|
Devrimin kaderi ve muhafazakârlar
|
2016-06-14 23:31
|
Gürbüz Özaltınlı
|
|
Gürbüz ÖZALTINLI
İçinde bulunduğumuz durumu ve bizi bekleyen tehlikeleri kavrayabilmek için, objektifliği gözeten; ajitasyonla duyguları yakalamanın peşinde koşmak yerine aklı ve sağduyuyu esas alan bir diyalog diline ihtiyaç var. İnsanı insan yapan“düşünme” ediminin hakkını vermeye çalışmamız gerekir. AKP, temsil ettiği toplumsal çoğunluk ve kullandığı büyük siyasi güçle hepimizin kaderi üzerinde tayin edici bir ağırlığa sahip. Onun tutturduğu yön ve yaşadığı yapısal dönüşümleri tartışmak, anlamak, etkileşim yolları aramak zorundayız. “AKP’de neler oluyor” sorusu, “Türkiye nereye gidiyor” sorusudur aslında. *** AKP kurulduğundan bu yana; önce parlamenter çoğunluğu yakalayarak, sonra adım adım rejimin gerçek güç kullanıcılarını geriletip “iktidar sistematiğini” bozarak yönetim hiyerarşisinin merkezine yerleşmeyi başarmış bir parti. Bu süreç birbirine ters yönde işleyen iki etki üretti. Birincisi, ülke üzerinde yarattığı majör etki. Gücünü toplumsal rızadan çok, bürokratik mekanizmaları yetkilendiren Anayasal sistemden ve darbe tehdidinden alan vesayet yapısını kırdı. “Dışarıda”tutulan sosyolojiyi merkeze taşıdı. Statükonun siyasal tabularını parçaladı ve toplumun düşünme, tartışma alanını genişletti. Bu değişimler çoğulculaşmayı ifade ediyor ve yönü demokratikleşmeyi gösteriyordu. İkinci etki, kendi yapısı üzerinde gerçekleşen değişimdir. Toplumsal çeşitliliğin eşitlenmesi ve tüm kesimlerin kendilerini ifade edebilmesi koşulları oluşurken, AKP’de giderek koalisyoner yapının bozuluşuna; liderlik otoritesinin rakipsizleşmesine; adım adım monolitik bir yapının inşasına tanık olduk. Buna, reformcu politikaların terk edilmesi; şiddet ve baskı enstrümanlarına daha sık başvurulması; “normalleşme” vaadinin yerini “dava” ve “ihanet” söyleminin alması ve “devrime düşman komplocu” bir dış dünya tasavvuru eşlik etti. Bu, ilk bakışta çelişik ve ilginç gelebilir. Fakat toplumsal güç dengelerini radikal biçimde değiştiren “devrim” tecrübelerinin tarihine yabancı olmayanlar için bu tablo şaşırtıcı değildir. Burada derinliğine girilecek konu değil; kestirmeden söyleyebiliriz ancak: Her devrim, kendi içinde otoriterizm/totalitarizm tohumlarını taşır. Değişimin yönü, uluslararası dengeler ve konjonktürle uyum sorununu halledemediği ölçüde bu tehlike daha da büyür. AKP üzerinde etkisi olan siyasal/entelektüel elitinden, sıradan seçmenine ve muhafazakâr dünyayla dil köprüsünü çoktan yıkıp atmış kaskatı Erdoğan düşmanlarına kadar hepimizin üstüne düşünmesi gereken çok ciddi bir sorundur bu. *** Meselenin anahtarı muhafazakâr çoğunluktadır. Bu “devrim” esas itibarıyla muhafazakârların taşıdığı bir devrimdir. Sınırlarının çizilmesinde en çok onların tercihi rol oynayacaktır. Muhafazakârların kültürel değerlerine ve siyasal seçimlerine saygı duymayan; bağlılık gösterdikleri lidere durmaksızın hakaret etmeyi; ağzını her açtığında “hırsız” , “tecavüzcü”, “diktatör” diye saldırmayı “eleştiri” zanneden; her fırsatta “yargılanacaksınız” diye haykırmayı marifet sayan “fikir erbabının” muhalefetinin zerrece kıymeti harbiyesi olmadığını düşünüyorum. Muhafazakârlarla köprü kurmaya çalışan, onları demokratikleşmenin partneri olarak gören bir mantığın dili bu olamaz. Bunlar, sıkışıp kalınan kimlik nefretinin karşılıklı yeniden üretilmesine; devrimin içinde taşıdığı kötü tohumların beslenmesine yol açıyor. Bir yandan Erdoğan’ı “darbeci askerlerle” ittifak yapıyor diye eleştirip, öte yandan Cemaat gibi bir yapının savunuculuğunu yapanlar; PKK şiddetini ve HDP’nin vahim yanlışlarını eleştirme cesareti gösteremeyip, Kemalistleri Kürtlerle barıştırma hayalleri kuranlar ve bu yapılardan bir “demokratik muhalefet cephesi” yaratma peşinde koşanlar aklın geçerli olmadığı bir dünyada yaşıyor gibiler. Altını çizerek bitireyim. Türkiye’de demokrasi ve barış, ancak muhafazakârların ikna olduğu; içinde etkin rol aldığı ölçüde hayat bulabilir. 2002’de buna inanıyordum. Bugün de buradayım… ------------------------------------------------------ Karar-12 Haziran
|
|
|
|