|
Yok canım ne ırkçılığı!
|
2013-02-06 18:47
|
Gürbüz Özaltınlı
|
|
Onca zamandan sonra hâlâ aynı masalları dinliyoruz. Türk kimliği bir etnisiteyi değil, farklı etnisiteleri kapsayan üst vatandaşlık aidiyetini ifade ediyormuş. Devletle olan hukuki bağın adıymış. Kemalizm’de ırkçılıktan eser yokmuş.
Meclis kürsüsünden zapt edemediği öfkesiyle “Türk ulusu ile Kürt milliyetinin eşit olduğunu bize kabul ettiremezsiniz” diye bağıran hanım bile kalkıp gözümüzün içine baka baka açık ırkçılığını örtmek için bu üst kimlik- etnik kimlik formülünü yutturmaya çalıştı. Biz de ahmağız ya“Peki, o üst kimlik senin anadilde savunma yapmanı kapsıyor, zarar görmüyor da, Kürtler anadilinde savunma yaparsa neden kapsamıyor” diye sormadık.
Koca koca adamların televizyonlarda eğri büğrü çiziktirmelerle, içine Kürt, Türk, Çerkes, Laz yazdıkları dairelerin hepsini geniş bir çember içine alıp üstüne Türk yazarak kameralara tuttuklarını gördükçe, insanın “hey gidi Kemal’in askerleri bu durumlara da mı düşecektiniz” diyesi geliyor. Ne kadar kolaymış da bu cahil Kürtler anlayamamış bu kimliğin kendilerini de içine aldığını! Kenan Evren de “onları” yeterince eğitemediğimizden yakınıyordu. Bir zamanlar sempatik bulduğum, sonra aniden Baykal tarafından keşfedilip mebus yapılan, şimdilerde de “Aydınlık” bir köşede fikirlerini kamuya açan ulusalcı avukat arkadaşım geçenlerde televizyondan sesleniyordu: “Hâkimin anlamadığı bir dilde tercümanla savunma yapmak benim vatandaşıma zarar verir. Hakkını savunamaz. Biz vatandaşımızı düşünmek zorundayız.”... Şaka yapmıyorum. Anadilde savunma hakkına itirazını böyle gerekçelendiriyordu. Ahmet Hakan olgun insan. Gülümsemekle yetindi.
Irkı üstün kıl ki asimile edebilesin
Mustafa Kemal’in asimilasyoncu olduğunu, fakat ırkçılıktan uzak durduğunu ileri sürenler, dev külliyatın, derin çalışmaların peşine düşmesinler. Geçtiğimiz pazar Radikal’de yayımlanan 3000 küsur vuruşluk Ayşe Hür makalesi hepimize yeter. Maarif Vekili Reşit Galip, Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt, 64.000 kafatası ölçen Afet İnan ırkçılıklarını gümbür gümbür konuştururken tek adam rejimi yaşanıyordu. Türk tarih tezi, Güneş Dil Teorisi üstün Türk ırkının marifetlerini “icat ederken”, ebedî şef Köşk bahçesinde çiçeklerini sulamıyordu.
Evet, bir siyasal pratik olarak ırkçılıkla asimilasyonculuk farklıdır. Irkçılık, egemen topluluğun dışındaki kimlikleri tanır, aşağılar, kendisiyle onun arasına duvar örer ve her türlü toplumsal yükselme kapılarını kapatır. Asimilasyonculukta ise, yok sayma, kendi içine alıp eritme vardır. “Kimliğini terk et aramıza katıl.” Çağrı budur. Fakat bu, bir uluslaşma politikası olarak asimilasyonculuğun düşünsel evreninin ırkçılık içermediğini asla göstermez. Nitekim 20’li yılların ortalarından itibaren ve tüm 30’lu yıllar boyunca Cumhuriyet’in resmî söylemi, “klasik ırkçılığın” ideolojik unsurlarıyla yüklüdür.“Türk uluslaşmasının” ve asimilasyonun meşruiyeti, kültürün yanı sıra biyolojik özelliklere de yer vermekten kaçınmayan bir ırk üstünlüğü fikrine dayandırılmaya çalışılmıştır.
Kafanın dışından içine doğru
Fakat şimdilerde gözden kaçan daha önemli gerçek şu: Irkçılık, biyolojik genetik özellikler üzerinden topluluklar arasında hiyerarşi kuran “klasik ırkçılık”tan ibaret değil. İnsanlık büyük ölçüde bu safsatayı aştı. Ancak, “yeni ırkçılık”, “ırksız ırkçılık” ya da “kültürel ırkçılık” kavramlarıyla tanımlanan hiyerarşik ayrımcılıklar bütün incelmiş hâlleriyle demokratik toplumların başına bela olmaya devam ediyor.
Bunun bizim “eğitimli laik” orta sınıflarımızın arasındaki tezahürlerini fark edebilmek için derin bir saha araştırmacısı olmak gerekmiyor. Sıradan dürüst bir gözlemciyseniz, Kürtleri ve İslami esaslara göre yaşayanları kültürel olarak aşağılayan tutumların komşu mesafesinde olduğunu görürsünüz. Steril tatil kasabalarını “Kürtlerin bastığını”, göçün şehirleri “bozduğunu”, başörtülülerin Bağdat Caddesi’ne, Nişantaşı’na “kadar geldiğini” sayıklayanlar, Avrupa’nın çare aradığı kültürel ırkçılığın aramızdaki versiyonlarıdır. Serra Yılmaz televizyonda tesettürlü kadınlardan “öcü görmüş” gibi korktuğunu ne kadar doğal, ne kadar rahat açıklamıştı. Rahattı çünkü bu toplumda “kendi sınıfından” değer verdiği birçok insanın aynı duyguları taşıdığını biliyordu. Rahattı çünkü sorulduğunda göğsünü gere gere ırkçı olmadığını, zencileri sevdiğini söyleyebilirdi. Muhtemelen“Obamacı”ydı.
Bir Ermeni arkadaşı “bile” olduğunu söyleyen, yüce gönüllü ombudsmanımız var. Başbakanımız da bir ara “tıksırıncaya kadar içiyorlar, karışıyor muyuz” diye sormuştu.
“Onlar” ve “biz”. “İyi” ve “kötü”. “Değerli” ve “değersiz”...
İnsanları ait oldukları kültürel kimlikler üzerinden sınıflandıran, ötekileştiren ve küçümseyen bu zihniyete bütün dünyada aynı isim veriliyor: Irkçılık.
Eskisi gibi açık ve kolay değil bu hastalığı teşhis etmek. Deri rengi zamanlarında değiliz.
Şimdi sağlam bir aynaya ve dürüst bir çift göze ihtiyacımız var
-----------------------------------------------
Taraf-6 Şubat
|
|
|
|