|
NEDEN “KARARSIZ” DEĞİLİM
|
2017-03-03 01:06
|
Gürbüz Özaltınlı
|
|
Bir önceki yazıda, önümüze gelen anayasanın, demokrasilerde birbirlerini denetlemesi ve dengelemesi gereken devlet güçlerinin tümünü (yasama-yargı-yürütme) cumhurbaşkanının elinde topladığını yazmıştım. Bu haliyle, bir başkanlık sisteminden ziyade “tek adam rejimi” öngören, olağanüstü bir güç yoğunlaşmasına yol açan bir mantığa sahip. Savunucuları ise, onun bu özelliğini gözlerden kaçırmaya çalışan bir gayret içindeler. Kimse alınmasın, fakat hakikaten yazarlarına hiç yakışmayan, gülünç çarpıtmalarla dolu yazılar okuyorum. Yasama ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin aynı gün ve ayrı ayrı yapılması yasama gücüyle yürütme gücünü kesin olarak birbirinden ayıracakmış… Cumhurbaşkanı artık sorumsuz değilmiş, Meclis uygun görürse Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi’nde yargılanabilecekmiş… Şimdi hükümeti kuran parti Meclis’i elinde tutuyor, istediği yasayı çıkartıyormuş, oysa artık Meclis bağımsız irade gösterecekmiş, Meclis kişilik kazanıyormuş… 13 üyeli Hakimler Savcılar Kurulu’nun sadece 4 üyesini Cumhurbaşkanı seçecekmiş; 7 üyesi Meclis tarafından seçilecekmiş. (Etti on bir; iki eksik kaldı) İki üye de Adalet Bakanı ve Müsteşarı olacakmış. Kurulun bağımsız ve tarafsız olamayacağına ilişkin kuşkular yersizmiş… Şaka değil, bunları okuyoruz. Parti genel başkanı olarak cumhurbaşkanı seçilecek kişinin kendi partisinin milletvekillerini tek tek, isim isim saptayacağını bu arkadaşlar ve hepimiz bilmiyor muyuz? Biliyoruz. Cumhurbaşkanlığı ve Meclis seçimlerinin aynı gün yapılmasının Meclis’e kişilik kazandırmak ve güçleri birbirinden ayırmakta nasıl bir etkisi olacağını bilmiyoruz; ama başkanla Meclis çoğunluğunun aynı partiden olması ihtimalini çok kuvvetlendirdiğini hepimiz bilmiyor muyuz? Biliyoruz. Böylelikle cumhurbaşkanının yasama üyelerinin de çoğunluğunu belirleyecek olduğunu bilmiyor muyuz? Biliyoruz. Yürütme ve yasama çoğunluğunun bu kadar “uyumlu” (yani tek elden çıkmış) olması durumunda cumhurbaşkanı kanun gücünde kararname çıkarttığında Meclis çoğunluğunun nasıl davranacağını tahmin etmekte zorlanır mıyız? Sanmıyorum. Olağanüstü hal ilanına yetkili kılınan başkan bu yetkisini kullandığında, Meclis’in “nereden çıktı şimdi bu“ tepkisi vereceğine inananlar el kaldırsa kaç kişi sayarız? Keza, böyle bir Meclis’in Cumhurbaşkanı’nı herhangi bir eyleminden sorumlu tutup 400 (yazıyla: Dört yüz) üyenin kararıyla Yüce Divan’a sevk etmesinin cumhurbaşkanının kafasına yıldırım düşmesinden daha mucizevi bir ihtimal olduğunu bu arkadaşlar ve hepimiz bilmiyor muyuz? Biliyoruz. Peki, o Anayasa Mahkemesi’nin 15 üyesinden 12 (yazıyla: On iki) üyesini doğrudan cumhurbaşkanının seçeceğini de bilmiyor muyuz? Biliyoruz. Peki, cumhurbaşkanının tek başına Meclis’i feshedip kendisiyle birlikte seçimlere gitme kararı verebilmesi karşılığında Meclis’in 3/5 çoğunlukla aynı kararı verebilecek olduğunu bilip de, birbirimizin gözünün içine bakarak Başkan’la Meclis’in “eşit kozlara” sahip olduğunu iddia edebilir miyiz? Çoğunluğu, parti başkanı olan cumhurbaşkanınca belirlenmiş milletvekillerinden oluşan bir Meclis, aklına yatmadığı konularda fesih tehdidine de kulak asmaz ve başkana aslanlar gibi direnir diyebilecek “gerçekçi yorumcular” var mıdır? Vardır. Onlara kimse inanır mı? Sanmıyorum. Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun 13 üyesinin 4 üyesini cumhurbaşkanının seçeceğini biliyoruz, doğru. Peki Adalet Bakanı ile onun müsteşarını kimin seçeceğini ve böylelikle 6 (yazıyla: Altı) üyenin doğrudan cumhurbaşkanı tarafından seçilmiş olacağını bilmeyecek kadar dört işlemden habersiz miyiz? Hayır değiliz. Kalan 7 üyenin 7’sinin de Meclis’in en büyük partisinin arzusu hilafına, sadece muhalefetin istediği isimlerin seçilmesiyle oluşacağına inanabilecek bir tek şahsiyet bulabilir miyiz necip Türk Milleti içinde? Bulamayız. Önümüzdeki tasarıyı savunanların hiç dokunmadıkları konular var bir de… Mesela çok önemli olmasına rağmen, Meclis’in bütçeyi onaylama üzerinden gerçekleştireceği denetimin göstermelik kılınması… (Anayasa Meclis’e diyor ki; istersen bütçeyi onaylama, bir önceki yılın bütçesini yeniden değerleme oranında arttırır işlere devam eder başkan). Mesela cumhurbaşkanının bütün üst düzey bürokratları atarken Meclis onayı (hadi onay yetkisini de geçtik) kamuoyuna açık mülakat, sorgulama yapması gibi en küçük bir denetime izin verilmemesi… Tamam anladık; bürokratik vesayet kaldırılıyor, yerine seçilmişlerin iradesi geliyor. Peki cumhurbaşkanı yarıdan bir fazla ile toplumsal çoğunluğun iradesini temsil ediyor da, bütün önemli partilerin seçilerek geldiği Meclis neyi temsil ediyor? Hangisinin temsil gücü daha fazla? Bu konular açıldığında kafalar yukarı çevrilip ıslık çalınıyor… Anayasa konusunda yazdığım her yazıda şu cümleyi kurdum; yazdıkça da kuracağım: Önümüze getirilen anayasa çalışması Başkanlık Sistemi değildir. Ben başkanlık sistemine karşı değilim. Demokratik kontrol ve fren mekanizmaları olduğu sürece yanındayım. Bu sistem denetimden azade tutulmuş, bütün güçlerin tek elde toplandığı oligarşik bir iktidar sistemidir. Kimin milletvekili olacağına, kimin yargı ağını yöneteceğine tek başına karar veren güç bu yapılara hâkim olur. Bu kadar basit. Bu anayasayı savunanların söyleyebilecekleri en dürüst cümle “korkmayın bizim reisimiz bu gücü istismar etmez; çoğulculuğu gözeterek demokratik duyarlılıklara uygun kullanacaktır” olabilir… Ben de derim ki; yönetenlerin yetkileri onların varsayılan karakterlerine güvenilerek düzenlenmez. Seçilmiş Meclis ve meşruiyetini Meclis’in iradesinden alan yargı tarafından denetlenmeyen, frenlenmeyen yürütme gücü toplum için tehdittir. Sadece muhalif olanlar için değil; yürütmeyi o kişiye teslim eden çoğunluk için de… Eğer bu sözler soyut geliyorsa, şu günlerde akademisyenleri de kırıp geçiren KHK’lara bakın güç sınırlanmazsa somut olarak neler yapılabildiğini daha kolay anlayacaksınız. İşte ben bu nedenle “kararsız” değilim. ---------------------------------------------------- 12 Şubat
|
|
|
|