kürt alevi inancına bağlı kırklar kapısında yürüyüp yaşamını 54 yaşında tamamlayan Zarife bacım bizden fiziken ayrıldı.
Yaşamı boyunca çalışan, köyüne topraklarına gittiğinde adeta yeniden doğan Zarifem. Son yolculuğunu da planlayarak; Sırf kimse zahmet çekmesin, yollara kendisi için düşmesin ve bir tek oğlu yaşam kaynağı olan, oğlu Ozan’ın gidip geleceği Mersin’de toprağa verildi.
Son yolculuğu Kürt Alevi gelenek göreneklerine göre yapıldı. Kendisinin arkasında hiç ağıtlar yakılmasını istemese de, ablaları ve bacıları olarak bizler bulunduğumuz yerde o matemi yaşadık, onun yaşadıkları sevinçleri üzüntüleri birlikte yaşanmışlıklarımız anılarımız bir bir canlandı. Gülüşleri, ağrılı anları, çaresiz kaldığı ama sızılarını dahi gizlemeye çalışsa da dirençli olsa da yüzünün her mimiğine yansıyan acıları gözlerimin önünde, çığlığı yakarışı annemizi çağırışı ve biraz rahatlayınca, dünyanın en mutlu insanıydı.
Oğlu ve gelin-kızı Ekin, sevdiği dostları, hayat arkadaşı ve her an yanı başındaki Pakize ve Sebile ablaları can dostlarıyla vakit geçirmek için direndi, direndi. Etrafında olup biten duyarsızlıklara, yaşamın maddi yönüne kargaşasında ömür törpüleyen zavallılara hiç takılmadan. Nezaketle sadece dinler gibi olsa da yıllardır etrafında kendisine bir şey katmamışları görse de bağımlılık haline dönmüş ilişkilere hiç isyan etmedi. O kendi büyük ve çekirdek ailesine sahip çıkmaktan hastalıklı döneminde de hiç vazgeçmedi.
Kendini unuturcasına yaşamına dokunan her insana koştu. Kendini adeta adadı.
Evet, Zarifem;
Zarifemi kendi gözümde az da olsa anlatmaya gayret göstereceğim. Seni anlatabilmek zor olmasa gerek. Çünkü her zaman mütevazi ve şah şahadan uzak sürekli kendi doğduğu topraklarda yaşam arzusu olan hep iyi arkadaşlıklar ve biriktirmişliklerin kalabalık geçen son yolculuğunda da kendini hissettirdi.
Güzel insanlar; güzel dostluklar biriktirdin. Para pul, mal mülk peşine araba, ev peşine düşmeden yaşadın. Kendine yapacağın yatırımı boğazından kesip, otuz yıllık emeğini bir çırpıda harcayacak kadar ucuz olanlarla kahırlandın paylaşmasan da yüreğindekileri ben dahil olmak üzre gözlerindeki o ışıltı hayat dolu kadın gitmiş başka biri olmuştun son altı ay içinde buna rağmen, en sızılı döneminde dahi isyan etmedin.
Kahırlarını, sızılarını içine attın. Ve o topraklardaki acı kahır çekmeyen her kadın gibi senin de yaraların kendinden değildi sadece, en güzeli de insanlığa el uzatacak yardım edecek mesleği seçmiş henüz 18 yaşındayken hemşirelik meslek hayatına başlamıştın.
Hatırlıyorum bugünkü gibi mutlu olduğun anları; Ozan’ınla geçirdiğin vakitlerdi. Ve bacın Songül-Ferhat ve Jinda ile geçirdiğin son yıllardaki güzel günler ve oğlunun yaşam dayanağının sana bir gelin kızın Ekin’i de katınca artmıştı. Yaşam nefesin neşen olmuş. Dostlarınla ve bacılarının varlığıyla hayatın keyfini çıkardın son nefesine kadar. Pakize ablanla son arzularını dilendirmen ve son nefesinde “ben çok huzurluyum”. Deyişin. Yüreğimizi acımızı azaltıyor olsa da senin gidişine alışmak zaman alacaktır.
Canının ağrısıyla boğuşurken etrafında tekrardan ibaret konuşulanlar her gün her aynı tekrarlar artık kulaklarını da ağırlaştırmıştı. Ruhun ve bedenin yorgun düşürmüştü.
İki uzun kara saçlı örgülü fedakâr bacımı yormuştu. Ruhunun yorgunluğunda bedenindeki değişimi hissetmekte geciktirmişti seni. Her kadının yaşadığı coğrafyamızın fedakâr kadınlarından yaşamak isteyene hep yardım eli uzatan bir hemşireydin gerçek bir bacı ve dosttun.
Kendine ait sırların, düşüncelerin ve sevgi öfkelerinle çıkıp gittin. Güle güle. Ruhun bedenin gittiğin yerde toprak başta olmak üzere, bundan böyle hiçbir şey seni incitmesin. Gidişinde ve yokluğunu yaşadıklarımız birlikte yaptığımız sohbetleri hatırlayarak teselli ediyorum kendimi.
Günlerce elim klavyeye gitmedi. Beynim kilitlenmiş, aldığım yatıştırıcılarla yaşama ve senin gidişinle her sabah uyandığımda günaydın ve günün ışığını görmeni dileyen yüreğim. On gün sonra yokluğuna alışmayacaktır. Ancak ruhum ve bedenim seni içimde hissederek birlikteliğimizi sürdürüyorum. Bu bir oyun gibi ama iyi bir oyun olmadığını da bilincindeyim. Yaşam da kendi başına bir oyun ve bizler de figüranlarıydık. Yaşamın yazı kışı, iyi kötü günü mutlu ve acılı günler hep vardı olmaya devam edecek. Yanı başımdaki doksanlık bilgeye sordum. Acıların üstesinden nasıl gelinir. O da yaşamın akan bir nehir olduğunu, o nehir içinde birer balık isek, o halde bizler sabaha doğacak güneşe bakarak. Kendini eğiterek. Acıyla kayıpları da öğretir insan kendinse. Evet yaşam içinde fiziken aramdan ayrılan senin yokluğuna anılarda yaşatmayı öğretecek gücü bulmaya çalıştım. Zor, zaman alacak bir durum. Ama yaşam sürüyor. Sensiz bu yaşam nehrinde boğulmadan devam etmek için kulaç atmaya devam.
Sahi neden senin Hasret İsmini kim koymuştu. Candan olan canım, canının bir parçası annede olur derler. Bizde canın yarısı yetişme tarzımızdan mı? Geniş büyük bir aileye sahip olmaktan mıdır? Onun üstünde çok durmuyorum. Ancak, biliyorum senin canının yarısı bacılarınlaydı hep.
Bacı ve sevdiklerinle, o canlar mutlu olunca bendeki can da mutlu ve huzurluydu diyordun. O canlar acıdıkça, senin can onlardan katlarca fazla acır ve sızlardı. Tıpkı şimdi biz bacıların canı senin için acıdığı gibi.
Bu kardeş olmanın birlikte yaşanmışlık güzel ve zor günlerin ürünü bir duygunun sonucundandı.
Soğuk kış günlerinde, tüm evlerimizin karla kapatıldığı, bir tek salonda olan sobanın tüm evi ısıtmaya çalıştığı bu çocukluk günlerinde, bir kedi yavrusu gibi birbirlerinin koynuna girip birbirinin nefesiyle ve vücudunun sıcaklığıyla dışardan pencere aralıklarından gelen buz gibi rüzgara karşı karakış gecelerinde sabahın zifiri karanlığında uyanıp, elini yüzünü buz tutmuş muslukların akmasını bekleyen ve akan buz gibi suda, uzun kara saçlarını tarayıp iki örüğüyle ve don lastiği ve bulunmuşsa kaytan beyaz veya kırmızı kurdelesiyle bağlanan saçların vardı.
Oh! ne harikaydı, nasıl bir mutluluk, buharlaşmış sırması çıkmış aynadan o parıldayan yüzündeki bir çift parlayan gözlerindeki çapağı silmek ve dünyayı aydınlık görmek ve o sabahın sıcaklığında, “waqê urce “ “ diyen ablanın sesi.
O buz kesmiş gecenin ardında, ocakta kaynayan demlikteki çayın buharı ve ateşin sıcaklığında; çökelik postundan çökelek, peynir küpünden peynirleri çıkaran, tüplü ocakta çaylar kaynatılmış, killer ve mutfak olan içinde şömüne-bugünlerde romantik bir araç olan, ocağın ateşinin yandığı mutfakta yer sofrasında toplanıp sabaha mutlu ve heyecanla başladık hep.
Deri postan çıkan çökelek ve sonbahardan bütün yaz boyunca çalışılıp, sağılan koyun keçi sütünden elde edilmiş ve özenle kışa hazırlanan tomast yoğurt ve kaymak karışımı tomastı yemek mutluluğun ve o karakışın en direnç veren şeyleriydi.
Bir de, kan kırmızısı koca çaydanlıkta kaynayan onlarca çocuğu doyuran yer sofrası üzerinde indirilen tahtadan Xonçe ve büyük bakır sininin üzerine indirilen çay bardakları, dışardaki havanın soğuklukla içerde kaynayan çayın buharıyla buharlaşmış bardaklar kırılmasın diye, bir bardağa doldurulan sıcak suyun tüm bardaklardan geçirildikten sonra özenle çatlayıp kırılmasın diye doldurulan çayın sıcaklığı ve okula kavuşmanın telaşıyla yenilen sabah kahvaltısı bir ailece ortak meditasyon yoga alanıydı.
Geriye dönüp o günleri düşününce. O yaşanmışlıklar hafızamdan silinmiş sanıyordum. Ama şimdi sabah kalkıp bu mektubu bacım Hasret’e yazmaya başlayınca o an içerdeki kokudan, seslerden dışardaki soğuk rüzgârın sesi, yağan karın, çatılardan sarkan buzların yere düşüşünde çıkardığı ses. Olduğu kimi zihnimde canlandı.
Hep birlikte; öğlen okuldan dönünce, güneşin parıltısıyla karın üzerinde yarattığı ışıltı ve kokuyla birlikte, damdan sarkan sarkık buzlardan birini koparıp dondurma yer gibi yemenin, o buzun dudaklarını uyuşturmasındaki tatlı sızı ve karın temiz ve su damlalarının oluşturduğu temiz buz parçalarının tadı şimdi üretilen genleriyle oynatılmış gıdalardan daha lezzetli dondurma tadındaki buzun ve karın tadı.
Bacım Zarifem,
Yaşam içinde mutlu ve canının acıdığı anlar çok oldu. Her kadın gibi. Ama bu son acı seni bizden ayırdı. Senden geriye kalan, bana her fırsatta ondan başka dosta, kimseye ihtiyacım olmadığını hatırlatan... Canımın diğer yarısı... Karşılıksız, beklentisiz ve saf, temiz duygularla kalbimi açtığım... Karşılığında bana kalbindeki sıcak sevgiyi adayan... Ne kadar şanslıyım ki doğduğum günden bu yana bir gün yalnız bırakmadın. Ne kadar şanslıyım ki sen hiç elimi bırakmadın.
Güldüğümde benimle gülen, ağladığımda benden çok canı yanan, düştüğümde benimle düşen ama benden önce kalkan, her karanlığı aydınlatan canım ablam... Ne kadar güzel insanın hayatta senin gibi gel dediğimde sorgusuz sualsiz gelen, git dediğimde kalan ve gidiyorum dediğimde bende geliyorum diyen bir ablası olması. Seni çok özlüyorum. Her kalp atışımda, her nefesimde var olmaya devam edeceksin. Bana derman oldun. Ama ben, senin yarana derman, ağrılarına sızılarına çare bulamadım. Olmadım.
Üzgünüm. Çok üzgünüm. Gözyaşım da seni kurtarmadı. Dualarımız kurtarmadı derken. Bugün acıların son bulduğu için kendimi ikna etmeye çalışıyorum. Senin nasıl acı çektiğine en çok Pakize ve Sebile abla ve oğlun, eşin ve arkadaşların şahit oldular. Onlara da sabır diliyorum. Biliyorum. Hepsinin yüreği sızlıyor canı acıyacak bir süre daha. Ama güzel anıların dışında o son kötü anları hiç hatırlamak istemiyorum. Hatırlarsam senin de üzüleceğini hissediyorum.
Birlikte yaptığımız tatil ve köy hayallerini seni yanımda hissederek zor da olsa yerine getirmeye ve her zerkana, deşte, merga memiye, kömeye, balkonumuzda oturup, karşıda Heser baba’nın üstünde ayın doğuşuna aydınlığına senin içinde bakmaya ve sıcak bir çay da senin için içmeyi sürdüreceğim.
Köydeki çocukluk arkadaşlarınla, seni seven tüm kardeş ve bizi ziyaret eden kuzen yeğen ve akrabalarla seni yad edeceğiz. O güzel yüreğinin sıcaklığını içimizde ve gözlerimizden aşağıya akan yanağımızı yakan gözyaşlarıyla bir süre daha hasretlik çekerek sürdüreceğiz.
Ve senin bize bıraktığın en değerli hediye; Ozan ve Ekin’i hep sevmeye devam edeceğim.
Sen de orada yanı başındaki, anne, baba, dedelerin, Serdar, Erdal ve diğer güzel canlarla bizim kulaklarımızı çınlatırsın. Bizlerin sizi özlediğimizi bize katıklarınızla yaşam yoluculuğunu sürdürdüğümüzü anlatırsın.
Bizden de selam söyle tüm canlarımıza.
Ruhunuz şad Devr-iniz daim yeriniz karêrin bereketli kutsal topraklarında sana verdiği huzurdan daha fazla olsun. Rahat uyu. Seni hep özleyen kız kardeşin Necla.
Not: Değerli dostlar, büyüklerim beni bu acılı zamanda yalnız bırakmadınız. Mesajla, Telefon ve bizzat evimi ziyaret ederek acımı benimle paylaşan tüm akraba, dost ve arkadaşlarıma bir kez daha kalben teşekkür ediyorum. Sağ olun var olun. Hepinize sağlıklı bir yaşam diliyorum.10.12.2023
|
|
|
|
|
|
|